Allah Resulü’nün Güzel Ahlakı - 2

Salı, 18 Şubat 2014 17:09

İkinci Bölüm

Ali TARHAN/Erenler 2

 

Geçen yazımızda Allah Resulü’nün güzel ahlak, edep ve gidişatlarından örnekler zikretmiş, devamını ikinci yazımızda vereceğimizi kaydetmiştik. O insan-i kamilin örnek teşkil eden ahlak, edep ve gidişatlarından dersler çıkarmak arzusuyla yazımızın ikinci bölümünü siz aziz dostlara sunuyoruz.

Allah Resulü’nün (s.a.a) Yemek Yiyişi

Resulullah (s.a.a), Allah’ın helâl kıldığı her yemekten yerdi. Yemek yerken ailesi ve hizmetçisiyle birlikte yerde yerdi. Kendisini davet eden kimselerle yemek yediğinde onların yediğinden yerdi. Bir misafir geldiğinde misafiriyle birlikte yemek yerdi. En çok sevdiği yemek, aç karnına yediği yemekti.

Önüne sofra açıldığında şöyle derdi: “Bismillah; Allahumme’calha ni’meten meşkureten tesilu biha ni’met’el-cenneti.” Yani, “Allah’ın adıyla; Allah’ım, bu yemeği şükrü eda edilmiş bir nimet kıl ve bunu cennet nimetine kavuştur.”

Yemek yediğinde kendi önünden yerdi, namaz kılanın namazda oturduğu gibi, dizlerini ve ayaklarını toparlayarak otururdu; fakat bir dizi diğerinden yüksekte olurdu ve buyuruyordu ki: “Ben bir kulum, kullar gibi yemek yerim ve onlar gibi otururum.”[1]

Yemeği sıcak sıcak yemezdi, soğuduktan sonra yerdi ve şöyle buyururdu: “Allah Tealâ, ateşi bize yiyecek olarak vermemiştir; sıcak yemeğin bereketi yoktur; öyleyse onu soğutun.”[2]

Resulullah (s.a.a) üç parmakla yemek yerdi. Kendi önündekinden yerdi, başkalarının önündekilerden yemezdi. Sağ eliyle yerdi, yemek önüne koyulduğunda ashabından önce yemeye başlar, onlardan sonra sofradan çekilirdi.

Yemeklerden etli yemeği daha çok severdi; “Et işitme ve görme gücünü artırır; et, dünya ve ahirette yiyeceklerin en üstünüdür.” buyururdu. Kabağı da severdi; “Kabak, kardeşim Yunus’un bitkisidir.” diyordu. Tavuk, avlanan av hayvanı ve kuşun etini yerdi; ama kendisi avlanmazdı. Avlanıp pişirilerek getirileni yer, çiy getirileni de pişirtip yerdi. Ama sarımsak, soğan, pırasa ve ağızda koku bırakan bir yemeği yemezdi. Sevmediği bir yemeği başkasına yasaklamaz ve nefret ettirmezdi. Özellikle et yediği zaman ellerini güzel bir şekilde yıkardı, sonra elindeki kalan suyu yüzüne çekerdi. Mümkün olduğu kadar yalnız yemek yemezdi. Bir gün ashabına; “Sizin en kötü olanınızı size bildireyim mi?” diye sordu. Ashap evet dediklerinde şöyle buyurdular: “Sizin en kötünüz, yalnız yemek yiyen, kölesini döven ve yardımını esirgeyendir.”[3]

