PLEASE_WAIT
Takkiyyenin nedeni yalnızca korku değildir, korku, takiyyenin nedenlerinden sadece biridir, tümü değil.
Dikkat etmek gerekir ki, korku, soruda gelen iki çeşidin ötesinde bir şeydir. Zira korku takiyyesi bazen takiyye edenin canı, onuru, malı ve yakınlarına gelebilecek tehlikeden dolayı yapılırken, bazen başkalarına ve müminlere gelecek olan zarar ihtimalinden dolayı, bazende İslam’a gelebilecek zarardan dolayı yapılabilir. Can, mal ve haysiyet için yapılan takiyye bile işkence vs.’den kaçmak için değildir. Çünkü çok önemli bir durumun dışında insanın canını koruyup tehlikeye atmaması birinci kuraldır. Başka bir ifadeyle insanlar ne zaman güçlü bir düşmanla mücadele halinde olsalar takiyye yaparlar. Çünkü takiyye İslam’ın bir buyruğu olmadan önce akıl ve mantığında kabul ettiği bir şeydir. Takiyye insan gücünün ve müminlerin küçük konular ve önemsiz şeyler yüzünden heder olmaması için bir çeşit hesaplı taktiktir. Bu yüzden takiyye İslami rivyetlerde savunma siperine benzetilmiştir. Siperden yalnızca düşmanla savaşılırken insanların korunması için faydalanılır.
İnsanın öleceği zamanı bilmesi onlardan izin alınmasından başka bir şeydir. İmamların (a.s) ilmi ise bazılarına göre ‘istedikleri zaman bilme’ türündendir.
Soruya geçmeden önce takiyyenin lügat ve ıstılahi manasına ve onun delillerine işaret edeceğiz. Lügatçılar takiyyeyi şöyle mana ederler: ‘Takiyye, zarardan sakınmak demektir.’ Onun ıstılahi manası ise kendi içinde tersine amel etse bile kendisini sulh ve barış yanlısı göstermek demektir.[1]
Şeyh Müfid, takiyyeyi şöyle tarif eder: ‘Takiyye hakkı gizlemek ve hak akidenin üzerini örtmektir. Yine muhalife karşı din ve dünya zararına neden olacak şeylerde gizlilikte bulunmak ve açığa vurmamaktır.[2]
Takiyye, aslı kitap ve sünnette olan mevzulardandır. Onun hakkında çok tartışmalar olmuştur. Zira takiyye, fıkhi konularda anahtar role sahip olmasının yanı sıra, siyasi ve toplumsal konularda, özellikle İslam dünyasıyla yakından ilgisi vardır. Vahdet, izzet, kudret, İslam’ın şevketi gibi önemli hedeflere onun dışında başka bir yolla ulaşılmaz.
Takiyye, her ne kadar hükm-ü evveli’ye (birincil hüküme) muhalif olsa da, mükellefin vazifesiyle uyumludur ve hükm-ü saneviye’den (ikincil hükümlerden)’dir. Takiyye halinde vazife değişir ve Allah’ın hükmü takiyyeye göre şekillenir. Bu değişen son vazifeye, ‘ikincil hüküm’ denir ki, takiyyeden dolayı muhalefet birincil hükümün karşısında yer almaktadır. Diğer ikincil hükümler gibi zarar, zorluk, mecburiyet ve ikrahı gidermektedir; bütün bu durumlarda vazife mevcut duruma göre değişmektedir. Müslüman mevcut duruma göre hareket ederse bu yaptığı gerçeğe aykırı olma değil, ona uygunluktur.[3]
Takiyyenin Kur’an’da meşru olduğunu gösteren ayetlerden birisi, Ammar, babası Yasir ve annesi Sümeyye’nin hakkında nazil olan ayettir. Ammar canını kurtarmak için görünüşte müşriklerin sözüne muvafık söz söylemiş, ama sonra bu işten şiddetle rahatsız olmuştu. Bunun üzerine ayet nazil oldu ve Allah onun bu işinden razı olduğu bildirdi.[4]
Masum İmamların (a.s) ve Ehl-i Beyt mektebinin yetiştidiği kimseler baskı dönemlerinde İslam düşmanlarıyla mücadelede uyguladıkları yöntemlerden biri takiyye veya gizli mücadele idi. Takiyye gerçekte bir çeşit gizliliktir. Onun bazı hedeflerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Müminlerin, fesatçı kimseler tarafından dağılmasını önlemek.
b) Müminlerin faydası az şeyler için harcanmasını önlemek, onları hassas ve belirleyici şartlar için saklamak.
c) Sırların, metotların ve planların düşmanın eline düşmesine engel olmak.
