Onun sabrı, cihadının bir yansımasıydı ki, bütün savaş meydanlarında ve bütün cephelerde sığındığı bir kale konumundaydı. O, zamandan, zamane insanından öylesine yoksunluklar, ihanetler, kalleşlikler, ağırdan almalar, sözden caymalar, töhmetler, düşmanlardan sövgüler ve dostlardan azarlar gördü ki... bütün bunlara tahammül etti. Tarihin kaydettiği liderler arasında -hatırlayabildiğimiz kadarıylaonun gibisine rastlamıyoruz. O bunca elverişsiz koşullara, dağların dayanamayacağı
zorluklara karşı tahammül gösterdi, sabretti. Her taraftan kendisini kuşatan olumsuz koşullara karşı hikmetle, olgunlukla, deneyimle direndi, daima amacına doğru
ilerledi. Hiçbir zaman öfkenin tutsağı ve duyguların esiri olmadı. Hadiseler karşısında kendisini kaybetmedi. Zorluklar karşısında kararsızlık sergilemedi. Kur'ân bayrağını yükseltmekten, İslâm davetini seslendirmekten başka hiçbir etken onu yerinden oynatamadı. Bu meziyetlerin ve bu hasletlerin sahibi, Peygamber'in
(s.a.a) torunu Hasan'dı. Allah'ın kendisini yaratırken öz yaratılışına yerleştirdiği tüm hakikatiyle gözler önündeydi. İnatçı bir cahilden ya da insafsız bir düşmandan başka hiç kimse İmam Hasan'ın bu niteliklerinde, bu hasletlerinde bir kusur bulamazdı. Onun nitelikleri kendi zamanında en üstün niteliklerdi. Cömertliği ve keremi darbımesel olmuştu. Tatlı dilli, hazır cevap biriydi. Güçlü bir mantığa ve heybete sahipti. Yumuşaklığını, aklını ve dirayetini, bırakın dostlarını, düşmanları dahi itiraf ederdi. Şimdi Muaviye'nin ona ilişkin övgülerini dinleyin. Ne zaman Muaviye'nin meclisinde Hasan'la ilgili bir tartışma çıksa, sonunda onun üstünlüğünü vurgulayan bir söz söylerdi. Bazen de böyle bir mevzu olmadan dahi Hasan'dan övgüyle söz ettiği olurdu. Bir keresinde İmam Hasan'ın sözlerinin tatlılığını şu şekilde övmüştü:
Bir keresinde onun meclisinde Hasan'dan söz edilince şöyle demişti: " Onlar öyle kimselerdirler ki, konuşma onlara ilham edilmiştir."
İmam Hasan'ın heybeti ve hoşsohbeti ile ilgili olarak şöyle demişti: "Allah'a yemin ederim ki, onu devamlı, yanımda olmayışından mutsuz ve beni azarlamasından da
korktuğum hâlde gördüm." Şöyle demişti bir keresinde: "Allah'a yemin ederim ki, onu yanımda oturmuş hâlde gördüğümde, onun durumundan ve ayıplarımı ortaya dökmesinden korkarım." Muaviye İmam Hasan'ı övücü mahiyette şu şiiri söylemişti:
"Hasan öyle birinin oğludur ki, her nereye gidiyorduysa ölüm de adım adım onu izlerdi.
