Himmet SOHRAPPUR
Bu bölümde Allah’ın lütfüyle ilâhî aşkın manevî etkilerine değineceğiz. Hepimiz biliyoruz ki aşk, sevginin zirvesi, yüksek ve heyecanlı derecesidir. Aynı zamanda ender bulunan bir kimya (iksir) konumunda olup alçak bir varlıktan yüce bir kişilik yarattığı, insanın bakır varlığını altın kemaline dönüştürdüğü için çok olumlu etkileri vardır. Bu etkiler ise başlıca şunlardan ibarettir:
1- Ruhta Zarafet ve İncelik
İlâhî aşkın ışıldamasıyla insanın ruhu katılık zulmetinden kurtulur ve ruh bahar gibi zarifleşir. İnsanın kalbinde safa, samimiyet ve tek renkli olmak gülleri biter ve şefkat tozu kalplerin boşluğuna dağılır; güzellikler seher vakitleri esen hafif rüzgar gibi ruhunun sahrasında esmeye başlar. Çünkü bu durumda ruhunun sedefi, ilâhî aşk cevherinden boş olan kimsenin tam aksine ilâhî bir renk bulur ve ruhunda ilâhî sevgi meşalesi yanar.
Her kimde olmazsa aşktan eser
Nur bağışından umudun keser
Parçalar tümlere yönelirler
Bülbüllerse güle aşk beslerler
Hakk’ın aşkının havasında raks ederler
Dolunay gibi eksiksiz cilve ederler
Damla, damladır; fakat denize ulaştığında yücelik kazanır ve artık damla olmaktan çıkar ve denizde fani oluverir. İnsanın yüce ruhu da, ilâhî aşk okyanusuna ulaşınca, yüceliverir ve varlığının zerresi aşk güneşine ulaşınca, aleme ışıldayan bir ay gibi yücelik kazanır.
Zerreden düşük değilsin; alçalma; sevgi besle
Ta ki güneşin halvetgâhına ulaşasın dönerek
2- Esrarı İdrak Etmek
İlâhî aşk nuru, salikin kalbine ışıldayıp Hakk’ın aşkının cazibesi kalp aynasını parlattığı zaman, insanın ruhu ilâhî sırlara ve rabbanî gerçeklere vakıf olur.
Hak kadehi içen arifler
Sırları bilip gizlediler
Öğrenenler Hakk’ın sırlarını
Mühürleyip diktiler ağızlarını
Evet, maarif ve esrar çeşmesi yalnız aşıkların gönlünden kaynar; ilham ve işrak sahiline ise ancak ilâhî sevgi deryası yoluyla ulaşmak mümkündür.
Kalp gözünü aç ki canı göresin
Âlemde görülmez şeyleri göresin
Yönel aşk iklimine ki
Tüm afakı gülistan göresin
Neyin varsa aşka verirsen
Kâfirim eğer ziyan göresin
Can ver ki aşk ateşine
Aşkı canın kimyası göresin.[1]
Ariflerden olan İzzeddin Nesefî, ilâhî aşkla hakikatleri idrak etmek hakkında şöyle diyor:
“Salik aşk mertebesine ulaşıp aşk ateşiyle yanacak olursa tertemiz, saf ve sade olur; son derece sade olan ceberut ehliyle bağlantı kurar. Salikin gönül aynası ceberut ehliyle münasebet sağlarsa, ceberut âleminden haberdar olur, böylece ceberut âleminden bu âlem için gelen her şeyden bu âleme ulaşmadan önce haberdar olur; bu durumda diğerlerinin uykuda gördüğü şeyi o uyanıkken görür.”[2]
Varsa yar aşkından sende bir haber
Can ver de cananı görüver
Aşk, dalgası görünmeyen bir deryadır
Deryanın suyu ateş ve dalgası cevher
Cevheri esrar ve onun her tarafı
Saliki manaya doğru götürüverir
Aşk olmadıkça varlık âleminin bülbülünün dilber şarkısına tanık olunamaz ve sırlar güneşinin nurları sadece aşkla ışıldar ve insan anlaması gerekeni anlar ve görmesi gerekeni görüverir.
