PLEASE_WAIT
İmam Hüseyin(a.s) niçin Kerbela'da takiyye yapmadı ve İmam Hasan(a.s) niçin Muaviye'ye karşı savaşmadı?
Takiyye, insanın canını ve malını zalimlere karşı koruması için din çerçevesinde konulmuş bir hükümdür. Bu hüküm bir çok diğer ibadi vb. hükümlere göre öncelik taşımasına rağmen bu hükümden daha önemli hükümler de dinde vardır. Buna göre, canı ve malı korumaktan daha önemli bir mükellefiyet söz konusu olduğunda artık takiyyeye yer kalmaz.
Takiyye, insanın canını ve malını zalimlere karşı koruması için din çerçevesinde konulmuş bir hükümdür. Bu hüküm bir çok diğer ibadi vb. hükümlere göre öncelik taşımasına rağmen bu hükümden daha önemli hükümler de dinde vardır. Buna göre, canı ve malı korumaktan daha önemli bir mükellefiyet söz konusu olduğunda artık takiyyeye yer kalmaz.
Örneğin dinin temeli tehlikeye düşer ve dinin korunması için kişinin hakkı açıkça söylemesi veya kıyam etmesi gerekirse, o zaman takiyye meşru olmaz. ve dini korumak kendi canının tehlikeye atmayı gerektirirse bile kişinin bu yolda hareket etmesi farz olur. Önceki yazılarımızda da işaret edildiği gibi böyle bir durumda takiyye haram olur.
Ehl-i Beyt Mektebinin ünlü fakihlerinden olan Muhammed Hasan Necefi Hz. Hüseyin'in kıyamını fıkhi açısından tahlil ederken şöyle diyor:
"....Üstelik, Ceddi Hz. Muhammed sellallahu aleyhi ve alihi'in din ve şeriatının korunması ve Yezit ve çevresinin kafir olduklarını muhalif ve muvafık olan herkese açıklaması bu kıyamına bağlıydı." (Bkz. Cevahir'ul-Kelam c 21 s. 296)
Ancak burada başka bir soruyla karşılaşırız o da, dinin tehlike de olup olmadığını anlamak için başvurulacak ölçü nedir? Acaba bu konuda herkesin kendi teşhisi yeterli midir?
Bu sorunun cevabında şunu söyleyebiliriz ki, bu konuda şahısların kendi teşhisleri geçerli olmasa da kesin olan şu ki, en azından Müslümanların önderi ve imamı konumunda olan Allah tarafından gönderilmiş ve belirlenmiş olan peygamberler ve masum imamların teşhisleri kendileri ve o dönemde olanlar için geçerlidir. Bu yüzden Hz. Hasan ve Hüseyin gibi masum bir imam, bir dönemin kıyam veya takiyye dönemi olduğunu belirledikten sonra, onun teşhisi sayesinde artık Müslümanların vazifelerini belirlemiş olur.
Bu sorunun cevabının diğer boyutlarının da açıklık kazanması için şu noktalara dikkat etmek gerekir:
A. Ehl-i Beyt Mektebindeki İmamet Anlayışı:
Ehl-i Beyt mektebinde Ehl-i Beyt İmamları Allah tarafından belirlenmiş masum ve vehbi ilimlere sahip kişilerdir Onlar, hiçbir hareketlerinde Allah'ın emirlerinden bir kıl payı bile çıkmazlar.
Bize onlara uymak ve onların emirlerine teslim olmak emredilmiştir; hatta imanlı olup olmadığımızın en önemli ölçülerinden biri, onlara kayıtsız şartsız tabi olup olmamamızla belli olur. Esasen Peygamber'e ve masum imamlara bu kayıtsız şartsız itaat tevhid inancından sonra dinin bize öğrettiği en önemli emirdir. Diğer emirler Allah Teala'nın iradesi gereği ancak bunun çerçevesinde anlam kazanır ve kabul olur.
Bizler zayıf aklımızla onların davranışlarının hikmetini anlasak da anlamasak da bu böyledir.