Aslan yavrusu da aslan gibi olur. Hasan da babası gibidir. Şayet onun ağır başlılığını ve dirayetini ölçmek mümkün olsaydı, Yezbil ve Sebir gibidir, denebilirdi." Evet, bunları söyleyen Hasan'ın bir numaralı düşmanı Muaviye'dir. Mervan b. Hakem de İmam Hasan hakkında şöyle demiştir: "Ağır başlılığı dağlara eşittir." Bu iki düşmanın övücü sözleri İmam Hasan'ın halkın nezdindeki yüksek makamının somut kanıtlarıdır. En azından bu iki düşmanın realiteye teslim oluşlarının göstergesidir. Aksi takdirde bunu, adı geçen iki kişinin İmam Hasan'la ilgili olarak devreye soktukları tehlikeli plânın üzerini örten bir perde gibi değerlendirmek gerekir. Buraya kadar sunduğumuz örnekler ve başka kitaplarda anlatılan olaylar son derece önemlidirler. Ki bunlar barıştan sonra İmam Hasan'ın Şam'da bulunduğu sırada ve Muaviye'nin Medine'ye yaptığı seyahatlerde İmam Hasanla karşılaştığı zamanlarda gerçekleşmişlerdir. Muaviye geniş katılımlı meclisler düzenler ve yakın dostlarını bu toplantılara davet ederdi. Bunların tamamı tıpkı kendisi gibi, Peygamber'in (s.a.a) Ehlibeytini kendi nüfuzlarının ve halk nazarında sempati toplamalarının engeli gibi görürlerdi. Bu gibi meclislere katılan kişilerin çoğu bu anlayışa sahiptiler. Amr b. As, Utbe b. Ebu Süfyan, Amr b. Osman, Muğiyre b. Şu'be, Velid b. Ukbe, Mervan b. Hakem, Abdullah b. Zübeyr ve Ziyad b. Ebih gibi adamlar bu toplantıların müdavimleriydiler. Bazen bunlardan sadece bir kaçını çağırırdı. Bazen başkalarını da onlarla birlikte toplantılara davet ederdi. Sonra Hasan b. Ali'yi bu meclise çağırırdı. Ardından bu çetenin ileri gelenleri ard arda büyük bir öfke ve nefretle İmam Hasan'a karşı mümkün olabilecek her şeyle övünmeye kalkarlardı. Söylenmedik söz bırakmazlardı.
Böylece içlerindeki hıncı dışarıya dökmüş oluyorlardı. Neticede meclis bir anda İmam Hasan'a karşı mücadele verilen bir sahneye dönüşürdü. İmam Hasan (a.s) Abdullah b. Cafer'in deyimiyle; "Boyun eğmez sert bir kaya, okların hedefi olmaktan uzak ve ...üstündü." Gönlü o kadar temiz ve o kadar erdemli biriydi ki bu tür alçaklıklara tenezzül etmez, böylesine seviyesiz konuşmalara girmezdi. Kendini daima böylesine düşük seviyeli konuşmaların dışında tutardı.
Ama onların seviyesine inmese de onlara cevap vermekten de geri durmazdı ve şöyle derdi:
Onlara güçlü bir mantıkla, inatlarını kıracak tutarlılıkta bir konuşmayla cevap verirdi. Cevap verirdi ve dik başlılıklarını derhal teslimiyete, boyun eğişe ve eğilmeye dönüştürürdü. Bazı cevaplarında peygamberlikten miras kalan hikmeti de konuştururdu. Uçsuz bucaksız bilgi deryasından devşirdiği hazır cevaplılığı ve ferasetiyle onları sustururdu. Yumuşak konuşurdu ve bu yumuşaklığıyla onları kendisinin ve babasının hakkını teslim etmek durumunda bırakırdı. Sonra sözlerini sürdürürdü. Öyle şeyler söylerdi ki, onların yakışıksız sözlerini ve sövgülerini -onlar gibi yalana ve yakışıksız sözlere, sövgülere tevessül etmeden- derhal etkisiz hâle