Ayetullah İBRAHİM EMİNÎ
Kemal yolunu katetmek ve yüksek makamlara erişmek kolay bir iş değildir. Bu yolda bir takım engeller vardır ki, kemale erişip yüksek makamlara ulaşmak isteyen insan onları bertaraf etmek için cihat etmelidir, aksi takdirde hedefine ulaşamaz.
Birinci Engel: LİYAKATSİZLİK
Allah'a doğru seyr ve süluk edip Allah'a yakınlık makamına ulaşmanın en büyük engeli bu makamı isteyen nefsin liyakatsizliğidir. Günah işleme sonucu bulanmış ve karanlık olan bir kalp ilâhî nurların parlayış merkezi olamaz. İnsanın kalbi günah sonucu Allah'tan uzaklaşırken kurb ve yakınlık makamına nasıl ulaşabilir?! Böyle bir kalp şeytanın komut verdiği yerdir. Öyleyse Allah'ın yakın melekleri ona nasıl inebilirler?!
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "İnsan günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta oluşur, günahından tövbe edecek olursa o siyah nokta kaybolur ve eğer günah işlemeğe devam edecek olursa siyah nokta bütün kalbi kaplayıncaya kadar yavaş yavaş büyür. Bu durumda o adam hiçbir zaman kurtuluşa erişemez."[1]
İmam Sadık (a.s) babası İmam Muhammed Bâkır'dan (a.s) şöyle naklediyor: "İnsanın kalbi için günahtan daha kötü bir şey yoktur; çünkü günah kalbe galip gelinceye kadar onunla savaşır ve neticede kalp terse döner."[2]
Günahkâr insanın kalbi terse dönük olup aksi yönde hareket eder. Böyle bir kalp yakınlık (kurb) makamına doğru hareket edip Allah'ın nur ve parıltılarını nasıl kabullenebilir?! Bu bakımdan iradesi olan insanın her şeyden önce nefsini günahlardan tezkiye edip temizlemesi, riyazet ve zikre ondan sonra başvurması farzdır. Aksi takdirde zikir ve ibadet etmeye çaba ve gayret göstermesi onu Allah'a yakınlaştırmaz.
İkinci Engel: DÜNYEVÎ BAĞLAR
Bu yoldaki engellerden biri de maddi bağlardır. Mal, servet, çoluk-çocuk, anne ve baba, kardeş, ilim ve hatta bilgi sevgisi bile insanı hareket, hicret ve süluktan alıkor.
Hissî (maddî) şeylerle ülfet kurup onlara gönül kaptıran bir kalp, onlardan el etek çekerek yüce aleme doğru nasıl seyredip yükselebilir? Dünyevî ve maddî işlerin yeri olan bir kalp ilâhî nurların parlayış yeri olabilir mi? Ayrıca hadislerden anlaşıldığı kadarıyla dünya sevgisi bütün günahların kaynağıdır ve günahkâr insan Allah'ın kurb makamına yükselemez.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Bütün günahların kaynağı, dünya sevgisidir."[3]
Hz. Resulullah'tan (s.a.a) şöyle naklediliyor: "Allah'a karşı işlenen günahlar altı şeyden kaynaklanır: Dünya sevgisi, makama düşkünlük, kadına düşkünlük, yemeğe düşkünlük, uykuya düşkünlük ve rahatlığa düşkünlük."[4]
İmam Sadık'tan (a.s) şöyle naklediliyor: "Kulun Allah'tan en uzak olduğu halleri, karnını doyurmaktan ve şehvetinin isteklerini temin etmekten başka bir hedefi olmadığı zamanlardır."[5]
Cabir şöyle naklediyor: İmam Bâkır'ın (a.s) huzuruna gittiğimde bana hitaben: "Ey Cabir! Vallahi ben hüzünlüyüm ve kalbimle uğraşıyorum." buyurdu. "Canım size feda olsun, neden hüzünlüsünüz ve niçin kalbinizle uğraşıyorsunuz?" dedim. Hazret şöyle buyurdu:
"Her kimin kalbine Allah'ın saf ve halis dini girerse, kalp Allah'tan gayrisinden boşalır. Ey Cabir! Dünya nedir ve ne değeri vardır? İnsanın yediği bir lokmadan, giydiği bir elbiseden veya evlendiği bir kadından başka bir şey midir? Ey Cabir! Müminler, dünyaya ve dünya hayatına itimat etmez ve ahiret alemine gitmekten kendilerini amanda görmezler (ahirete iman ederler). Ey Cabir! Ahiret ebedi bir yurttur; dünya ise ölüm yeri ve geçici bir yurttur. Ancak dünya ehli bundan gafildir. Düşünen, tefekkür eden ve ibret alanlar müminlerdir. Kulaklarına ulaşan şey onları Allah'ın zikrinden alıkoymaz dünya ziynetlerini görmek onları Allah'ın zikrinden gafil etmez. O halde bildikleri ahiret mükafatına kavuşurlar."[6]
Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: "İnsan yediği şeye itina edip, önemsedikçe imanın tadını tadamaz."[7]
Sâlik (süluk eden kimse), yüce makama doğru hicret ve hareket edebilmesi için bu düşkünlükleri kalbinden çıkarmalıdır. Dünya düşkünlüklerinin fikir ve zikirlerini kalbinden çıkarmalıdır ki, onların yerini Allah'ın zikri alsın.
Şunu da hatırlatalım ki, çirkin olup kınanan şey, dünyevi şeylere tutkun olmak ve onlara gönül vermektir; onların kendisi değil. Salik hayatını sürdürebilmesi için diğer insanlar gibi yemeğe, elbiseye, eve ve evlenmeye ihtiyacı olup onları temin etmek için çalışmak zorundadır. Neslinin devamı için evlenmek zorundadır. Sosyal hayatını idare etmek için sosyal bir sorumluluk üstlenmelidir; dolayısıyla kutlu İslâm dininde bunların hiçbiri kötülenmemiş, yerilmemiştir; tersine kurbet ve Allah'a yakınlık kastıyla olduğu takdirde bunların hepsi ibadet sayılıp, insanı Allah'a yaklaştırabilirler. Bunların kendileri de harekete, seyr ve süluka, Allah'ı anmaya engel değillerdir, hareket ve zikre engel olan şey bunlara düşkünlük ve gönül vermektir. Bunlar, insan hayatının hedefi olur da onun fikir ve zikrini meşgul edecek olursa, Allah'tan gaflet etmeye sebep olur. Paraya tapmak, kadınperestlik, makamperestlik ve ilme tapmak kötülenmiş ve kınanmış olup insanı seyr ve süluk etmekten alıkor; yoksa bizzat paranın, kadının, makam ve ilmin kendisi yerilmemiştir.
Hz. Resulullah (s.a.a), Hz. Ali (a.s), İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) ve diğer İmamlar da çalışıp Allah'ın nimetlerinden istifade ediyorlardı. İslâm'ın dünya ve ahiret için, dünyevî ve uhrevî işler için bir sınır tanımayışı onun meziyet ve üstünlüklerinden biridir.
Üçüncü Engel: NEFSİN İSTEKLERİNE UYMAK
Üçüncü engel, nefsanî eğilimler ve hevesleri izlemektir. Nefsanî eğilimler koyu dumanlar gibi gönül evini siyah ve karanlık ederler ve böyle bir kalbin ilâhî nurların parlamasına layık bir makam olmadığı ortadadır. Heves ve istekler devamlı kalbi sağa sola çeker ve Rabbiyle halvet edip dost olması için ona fırsat vermezler. Gece gündüz nefsanî istekleri doyurmaya ve onları tatmin etmeye çalışan bir nefis dünyadan hicret ederek Allah'ın kutlu kapısına yükselebilir mi?
Allah-u Tealâ Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "İstek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın yolundan saptırır."[8]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: "Halkın en cesuru, nefsinin isteklerine galip gelenidir."[9]
Dördüncü Engel: ÇOK YEMEK
Zikir ve Allah'ı anmanın engellerinden biri de aşırı yemek ve boğazına düşkün olmaktır. Güzel ve lezzetli yemekler hazırlamak ve karnını türlü yemeklerle doldurmak için gece gündüz çaba harcayan bir kimse Rabbiyle nasıl halvet edebilir ve onunla nasıl dostluk kurup ona raz-u niyaz edip yakarabilir?!