Sonunda çekişmeler arasında beni
Aşkının cezbesi çekti kendine
Işıldadı aşkın nurları kalbime
Oldu vakıf ruhuma, aşkın sırları ayan
Yine gördüm aşk ve zevkin kemalinden
Dünyanın tüm zerreleri yukarıdan, aşağıdan
Kemalden dolayı söyler Mensur gibi
Açıkça Ene’l-Hak feryadını her biri
Büyük arif, Attar Nişaburî, Makamatu’t-Tuyur adlı eserinde yürekleri yakan aşkın, hakikatleri idrak edebileceğine ve ilâhî sırları anlayabileceğine inanmaktadır. Bülbülün kıssasında, kendisine bir mahrem ve bir aşina göremediği için sırlarını açmayan, hiç kimseye sırlarını söylemeyen Attar, aşkı olağan üstü bir güç bilmekte ve onu şöyle tavsif etmektedir.:
Geldi mest mest bülbül-i şeyda
Aşkın kemalinden ne yoktur, ne hüveyda.
Vardı her bin şarkıda bir manası
Her anlamda da âlem dolusu sırları.
Dedi ki: Bende son buldu aşkın esrarı
Her gece söylediğim aşkın tekrarı.
Davut gibi işler ters düşmemiş ey yar
Ta ki aşk Zebur’un okuyayım zar zar.
Neyde ki sır ve hüzün sözümdür benim
Pençesindeki sırrımın nâlesidir benim.
Gülistandaki heyecan bendendir
Aşıkların kalbindeki tufan bendendir.
Zorlar ise aşk benim ruhumu
Derya gibi dalgalandırır ruhumu.
Kim gördüyse nurumu aklı kayboldu
Her ne kadar uyanık geldiyse de mest oldu.
Uzun yıl boyunca görmeyince bir mahrem
Kapanırım içime, kimseye sır söylemem her dem
Evet, marifet ve manalar meclisinde, aşk tatlı bir şaraptır ve aşkın nuruyla aydınlanan bir ruh, dünyayı gösteren keşifler kadehi olur ve soyut âlemden gelen her şeyin resmi aşık olan arifin kalbine yansır.
3- Hakk’ın Cilvelerine Sevgi Duymak
İlâhî aşkın etkilerinden biri de, sevgi besleyen kişi Allah Teala’nın tüm mazhar ve cilvelerine ilgi duyar ve sevgilinin bütün nişanelerine sevgi besler. Mecnun’un, Leyla’nın mahallesinde bir köpeği görünce onun etrafında dönüp onu seyrettiği meşhurdur.
Arif ve aşık-ı şeyda da her şeyi Hakk’ın cilvesi olarak bilmekte ve bütün varlıklarda maşukunun cemalini görmektedir. Çünkü Hak Teala’nın zatı her şeye tecelli etmiştir ve varlık nurlarının ışınları onun zatının güneşinden kaynaklanmış ve mahiyetlerin dalgaları O’nun varlık deryasından harekete geçmiştir.
Ay yüzlü güzellerin yüzünde senin nurunu gördüm
Cevherin dudağında senin sözünün yağmurunu gördüm.
Mescitte, meyhanede seni ararım
Kâbe’de, puthanede senin nurunu gördüm.
Nereye gidersem inlerim bülbül-ü şeyda gibi
Baştanbaşa âlemi senin gülzarın gördüm.[3]
Aşık insanın dünyevî hayatı da neşe ve sevinç içinde geçer; çünkü dünyayı Sevgili’nin cilvesi görür ve hâl diliyle:
Neşeliyim ben bu dünyada, çünkü dünya neşelidir O’ndan
Aşığım bütün dünyaya, çünkü bütün dünya O’ndandır.
Seherlerde ganimet bil ey yar İsa nefesini
Ki çünkü ölü kalbi diriltecek bu nefes O’ndandır.[4]
Gönül evinde ilâhî aşk alevi yükselen, ilâhî aşk bulutu ruhunun zeminine gölge salan ve ruhunun şeceresinde Allah Teala’nın sevgi meyvesi yeşeren kimse, âlemi Hak Teala’nın cemalinin mazharı görür ve böylece tabiata, varlık sistemine, Allah’ın velilerine ve temiz kişilere karşı aşk besler.
Hayal âleminin nakşını görüyorum
Hayalimde o cemali görüyorum
Bütün âlem aşkın mazharı olduğundan
Her şeyi kemale ermiş görüyorum.
Ben divaneliği ve aşık olmayı
Gönlümden çıkarmayı muhal görüyorum
Bakınca Allah’ın nimetlerine
Zu’l-Celal’in cemalini görüyorum.