Bu noktaları, takiyye konusundaki rivayetlerinden çıkardık. Bunlar göz önüne alındığında takiyyenin Şii tefekkürünün ve Şii toplumunun korunmasında önemli bir rolü olduğu görülecektir.[5] İmam Bakır (a.s) buyuruyor: ‘Takiyye benim ve babalarımın dinidir; kim takiyye vazifesini yerine getirmezse imanı yoktur.’[6]
İmam Sadık (a.s) ise şöyle buyuruyor: ‘Babam her zaman ‘Hiçbir şey takiyye kadar gözümü aydınlatmaz’ diye buyururdu. Zira takiyye müminin siperi ve onu koruma vesilesidir.’[7]
İmam Sadık (a.s) takiyyeyi ‘müminin siperi’ diye tanımlıyorsa eğer, bundan düşman karşısında daha fazla mücadele etmek için sipere ihtiyaç duyan mücadele halindeki mümini kastetmektedir. Yoksa takiyye köşeye çekilmek ve mücadeleden kaçmak için bir bahane değildir.
İmam Hadi (a.s), Davud adında birine şöyle buyurdu: ‘Eğer, takiyyeyi terkeden namazı terkeden gibidir, dersen doğru söylemişsindir.’
Bir başka rivayette şöyle buyuruyor: ‘İmam Sadık (a.s) ‘Takiyyeyi gerekli görmeyen ve bizi aşağılık kimselerden korumayan bizden değildir.’ diye buyuruyordu.’[8]
Benî Abbas’ın baskı döneminde, Masum İmamlar (a.s) eziyet ve baskı altında olmalarına rağmen düşmanla mücadele etmekten asla vazgeçmediler. Tabi bu mücadele ve hareketler, imkanlar dahilinde zalim yöneticiler ve casuslardan gizli bir şekilde oluyordu. Masumların (a.s) bazı alimlere bile takiyye yaptığını söyleyenlerde var. Çünkü onlar fıkıhı alıp değiştiriyor ve kendi fıkhi mektepleri olarak tanıtıyorlardı. Takiyyenin dayanaklarından belkide biri budur. Onlara göre takiyye her zaman korku ve idare etmekten dolayı değildir. Bu sözün delili şudur: İmam Sadık’ın (a.s) zamanında fazla bir baskı ve korku meselesi yoktu. İmam Sadık (a.s) korkmuş olsaydı, Hanefi fıkhının temelini ve mantığını alt üst eden kıyas konusunu böylesine ele almazdı.[9]
Şüphesiz takiyye bazı yerlerde caiz, bazı yerlerde farzdır. Bilgisizlerin zanlarının aksine takiyye bir çeşit insan gücünü korumak, küçük ve önemsiz konularda müminleri heder etmemek için yapılan bir taktiktir.
Bütün dünyada azınlıktaki mücahid ve mücadeleci kimseler, çoğunluktaki zalim despotları yıkmak istediklerinde genellikle gizlilik metodunu uygular, yeraltı örgütü kurar ve gizli planlar yaparlar. Hatta yakalandıklarında örgüt elemanlarının boş yere harcanmaması ve mücadeleyi sürdürebilmeleri için onları korumak amacıyla büyük bir çaba gösterir, gerçekleri gizlerler.
Böyle şartlarda hiçbir akıl, azınlıkta olan mücahidlerin bilerek ve açıktan kendilerini tanıtmalarına, düşmanın onları tesbit edip yoketmesine onay vermez.
