Allame Şerefuddin
İslam alimlerinin, abdestte ayağı meshetme yahut yıkama hususunda görüş farklılıkları vardır. Ehl-i Sünnet alimleri ve özellikle Ehl-i Sünnet’in dört mezhep imamı, abdestte ayağın yıkanmasını farz-ı ta'yinî bilirler. Zeydiyye imamlarından Davud bin Ali ve Nasirulhak, abdestte ayağı hem yıkamayı, hem de meshetmeyi farz olarak kabul etmişlerdir.[1][1] Ama Ehl-i Sünnet alimlerinden bazıları,[2][2] bu ikisinden birinin yapılmasını yeterli görüyorlar. İmamiyye ise, Ehl-i Beyt İmamlarına uyarak, ayağı meshetmeyi farz-ı ta'yini bilir.[3][3]
İmamiyye’nin Delili:
İmamiyye’nin delili, şu ayet-i kerimedir:
" ...Ve meshedin başınızın bir kısmını ve ayaklarınızı da iki mafsalsa dek." (Mâide/6)
Fahr-i Razi şöyle diyor:
"Meshi farz bilenlerin delilleri, "Ercül" kelimesindeki naklolan iki meşhur kıraata dayalıdır. Kıraat imamlarından İbn-i Kesir, Hamza, Ebu Amr ve Ebu Bekr’in rivayetine göre- Asım, lafzı esreyle, yani "Ercülikum" okumuşlar. Nafi', İbn-i Amr ve –Hafs’ın rivayetine göre- Asım üstün (nasb) ile, yani "Ercülekum" okumuşlardır.
Sonra şöyle ekliyor:
"Ercül kelimesi esreyle, yani "Ercülikum" okunursa, o zaman Ruus'a atfedilir. Yani başın meshedilmesinin farz olduğu gibi ayakların da meshedilmesi farz olur."
Fahr-i Razi sonra şöyle diyor:
"Eğer bir kimse: "Ercül kelimesinin esreli oluşu Ruus kelimesine matuf olduğundan değil, "cerr-i civar"dan dolayıdır. Örneğin: "Cuhru zabbin haribin" cümlesinde "harib" kelimesi "zabbin" kelimesiyle bir arada olduğundan dolayı esreli okunmuştur. Veya "Kebir-u unasin fi bicadin müzemmelin" cümlesindeki "müzemmil" kelimesi "bicadin" kelimesiyle bir araya geldiğinden dolayı esreli olmuştur." derse cevabında deriz ki: "şu bir kaç delile göre bu doğru değildir:
1- "Cerr-i civar" gerekçesiyle kelimeyi esreli okumak dilbilgisi açısından kural dışı bir uygulamadır ve ancak şiirlerde zaruret dolayısıyla bu tür garip yollara başvurulabilir. Kur'an-ı Mecid'i böyle kural dışı garip tabirlerden tenzih etmek gerekir.
2- "Cuhru zabbin haribin" gibi cerr-i civar yöntemiyle okumak, ifade yönünden herhangi bir şüphe ve karışıklığa yol açmadığı taktirde uygulanabilir. Örneğin, söz konusu örnekte herhangi bir yanlış anlama söz konusu değildir. Çünkü, "Harib", "Zabb"in sıfatı olamaz, sadece "cuhr"un haberi olabilir. Ama abdest ayetinde bu yönteme başvurarak esreli okumak, mana yönünden belirsizliğe yol açtığı için uygulanamaz. "Cerr-i civar" gereği esre, ancak harf-i atıf olmadığı yerde olur. (Abdest ayetinde ise harf-i atıf vardır). Harf-i atıfla birlikte "cerr-i civar" kuralının da gelmesini hiç kimse söylememiştir."
Fahr-i Razi sonra şöyle devam ediyor:
"Bir grup alimler, "Ercül" kelimesinin nasb (üstün) ile okunmasının da meshi gerektirdiğini söylemişlerdir. Çünkü "ercülekum", "biruusikum" yerine mâtuftur. Bu kelime, "mef'ulün bih" olduğundan dolayı mahallen mensuptur. Fakat lafzan ba-i carre ile mecrurdur. "Ercülekum"un, "Ruus" kelimesinin mahalline atfedilip mensup okunması caiz olduğu gibi, "ruus" kelimesinin zahirine atfederek mecrur okunması da caizdir."