Su İçişi

Resulullah (s.a.a) su içmek istediğinde; “Bismillah” derdi. Suyu yudum yudum içerdi. Bir iki yudum içtikten sonra durup Allah’a hamd ederdi. Her su içmesinde üç defa “Bismillah” ve üç defa da “Elhamdülillah” derdi. Suyu emerek içerdi, bir solukta içmezdi. Bir şey içtiğinde soluk alıp vermezdi; soluk almak istediğinde kabı uzaklaştırır, sonra soluk alırdı. Şam’dan getirilen şişe bardaklarda su içer; “Bu en temiz bardağınızdır.” derdi. Tahtadan veya çamurdan yapılmış bardaklarda da su içerdi. Avucuyla da su içerdi; “Avuçtan daha güzel kap yoktur.” buyururdu. En çok sevdiği içecek, soğuk şerbet idi. Bir gün, sütle bal karıştırılmış bir şerbet getirdiklerinde, onu içmekten sakındı. Daha sonra şöyle buyurdu: “Ben onu haram etmiyorum, ama yarın dünya artığıyla iftihar etmeyi de sevmiyorum. Tevazu etmeyi seviyorum; kim Allah için tevazu ederse, Allah onu yüceltir.”[4]

Güzel Koku Kullanması

Resulullah (s.a.a), misk ve amber sürünürdü. Öyle ki, onun yağı başında parlardı. Karanlık gecede kendisi görülmeden kokusuyla tanınırdı ve insanlar; “Bu Peygamber (s.a.a)’dir.” derlerdi.[5]

Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a), yemeğe harcadığından daha çok, güzel kokuya harcardı.”[6]

Hz. İmam Bâkır (a.s) da şöyle buyurmuştur: “Resulullah (s.a.a) kendisine sunulan her güzel kokuyu kullanır ve; ‘Onun kokusu güzel, taşıması kolaydır. Benim lezzetim, kadın ve güzel kokudadır; gözümün ışığı ise, namaz ve oruçtadır.”[7]

Temizliği

Temizliğe en başta kendisi riayet eder ve ümmetine kendilerini ve evlerini temiz ve güzel kokulu tutmalarını tavsiye ederdi. Özelikle de cuma günleri halkın cuma guslü yapıp temiz elbiseleriyle camide hazır olmalarını isterdi.

Aynaya Bakışı

Resulullah (s.a.a), aynaya bakarak saçını tarayıp düzeltirdi. Bazen de suya bakarak düzeltirdi. Ailesine süslenmekten daha çok, ashabı için kendisine çeki düzen verirdi.[8]

Bir gün Ayşe Resulullah (s.a.a)’in kovadaki suya bakarak saçını tarayıp düzelttiğini görünce şöyle dedi: “Babam anam sana feda olsun ya Resulullah! Kovadaki suya bakıp da saçını mı tarayıp düzeltiyorsun, oysa sen peygamber ve yaratıkların en üstünüsün?” Resulullah (s.a.a) cevabında şöyle buyurdular: “Allah Tealâ kulunun, kardeşlerinin yanına gittiğinde onlar için hazırlanıp süslenmesini sever.”[9]

Elbise Giyişi

Resulullah (s.a.a) yeni bir elbise giydiğinde Allah’a hamd ederdi; çıkardığında ise, önce sol kolundan çıkarırdı. Daha sonra bir fakir çağırtarak eski elbiselerini ona verirdi. Resulullah (s.a.a)’in iki elbisesi vardı; biri cuma gününe mahsustu, diğeri ise başka günler içindi.[10]

Dişini Misvak İle Fırçalaması

Resulullah (s.a.a), her gece dişini üç defa misvak ile fırçalardı. Bir defa yatmadan önce, bir defa gece ibadetine kalkarken, bir defa da sabah namazına gitmeden önce.[11]

Aile Ahlâkı

Hanımlarına karşı çok yumuşak davranırdı. Hanımlarından bazısının incitici sözlerini hoş karşılardı. Kadınlarla iyi geçinmeyi tavsiye eder ve; “İnsanlar değişik özelliklere sahiptirler. Erkek, hanımının sadece beğenmediği yönünü göz önüne almamalıdır. Çünkü onun muhakkak iyi ve beğenilen yönleri de vardır.” buyururdu.

Çocukları çok severdi. Bir gün İmam Hasan (a.s)’ı bağrına basıp öperken bir kişi kendisine şöyle dedi: “Ey Resulullah! İki çocuğum var, ama şimdiye kadar hiç birini öpmedim.” Resulullah ona; “Sevgi ve merhameti olmayana Allah da merhamet etmez.” buyurdular.[12]

Affı

Yerinde affedici olup, üstün ve yüksek ahlâka sahip olması, Peygamber’in her alanda muvaffak olmasına sebep olmuştur.