Evet; ilâhî aşk kaynağına ulaşan ve onun berrak suyundan bir kadeh içen bir kişi vahdet-i şühuda ulaşır ve kesretin/çoğulluğun müstakil olduğunu haykıran davulun içini boş görüverir.
Aşk gösterirse açıkça çehresini
Cihanın aynasında gösterir kendisini
Bu ayna, hakikatin çehresini
Her zaman bedava gösterir sana.
4- Zorlukların Kolaylaşması
Allah’ın yüce kurb/yakınlık makamının zirvesine ulaşmanın sırrı, dönemeçlerden geçmek, baskı ve zorluklara tahammül etmek ve tatsızlıklar karşısında sabretmektir. Buna ise bütün zorlukları kolaylaştıran şevk ve istek olmaksızın ulaşılmaz. Hazret-i Hakk’ın sevdalılarının, zorlukların üzerine gitmesine ve esasen sıkıntıları hissetmemelerine neden olan, işte bu ilâhî aşk ateşidir. İnsanın kendi çocuğunu kurban etmeye rıza göstermesi, kolay bir şey değildir; fakat bu iş, kalbi ilâhî aşkla dolan Halilu’r-Rahman için kolaydır. Nitekim candan geçmek de kolay bir şey değildir; fakat şehitler için bu iş baldan tatlıdır. İşte bu, ancak ilâhî aşkın yoğunluğundan kaynaklanmaktadır.
Senin derdin bana derman gibidir
Senin için gam çekmek merhem gibidir.
Aşkın kadehinden mest olduğumdan
Hicranın da bana vuslat gibidir.
Aşk belâsına gönül kaptırdığımdan beri
Bütün zorluklar da bana kolaylık gibidir.
Mevlâna diyor ki: Aşıklar ister gamlı olsunlar, ister mutlu, her durumda O’nu görürler. Gözünde maşuktan başkası olan bir aşığın aşkına aşk söylenemez; onun bu aşkı ancak hercaî bir sevdadır.
Aşıklara mutluluk ve gamdır o
Hizmetin ücreti ve ödülüdür o.
Maşuktan başkası seyredilirse
Aşk değil, boş bir sevdadır o.
Aşk, aşığın kalbindeki gam tufanını huzur ve mutluluğa dönüştüren bir iksirdir:
Ab-ı hayattır sevgilimin mahallesinin toprağı bana
Dünya mutluysa eğer, ben ve yare olan sevdanın yüzündendir.
Îlahî aşk gücüyle dağ gibi hadiseler ufalanır ve yıkılmaz gibi görünenler tüm azametlerine rağmen aşkın karşısında dize gelirler.
Aşk kaynatır denizi kazan gibi
Aşk ufalar dağları, yapar kum gibi
Aşk yarar âlemde yüzlerce yarık
Aşk titretir yeryüzünü bir deprem gibi.[5]
Aşkın bereketiyle “zorluklar” sözcüğü, aşığın sözlüğünden silinir ve sıkıntılardan şikâyet edilmez.
Aşk oyuncak değil, hikâye değil
Aşık olma yolunda şikâyet reva değil
Kimin ruhunda, kalbinde yoksa bir aşk
Kalbinde, ruhunda hidayet mevcut değil
O hâlde salik, dönemeçlerden ve maksudunun Kâbe’si yolunda deve dikenlerinden geçmek istiyorsa, ruhunda ilâhî aşk ateşini mümkün oldukça fazla alevlendirmelidir.
5- Likaullah Şevki
İlâhî aşk ve sevginin etkilerinden biri de, likaullaha/Allah ile görüşmeye, O’nu görmeye iştiyak duymaktır. Sevgili ve aşığın maşuk ve mahbubunu görmeyi isteyişi, kesin bir ilkedir. Likaullaha kavuşmak için ölümden başka bir yol olmadığına göre, insan sadece ölüm merdiveniyle likaullah derecesine ulaşabileceğinden aşık olan kişi Hazret-i Hakk’ı mülakat etmek için ölmeyi diler. İşte bu nedenle Kur’ân-ı Kerim yalan yere Allah Teala’yı sevdiklerini iddia eden Yahudilere buyuruyor ki:
“Eğer siz, insanlardan ayrı olarak yalnızca sizlerin gerçekten Allah’ın velileri olduğunuzu öne sürüyorsanız, şu hâlde ölümü temenni edin; eğer doğru sözlü iseniz.”[6]
Aşığın ruhundan gam tükenmez
Canı oldukça candan acısı gitmez
Aşıkta cıva özelliği var
Öldürülmedikçe aşıkın ıstırabı bitmez.