Fahr-i Razi daha sonra şöyle diyor:
"Binaenaleyh, "Ercül"e de nasb veren amilin "Vemsehu" veya "Feğsilu"[4][4] olduğunu diyebiliriz. Ama eğer iki amil bir ma'mulda toplanırsa, en yakın amilin amel etmesi daha uygundur.[5][5] Öyleyse dediklerimize nazaran, Allah-u Teala'nın sözündeki "Ercülekum" lafzına nasb (üstün) veren amil "Vemsehu"dur."
Fahr-i Razi sonra söyle diyor:
"Buna göre "Ercülekum"un lamını nasb (üstün) ile okumak da ayakların meshedilmesini gerektirmektedir."
Daha sonra şöyle devam ediyor:
"Alimlerin, hadislere dayanarak ayağın meshedilmesi farz değildir, demeleri doğru değildir. Çünkü (bu konudaki) tüm hadisler, "Ahbar-ı ahad" babındandır. Kur'an'ı, haber-i "vahid" ile neshetmek ise caiz değildir."[6][6]
Bütün bu delillere değinmesine rağmen Fahr-i Razi görüşünü şöyle açıklıyor:
"Ayağı yıkamak hakkında çok hadis nakledilmiştir, yıkamak meshi de kapsamaktadır; ama bunun aksi öyle değildir. Çünkü yıkamak ihtiyata daha yakındır. Bundan dolayı yıkamak farzdır.[7][7] Demek ki, ayakları yıkamanın meshin yerine geçerli olduğu kesindir."
Yıkamakla ilgili hadisler hakkında Ehl-i Beyt İmamları ve onlara uyanların görüşüne yakında değineceğiz. Fahr-i Razi'nin, "yıkamak meshi de kapsamaktadır sözüne gelince; o apaçık bir yanılgıdır. Çünkü gasl (yıkamak) ve mesh, lugat, örf ve şeriatta iki ayrı hakikattir. Binaenaleyh gasl, kesinlikle meshin yerini almaz. Ama gerçek olan şudur ki, Fahr-i Razi, iki mahzurun arasında kalmış; ya apaçık ayete muhalefet etmek veya onun görüşüne göre sahih olan hadislere muhalefet etmek. Bu çıkmazdan kurtulmak için, "Gasl (yıkamak) meshi de kapsamaktadır; bu ihtiyata daha uygundur, meshin yerine de geçerlidir." diyerek zannınca ayetle hadisin arasını cem'etmiştir."
Kim onun bu söz ve müdafaasına dikkatlice bakacak olursa, onun bir çıkmazda olduğunu açıkça görecektir. Eğer ayet meshin farz olmasını açıkça bildirmeseydi o, gaslin (yıkamanın) meshin yerine geçerli olacağını söylemeye ihtiyaç bile duymazdı.
Ehl-i Sünnet'in, fıkıh ve Arap edebiyatı hakkında görüş sahibi ve muhakkiklerinden bir grup Fahri Razi’nin itiraf ettiği gerçeği itiraf ederek bu ayetin meshetmenin farz olduğunu bildirdiğini açıklamaktan kendilerini alamamışlardır. Örneğin: Araştırmacı Şeyh İbrahim el-Halebî, "Gunyet-ul Mütemellî fi Şerhî Muniyet-il Musallî Ale'l Mezheb-il Hanefi" kitabında abdestle ilgili ayet hakkında bahsederken şöyle demiştir:
Abdest ayetinde geçen "Ercülekum" kelimesi, Kurra-i Seb'a (Yedi Kari) arasında hem esre, hem de üstün ile okunmuştur. Üstün ile okunması "vücuhekum" yerine atfedildiğinden, esre ile okunması da cerr-i civardan dolayıdır. Ama doğru olan şu ki: "Ercül" kelimesi her iki kıraatta "Ruus" yerine matuftur; üstün ile okunduğu takdirde mahalline, esre ile okunduğu takdirde de lafzına matuftur."
Daha sonra şöyle devam ediyor:
"Ercülekum"u, "vücuhekum"a atfetmek caiz değildir. Çünkü matufla matufun aleyh arasında yabancı bir cümle (yani, vemsehu biruusikum) vaki olarak onların arasına ayrılık düşüyor. Oysaki bu ikisinin arasında bir kelime dahi yer alamaz; nerede kaldı ki bir cümle vaki olsun."