İnsan yemekle dolu mideyle ibadet ve dua için manevi bir hal nasıl bulabilir? Zevki yemek ve içmekte bulan kimse dua, Allah'a yakarma ve münacatın tadını nasıl alabilir? Evet, İslâm fazla yemek yemeyi yermiştir.
Hz. Ali (a.s), Ebu Basir'e şöyle buyurmuştur: "Çok yemek ve oburluk sonucu miden isyan eder. İnsanın Allah'a en yakın hali midesinin boş olduğu zamandır ve onun Allah'tan uzak olduğu en kötü hali ise midesi dolu olduğu zamandır."[10]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Allah-u Tealâ oburluğu yermiştir."[11]
Resulullah (s.a.a)'den şöyle naklediliyor: "Oburluk etmeyin, aksi takdirde kalbinizden marifet nuru söner."[12]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Müminin kalbi için (manevi durumu için) aşırı yemekten daha zararlı bir şey yoktur. Aşırı yemek kalp kasavetine (katılaşmasına) ve şehveti tahrik etmeye sebep olur; açlık ise müminin coşkusu, ruhun gıdası, kalbin yemeği ve vücudun sağılığıdır."[13]
Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki: "Allah-u Tealâ kulunun salâh ve hayrını istediği zaman ona az konuşmayı, az yemeyi ve az uyumayı ilham eder."[14]
Yine Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor: "Açlık, nefsi kontrol etmek ve onun alışkanlıklarını bertaraf etmek için en iyi yardımcıdır."[15]
Hz. Ali (a.s) Miraç Gecesi'nde Allah-u Tealâ'nın Resulullah'a (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakleder: "Ey Ahmed! Keşke açlık, sükut ve halvetin tadını ve bunların sonuçlarını tatsaydın!" Hz. Resulullah (s.a.a) "Rabbim! Açlığın faydası nedir?" dedi. Allah-u Tealâ şöyle buyurdu: "Hikmet, kalbi koruma, bana yaklaşma, devamlı hüzün, aşırı harcamamak, hak söz, iyi ve dar günden korkmamaktır."[16]
Evet, sâlikin de diğer insanlar gibi hayatını sürdürmek ve ibadet gücüne sahip olmak için yemeye ihtiyacı vardır. Ancak sâlik vücudunun ihtiyaçlarını giderecek miktarda yemek yemeli ve aşırı yemekten gerçekten sakınmalıdır. Çünkü aşırı yemek ve oburluk uyuşukluğa, gevşekliğe, ibadete meyilsizliğe, kalbin katılaşmasına ve Allah'ı anmaktan gaflete sebep olur. Tam aksine az yemek ve açlık hafifliğe, ibadet ve Allah'a teveccüh etmeye hazırlıklı olmaya sebep olur. İnsan aç olduğu zaman dolu mideyle sahip olamayacağı ruh sefasına, nuraniyete ve iyi bir hale sahip olur. Dolayısıyla sâlikin, vücudunun ihtiyaç duyduğu kadarıyla yemek yemesi gerekmektedir; bilhassa zikir, dua ve ibadet ettiği zamanlar aç olmalıdır.
