İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “En üstün ibadet ihlastır.”[1]
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hiç kimseyle Allah’la ilişkisini bilmedikçe düşmanlık etme. Eğer iyi bir insan olursa, Allah onu sana teslim etmez. Eğer kötü bir insan olursa onun hakkındaki bu kötü tanıyışın sana kifayet eder. O halde onunla düşmanlık etme.”[2]
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Herkim isteğine uyarak doğru yolu senden gizlerse, şüphesiz sana düşmanlık etmiştir.”[3]
İmam Cevad (a.s), Sa’d’ul-Hayr’a yazdığı mektubunda şöyle buyurmuştur: “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Sana Allah’tan korkmayı tavsiye ediyorum. Zira takva insanı helak olmaktan esenliğe çıkarır ve ahirette kendisine fayda verir. Aziz ve celil olan Allah takva sebebiyle kulunu aklının ulaşmasından uzakta bulunan şeylerden korur ve takva vasıtasıyla onun körlüğünü ve cehaletini ortadan kaldırır. Takvanın bereketiyle Nuh ve onunla gemide olanlar kurtuluşa erdiler, Salih ve onunla bulunanlar yıldırımdan kurtuldular ve takva sebebiyle sabredenler galibiyete eriştiler ve o grup (Nuh, Salih ve kendilerine iman edenler) kurtuluşa eriştiler. Bunların aynı yolu ve metodu (yani takvayı) kateden ve aynı fazileti arayan kardeşleri vardır. Bunlar öncekilerin başına gelen ve Allah’ın kitabında beyan edilen cezaları ve belaları işitmekle şehvetlerinin tuğyanını engellemektedirler. Rablerine kendilerine rızık olarak verdiklerine karşılık hamdeder ve şükrederler. Şüphesiz Allah hamd ve övgüye layıktır. Onlar kendilerini eksiklikleri sebebiyle kınarlar ve kendileri de kınanmaya layıktır. Allah Tebareke ve Teala’nın, hilim ve ilim ehli olduğunu bildiler. Hakikatte Allah’ın gazabı hoşnutluğunu elde etmeye çalışmayanların üzerinedir ve Allah sadece bağışını kabullenmeyen kimseden esirger ve sadece hidayeti istemeyen kimseyi sapıklığa terkeder.
Allah günahkarlara tövbe imkanı vermiştir ki kötülüklerini iyiliklere çevirsinler ve Kur’an’da yüksek ve kesilmez bir sesle kullarını tövbe etmeye çağırmış, kullarının duasını engellememiştir. O halde Allah’ın indirdiği şeyleri gizleyen kimselere Allah lanet etsin.
O rahmeti kendisine farz kılmış bu yüzden de rahmeti gazabını geçmiştir ve de doğruluk ve adaletle sona ermiştir. O halde kulları kendisini gazaplandırmadığı müddetçe o, kendiliğinden kullara gazaplanmaz ve bu yakinden kaynaklanan bir ilimden ve takvadan hasıl olan bir bilgidendir. Allah her ümmetten kitabın ilim ve marifetini, onların kitabı uzağa attığı bir zamanda almıştır ve onlar hükümdarlığa teslim olduğu zaman, düşmanları ona hükümdar kılmıştır. Kitaplarını uzağa atmalarının örneklerinin biri de harf ve kelimelerine riayet etmeleri, ama hudud ve hükümlerini tahrif etmeleridir. Bu yüzden sadece onun nakil ve rivayetiyle uğraşır, anlayış ve amelinden uzak olurlar. Cahiller rivayetleri ezberledikleri sebebiyle mutludurlar, ama alimler, anlamıyla amel etmedikleri hasebiyle üzüntü içindedirler. Kitabı uzağa atmalarının bir diğer örneği de yöneticilerinin bilmeyen kimselerden karar kılınmasıdır. Bu yüzden yöneticiler onları heva ve heves kaynağına götürmüş, helak olmaya sürüklemiş, dinin kulplarını değiştirmiş ve onu (dini) bir avuç sefih ve çocuğa miras bırakmışlardır.. Dolayısıyla da ümmet Allah Tebarek ve Teala’dan emir almak yerine halktan emir almaktadır. İnsanların dostluğunu Allah’ın dostluğu ve velayetine tercih eden zalimlerin bu yanlış tercihileri ne de kötüdür?! Bunlar insanların mükafatını Allah’ın mükafatının yerine ve insanların rızayetini Allah’ın rızayetinin yerine geçirmişlerdir.