getirirdi. Kendisini eleştirenlerin sözlerine teker teker cevap verirdi. Onların kendileri için övünç kaynağı olarak söz konusu ettikleri soy sop ve özelliklerin üzerinde durur ve bizzat onları hedef alırdı. Hiç kuşkusuz bu gibi meselelerde bir insanın hem kendisinin, hem de geçmişinin üstünlüğünün kaynağı olan övünçlerini bizzat hedef almak ve eleştirmek en etkili yöntemdir. Bu gibi toplantıların sonunda Hasan muzaffer ve güçlü olarak belirginleşir, diğerleri ise zayıf ve yenik olarak ayrılırlardı. Hepsinden en çok zayıflık ve yenilgi hissine kapılan kişi ise, onların lideri Muaviye olurdu. Ki hepsinin içinde en büyük maddî güç ve iktidar onun elindeydi. Kardeşlerinin ve amcazadelerinin her tartışmadan yenik çıkmalarını, ellerinin ve ayaklarının birbirine dolaştığını, perişan bir hâlde meydandan çıktıklarını görmek ona çok ağır gelirdi. Böyle durumlarda onlara döner ve şöyle derdi: "Gördünüz mü! Ne dediysem dinlemediniz! Sonunda öyle sözler dinlediniz ki dünyayı sizin gözünüzde kararttı ve toplantınızın tadını kaçırttı." Ya da şöyle derdi: "Ben size demiştim! O -yani Hasan- sizin tartışarak baş edeceğiniz biri değildir." Bazen Mervan b. Hakem'e döner ve şöyle derdi: "Bu adamla karşı karşıya gelmekten her ne kadar seni nehyettiysem, dinlemedin ve aslında sana bir faydası olmayan şeyi yapmaya kalkıştın. Kendine dikkat et! Çünkü ne senin baban onun babasına denktir, ne de sen onun dengisin! Sen avare ve kovulmuş bir çobanın oğlusun; o ise Allah resulünün oğludur. Ne yazık ki bazı cahiller kendi mezarlarını kendi elleriyle kazarlar ve kendi ayaklarıyla ölümün peşinden giderler." Kınayan ve hakaret amaçlı bir ifade tarzıyla Amr b. As'a şöyle derdi: "Babası -Emir'ül-Müminin (a.s)- sana hücum etmişti de canını avret yerlerini açarak kurtarabilmiştin. Bundan dolayı mı ondan çekiniyorsun!" Ya da şöyle derdi: "Deryayla savaşmaya kalkışma, boğulursun. Dağla boy ölçüşme, nefesin kesilir. Bir köşede otur ki, sonunda özür dilemek zorunda kalmayasın." Zübeyr'in oğlu, o zamanlar Muaviye'nin adamları ve nedimleri arasında yer alıyordu. Bir gün İmam Hasan'la söz kavgasına girmekten pişmanlık duymuş ve özür dileyerek İmam Hasan'a şöyle demişti: "Beni bağışla, ey Ebu Muhammed! Bu adam (Muaviye'yi işaret ederek) seninle kavga etmeye beni teşvik etti. O aramıza nifak tohumlarını ekmek istemektedir. Eğer ben cahillik ettiysem, sen neden kısa kesmiyorsun! Siz öyle bir ailesiniz ki, görmezlikten gelmek, hataları hoş görmek sizin karakterinizdir." Muaviye onun İmam Hasan karşısında özür dileyen, âciz ve mağlup bir pozisyona düşen biri olarak durmasına tahammül edemediği için ona şöyle demişti: "Doğrusu o gönlümü senin elinden rahatlattı ve senin can damarını hedef aldı. Onun elinde kartalın pençesine düşmüş bir keklik gibiydin. Seninle istediği gibi oynuyordu. Bir daha birine karşı övündüğünü görmeyeyim!" Bir keresinde Amr b. As, Mervan ve Ziyad b. Sümeyye bir tarafta, Hasan (a.s) da bir tarafta tartışıyorlardı.