Merhum Şeyh İbrahim Halebî sonra şöyle diyor:
"Fesahatlı hiçbir kimsenin sözünde "Zerebtu Zeyden ve merertu bi Bekrin ve Amren" diyerek, Amr'ı Zeydin yerine atfetmesini duymamışım. Cerr-i civara gelince, bu tür tabir çok nadir olarak sıfatlarda kullanılmaktadır. Örneğin bazıları şöyle demiştir: "Haza cuhru zabbin haribin" Te'kid'de ise sadece bir şiirde geçmiştir:
"Ya sahib," belliğ zeviz-zevecati kullihim: En leyse vaslun iz nhallet ure'z-zenebi" Ferra'nın naklettiğine göre "kullihim" cerr-i civardan dolayı esreyle okunmuştur."
Sonra şunu da sözüne ekliyor:
"Ama atıf harflerinde cerr-i civar kuralını uygulamak kesinlikle caiz değildir. Çünkü atıf, cerr-i civarı menediyor."
İşte bunlar Şeyh İbrahim Halebî'nin sözleridir."[8][8]
Bu gerçeği itiraf edenlerden biri de, Sindî ismiyle meşhur olan Ebu'l Hasan Muhammed bin Abdulhadi'dir. Sindî, İbn-i Mace’nin sünenine yazdığı haşiyede, -Kur'an'ın zahirinden meshin anlaşıldığına yakin ettiğini ifade ederek- şöyle diyor:
"Kur'an'ın zahiri, (abdest ayeti) meshi göstermektedir. Çünkü esreyle, yani "Ercülikum" şeklinde okunduğunda, "ruusikum" yerine atfedilir; üstünle yani "Ercülekum" şeklinde okunduğunda da "ruusikum"un mahalline atfedilir. (Her iki durumda meshi gerektirir.)
"Ercül"ün üstünle okunup "ruus"un mahalline atfedilmesi cerr-i civardan daha uygundur. Nitekim Nahv ilminin bilginleri de buna tasrih etmişlerdir." Yine diyor ki : "Cerr-i civar Arapça’da pek azdır, ama mahalline atfetmek yaygın ve çoktur. Bu açıklamayla, matuf ve matufun aleyh'in birbirinden ayrı düşmesinden de kurtulmuş oluruz. Bu beyana göre, Kur'an'ın zahiri, meshe delalet etmektedir." [9][9]
Ama maalesef, o da diğerleri gibi ayağı yıkama babında Kur'an yerine hadislere bakmıştır.
Zemahşeri, Tefsir-i Keşşaf'da abdest ayetiyle ilgili olarak filozofluk taslayarak şöyle demiştir:
"Yıkanan üç uzuv arasında yer alan "Ercül" (ayaklar) suyun onun üzerine dökülmesiyle yıkanıyor. Yıkanmasında, nehyedilen israfa yol açabileceğinden dolayı abdestte meshedilen üçüncü uzva (Ruus) atfedilmektedir. Bu atıf, onun meshedilmesi için değildir, sadece suyun onun üzerine dökülmesinde iktisatlı davranmanın gerekli olduğu içindir."
Zemahşerî sonra şöyle devam ediyor:
"Allah-u Teala, "İle'l-Ka'beyn" tabiriyle de, ayağın meshedilmesini zannedenin zannını gidermek için onun nihayetini belirtmiştir. Çünkü meshin, İslam şeriatında nihayeti belirlenmemiştir."
Evet, o bu sözleriyle "Ercül"ün, "Ruus" yerine atfedilmesinde hikmeti keşfettiğini, "ile'l-Ka'beyn" tabirinin ayağı yıkamanın haddini belirlediğini iddia ediyor. Onun sözleri, İslamî meseleleri, doğru yöntemlere dayanarak istihraç etme yerine, ayeti kendi mezhebine tatbik ve tevil etmenin açık bir örneğidir. Onun bu sözleri tefsir değil, bir nevi kehanettir. Ayakların yıkanmasını kesin ve zaruri kabul eden kimseden başkası için bu sözler bir şey ifade etmez. Oysaki ayağı yıkamak ihtilaflı bir meseledir. Ama o, bunu nazara bile almamıştır. Oysaki kendi mezhebinin bilginleri bile, Kur'an'ın zahirinin, meshin farz olmasını gösterdiğini itiraf etmektedirler. Kısacası bu konuda, "Ercü"lün, "Ruus"a atfedilmesiyle ilgili Nahv kuralları bile tek başına bizim için yeterlidir. İslam bilginleri, nass ve fetva açısından bunda ittifak etmişlerdir.