Ümmet, böyle bir duruma düşmüştür. Onlardan ibadet edenler de bu sapıklık içinde yaşamaktadır. Gurura kapılmış ve aldanmışlardır. İbadetleri kendilerinin ve takipçilerinin fitne ve sapıklık sebebidir. Oysa ilahi elçiler arasında ibadet ehli için ibretler ve öğütler vardır. Peygamberlerden biri (Allah’a) itaat hususunda kemale eriştiğinde[4] Allah Tebarek ve Teala’ya bir hususta itaatsizlik etmiş ve o itaatsizlik sebebiyle cennetten dışarı çıkarılmıştır.[5] Balinanın karnına atılmış ve onu hatalarını itiraf etmek ve tövbeye yönelmekten başka hiç bir şey kurtaramamıştır. O halde Yahudi ve Hıristiyan din alimlerini tanı. Onlar kitabı gizlediler, tahrife uzandılar. Ama bu ticaretleri onlara bir fayda vermedi. Onlar hidayete ermiş kimseler değildir. Onların bu ümmet arasındaki misalini tanı. Şüphesiz onlar Allah’ın kitabının kelime ve harflerini alaşağı ettiler[6], hududlarını altüst ettiler. Zira bunlar yöneticilerin[7] dostudur. Heva ve heve önderleri dağılınca onlar da dünyadan daha çok nasiplenen kimseye doğru giderler.[8] Kalplerine mühür vurulmuş, tamah onlara galip gelmiş, sürekli dillerinden İblis’in sesi işitilmekte ve bir çok batılları ifade etmektedirler. Alimler onların eziyetlerine ve kabalıklarına sabrederler. Bu yüzden de alimler, onları teklife ve hakkı göz önünde bulundurmaya davet etmektedir. Alimleri onları teklife ve hakkı göz önünde bulundurmaya çağırdıkları için de onları kınarlar. Oysa alimleri, eğer irşad ve nasihat etselerdi, bir sapık gördüklerinde onlara hidayette bulunmasalardı, bir ölü gördüklerinde ona hayat vermeselerdi, şüphesiz hain sayılırlardı ve (eğer böyle yapsalardı) ne de kötü yapmış olurlardı! Zira Allah Tebarek ve Teala Kur’an’da onlardan iyilikleri ve emredildikleri şeyleri söyleyeceklerine ve nehyedildikleri şeylerden de sakındıracaklarına dair söz almış, itaat ve sakınma yolunda birbiriyle yardımlaşmalarını söylemiş, günah ve tecavüz yolunda birbirine yardım etmemelerini istemiştir. Alimlerin cahil insanların elinden sıkıntıda oluşu da işte bu yüzdendir.
Eğer öğüt verirlerse, cahiller şöyle derler: “Onlar isyankar olmuşlardır.”Eğer terk ettikleri hak ve hakikatle amele derlerse şöyle derler: “Onlar muhalefet etmeye koyulmuşlardır.”Onlardan uzaklaşmak istediklerinde ise şöyle derler: “Müslümanlar cemaatinden ayrıldılar” Eğer “sözlerinize bir delil getirin” diye söyleyecek olurlarsa şöyle derler: “Bunlar münafık oldular.”Eğer onlara uyarlarsa şöyle derler: “Aziz ve celil olan Allah’a isyan etmektedirler” Onlar, helak uçurumuna yuvarlanmışlardır. Onlar ise bilmediklerini bilmemektedirler. Allah’ın kitabında okudukları şeylere oranla da okumamış kimselerdirler. Halka öğrettikleri Kur’an’ı Kerim’i ve lafızlarını kabul etmekte, ama içeriğini tahrif ederek Kur’an’ın hakikatini yalanlamaktadırlar. Hiç kimse de onlara itiraz etmemektedir. Bunlar ahbar ve ruhban görünümlü kimselerdir. Hevese uyarlar, helak ve yok oluş önderidirler. Var olan diğer bir grubu ise, sapıklık ve hidayet ortasına oturmuş ve şaşkınlık içindedirler. Bu iki grubu (ahbar ve ruhban görünümlü kimseler ile gerçek alimleri) birbirinden ayıramaz ve derler ki: Peygamber (s.a.a) zamanındaki halk böyle bir durumla karşı karşıya olmamış ve dolayısıyla da onu tanımamaktaydılar.”Doğru da söylüyorlar. Zira Resulullah (s.a.a) onları terk edince, kendileri için aydın ve aşikar bir din bıraktı ki gece ve gündüzleri (zahir ve batın veya hak ve batılı) belli idi.