Bu yüzden takiyye İslami bir metot olmadan önce, güçlü düşmana karşı mücadele halinde olan ve olmuş bütün insanlar için geçerli, akıl ve mantığa uygun bir metottur.[10]
Ayrıca şuda bilinen gerçek ki, din ve dinin kanununu koyanın, hakkı ihya etmek ve onu yeniden canlandırmaktan başka bir hedefi yoktur. Çok görülmüştür ki, takiyye etmek, görüntüde düşmanın ve hakkın muhaliflerinin isteği doğrultusunda amel etmek, dinin hayırını ve hayatını öyle kurtarmış ki, takiyye yapmamak öyle kurtarmazdı. Bu inkar edilebilecek bir şey değildir.[11] Ancak unutmamak gerekir ki, bazı yerlerde takiyye etmek şüphesiz haramdır. Mesela takiyye insan gücünün veya mektebin temellerinin korunması yerine yokolmasına neden olursa veyahut büyük bir fesada yol açarsa böyle yerlerde takiyye duvarını yıkmak ve sonucu ne olursa olsun açıktan mücadele vermek gerekir. İmam Hüseyin’in (a.s) yaptığı bu türdendi.
Kısaca belirtmek gerekirse, takiyyenin caiz olduğu hem Kitap’ta ve hem de Sünnet’te açıkca gelmiştir. Akılda bunu tamamen onaylamaktadır. Şimdi sorunuzu incelemeye alalım.
Soruyu sorma şeklinden onun temellerinin zayıf olduğu ve gerçekler üzerine kurulmadığı anlaşılmaktadır, zira:
1- Takiyyenin nedeni korkuyla sınırlanmıştır, oysa bu büyük bir hatadır. Çünkü korku takiyyenin nedenlerinin tümü değil, biridir. İmam Humeyni (r.a) takiyye işlerken şöyle buyuruyor: ‘Takiyye, takiyye eden, takiyye edilen kimse ve takiyye edilen şey arasındaki ilişkilere aittir. Bunlar ve takiyyenin özünden dolayı kısımlara ayrılır: a) Takiyyenin özü açısından ‘korku takiyyesi’, ‘idare etme takiyyesi’, ‘gizlemek takiyyesi’, ‘çekinmek takiyyesi’ vb. gibi kısımları vardır...
2- Soruda korku yalnızca iki kısımla sınırlanmıştır, halbuki korku bu iki kısımla sınırlı değildir. Çünkü korku takiyyesi bazen takiyye edenin ve yakınlarının can, haysiyet veya malına gelecek zarardan dolayı yapılırken, bazen başka müminlere gelebilecek tehlikelere karşı, bazende İslam’a gelebilecek zarardan dolayı yapılmaktadır. Örneğin Müslümanlar arasında çıkacak tefrika korkusu takiyyeye neden olmaktadır.[12]
3- Masum İmamların (a.s) hatta diğer masumların (a.s) ölümden korkmadıkları doğrudur, çünkü Onlar ölümü Allah’la buluşma olarak görür ve sevgiliyle buluşmaktan asla kaçınmazlar. Ama kendi ‘istek ve izinleriyle ölürler’ sözü doğru değildir. Çünkü Allah-u Teala Kur’an’da buyuruyor: ‘Allah, ölüm zamanında, ölenin ruhunu alır, ölmeyecek kişinin de uyuduğu zaman; ölümün mukadder olanın ruhunu, gerçekten de geri vermez, öbürünün ruhunuysa yollar muayyen ve mukadder bir zamana dek.’[13] Allah-u Teala birini öldürmek istediğinde öldüreceği kimse Masum İmam ve Peygamber’de (a.s) olsa kimseden izin almaz. Birinin ölümünden haberdar olması demek ondan izin alınması anlamına gelmez. Ayrıca bazılarına göre Masum İmamların (a.s) ilimleri ‘isterlerse bilirler’ türündendir.[14]
4-Sorunuz diğer bölümünde değindiğiniz ‘hakaretlere, işkencelere ve nihayetinde ölüme maruz kalmak bütün alimlerin ve Masum İmamların (a.s) vazifesidir ve Masumlar (a.s) cedlerinin (s.a.a) dinine yardım edip zoruklara katlanmakta başkalarına göre daha önceliklidirler’, sözüne gelince daha öncede belirttiğimiz gibi birincisi takiyyenin nedeni korku ve zorluklar değildir. İkincisi eğer nedeni korku olsa, korku her zaman insanın kendisi için olmaz, inananların can, mal veya haysiyetlerine gelecek zarardan ötürüde olur. Ve bazende Müslümanların tefrikaya düşmesi gibi İslam dünyasına gelebilecek zaradan dolayı olmuş olabilir. Evet takiyye insanın kendi can, mal veya haysiyetine gelecek zarardan dolayı olabilir. Bu da layık oldukları işkence ve ölümden kaçmak manasında değildir. Zira insanın, önemli durumların dışında canını koruması ve tehlikeye atmaması[15] ilk kuraldır.