Ayağı Yıkamakla İlgili Hadislere Bir Bakış
Ayağı yıkamakla ilgili hadisler iki kısımdır. Abdullah bin Amr bin As'ın hadisi gibi bazı hadisler açıkça yıkamaya delalet etmemektedirler. Müslim ve Buhari'de Abdullah'tan tahriç edilen hadiste şöyle diyor:
"Hz. Resulullah'la birlikte yolculuktaydık; Resulullah (s.a.a) bizden geriye kaldı, (biraz bekledikten) sonra gelip bize ulaştı. İkindi namazının vakti de gelip çatmıştı. Abdest alırken ayaklarımızı meshediyorduk. Resulullah (s.a.a); "Vay topuklara ateşten!" dediler."[10][10]
Bu hadis sahih olduğu takdirde meshi gerektirir, yıkamayı değil. Çünkü Resul-i Ekrem, onları bu amelden nehyetmemiştir; hatta onların bu amelini te'yit bile etmiştir. Sadece topuklarının kir ve necasetini kınamıştır. Çünkü onların arasında bir grup yalın ayaklı bedevi Araplar vardı, bunlar idrar ettiklerinde, özellikle yolculukta idrarın ayaklara sıçramasından kaçınmıyorlardı. Bundan dolayı, necis ve kirli ayaklarla namaz kılmamaları için Resulullah (s.a.a) onları ikaz etmiştir.[11][11]
Bazı rivayetler ise ayağın yıkanmasına delalet etmektedir. Örneğin, Osman'ın kölesi Hamran'ın naklettiği hadis:
Hamran şöyle diyor: "Osman'ı gördüm; su kabından ellerine su döktü, üç kere ellerini yıkadı, sonra sağ elini kaba daldırdı; ağzına, burnuna su aldı." Sonra şöyle devam ediyor: "Daha sonra üç defa ayaklarını yıkadı ve şöyle dedi: Resulullah (s.a.a)’ın benim abdest aldığım gibi abdest aldığını gördüm." [12][12]
Veya Abdullah bin Zeyd bin Asım el-Ensarî'nin hadisi:
Abdullah'a, "Resulullah'ın aldığı abdest gibi abdest al" dediklerinde, bir kab su istedi, ondan ellerine döktü, sonunda topuklarını yıkadı ve şöyle dedi: "Hz. Resulullah'ın abdesti böyleydi"[13][13]
Bu manada diğer hadisler de naklolunmuştur. Bu hadisler birkaç yönden doğru değildir:
1- Bu çeşit hadisler, Allah'ın Kitabı ve Ehl-i Beyt İmamlarının icma ettiği şeye muhaliftir.[14][14] Kur'an ve Ehl-i Beyt, Resulullah'ın (s.a.a), birbirinden ayrılmaz emanetleridir. Ümmet bunlara sarıldığı müddetçe kesinlikle sapmaz. Bu ikisine muhalif olan her hadis ise duvara vurulmalıdır.
Ayakları yıkamakla ilgili hadislerin zayıf olduğunu açıkça gösteren bir şahit, ümmetin alimi, Kitap ve sünnetin heybesi olarak tanınan Abdullah bin Abbas'ın mesh için ihticac ettiği şu sözleridir:
"Allah-u Teala, abdestte iki yıkamayı, iki de meshi farzetti. Görmez misin, teyemmümü zikrederken, iki yıkama yerine iki meshi zikretmiş, iki meshi (başı ve ayakları meshetmeyi) ise terketmiştir."[15][15]
Yine İbn-i Abbas der ki; "Abdest iki yıkama, iki meshetmedir."[16][16] Abdullah bin Abbas'a, "Muavvız bin Afra'nın kızı Rabia, Resulullah (s.a.a)'ın onun yanında abdestte ayaklarını yıkadığını sanmaktadır" dediklerinde, İbn-i Abbas, Rabia'nın yanına gelip durumu ondan sordu ve onun sözünü kabul etmeyip, abdestte ayaklarını yıkayanlara şaştığını ve: "Ben, Allah'ın Kitabında meshten başka bir şey görmüyorum." dediğini vurgulamıştır."[17][17]
2- Eğer ayakları yıkamakla ilgili hadisler doğru olsaydı tevatürle nakledilmiş olurdu. Çünkü abdestte ayağın yıkanması, kadın, erkek, köle, hür herkesin öğrenmeye ihtiyaç duyduğu bir konudur. Eğer yıkamak Müslümanların arasında kesin olsaydı, bütün mükellefler, Peygamber'in zamanında ve ondan sonraki zamanlarda onu iyice öğrenip ve her asır ve zamanda onu tevatürle nakletmiş olurlardı ve hiçbir kimse onu inkar veya reddetmeye kalkışmazdı. Durum böyle olmadığından dolayı, bu çeşit hadislerin zaaf ve yetersizlikleri bizim için aşikar olmaktadır.