Müminlerin emiri Hz. Ali (a.s) sabırsızca likaullahı dileyen takva sahiplerinin vasfında şöyle buyuruyor:
“Allah’ın kendilerine yazmış olduğu ecel olmasaydı, bir an bile ruhları bedenlerinde kalmazdı.”[7]
Gözümde uyku yerine su var benim
Seni görmeye ziyade şevkim var benim
Derler ki, uyu ki uykuda göresin yari
Ey gafiller, neyime uyku benim?!
Azrail, Hz. İbrahim’in (a.s) canını almaya geldiği zaman Hz. İbrahim (a.s) ona dedi ki: “Bir dostun, dostun canını aldığını gördün mü hiç?” O sırada Allah Teala’dan şöyle hitap edildi ona: “Bir sevgilinin, sevgilisini mülakat etmekten çekindiğini gördün mü hiç?” Bunun üzerine Hz. İbrahim (a.s), “Ey ölüm meleği! Şimdi canımı al benim!” dedi.[8]
Evet, aklı başından gitmiş aşığın hâl dili böyledir:
Sevgiliyi görme şevki canıma ateş saldı
Ey devem, acele et, artık sabrım tükendi
Ey kafile başı, sürekli bitiştiriver
Akşamı sabaha, sabahı akşama.[9]
Şunu da unutmamak gerekir ki, ölümden kaçış; insanın mal, şehvet ve lezzetlere gönül verdiği için likaullaha ulaşmayı istememesi nedeniyle kınanmıştır; yoksa ölmek istemeyen herkesin Allah’ın sevgililerinden olmadığı söylenemez. Çünkü, bazen ölümden kaçmanın diğer nedenleri de olabilir. Örneğin Allah Teala’yla mülakat istidadını daha fazla artırmak için olabilir; yani kendisini daha fazla temizlemek, kendini hazırlamak ve mülakat vesilelerini oluşturmak için dünyada kalmayı isteyebilir.
6- Allah’ı Dilemek
Allah için Allah’ı dilemek ve Allah’ı sevmek, ilâhî aşkın etkilerinden biridir. Eğer insan Allah Teala’yı O’nun ihsanı ve nimetleri için isterse, gerçekte Allah’ı değil, kendisine bahşedilen nimetleri istemiş olur ve böylece bencillik vadisine düşmüş olur.
Dost edinmekten, dostun ihsanıysa hedefin
Sen dostun değil, kendinin tutsağısın.
Allah velileri ve Hz. Hakk’ın dostları Allah’ı Allah için isterler, başka bir şey için değil; bu durumda hatta maşuklarının kokusunu taşımayan cenneti bile talep etmez ve şöyle derler:
Ey saki, ver bir kadeh o manevî şaraptan
Ta ki bir an kurtulayım bu cismanî hicaptan
Biz sevgiliden başkasını dilemeyiz maşuktan
Al huriler senin olsun, cennet de senin
Bayındırlaştır gönül evimizi kereminle
Gönül evim virane olmaya yönlenmeden.[10]
Aşıkların cenneti maşukun rızasıdır ki, “Allah’ın rızası daha büyüktür.” Her ne kadar aşıkları cennetin yüksek derecesine götürseler de, aşkın tadını alan kimse cennet kendisinin olsa da cenneti düşünmez. Çünkü, “Yüz gelirse bize, doksana da sahibiz.”
Merhum Feyz-i Kaşanî şöyle diyor:
Her kime gelirse aşkın lezzeti
Ayıptır cennetten bahsetmesi
Gülistandır diğerlerinin cenneti
Bizim cennetimiz ise maşukun çehresi
Dumandır; ateştir gamsızların cehennemi
Yardan ayrılıktır aşıkların cehennemi
Canan’ın aşkıdır Feyz’in cenneti
Gözyaşından akar “altından nehirleri”
Evet, yeryüzünün servetlerini ve bu âlemin tüm nimetlerini gerçek aşığa verecek olsalar yine de o, Hak ve Hakk’ın aşkından başka bir şeyi istemez; tüm bunları Hak için ister; fakat Hakk’ı bunlar için istemez.