Konunun anlaşılması için iki tarihi olayı hatırlatmakta fayda var:
a) İmam Hüseyin (a.s) Mekke’de ölümle tehdit edilince oradan Küfe’ye doğru hareket etti. Halbu ki, Küfe’ye varmadan öldürüleceğini biliyordu. İmam (a.s) Aşura olayında ölümden korkmadığını herkese ispat etti.
b) İmam Sadık’ın (a.s) zamanında Benî Ümeyye’nin saltanat ve nüfuzunun sonucunda Müslümanlar gerçek İslam ve ahkamından uzaklaştığı için Peygamberin (s.a.a) ilmini bilen ve ledunni ilmi olan birinin bir süreliğine, yüce şehadet feyizinden mahrum kalsa da, dinin gerçeklerini anlatması gerekiyordu.
Sonuç şu ki, Peygamberler ve Masum İmamlar (a.s) her yerde Allah’ın istek ve iradesini kendi istek ve iradelerinden önde görmüşlerdir. Allah’ın rızası onların yaşamalarında ise, takiyyeyle canlarını korurlardı, eğer Allah’ın rızası şehadetteyse tam rızalıkla ölümü karşılarlardı.
-------------
[1] -1342. Sorunun (Site:1341) cevabından faydalanılmıştır.
[2] -Şerh-i Akaid-i Saduk, s.246.
[3] -Seyyid Nureddin Şeriatmedar Sebzivari, Makale-i Takiyye, Pasuhgui Be Mesail-i Dini sitesinden.
[4] -‘Canla, gönülle inanmışken ve yüreği, inançla yatışmışken zorla, cebirle, istemediği halde dininden döndüğünü söyleyenden başka inandıktan sonra Allah'ı inkar eden, hatta kafirlikle yüreği genişleyen, hoşlanan kişi yok mu, bu çeşit kişileredir Allah'ın gazabı ve onlara pek büyük bir azap var.’
[5] -Ahmed Turabi, İmam Bakır (a.s): Cilve-i İmamet Der Ufuk-i Daniş, s.128
[6] -Bihar-ul Envar, c.75, s.431.
[7] -Vesail-uş Şia, c.11, hadis:6, Emr-i Maruf babları, 24. Bab.
[8] -a.g.e. hadis:26-27.
[9] -Ahmed Müballiği, Kaveşi Der Mevazii Ferhengi-i İmam Sadık (a.s), hawzah.net sitesi
[10] -Daha fazla bilgi için bkz: Mekarim Şirazi, Tefsir-i Nümune, c.11, s.425
[11] -el-Mizan (Farsça çevirisi), c.3, s.240.
[12] -Mikat-ı Hac, Kış sayısı, h.ş.1378, No:30, hawzah.net sitesinden
[13] -Zümer/42
[14] -Kaybolan çocuğunu sordular ondan
Ki ey temiz kalpli yaşlı insan
Gömleğinin kokusunu aldın ondan
Ama duyamadın Kenan’ın kuyusundan
Dedi ki, bizim durumumuz şimşeğe benzer.
Bazen bellidir, bazende gizlidir (Birden çakar ve birden söner).
[15] -Bakara/195