Bu konunun daha iyi anlaşılması için aşağıdaki ayet ve hadislere dikkat edin:
Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor:
"Rabbine and olsun ki, kendi aralarında çıkan ihtilaflı konularda seni hakem kılıp sonrada senin verdiğin hükme hiçbir sıkıntı duymaksızın tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olamazlar." (Nisa: 65)
Ehl-i Beyt İmamlarından gelen sahih hadislerde şöyle nakledilmiştir.
"Bilin ki, eğer bir adam geceleri ibadetle gündüzleri oruçla geçirir, tüm malını Allah yolunda sadaka verir ve ömür boyunca her yıl hacca gider de Allah'ın velisinin velayetini tanımaz; onun velayetini kabul etmez ve tüm amelleri onun kılavuzluğu ile olmazsa yaptığı amellerin mükafatı konusunda Allah'a bir hakkı olmaz ve iman ehlinden de sayılmaz". (El-Kafı c.2, s. 18; Vesailu'ş-Şia c. 18, s. 44.)
Diğer bir hadiste şöyle yer almıştır: "İblis Adem (a.s)'a secde etmeğe emredildiğinde Allah'tan istedi ki, beni bu emrini yerini getirerek Adem'e secde etmemekten mazur gör; bundan sonra sana öyle bir ibadet edeyim ki hiçbir mukarreb melek sana öyle bir ibadet etmemiş olsun. Bunun üzerine Allah Teala tarafından hitap geldi ki, senin ibadetine ihtiyacım yoktur."
Demek Allah kendisine kulluk etmeği ve ona tapmayı ancak kendi Peygamberine ve yeryüzündeki halifesine boyun eğmek ona itaat etmeğe bağlı kılmıştır. Bu yüzden Allah, başka türlü bir ibadeti, insan kendisini onun için çok fazla yorsa da kabul etmez.
Kısacası Ehl-i Beyt mektebine göre Peygamber (s.a.a)'ın ve onun Ehl-i Beyt'inin yaptıkları işlere tam bir teslimiyet göstermeyen ve o işlere itirazda bulunan ve kendinden aksı görüşler ortaya koyan kimseler gerçek manada Peygamber ve Ehl-i Beyt'ini tanımayan zayıf imanlı ve bazen imandan yoksun kimselerdir. Örneğin Peygamber'in Hudeybiye sulhunu yapması veya hac mut'asını teşri etmesi veya kendinden sonrası için bir vasiyet yazdırmak istemesi vb. olaylarda Peygamber'in görüşüne karşı görüşler ortaya koyanlar ve Peygamber'e itiraz edenler bu gruptan insanlar sayılırlar. Çünkü Peygamber'in Peygamberliği kesin delil ile örneğin mucize ile bize ispatlandıktan sonra böyle bir itiraz gerçekte Allah'a karşı itiraz sayılır ve cehaletin alametidir.
Ehl-i Beyt İmamlarının hayatında olan ve bizlerin basit bir düşünceyle onları yorumlamakta zorluk çektiğimiz gerçeklerin şu veya bu şekilde Peygamberlerin hayatında da olduğu kesindir; bizlere düşen bunların hikmetini anlamaya çalışmanın yanı sıra her halükarda onlara uymak ve ittiba etmekten başka bir şey değildir.
Buna bazı örenkler verelim:
1. Allah Teala, Hz. İbrahim'in ailesinden ve soyundan çok sayıda Peygamber göndermiştir. Hz. İbrahim ve iki oğlu İshak ve İsmail İsahak'ın oğlu Yakup Yakup'un oğlu Yusuf hepsi peygamberdirler. Hatta Kur'an'da ismi geçen diğer bir çok peygamber de aynı soydan ve ailedendir. Kur'an Kerim "Birbirinden gelen bir soydur" diye nitelendirmiştir. Aynı durum Peygamber'ın Ehl-i Beyti için de söz konusudur.
2. Hz İsa (a.s) çok fakirce bir hayat yaşadığı hatta barınacak bir evinin olmadığı ve kuru toprağın üzerinde yattığı ve insanları dünyaya karşı zahit olmaya davet ettiği bellidir; ama diğer yandan büyük bir Peygamber olan Hz Suleyman bir sultan olarak yaşamış ve bir Sultan layık olan tüm ihtişamı taşımıştır.