Şahsına ait konularda hoş görülüydü, ama halka yahut dine ait konularda ilâhî konunlar çerçevesinde taviz vermeden gerekeni uygulardı.

Mekke’nin fethinden sonra Kureyş tarafından onca çektiği eziyetlere rağmen hepsini affetti. Ama Mekke’nin fethinden kısa bir süre sonra Benî Mahzum kabilesinden bir kadının, hırsızlık yaptığı için cezalandırılması gerekiyordu. Kadının tarafları, verilecek cezayı kendilerine aşağılayıcı bir husus görerek ashaptan bazılarını Peygamber-i Ekrem’in huzuruna cezadan vazgeçmesi için şefaatçi ve arabulucu olarak gönderdiler. Peygamber-i Ekrem (s.a.a), o gün öğleden sonra ashabına şöyle bir konuşma yaptı: “Geçmiş millet ve kavimler ilâhî kanunları uygulamada taviz verdikleri için helâke uğradılar. Onlar, zenginlerden biri suç işlediği zaman onu bağışlar, aşağı tabakadan sayılanlardan biri suç işlediğinde ise cezalandırırlardı. Canım kudret elinde olan Allah’a andolsun ki, adaleti uygulamada, yakınlarımdan olsa bile, hiç kimseye asla müsamaha göstermeyeceğim.”[13]

Kölelere Davranışı

Kölelere karşı fevkalâde şefkatliydi. Halka; “Bunlar, sizlerin kardeşlerinizdirler; giydiğiniz ve yediğiniz şeylerden onlara da veriniz. Onlara, güçlerinin yettiğinden fazla iş yaptırmayınız. Onlara, köleliklerini hatırlatan sözlerle hitap etmeyiniz. Zira hepimiz Allah’ın kullarıyız ve hakikî malik ve sahibimiz, sadece Allah Tealâ’dır.” buyururdu. Kendisi, onları genç delikanlı ve genç kız tabiriyle çağırırdı. Nihayet, Peygamber’in kölelerin hakkını korumaya dair getirdiği kanunlar ve toplumu onları azat etmeye teşvik etmesi neticesinde kölelik yavaş yavaş ortadan kalktı.

Halka Davranışı

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Bir gün bir Yahudi, Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek; ‘Selâmun aleykum’ yerine, ‘Samun aleykum’ (Ölüm sana) dedi. Ayşe de Resulullah’ın yanında idi. Resulullah (s.a.a) ona; ‘Aleyke’ (Sana da) diye cevap verdiler. Daha sonra başka birisi gelip aynı sözü söyledi. Resulullah (s.a.a) ona da, onun arkadaşına verdiği cevabın aynısını verdi. Daha sonra başka birisi geldi, o da aynı sözü söyledi ve arkadaşlarına verilen cevabı aldı. Bu sırada Ayşe sinirlenip şöyle dedi: ‘Ölüm, gazap ve lânet size olsun ey Yahudi topluluğu! Ey maymun ve domuz kardeşleri!’ Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) Ayşe’ye; ‘Ey Ayşe! Eğer sövüş mücessem olsaydı, muhakkak çok kötü bir şekilde mücessem olurdu. Yumuşaklık ve güzel huy, sahibini süsler, makamını yüceltir.’ buyurdu.”