7- Maşukla Halvet Etmek
Maşukla halvet etmek, ilâhî aşkın diğer manevî etkilerindendir. Maşukun sevgisi aşıkın ruhuna gölge salınca ve aşıkın kalbinde aşk çeşmesi kaynamaya başlayınca, en güzel durum maşukuyla halvet etmesi, onunla konuşmasıdır. Onun için bundan daha büyük bir lezzet yoktur. İşte bu nedenle maşukuyla halvet etmekten mutlu olmayan bir kimse, aşkında samimi ve sevgisinde halis değildir.
Attar Nişaburî, Mantıku’t-Tayr adlı eserinde bu konuda şiir diliyle şöyle bir hikâyeye yer vermektedir:
Bir aşık, divaneydi aşırı aşktan
Bir mezarın üzerinde uyumuştu ağlamaktan
Gidip başının üzerinde durdu maşuku
Kendisinden geçmişti aşık, uyumuştu
Bir kâğıda bir yazı yazıp durdu
Onu aşıkın koluna bağlayıp kayboldu
Aşık uyanınca uykudan
Yazıyı okuyup ağladı kan
Şöyle yazmıştı: Ey sessiz adam!
Uyan, eğer iyi bir alıcıysan
Ama eğer zahit isen, gece uyan
Kulluk et sabaha kadar, kul ol.
Ama eğer gerçekten aşık isen utan
Ne işi var aşıkın gözlerinde uykunun
Aşık adam rüzgarı izler gündüz
Geceyse yanarak mehtabı izler
Çünkü ne “bu”sun ve ne de “o” ey nursuz!
Bahsetme yalan yere bizim aşkımızdan
Eğer uyumazsa aşık kefende
Aşık derim ona, fakat kendine
Sen aşk yurduna cehaletle geldin
İyi uykular sana, ehil olmadan geldin.
Aşıklar geceleri uyumazlar ve gece boyu yanar, yakılırlar ve değerli ömürlerini şehvetlerine, yiyip içmeye harcamazlar.
Aşıklara geceleyin sabaha kadar oturmak yazıldı
Yemezler, uyumazlar, gönül eğlendirmezler.
Eğer şehvetin esiriysen sen, etme aşıklık iddiası
Halvete kapat kendini, şehvetini yok et
Aşık olmakla şehvet birleşir mi hiç?
Yüce kişiyle aşağılık hayvan bir arada yemek yer mi hiç?
Bir hadiste Allah Teala’nın şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Gecenin karanlığı kendisini kapsayınca uyuyup beni anmaktan gafil olan ve buna rağmen beni sevdiğini iddia eden kimse yalan söylüyor; acaba sevgili maşukuyla halvet etmeyi sevmez mi?!!”[11]
Gece kuşuna müjdeler olsun aşk yolunda
Geceleri uyanık kalıp inleyenlerin sesi hoştur dosta.
Bu bölümde ilâhî aşkın etkileri konusunda anlattıklarımız harmandan bir tane, denizden bir damladır. İlâhî aşkın kesinlikle çok sayıda diğer etkileri de vardır; fakat burada onlara değinmek istemiyoruz.
Burada, Fahrettin Irakî’den ilâhî aşkın rol ve etkilerini açıklayan bir şiirle bu bölümü bitiriyoruz:
Aşk bir heyecan saldı içimize
Bıraktı canımızı sevda kafesine
Başladı dilberlerin hikâyesine
Bıraktı birçok arzu, şeyda gönülde
İlâhî aşk kaynağından düştü bir yudum toprağa
Yarattı bir hareket Adem ve Havva’da
Keşfetti badenin esrarından bir sır
Döktü mestlerin bütün sırrını sahraya
Mecnun’un aklını Leyla’nın eline bıraktı
Vamak’ın canını Azra’nın lebine bıraktı
Sevdalıların kalbini ayaklandırmak için
Güzelin yüzüne fitne toprağı bıraktı
Bülbüllerin nağmesinin peşinden
Güzel güle renk verdi, koku bıraktı.
Fitne çıkardı, kafasında heyecan yarattı
Şehrimize basınca ayak
Gürültü patırtıdan boş bir yer buldu
Heyecan çıkardı da gidip orada sükunet buldu
Adımızı-şanımızı sildi, yok etti
Adımızı divane ve rezil bıraktı.
Irakî’yi bu yolda ham bulunca
Canını sevdanın ateşine bıraktı.