3. Hz Yusuf bir Peygamber olarak bir kafir olan Mısır'ın Padişah'ına vezir olmayı kabul etmiştir. Hatta böyle bir görev için kendini aday göstermiştir.
Kısacası biz bu benzeri konularda Peygamberler ve onların masum olan varislerinin tutumlarının hikmet ve felsefesini anlasak da anlamasak da onları kabul etmek tabi olmakla yükümlüyüz.
Peygamber (s.a.a):
"Hasan ve Hüseyin iki imamdır İster kıyam etsinler ve isterse kıyam etmeyip otursunlar" diye buyurmuştur.
keza
"Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler."
Bu vb. hadisler bize sahih olarak ulaştıktan ve özellikle onları masum imamlar olarak kabullendikten sonra onların davranışlarındaki hikmeti barış ve savaşlarının felsefesini anlasak da anlamasak da her halükarda onlara uymaya onarı imam kabul etmeye mükellefiz.
İşte Bu cevaba işaretle Muhammaed Hasan Necefi, Cevahir'ul-Kelam adlı eserinde şöyle diyor:
"Hz. Hüseyn'in kıyamına gelince bu kıyam ilahi sırlardan bir sırdan ve gizli ilimlerden bir ilimdir." Sonra birkaç fıkhı açıklamaya yer veriyor ve şöyle devam ediyor:
"Üstelik İmam'ın özel bir mükellefiyeti söz konusudur. O özel mükellefiyetini yerine getirmek için hareket etmiş ve o emri icabet etmiştir. İmam hatadan uzak olduğu için onun söz ve işlerinde itirazın anlamı yoktur. İşte bu yüzden de, delillerin zahirine uymak ve delilin umum ve genel kaideleri çerçevesinde hareket etmek ve bu delillerin birbirleriyle çeliştiği konularda zanni tercihlerle birini tercih etmekle yükümlü olan kimsenin mükellefiyeti ona mukayese edilemez."
B. Neden Hz. Hasan Barıştı ve Hz. Hüseyin Kıyam Etti?
Neden Hz. Hasan'ın barışıp ve Hz. Hüseyin'in barışmadığını anlamak için ilk önce bu iki hidayet imamının barış ve kıyamlarının iki dönemde gerçekleştiğine ve bu iki dönemin birbirinden tamamen farklı olduğuna dikkat etmek gerekir.
Muaviye'nin kendi döneminde İslam adına işlediği cinayetler ve İslamı yıkmak için yaptığı faaliyetler burada sıralayıp yazılmayacak derecede çoktur. Biz bunlardan bir kaçına işaret ediyoruz:
1.Müslümanların hak halifesi olan Hz. Ali'ye karşı başkaldırmak ve binlerce Müslüman'ın ölümüne sebep olmak,
2. Hz. Ali'ye karşı alenen minberlede lanet okutmak,
3. Hucr gibi büyük şahsiyetleri sırf Hz. Ali ile olan sevgileri için katletmek .
4. Dinde bir çok bidat çıkarmak,
5. Oğlu Yezidi kendisinden sonra halife ilan ederek ona biat almak, Ve bunun bir ilahi takdir olduğunu ilan etmek,
6. Hz. Muhammed (s.a.a)'ın isminin tamamen yok edilmesini kendisinin bir hedef olarak seçmek.
Ama tüm bunlara rağmen Muaviye gerçek yüzünü gizleyerek kendisini din taraftarı gösteriyor ve asla dine karşı olduğunu ortaya koymuyordu. Müslümanların çoğu ve özellikle Şam halkı da onun gerçekte Peygamber'in sahabisi ve bir yakını olarak destekliyordu.