“Ayşe; ‘Ey Resulullah! Onların sana; ‘Es-samu aleykum’ (ölüm size) dediğini duymadınız mı?’ dedi. Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: ‘Evet duydum, ama onlara verdiğim cevabı da sen duymadın mı? ‘Aleykum’ (Size de) diye cevap verdim. Eğer bir Müslüman size selâm verirse, ona; ‘Es-selâmu aleykum’ diye cevabını verin, ama eğer bir kâfir size selâm verirse, sadece; ‘Aleyke’ söyleyin.”[14]

Bahr’us-Sakka şöyle diyor: Bir gün Hz. İmam Sadık (a.s) bana şöyle buyurdu: “Ey Bahr! Güzel ahlâk insanı mesrur eder (neşelendirir).” Daha sonra İmam; “Medine halkından hiç birinin elinde olmayan bir hadisi sana nakledeyim mi?” buyurdu. Ben; “Evet, buyurun.” dedim. Bunun üzerine İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Bir gün Resulullah (s.a.a) camide oturmuştu, Ensar’dan birisinin cariyesi gelip Resulullah’ın elbisesinin bir kenarından tuttu. Resulullah onun için ayağa kalktı, ama bir şey demedi. O cariye de bir şey demedi. Bu amel üç defa tekrarlandı. Dördüncü defasında yine Resulullah (s.a.a) onun için yerinden kalktı. Cariye bu defasında Hazret’in arkasında yer almıştı; derken Resulullah’ın elbisesinden biraz kesti ve dönmek istedi.”

“Halk o cariyeye; “Allah belânı versin, bu yaptığın iş ne idi? Resulullah’ı üç defa yerinden kaldırdın, hiçbir şey de ona söylemedin, o da sana bir şey söylemedi, ihtiyacın ne idi?!” dediler.”

“Cariye cevaben; “Bizim bir hastamız vardı, hastanın şifa bulması için ailem, Resulullah’ın elbisesinden biraz kesip onlara götürmemi benden istediler. Ben de Resulullah’ın elbisesinden tutup ondan biraz kesmek istediğimde beni görüp ayağa kalktılar. Ben de, o beni gördüğü hâlde onun elbisesinden bir şey kesmekten utandım ve onunla konuşmak da istemiyordum. Bundan dolayı öyle yaptım.” dedi.”[15]

Musafahası

Resulullah (s.a.a) bir kimseyle musafaha ettiğinde (tokalaştığında), o elini bırakmadıkça elini bırakmazdı. İnsanlar bunun farkına vardıklarından, Peygamber’in rahat etmesi için, kendileri önce ellerini çekerlerdi.[16]

Hz. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Bir gün Resulullah (s.a.a) Huzeyfe ile karşılaştı. Hazret ona elini uzattı, ama o elini geri çekti. Resulullah (s.a.a) bu durumu görünce; “Ey Huzeyfe! Ben elimi sana uzattım, sen ise elini geri çektin!” buyurdular. Huzeyfe cevaben; “Ya Resulullah! Sizin elinizi tutmak istiyorum, ama cenabetliyim. Cenabetli olduğum hâlde elimin elinize dokunmasını sevmiyorum.” dedi. Resulullah (s.a.a) onun bu sözüne karşılık şöyle buyurdular: “Müslümanlar birbirleriyle karşılaşırken musafaha ettiklerinde, ağacın yaprakları döküldüğü gibi günahlarının döküldüğünü bilmiyor musun?”[17]

Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: “Birbirinizle karşılaştığınızda, selâm verin ve musafaha edin; ayrıldığınızda ise birbirinize mağfiret dileyerek ayrılın.”[18]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki: “Musafaha edin; çünkü musafaha kinleri giderir.”[19]

Yine Resulullah (s.a.a) buyurmuşlardır ki: “Kadının, mahrem olmayan bir kimseyle musafaha yapması (tokalaşması) caiz değildir; bir elbisenin arkasından olursa (sıkmamak şartıyla) o başka.”[20]

Mizahı ve Gülüşü

Hz. İmam Sadık (a.s) buyurmuştur ki: “Peygamber (s.a.a) insanları mesrur etmek için onlarla şaka ve mizah yapardı.”[21]

Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyordu: “Ben şaka yapıyorum, ama hakkın dışında bir şey söylemiyorum.”[22]