Toplantının sonunda Muaviye şunları söyledi: "Amr güzel konuştu, fakat mantığı tutarsızdı. Mervan da ne konuştuysa, yenildi." Sonra Ziyad'a döndü ve şöyle dedi: "Sen niye konuya girdin ki! Kartalın pençesine düşmüş bir keklik gibi seni esir aldı." Amr b. As ona şu cevabı verdi: "Bizim arkamızdan ok atan sen değil miydin!" Muaviye şu karşılığı verdi: "Şu hâlde ben de cahillikte sizin ortağınızım! Babası Allah'ın Peygamber'i, geçmiş ve gelecek nesillerin efendisi, annesi dünya kadınlarının önderi Fatıma-ı Zehra olan birine karşı neyle övünülebilir!" Sonra Amr'a döndü ve şöyle dedi: "Allah'a yemin ederim ki, eğer Şam halkı bu konuşmayı duyarsa, rezil oluruz." Amr kurnazlıkla şunları söyledi: "Evet o seni bıraktı. Fakat Mervan ve Ziyad'ı en alttaki değirmen taşı gibi sıkıştırdı ve çiğnedi." Ziyad pervasızca söyledi: "Evet, söylediğiniz gibidir. Fakat ne pahasına olursa olsun bizimle onun arasına nifak atmak isteyen de Muaviye'dir." Gördüğünüz gibi, Ziyad da, Zübeyr'in oğlu da bu tartışma ve kavgaların Muaviye'nin tertibiyle gerçekleştiğine tanıklık etmektedirler. Onun maksadı fitne çıkarmaktı. Nitekim İmam Hasan da onlara verdiği cevaplar da Muaviye'nin bu maksadına işaret etmiştir. Söylendiğine göre, Abdullah b. Abbas, İmam Hasan'la yalnız kaldığında onun iki kaşının arasını öptü ve dedi ki: "Kurban olayım sana, ey amca oğlu! Allah'a yemin ederim ki, bilgi deryan daima dalgalanmaktadır. Şunların üzerine nasıl da hücum ettin ve ...oğullarından intikamımı aldın." Bu tartışmalarda yapılan konuşmalar edebî zarafet ve sanat değeri itibariyle Arap edebiyat mirasının aslını oluşturacak parlaklıktadır. Bir kere bu konuşmaların söz konusu kişiler tarafından yapıldığı açıktır. Ayrıca konuşmaların düzenleniş biçimi, o dönemin edebî tartışmalarının en parlak örneklerinden birini oluşturmaktadır. Ama bizi bu bölümün akışı içinde söz konusu konuşmaları bütünüyle aktarmaktan alıkoyan şey, Emevîlerin yalancılıklarını, gerçeğe aykırılıklarını ve iğrenç sövgülerini en ileri boyutlara kadar vardırmış olmalarıdır. Neticede düşmanlarını aşağılayalım derken kendilerini rezil etmiş olmalarıdır. Bu tartışmalarda yapılan konuşmaların metnini sunmaktan kaçındık; bir gerçeği aktarmaktan da kendimizi alamadık. Ki bu da şu anda üzerinde durduğumuz "İmam Hasan'ın Sabrı" konusuyla da bağlantılıdır. Çünkü Hasan'ın karşısında yer alan grubun iğrenç davranışlarını, buna karşılık İmam Hasan'ın (a.s) akıllara durgunluk veren sabrını ve olağanüstü tahammül gücünü gözler önüne sermektedir.
Evet Muaviye'nin bu tartışmalar bağlamında sergilediği husumet ve düşmanlık diğer cephelerde sergilediği husumet ve düşmanlıkla aynı türdendi. Bunda en ufak bir kuşkumuz yoktur ki, bu toplantılar önceden plânlanmış ve hesaplanmıştı. Bu tür toplantıların gerisinde özel bir siyasî amaç vardı. Bu bakımdan bu toplantıları, Muaviye'nin İmam Hasan ve taraftarlarına karşı savaşım verdiği bir diğer savaş alanı olarak değerlendirmek mümkündür. Sıcak savaşın ardından soğuk savaş yürütüyordu. Bu savaş başka alanlarda da sürüyordu. Bu alanların bazısına ilerideki bölümlerde değineceğiz.