3- Ayakların taharetiyle (yıkamak veya meshetmekle) ilgili nakledilen hadisler birbirleriyle çelişmektedir. Bazıları, daha önce naklettiğimiz Hamran ve İbn-i Asım'ın hadisleri gibi, yıkamayı emretmektedir. Bazı hadisler de, Buhari'nin, Sahih'inde tahriç ettiği hadis gibi meshi göstermektedir. Sahih-i Buhari'nin bu hadisini Ahmed, İbn-i Ebî Şeybe, İbn-i Ebi Ömer, Beğevî, Tabarani ve Maverdî de nakletmektedir. Her birisi, bu hadisi, güvenilir bildikleri kişiler yoluyla Ebu Esved'den, o da Abbad bin Temim'den, o da babasından nakletmişlerdir. Hadis şudur:
"Resulullah (s.a.a) abdest alırken abdestte ayaklarını meshettiğini gördüm."
Bu hadisin benzeri Ehl-i Beyt İmamlarından da nakledilmiştir.
Merhum Kuleyni’nin nakline göre, Zurare ve Bükeyr, İmam Muhammed Bakır (a.s)'ın Resulullah (s.a.a)'ın nasıl abdest aldığını amelen gösterirken abdestte, ellerinin ıslaklığıyla, yeniden elini suya dokundurmaksızın başını ve ayaklarının üstlerini meshettiklerini nakletmektedirler.[18][18]
İbn-i Abbas'dan Mecma-ul Beyan'da nakledildiği üzere, Resulullah (s.a.a)'ın nasıl abdest aldığını gösterirken ayaklarının üzerini meshetmiştir.
Görüldüğü gibi Ehl-i Sünnet kaynaklarındaki bu konuyla ilgili hadisler çelişkili olduğu için bu kaynaklara itibar edenler, Kur'an’a dönmelidirler; Kuran ise açıkça ayakları meshetmeyi emrediyor.
İstihsana Başvurarak Delil Aramak
Ehl-i Sünnet alimleri, ayakların yıkanması için şöyle istidlal etmişlerdir: "Başı meshetmek onu yıkamaktan daha uygun olduğu gibi, ayakları yıkamak onları meshetmekten daha uygundur. Çünkü ayakların kiri genellikle yıkanmaksızın temiz olmaz, ama baş genellikle meshetmekle temiz olur."
Yine şöyle demişlerdir:
"Makul maslahatlar, farz olan ibadetler için sebep olabilirler. Hatta Allah Teala, onda her iki manayı, yani maslahatî ve ibadî yönünü birlikte kastedebilir. Maslahatî yönünden maksat hissedilen maddi faydalardır; ibadî yönünden maksat da nefsi arındırmaktır."
Bu sözün cevabı şudur ki; Biz de, Allah Teala'nın emrettiği her şeyde bir maslahatın olduğunu, nehyettiği her şeyde de bir uhrevi zararın bulunduğunu kabul ediyoruz. Ama Allah-u Teala bu maslahat ve zararı, kulların görüşüne bağlı kılmamıştır. Yani, Allah’ın emrinde bir maslahatın olduğuna inanıyoruz, ama bu maslahatın ne olduğunu kendi kafamızdan kestirip, "Bu hükmün gerekçesi budur" demeye hakkımız yoktur.
Kur'an abdestte başın ve ayakların meshedilmesini emretmektedir. Bir mümin olarak bize düşen bu emre boyun eğmektir, bu emirdeki maslahatı anlasak da anlamasak da.
Elbette abdestte ayakların necisten temiz olması gerektiğinin şart olduğunu bildiren delillerden dolayı,ayaklar eğer necis iseler, abdest almadan önce yıkanıp temizlenmesi gerekir.[19][19]
Uyarı
İbn-i Mâce, Sünen'inde "Gasl'ül-Kademeyn" babında Ebu İshak yoluyla Ebu Hayye'den şöyle naklediyor:
"Ali'yi abdest alırken gördüm; ayaklarını mafsala kadar yıkadı; sonra da size, Peygamber (s.a.a)'in abdestini göstermeyi istedim dedi."
Sindi, Sünen'e yazdığı ta'likatta: "Bu, ayaklarını mesheden Şia'ya tam anlamıyla bir reddir" diyor. Daha sonra şöyle ekliyor: "İşte bundan dolayı Musannif, (İbn-i Mace) bu babda Ali'nin rivayetini nakletmiş ve kitabın babına onun hadisiyle başlamıştır. O bu hadisi tahriç etmekle güzel bir iş sergilemiştir. Allah ona iyi mükafat versin."