Aralarında ne bir bidat görülüyordu ne de sünnette bir değişiklik. Ne de aralarında uyumsuzluk ve ihtilaf göze çarpıyordu. Ama ümmetlerin hatalarının karanlığı onları kuşatınca, iki gruba ve iki öndere ayrıldılar: Allah-u Teala’nın yoluna davet eden kimse ile ateşe davet eden kimse. İşte böylece şeytan dile geldi, sesini dostlarının ve takipçilerinin dilinden yükseltti. Ordu, süvari ve piyade birlikleri çoğaldı, mallarının ortakları ve kendisini ortak kılan kimselerin çocukları oldular. Böylece bidatler ile amel edildiği gibi kitap ve sünnet bırakıldı. Ama Allah’ın veli kulları hücceti dile getirdiler, Allah’ın kitabına ve hikmete sarıldılar. Bu yüzden de hakkın takipçileri ile batıla uyanlar birbirinden ayrıldı. Hidayet ehli birbirini yalnız bıraktılar, birbirinin yardımına koşmadılar. Ama sapıklık ve delalet ehli kimseler birbiriyle yardımlaştılar. Sonunda cemaatleri falan kimseyi de kapsadı. Bu desiseyi iyi tanı. Soylu olan diğer grubu ise basiret gözüyle tanı, onların takipçisi ol, onlardan ayrılma ki kendi ehline katılasın. Zira ki hakikatte yenilenler, kendisini ve ehlini kıyamet gününde hüsrana uğratanlardır. Şüphesiz ki bu da apaçık bir hüsrandır.”
Şeyh Kuleyni (r.a) şöyle diyor: “Hüseyin’in rivayeti de işte burada sona ermektedir. Ama Muhammed b. Yahya’nın rivayetinde İmam’ın mektubu şöyle devam etmektedir: “Bu hak ehli yolu tanımaktadır. O halde eğer onları sıkıntıda görürsen ona bakma (onların mazlumiyeti hak olduklarının delilidir.) Zira her ne kadar zulüm ve zalimlerin saygısızlığına düçar olmasalar da ve her ne kadar sıkıntılar ve belalar içinde yaşıyor olsalar da, er, geç bütün bunlar bitecek, huzur ve rahatlığa dönüşecektir. Bil ki güvenilir kardeşler birbirileri için stokturlar. Zira eğer şüphelerin tahrifine düşmekten ve seni kaybetmekten korkmasaydım şüphesiz örttüğüm hakikatlerin aynasını senin için aşikar kılardım ve gizlediğim marifetleri sana gösterirdim. Ama ben senin hakkında korkuyorum (ve takiyye ediyorum). Seni korumayı istiyorum. Korkması gereken yerde korkmayan kimse, halim değildir. Halim olmak ise müminin elbisesidir. O halde asla onu soyma. Ve’s-Selam.”[9]
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Mü’min, Allah’tan olan bir başarıya, nefsinden olan bir öğütçüye ve nasihatçının da nasihatını kabul etmeye muhtaçtır.”[10]İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kefil olduğu kimse nasıl zayi olabilir. Allah’ın talip olduğu kimse nasıl kaçabilir? Her kim Allah’tan başkasına yönelirse, Allah onu kendisine havale eder. Her kim de bilmeden bir işe kalkışırsa, bozgunculuğu düzeltmesinden daha çok olur. Kalbiyle Allah’a yönelmek, insanı amel vesilesiyle sıkıntıya düşürmekten daha çabuk hedefe ulaştırır. Her kim heva ve hevesine itaat ederse, düşmanını arzusuna ulaştırmış olur. Her kim güzel geçinmekten uzaklaşırsa, tatsız olaylar kendisine yaklaşır. Her kim giriş yollarını bilmezse, çıkış yolları kendisini sıkıntıya düşürür. Her kim denemeden önce güvenirse yokluğa, sıkıntı ve sona maruz kalır. Her kim sebebsiz yere birini kınarsa, ayıbı olmadığı halde kınanır. Her kim şehvet merkebine binerse, baş aşağı düştüğünde Allah elinden tutmaz ve onu kaldırmaz. Allah’a itimat etmek, her pahalı ve değerli şeyin kıymetidir ve her yüceliğe çıkmanın merdivenidir. Kötü ve şerli kimselerle oturup kalkmaktan sakın. Zira böyle bir şahıs, kınından çekilmiş bir kılıç gibi güzel görünümlü ama kötü yaralayıcıdır. İşlerinde düşünerek hareket et ki hedefine ulaşasın veya ona yakın olasın. Allah’ın kaza ve taktiri nazil olunca (insana) yer daralır, hıyanetkarların emini olmak, insana hıyanetkar olması için yeterlidir. Müminin izzeti insanlardan ihtiyaçsız olmasındadır, şükrü edilmeyen her nimet, bağışlanmayan bir günah gibidir. Zulmün hoşnut ettiği kimsenin gazabı, sana zarar vermez. Kardeşinin iyi niyetine razı olmayan kimse, onun bağış ve ihsanına da razı olmaz.”[11]