Beşinci Engel: GEREKSİZ KONUŞMALAR
Sâliki hareket etmekten ve hedefine ulaşmaktan alıkoyan, teveccüh ve kalp huzuruna engel olan şeylerden biri de faydasız ve gereksiz konuşmalardır. Allah-u Tealâ insana ihtiyacını gidersin diye konuşma gücü vermiştir. Gereği kadar konuştuğu taktirde bu büyük nimetten doğru yararlanmış olur. Ancak boş ve gereksiz şeyler konuşursa bu büyük ilâhî nimeti zayi etmiş olur. Ayrıca aşırı derecede fazla ve dağınık şeyler konuşursa zihni ve düşünceleri dağılır, perişan olur ve Allah-u Tealâ'ya kamilen teveccüh edemez, kalp huzuru bulamaz. Dolayısıyla hadislerde faydasız ve gereğinden fazla konuşmak yerilmiştir. İşte bir kaç örnek:
Hz. Resulullah (s.a.a) şöyle buyuruyor: "Allah'ın zikri dışında aşırı derecede fazla konuşmaktan sakınınız. Zira çok konuşmak Allah'ın zikri dışında kalbin katılaşmasına sebep olur ve Allah'tan en uzak olan kimse ise kalbi katılaşmış olandır."[17]
Hz. Ali'den (a.s) şöyle naklediliyor: "Dilini koru ve sözlerini say ki, hayır işler dışında sözlerin azalsın."[18]
Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: "Söz, yararlı, sağlıklı ve şahib olmak üzere üçe ayrılır. Yararlı söz ibadettir, sağlıklı söz Allah'ın sevdiği ve hoşnut olduğu sözdür. Şahib ise halk hakkında boş yere konuşan kimsedir."[19]
Resulullah (s.a.a) yine söyle buyuruyor: "Dilini koru; zira bu, nefsin için en iyi hediyedir. İnsan, imanın hakikatine dilini koruma dışında hiçbir şeyle ulaşamaz."[20]
İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Üç şey düşünce ve anlayışın nişanelerindendir: Sabır, ilim ve sükut. Sükut hikmet kapılarından bir kapıdır. Sükut etmek muhabbete sebep olup her hayrın rehberidir."[21]
Hz. Ali (a.s) buyuruyor ki: "Akıl kemale ulaşınca konuşma azalır."[22]
İmam Sadık'tan (a.s) şöyle naklediliyor: "Hiçbir ibadet sükut etmekten ve yaya olarak Beytullah'a gitmekten daha faziletli değildir."[23]
Resulullah (s.a.a) Ebuzer'e şöyle buyurmuştur: "Sana uzun uzun sükut etmeyi tavsiye ediyorum. Zira bu vasıtayla şeytan senden uzaklaşır; doğrusu sükut dini korumak için iyi bir yardımcıdır."[24]
Her hâlükarda sâlikin dilini kamilen koruması ve ölçülü konuşması gerekmektedir, laubali olmaktan ve çok konuşmaktan kaçınmalıdır. Dünya işleri hakkında gereğinden fazla konuşmayıp onun yerine dilini zikirle, duayla, ilmi ve faydalı sosyal meselelerle meşgul etmelidir.
Büyük üstad ve yüce arif Allâme Tabatabaî şöyle buyururdu: "Ben sükut etmekten değerli sonuçlar aldım, sefa ve nuraniyet bulmak için kırk gün Sükut edin, gerekmedikçe konuşmayın, düşünün ve zikirle meşgul olun."
Altıncı Engel: BENCİLLİK
Sâlik, bütün engelleri bertaraf edip, bütün merhalelerden geçtikten sonra "bencillik" adlı daha büyük bir engelle karşılaşır. Bütün amelleri, hareketleri ve hatta ibadetlerinin bile bencillikten kaynaklandığını yeni yeni anlamaya başlar. İbadet, zikir, dua, namaz ve orucu nefsini mükemmelleştirmek ve uhrevî mükafat içindir ki bunun da sonucu kendi nefsine dönmektedir. Böyle ibadetler insanı cennete ve uhrevî mükafata kavuştursa bile yüce zikir, şuhud ve yakınlık makamına ulaştırmazlar. Sâlik bencillik ve egoistlik makamından inmedikçe Allah'ın nuru kalbinde tecelli etmez; bencillik ve egoistlik makamından hicret etmedikçe Allah'ın kutlu kapısına ulaşamaz. Kendi nefsini ve şahsiyetini bırakmadıkça Allah-u Tealâ'nın eşsiz cemalini göremez. Bütün perdeleri hatta nefis perdesini bile yırtmadıkça kalbinde ilâhî nurların parlaması için liyakat bulamaz.