Sindi sözüne şöyle devam ediyor:
"Kur'an'ın zâhiri meshi gösteriyor. Nitekim İbn-i Abbas'ın hadisinde de mesh geçmiştir. Ama onu yıkamaya hamletmek gerekiyor."[20][20]
Bu, Sindî'nin sözlerinden ibaretti. Allah onu, İbn-i Mace'yi ve diğer Ehl-i Sünnet alimlerini affetsin. Şüphesiz onlar yukarıda Hz. Ali’den nakledilen ayakların yıkanmasına dair hadisin senedinin birkaç yönden zayıf olduğuna vakıftılar:
1- Hadisi rivayet eden Ebu Hayye, meçhul birisidir. Zehebî, "Mizan"ının künyeler bölümünde; "O, tanınmamış biridir" diyor ve İbn-i Medyenî ve Ebu'l-Velid-i Farzî'nin, onun hakkında, "Meçhuldür" dediklerini de sözlerine ilave ediyor. Zehebî daha sonra, "Hadis uyduranların böyle bir kişiyi de uydurmaları mümkündür" diyerek, "ben her ne kadar araştırma yaptıysam da bu adam hakkında hiçbir bilgi edinemedim." diyor.
2- Bu hadis sadece Ebu İshak yoluyla nakledilmiştir.[21][21] Ebu İshak çok yaşlandığından ve hafızasını kaybettiğinden halk onu terketmiş[22][22] ve Ebu Ahvas ve Züheyr bin Muaviye el-Cu'fî'den başka kimse ondan hadis nakletmemiştir.[23][23] Halk, Ebu İshak'tan hadis naklettiklerinden dolayı o ikisini kınamıştır.[24][24] Şüphesiz, bir muhaddis hafızasını kaybederse, hafızasını kaybetmeden önce mi, yoksa sonra mı naklolunduğu bilinmeyen tüm hadisleri itibardan düşer. Çünkü şüphe-i mahsuredeki icmalî ilim, hepsinden kaçınmayı gerektirmektedir. Bu kural, Usul-u Fıkıh da beyan edilmiştir.
3- Bu hadis, Emir-ül Müminin Ali ve onun, Peygamber'in Ehl-i Beyt'i olan değerli evlatlarından nakledilen sahih hadislerle çelişmektedir ve daha önemlisi Allah'ın kitabı Kur'an'la da çelişmektedir.
Ayakların Mafsala Dek Meshi
Zurare ve Bükeyr'in[25][25] ve ayrıca Şeyh Saduk'un[26][26] İmam Muhammed Bakır (a.s)'dan naklettikleri rivayete göre, abdest ayetindeki "Ka'beyn", ayakla bacağın arasındaki mafsaldan (bilekten) ibarettir.[27][27] Lugat alimleri, iki kemiğin arasındaki mafsala "ka'b" demişlerdir.[28][28]
Ehl-i Sünnet alimleri ise ayağın iki tarafındaki kemiğe "ka'b" diyorlar. Onlar şöyle ihticac etmişlerdir:
"Eğer "ka'b", ayakla bacağın arasındaki mafsal olsaydı o zaman her ayakta bir "ka'b" olduğundan Kur'an'ın "ka'beyn" yerine "Ve Ercülekum ile'l-Kiâb" demesi gerekirdi. Nitekim, her kolda bir "mirfak" (dirsek) olduğundan Kur'an "Ve eydiyekum ile'l-merafik" buyurmuştur."
Bu sözün cevabı şudur ki: Eğer Allah-u Teala "merafık" yerine "mirfekayn" de buyurmuş olsaydı, şüphesiz yine de doğru olurdu. Bu durumda ayetin manası şöyle olurdu: "Yüzünüzü ve iki dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başınızı ve iki mafsala kadar ayaklarınızı meshedin." Bir ayette bu iki kelimenin ikiyi bildiren kipte olması, veya çoğul bildiren kipte olması veyahut bu yönden birinin diğerinden farklı olması tabirin doğruluğu açısından aynıdır. Evet, tabirin daha güzel olması için böyle ifade olunmuştur denilebilir.