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala’ya itimat etmek her değerli şeyin pahasıdır ve her yüce şeye ulaşmanın merdivenidir.”[12]
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Allah’tan gayrisine yönelirse Allah onu kendisine (o kimseye) havale eder.”[13]
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhtiyaçlar ricayla istenir ve ilahi kaza ile iner. Afiyet ise en iyi bağıştır.”[14]
İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
“Faziletler dört çeşittir: Birincisi, kıvamı düşünce olan hikmettir, ikincisi, kıvamı şehvet olan iffettir. Üçüncüsü kıvamı gazap olan kudrettir. Ve dördüncüsü kıvamı nefsani güçlerin itidali olan adalettir.”[15]İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her ümmet semavi kitabını terk edip bir kenara itince Allah onlardan onun ilmini aldı. Her ümmet düşmanlarını dost ve veli edindiğinde ise Allah o düşmanlarına velayet ve hükümet imkanını verdi. Kitabı bir kenara itmek, harf ve kelimelerini ikame ettikleri halde anlamlarını tahrif etmeleri, kitabı okuyup rivayet ettikleri halde, riayet etmemeleri ve amel etmemeleri anlamındadır. Cahiller onu iyi okudukları ve ezberledikleri için sevinirler, alimler ise ona riayet etmedikleri ve kendisiyle amel etmedikleri sebebiyle üzülürler.”[16]
---------------------------------------------------------------------------------
[1] Tenbih’ul Hevatir, 2/109
[2] A’lam’ud Din, 309
[3] A’lam’ud Din, 309
4] Burada Yunus’a (a.s) işaret edilmektir. İtaatsizlikten maksadı ise , kavmine gazaplanması ve rabbinin izni olmaksızın onlardan kaçmasıdır. Rivayet edildiği üzere Yunus (a.s) kavmine azap vaad edince , Allah dışarı çıkmasını emretmeden önce kavminden ayrıldı. Söylemek gerekir ki buradaki isyan ve itaatsizlik de mutlak en üstün ve en evla olan bir işi terk etmek anlamındadır. Zira burada henüz Allah’tan bir emir gelmemiştir ve sonuç olarak da Yunus bunu yapmamak suretiyle , isyan etmiş sayılmazdı. Hakeza bir işten sakındırma da yoktu ki netice olarak onu istemekle rabbe muhalefet edilmiş olsun. Dolayısıyla isyan ve itaatsizlik kelimesinin itlakı mecazi ve evla ve en üstünü terk etmek anlamındadır. Bu iş Peygamberlerin kemal derecelerine kıyasen isyan ve itaatsizlik sayılmaktadır. (Kafi’nin dipnotundan naklen)
[5] Dünya hakkında cennet denilmesi Feyz’in (r. a) buyurduğu gibi belki de balığın karnıyla mukayesedir. (Kaynağın haşiyesinden naklen)
[6] İmam (a.s) kulları ve dünyanın debdebesine aldanan alimleri , ruhban ve ahbara (yahudi din adamlarına) teşbih etmesinin sebebi de ilim ve hakikati gizlemek , Allah’ın sözlerini tahrif etmek , haksız yere insanların malını yemek , onları Allah yolundan alıkoymak , ahireti dünyaya satmak idi. Nitekim ahbar ve ruhbanlar da böyleydiler. Kur’an bir çok yerde onları böyle anmıştır.
[7] Yöneticilerden maksat , padişahlar , halkı idare edenler ile onların zalim yardımcılarıdır.
[8] Necm suresi , 31. ayete işarettir.
[9] el-Kafi , 8/52-55
[10] Tuhef'ul-Ukul , 457
[11] ed-Durret’ul-Bahire , 39
[12] a. g. e. 78/364/5
[13] ed-Durret’ul-Bahire , 39
[14] A’lam’ud-Din, 309
[15] Keşf’ul Gumme, 3/138
[16] el-Kafi, 8/53/16