Nişabur halkından bir grup insan otuz bin dinar, elli bin dirhem ve bir miktar kumaş toplayarak İmam’a ulaştırması için Muhammed bin Ali en- Nişaburi’yi kendilerine emin bir fert olarak seçtiler.
Mümin bir kadın olan Nişabur’lu Şatita da salim bir dirhemle dört dirhem değerinde olan eliyle dokuduğu bir parça getirerek şöyle dedi: “İnnellahe la yestahyi min’el- hak”
(Gönderdiğim eşya gerçi azdır; ama az da olsa İmam’ın hakkını göndermekten utanmamak gerekir.)
Muhammed bin Ali şöyle diyor:
Onun dirheminin bir nişanesi olması için onu eğdim. Daha sonra takriben elli sayfalık bir mektup getirdiler, sayfanın baş kısmında bir soru yazılmıştı, soruların cevabı yazılması için de sayfanın alt kısmı beyaz kalmıştı. Yapraklar iki iki birbirinin üzerine bırakılıp üç iple bağlanmıştı, her ipin üzerine de kimsenin onu açmaması için bir mühür vurulmuştu.
Bu malları gönderenler şöyle dediler:
Bu cüzveyi geceleyin İmam (a.s)’a ver ve o gecenin sabahı onların cevabını al. Eğer zarfların salim olduğunu, mektupların mühürlerinin de kırılmadığını görmüş olursan, onlardan beş tanesinin mührünü kırarak zarfları aç o mektuplara bak. Eğer meselelerin cevabı, mühürler kırılmaksızın verilmiş olursa, İmam’dır, paraları O’na ver. Eğer böyle olmazsa, bizim paraları geri çevir.
Muhammed bin Ali, Nişabur’dan Medine’ye doğru hareket ediyor, Medine’de İmam Sadık (a.s)’ın oğlu Abdullah Eftah’ın evine gidiyor, onu denedikten sonra, onun İmam olmadığını anlayınca oradan dışarı çıkarak şöyle diyor:
“Allah’ım beni doğru yola ( gerçek olan İmam’a) hidayet et.”
Muhammed bin Ali’nin kendisi şöyle diyor:
Hayranlık içerisinde durduğum bir halde, bir köle gelerek şöyle dedi: “Gel aradığın kimsenin yanına gidelim.” O köle beni, Musa bin Cafer’in evine götürdü. Hazret beni görünce şöyle dedi:
“Neden ümitsiz oldun, neden başkalarına doğru gidiyorsun? Benim yanıma gel; Allah’ın hücceti ve velisi benim. Ebu Hamza, ceddim Resulullah’ın camisinin kapısı önünde beni sana tanıtmadı mı? Ben dün sormuş olduğunuz bütün meselelerin cevabını verdim. O soruları ve Şatita’ın vermiş olduğu dirhemle -ki Vazuri’ye ait olan ve içerisinde dört yüz dirhem bulunan kesenin içerisindedir- getir; üstelik Şatita’ın, Belhi kardeşlerin paketi içerisinde olan dokuduğu parçayı da ver.”
İmam Musa bin Cafer (a.s)’ın bu sözleri aklımı başımdan aldı. İstediği her şeyi getirerek O Hazretin önüne bıraktım. İmam (a.s) Şatita’nın dirhem ve parçasını götürerek şöyle buyurdu: “İnnellahe la yestahyi min’el- hak. (Allah, haktan hâya etmez) Benim selamımı Şatita’ya ilet.”
İmam (a.s) bir kese para götürerek bana verip şöyle buyurdu: “İçerisinde kırk dirhem olan bu para kesesini ona ver.”
Daha sonra şöyle buyurdular:
“Kendi kefenimden olan bir parçayı, hediye olarak ona gönderiyorum; bu, Fatımat’üz- Zehra (a.s)’ın köyü olan “Sayda” köyünün pamuğundandır; İmam Sadık (a.s)’ın kızı olan bacım Halime onu dokumuştur. Ona de ki: Siz Nişabur’a vardıktan sonra on dokuz gün yaşayacaktır. Bu paralardan on altı dirhemi harcasın, geri kalan yirmi dört dirhemi de gerekli olan masrafları için bir kenara bıraksın. Namazını ben kendim kılacağım.”
İmam (a.s) daha sonra şöyle buyurdular:
“Ey Ebu Cafer (Muhammed’in künyesi)! Beni gördüğünde sakla ve kimseye söyleme! Çünkü bu, senin hayrınadır; getirmiş olduğun geri kalan para ve malları da sahiplerine geri çeviri...” [1]
----------------------------------------------
[1] - Bihar, c. 48, s. 73.