Bundan dolayı sâlikin riyazet ve cihat vasıtasıyla kendini bencillik çerçevesinden çıkarması, kendi nefsini sevmeyi "Allah'ı sevme"ye dönüştürmesi ve bütün işlerini sadece Allah'ın rızası için yapması gerekmektedir. Yemek yiyorsa Allah-u Tealâ kendisinden hayatını sürdürmesini istediği için yemeli, ibadet ediyorsa Allah'ı ibadete ve tapınmaya layık gördüğü için ibadet etmeli. Böyle bir kişi ne dünyayı ister ve ne de ahireti, bilâkis sadece Allah'ı ister, hatta keşf ve kerameti bile istemez. Gerçek mabuttan başka istediği yoktur artık. Bu zor merhaleden de geçerse ve hatta kendi şahsiyet ve hüviyetini de kaybederse tevhit meydanına ayak basarak yüce Allah’a yakınlık ve şuhud makamına yükselip "oldukça kudretli, mülkünün sonu olmayan (Allah)ın yanında doğruluk makamındadırlar."[25] ayetinin kapsamına girebilirler.
Yedinci Engel: İRADE ZAAFI
Bu yolun büyük ve en önemli engellerinden biri de irade zaafı ve karar verme gücünün olmayışıdır. Bu engel insanı amelden alıkor. Şeytan ve nefs-i emmare (kötülüğe emreden nefis) ilk önce riyazet, seyr ve süluk konusunu küçük ve gereksiz göstermeye çalışır. İnsanı, teveccüh ve kalp huzuru olmaksızın zahiri vazifeleri yapmayla ikna etmeye çalışarak. Şöyle derler: "senin bu ibadetleri yapmaktan başka bir vazifen yok; kalp huzuru, teveccüh ve zikirle ne işin var?!" Ve eğer bir ara kalp huzuru edinmek, teveccüh ve zikir yapmayı irade ederse yüzlerce hile ve dalavereyle onu düşüncesinden vazgeçtirir ve bazen onu meyus ve ümitsiz edecek kadar konuyu onun gözünde zor gösterir.
Ancak irade sahibi olan insan şeytan ve nefs-i emmarenin vesveselerinin önünü almalı, ayetlere, hadislere, marifet ve ahlak kitaplarına müracaat ederek seyr ve sülukun, kalp huzuru edinmenin, zikir ve şuhudun değer ve gerekliliğine vakıf olmalıdır. Onun değerinin farkına varıp, ebedi saadetini onda görünce ciddi bir şekilde işe girişmeli, ümitsizliğe müsaade etmemeli ve kendi nefsine hitaben: "Zor olsa da gelecek saadetim ona bağlı olduğu için bu işe girişmek zorundayım." demelidir. Zira Allah-u Tealâ buyuruyor ki: "Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz."[26]
[1]- Bihar-ul Envar, c. 73, s. 327.
[2]- Bihar-ul Envar, c. 73, s. 312.
[3]- Bihar-ul Envar, c. 73, s. 90.
[4]- Bihar-ul Envar, c. 73, s. 94.
[5]- Bihar-ul Envar, c. 73, s. 18.
[6]- Bihar-ul Envar, c. 73, s. 36.
[7]- Bihar-ul Envar, c .73, s. 49.
[8]- Sâd/26.
[9]- Bihar-ul Envar, c. 70, s. 76.
[10]- Vesail-uş Şia, c. 16, s. 496.
[11]- Vesail-uş Şia, c. 16, s. 497.
[12]- Müstedrek-ul Vesail, c. 3, s. 81.
[13]- Müstedrek-ul Vesail, c. 3, s. 80.
[14]- Müstedrek-ul Vesail, c. 3, s. 81.
[15]- Müstedrek-ul Vesail, c. 3, s. 81.
[16]- Müstedrek-ul Vesail, c. 3, s. 82.
[17]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 281.
[18]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 281.
[19]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 289.
[20]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 298.
[21]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 294.
[22]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 290.
[23]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 278.
[24]- Bihar-ul Envar, c. 71, s. 279.
[25]- Kamer/55
[26]- Ankebut/69.