Kaldı ki cerrah doktorlar, "ka'b" denilen ayakla bacağın arasındaki mafsalın içinde, inekle koyunun bacağının alt kısmında olduğu gibi yuvarlak kemiğin olduğunda ittifak etmişlerdir.[29][29] Buna göre her ayağın meshi, iki "ka'b"a ulaşmaktadır: Biri mafsalın kendisi, diğeri ise mafsalın altındaki yuvarlak kemik. Ayette, "ka'b"ın tesniye olup merafıkın tesniye olmaması cerrahların bilip kabul ettikleri hususa işaret olabilir.
[1][1]- Fahr-i Razi, Tefsir-i Kebir'de abdestle ilgili ayet hakkında bahsederken bu ikisinin görüşüne yer vermiştir. Bunlar ayetlerle hadisler arasında uyumsuzluk olduğunu sanarak, abdestte ayakların hem meshedilip hem de yıkanmasını gerekli görmüşlerdir.
[2][2]- Fahr-i Razi ve diğerlerinin naklettiğine göre, Hasan-ı Basrî ve Muhammed bin Cerir-i Taberi gibi alimler, kitap ve sünneti hak bildiklerinden abdestte ayağı mesh yahut yıkamayı farz-ı muhayyer bilmişlerdir.
[3][3]- Yine Fahr-i Razi, Tefsir-i Kebir'inde bu görüşün İbn-i Abbas, Enes bin Malik, İkrime, Şa'bî ve İmam Muhammed Bakır'ın görüşü olduğunu nakletmiştir.
[4][4]- Feğsilu'nun "Ercülekum"un amili olması kesinlikle caiz değildir. Çünkü o zaman "Ercülekum"un, "Vucuhekum"un yerine atfedilmesi gerekir. Bu da lügat alimlerinin ittifakıyla doğru değildir. Çünkü atifle matufun arasında bir cümlenin fasıla olması dil kuralları yönünden caiz değildir.
[5][5]- Önceden açıkladığımız gibi, "Ercülekum"un birden fazla amili olamaz; o amil de "Vemsehu"dur.
[6][6]- Tefsir-i Kebir, c. 3, s. 370. (Mâide suresindeki abdest ayetiyle ilgili bahis).
[7][7]- "Abdestte ayağı yıkamak meshi de kapsamaktadır" sözü kesinlikle doğru değildir. Çünkü yıkamakla meshetmek iki ayrı kavramdır. Gaslın gerçekleşmesi için suyun az da olsa abdest uzuvlarında akması gerekir. Ama meshin gerçekleşmesi için suyun abdest uzuvlarında akmaması ve sadece elin ayağın üzerine çekilmesi şarttır.
[8][8]- Guniyet-ul Mütemelli-il Kebir, s. 16 (Şeyh İbrahim Halebî).
[9][9]- Şerh-i Sünen-i İbn-i Mâce, c. 1, s. 88, (Gasl'ül-Kadameyn konusu). Fahr-i Razi, Halebî ve Sind'nin sözünü te'yid ve tasrih eden bilginler oldukça çoktur.
[10][10]- Bu hadis, Amr, Aişe ve Ebu Hureyre'nin hadisinde geçmiş, Buharî ve Müslim'in şartına göre de sahihtir.
[11][11]- Hz. Resulullah'la yolculuk yapan ashabın hepsinin, yanlışlıkla ayaklarını meshetmeleri aklen muhaldir. Bu hadis ayakların meshedilmesinin farz olduğuna delil olarak yeterlidir. Eğer ayakları meshetmek farz olmasaydı o zaman neden bütün ashap ayaklarını yıkamayıp da meshettiler. (Müt.)
[12][12]- Bu hadisi Buharî, Sahih'inde tahriç etmiştir.
[13][13]- Bu hadisi de Müslim, Sahih'inde tahriç etmiştir.
[14][14]- Ehl-i Beyt İmamları, ayakların meshedilmesinin farz olmasına icma etmişlerdir. Bu konuda, Vesail'uş-Şia ve diğer fıkıh ve hadis kitaplarına bakabilirsiniz.
[15][15]- Kenz-ül Ummal, c. 5, hadis: 2213.
[16][16]- Kenz-ül Ummal, c. 5, hadis: 2211. Şia’nın büyük şahsiyetlerinden olan Bahr-ul Ulum, Fıkhî Menzumes'inde (Dürret'ün Necef) şöyle der:
İnne'l-vuzue gasletani indena
Ve meshatani ve'l-Kitabu maana
Fe'l-ğaslu li'l-vechi ve li'l-yedeyn
Ve'l-meshu li'r- re'si ve lil ricleyn
"Abdest bizim yanımızda iki yıkayış ve iki meshediştir; Kur'an da bizim görüşümüzü teyit etmektedir. İki yıkayış yüz ve kollardır, iki mesh de baş ve ayaklardır."