Muammer bin Hallad şöyle diyor: “Bir gün Hz. Ali (a.s)’a; “Canım sana feda olsun, insan akrabalarıyla birlikte olduğu zaman aralarında bazı sözler geçiyor, mizah edip gülüyorlar.” dedim. İmam (a.s); “Eğer olmazsa, sakıncası yoktur.” buyurdular. İmam’ın “Eğer olmazsa” sözünden sövüş ve yalanın olmamasının gerektiğini düşündüm. (Yani incitici sözler olmazsa sakıncası yoktur.) Daha sonra buyurdular ki: “Resulullah (s.a.a)’in yanına bazen bir göçebe Arap gelip hediye veriyordu. Yerinden hareket etmeden de; “Hediyemin değerini ver.” diyordu. Resulullah (s.a.a) ise gülüyordu. Resulullah (s.a.a) gamlı ve kederli olduğunda; “Göçebe Arap nerede kaldı? Keşke yine yanımıza gelse!” buyuruyordu.”[23]

İhtiyar bir kadın, Resulullah’a; “Cennete gitmem için bana dua ediniz.” dediğinde, Hz. Resulullah (s.a.a): “Yaşlı kadınlar cennete gitmeyecektir.” buyurdular. Kadın bu sözü duyunca, ağlamaya başladı. Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.a) gülüp şöyle buyurdu: “Allah Tealâ’nın; ‘Gerçek şu ki, biz onları (cennetteki kadınları) yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip yarattık. Onları hep bakireler olarak kıldık.’[24] sözünü duymamış mısın? Cennette Allah Tealâ onları gençleştirecektir.”[25]

Yine bir gün Hz. Resulullah (s.a.a) yaşlı olan Eşceî bir kadına; “Ey Eşceî! Yaşlı kadın cennete girmeyecektir.” buyurdular. Bilâl onun ağladığını görünce, durumunu Resulullah’a iletti. Bunun üzerine Hz. Resulullah; “Zencî de öyledir; o da cennete girmeyecektir.” buyurdular. Hazret’in bu sözünden dolayı ikisi de oturup ağlamaya başladılar. Abbas da onların ağlamalarını görünce, onların durumunu Resulullah’a anlattı. Resulullah (s.a.a) Abbas’a da; “Yaşlı erkek de öyledir, o da cennete girmeyecektir.” buyurdular. Hz. Resulullah (s.a.a) daha sonra onlara dua edip kalplerini hoş etti ve şöyle buyurdular: “Allah Tealâ onları daha güzel bir şekilde yaratacaktır, onlar nurlu gençler olarak cennete gireceklerdir.”[26]

Bir gün bir kadın Hz. Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek kocasından söz etti. Hz. Resulullah (s.a.a); “Senin kocan, gözlerinde beyazlık olan mıdır?” diye sordu. Kadın; “Hayır, gözlerinde beyazlık yoktur.” dedi. Kadın Resulullah’ın bu sözünü kocasına anlattı. Kocası; “Resulullah mizah etmiş, doğru söylemiştir. Acaba gözümün beyazlığının siyahından daha çok olduğunu görmüyor musun?” dedi.[27]

Halid-i Kasrî’nin dedesi bir kadını öptü; o kadın da gelip onu Resulullah’a şikâyet etti. O adamı çağırdıklarında, kadının sözünü teyit ederek şöyle dedi: “Eğer o kadın kısas yapmak istiyorsa, (ben hazırım) kısas yapsın!” Resulullah (s.a.a) ve ashabı onun bu sözünden dolayı güldüler. Resulullah (s.a.a) o adama; “Sakın bir de bu işi yapma!” buyurdular. O adam da; “Vallahi yapmayacağım.” dedi. Bunun üzerine Hz. Resulullah (s.a.a) onun suçundan geçti.[28]

Resulullah (s.a.a) Suheyb’in hurma yediğini gördüğünde ona; “Gözün ağrı yaptığı hâlde hurma mı yiyorsun?” dedi. Suheyb cevaben; “Ya Resulullah! Ben onu bu taraftan çiğniyorum, oysa gözüm o taraftan ağrı yapıyor!” dedi. Onun bu sözü üzerine, Hz. Resulullah (s.a.a) güldüler.[29]