İşte böyle bir dönemde birinin çıkıp da ben İslam'ı tatbik etmek istiyorum onun için kıyam ederek Muaviye'ye karşı gelecek olduğunu ilan edecek olsaydı ve sonra da onun bu kıyamı sonuçsuz kalsaydı bu kıyamın Müslümanların bilinçlenmesinde bir etkisi olmaz ve halk o kıyam edeni suçlar ve onun kendine makam elde etmek için başkaldırdığını ileri sürerlerdi ve onun kıyamı kendi canının ve dostlarının canını tehlikeye düşürmekten başka bir işe yaramazdı. Oysa böyle bir ortamda sağlığını koruyarak çeşitli vesilelerle Müslümanların bilinçlenmesi için çaba göstermesi mümkündür.
Ancak Yezid'in dönemi tamamen farklıydı Çünkü Yezid alenen İsalm hükümlerini çiğniyor, açıkça şarap içiyor; maymun oynatıyor ve o asla babası gibi kendisini imanlı biri göstermeye çalışmıyordu. Böyle birisinin Peygamber'in halifesi olamaya layık olmadığı en basit düşünceye sahip Müslümanlarca bile kolayca biliniyordu. Yani Yezid'in döneminde Müslümanların bilinç yetersizliği yoktu sadece dinlerini müdafaa için cesaret yetersizliği vardı; herkes can ve malları tehlikeye düşmesin diye susmuş ve bir şey söylemiyor ama Yezid'in mahiyetini iyice biliyordu.
Böyle bir durumda her şey bir ilahi kıyam için hazırdı Daha doğrusu İslam'ın eğrilikten tek kurtuluş yolu böyle bir hareketti. Bu kıyam sayesinde ümmette kaybolan hamaset ve şecaat ruhu yeniden dirilecek ve herkes içinde bulunduğu bana ne lazımcılıktan kurtulacaktı İşte böyle bir durumda Hz. Hüseyin diyor ki:
"Ey insanlar! Resulullah buyurmuştur ki, "Her kim Allah'ın haramını helal bilen, ahdini bozan, Resulünün sünnetine muhalif olan, kulları arasında günah ve haksızlık yapan zalim bir yönetici görür, ameli ve sözüyle ona karşı muhalefet etmezse Allah-u Teâla böyle bir adamı, o zalimi sokacağı yere (cehennem'e) sokar." Ey insanlar! bilin ki, bunlar (Yezid ve yardımcıları) Allah'ın itaatini terk edip Şeytan'ın itaatine sarıldılar. Fesadı yayıp ilahi sınırları tatil ettiler. Fey'î (ganimeti) kendilerine ayırdılar. Allah'ın haramını helal, helalını da haram ettiler (emr ve nehiylerini değiştirdiler.)
Yine Buyuruyor ki,
"Allah'ım! Sen de biliyorsun ki bizim kıyamımız, saltanat hevesiyle veya dünya malına düşkünlüğümüz dolayısıyla değildir. Amacımız, senin dininin işaretlerini diriltip egemen kılmak, sana ait olan şu yeryüzünü ıslah edip her yerde huzur ve güvenliği sağlamak, zulme uğrayan kullarını zalimlerin şerrinden kurtarmak ve senin farzlarını, sünnetlerini ve emirlerini uygulamaktır." (Tuhef'ul-Ukul, s. 243).
Yine buyuruyor ki
"Eğer Muhammed'in dini sadece benim şahadetimle ayakta kalacaksa ben ölüme hazırım."
Kısacası, Hz. Hasan ve Hüseyin değişik şartlarda ilahi görevleri gereği iki değişik yönteme başvurmuşlardır. Bu yöntemleri en ufak teferruatına kadar Peygamberlerin hareketinde olduğu gibi kendi şahsi görüşleri gereği değil doğrudan Allah'tan vehbi ilimleriyle ve Peygamber'den kendilerine ulaşan özel vasiyet çerçevesinde takip etmişlerdir.
Hatta Hz. Hasan'ın barışı Hz. Huseyin'in kıyamına zemin hazırlamıştır, Yani Hz. Hasan Hz. Hüseyin'in döneminde olsaydı aynen Hz. Hüseyin gibi kıyam ederdi; Hz. Hüseyin de Hz Hasan'ın döneminde olsaydı Hz. Hasan'ın tavrını izlerdi.