[17][17]- İbn-i Mace ve diğerleri, Müsnedlerinde bu hadisi nakletmişlerdir.
[18][18]- Furu'ul-Kafi, c. 1, s. 8-9 (İran baskısı).
[19][19]- Bundan dolayı, ziraat vb. işlerde yalın ayak çalışan Şia mezhebine bağlı işçi ve çiftçiler, abdest almak isterken önce ayaklarını yıkayıp temizlerler. Daha sonra yüz ve kollarını yıkayıp kuru ve temiz ayaklarının üzerini elin ıslaklığıyla meshederler.
[20][20]- Mezhebini Kur'an'dan istinbat edeceğine, Kur'an'ı yorumlayıp mezhebine tatbik ediyor!
[21][21]- Zehebi, "Mizan"ının Künye babında, sadece Ebu İshak'ın Ebu Hayye'den, "Ali (a.s) abdestte başını meshetti ve ayaklarını mafsala kadar üç defa yıkadı" diye naklettiğini zikretmektedir.
[22][22]- Mizan-ul İ'tidal ve diğer teracim kitaplarında, Ebu İshak'ın ismi, Amr bin Abdullah-i Sebîî diye zikredilmiştir. Bu söz, onun hal tercümesinde mezkurdur.
[23][23]- Zehebi, Mizan-ul İ'tidal'da bunu açıklamıştır.
[24][24]- Hatta Ahmet bin Hanbel şöyle demiştir: "Züheyr bin Muaviye'nin, Ebu İshak'ın ömrünün sonlarında ondan naklettiği hadisler zayıftır, onun dışındaki şeyhlerinden naklettiği hadisler sağlamdır." Ebu Zer'a da şöyle demiştir: "Züheyr bin Muaviye sıkadır; sadece sorunu şudur ki, Ebu İshak’ın hafızası karıştıktan sonra ondan hadis nakletmiştir. Zehebî, Ahmed ve Ebu Zer'a'dan bu sözleri naklettikten sonra şöyle diyor: "Ebu İshak'ın hadisleri, kendi şahsından dolayı zayıftır, ondan (Züheyr bin Muaviye'den) dolayı değil."
[25][25]- Şeyh Saduk, sahih senedle A'yen'in oğullarından naklettiği hadiste onlar İmam'a: Ka'beyn neresidir? diye sorduklarında, İmam (a.s) bacakla ayağın arasındaki mafsala işaret ederek işte burasıdır buyurmuştur.
[26][26]- Şeyh Saduk, İmam Bakır'dan şöyle rivayet etmiştir: İmam Bakır (a.s), Hz. Resulullah'ın nasıl abdest aldığını naklederken, "Başının ön kısmını ve ayaklarının üstünü bacağın mafsalına dek meshediyorlardı." buyurdu.
[27][27]- Bazıları ayağın üzerindeki kabarmış kemiğe k'ab demişlerdir. Ama ayakla bacağın arasındaki mafsalın k'ab olması, daha güçlü ve ihtiyata daha uygundur.
[28][28]- Lugat sözlükleri, bunu açıkça bildirmektedir. İsteyen, sözlüklere bakabilir.
[29][29]- Muhammed bin Hasan eş-Şeybanî ve Esmaî; "Abdest ayetindeki "ka'b" bacağın alt kısmındaki yuvarlak kemikten ibarettir" diyorlar. Asmaî şunu da sözüne ekliyor: "Ayağın iki tarafındaki çıkan kemiğe Araplar "mincemeyn" diyorlar."
Fahr-i Razi, bunların görüşünün, İmamiyye’nin görüşü olduğunu zannetmiş ve onların reddinde şöyle demiştir: "Eğer ayetteki "ka'b" bacağın alt kısmındaki yuvarlak kemik olursa, bu gizli bir şeydir, onu ancak cerrahlar bilebilir. Ama ayağın iki tarafındaki iki çıkıntı herkes için malumdur. Şer'î hükmün mevzusu ise açık olmalıdır, gizli değil."
Cevap: Fahr-i Razi, İmamiyye’nin mafsala dek ayaklarını meshettiğini gördüğünden, Şeybanî ve Esmaî'nin görüşünü İmamiyyenin görüşü olarak zannetmiştir. Ama "ka'b" kelimesinin İmamiyye’nin yanında, herkes için malum olan mafsalın kendisi olduğunu anlayamamıştır.