Yunus eş-Şeybanî şöyle diyor: “Hz. İmam Cafer-i Sadık (a.s) bana; “Birbirinizle mizah ve latife yapıyor musunuz?” diye sordu. Ben de; “Çok az.” dedim. Bunun üzerine, İmam (a.s) şöyle buyurdular: “Mizah ve latife yapın; çünkü bu iş güzel ahlâkın nişanesidir, sen bununla kardeşini mesrur etmiş olursun. Resulullah (s.a.a) da birini mesrur ve neşelendirmek için onunla mizah ve latife yapardı.”[30]

İmamlar birçok hadiste de halkı şaka yapmaktan sakındırmışlardır. Hatta; “Şaka küçük bir sövüştür.” buyurmuşlardır. Eğer şaka tahkir, alay etme, başkalarını incitme, onlara gülme ve saçma sapan sözlerle birlikte olursa, kesinlikle böyle bir şaka doğru değildir ve yapılmamalıdır. Ama eğer diğerlerinin kalbini hoş etmek, onları üzüntüden çıkarmak, dertlerini unutturmak için mizah ve latife yoluyla yapılmış olursa, bunun sevabı bile vardır.

Genel Adap ve Ahlâkı

İbn-i Şehraşub “Menakıb” adlı kitabında şöyle yazıyor:

“Bazı alimler, Resulullah (s.a.a)’in adap ve ahlâkını hadislerden derleyerek bir araya toplamış ve şöyle sıralamışlardır: “Resulullah (s.a.a) herkesten daha hikmetli, daha halim, daha şecaatli, daha adil ve daha şefkatli idi. Eli, kendisine helâl olmayan kadına kesinlikle dokunmamıştır. İnsanların en cömerdi idi. Bir dirhem veya bir dinar bile onun yanında birikip kalmazdı. Eğer bir şey artmış olsaydı ve onu da verecek bir kimse bulamasaydı, onu muhtaçlara ulaştırmadıkça gece rahat edemezdi. Allah’ın verdiği rızktan, bir yılın azığından çok götürmezdi. Hurma ve arpanın en düşüğünü kendisi için alırdı, geri kalanını Allah yolunda verirdi. Kim ondan bir şey isteseydi ona bağışta bulunurdu. Yerde otururdu, yerde yatardı, yerde yemek yerdi. Ayakkabı ve elbisesini kendisi yamardı. Evinin kapısını kendisi açardı. Kendisi koyun sağardı. Devenin sütünü sağmak için kendisi onun ayağını bağlardı. Hizmetçisi el değirmenini çevirmekten yorulduğunda onunla el değirmenini çevirirdi. Abdest suyunu geceleri kendisi hazırlardı. Sürekli başını aşağı eğip susardı. Halkın huzurunda yaslanarak oturmazdı. Ailesinin işlerinde onlara yardım ederdi. Eti kendisi doğrardı. Yemeğe oturduğunda köleler gibi otururdu. Yemekten sonra parmaklarını yalardı. Kesinlikle geğirmezdi. Hür ve kölenin davetini kabul ederdi. Bir yudum süt olsa bile, hediyeyi kabul ederdi ve onu yerdi; ama sadaka yemezdi. Gözünü bir adamın yüzüne dikmezdi. Allah için sinirlenirdi, kendisi için sinirlenmezdi. Açlıktan karnına taş bağlardı. Evde her ne hazırlansaydı, onu yerdi. Hiçbir şeyi geri çevirmezdi. İki elbise (üst üste) giymezdi. Yemen malı aba, yünden olan geniş cübbe, pamuk ve keten olan elbiseler giyerdi. Elbiselerinin çoğu beyazdı. Başına imame takardı. Gömleği sağ taraftan giyerdi. Cuma günü için özel elbisesi vardı. Yeni bir elbise giydiğinde eskisini fakirlere verirdi. Bir abası vardı, nereye gitse onu ikiye katlayıp üzerinde otururdu. Sağ elinin küçük parmağına gümüş yüzük takardı. Kavunu severdi. Kötü kokulardan hoşlanmazdı. Abdest alırken dişlerini misvakla temizlerdi. Bir hayvana bindiğinde hizmetçisi veya başkalarını da terkine bindirirdi. At, katır veya merkepten mümkün olan her ne varsa ona binerdi. Merkebe eğersiz binerdi. Bazen ayak yalın, abasız ve imamesiz yürürdü. Cenazeleri teşyi ederdi. Şehrin en uzak yerinde olsa bile, hastanın ziyaretine giderdi. Fakir ve yoksullarla beraber otururdu, onlarla yemek yerdi, kendi eliyle onlara yedirirdi. İlim ehli ve güzel ahlâklı kimselere ikramda bulunurdu. Her kavmin büyüğüne iyilik ederek kalplerini ısındırırdı. Akrabalarına ihsan ederdi. Allah’ın emrettiği hususlar hariç, onların bazılarını bazılarına tercih etmezdi. Kimseye zorluk çıkarmazdı. Özür dileyenin özrünü kabul ederdi. Kur’an’ın nazil olduğu ve öğüt verme zamanı hariç, sürekli tebessüm ederdi. Kahkahasız gülerdi. Hizmetçilerinin yeme, içme ve giyimlerinde başlarına dikilmezdi. Kimseye sövmezdi. Hiçbir kadın veya hizmetçiye lânet etmezdi. Kimseyi kınamazdı; ancak kınamayı gerektiren işi terk etmesini söylerdi. Bir ihtiyaçtan dolayı yanına gelen her hür, köle ve cariyenin ihtiyacını karşılamak için kalkıp onlarla giderdi. Sert ve katı kalpli değildi. Çarşıda (tartışınca) sesini çok yükseltmezdi. Kötülüğe, kötülükle karşılık vermezdi; aksine bağışlayıp affederdi. Karşılaştığı herkese selâm verirdi. Kim bir iş için onun yanına gelmiş olsaydı, o çıkıp gidinceye kadar sabrederdi. Bir kimsenin elinden tuttuğunda (merhabalaştığında) o elini çekmedikçe elini çekmezdi. Bir Müslümanla karşılaştığında musafaha ederdi. Oturup kalktığında Allah’ın zikriyle kalkardı. Namaz kılarken bir adam onun yanına geldiğinde namazını kısa keserek ona yönelip; “Bir ihtiyacın mı var?” diye sorardı. (Tevazu veya yoksulların ona kolayca ulaşabilmesi için) meclisin baş tarafında değil, aşağısında (yani kapı önünde) otururdu. Genellikle kıbleye doğru otururdu. Onun yanına gelen kimseye ikram ederdi; hatta bazen elbisesini bile onun altına sererdi; arkasındaki yastığı onun arkasına bırakarak onu kendisine tercih ederdi. Neşe ve gazap hâlinde hakkın dışında bir şey söylemezdi. Av etinden yerdi; ama avlanmazdı...”[31]

 

 

[1]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.241, 242

[2]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.242

[3]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.243, 244 245, 246

[4]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.246, 247, 268

[5]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.148

[6]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.248

[7]- Bihar’ul-Envar, c.16 s.248, 249

[8]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.249

[9]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.249

[10]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.251

[11]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.254

[12]- Müsned-i Ahmed, c.2, s.228

[13]- Sahih-i Müslim, c.5, s.114

[14]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.258

[15]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.264

[16]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.260, 269

[17]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.269

[18]- Mizan’ul-Hikmet, c.5, s.354

[19]- Bihar’ul-Envar, c.78, s.243

[20]- Kenz’ül-Ummal, 25346. hadis

[21]- Mekarim’ül-Ahlâk, c.1, s.59

[22]- Mekarim’ül-Ahlâk, c.1, s.58

[23]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.259

[24]- Vâkıa Suresi: 35-36

[25]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.295

[26]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.295

[27]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.294

[28]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.295

[29]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.296

[30]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.298

[31]- Bihar’ul-Envar, c.16, s.226, 228

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar