PLEASE_WAIT
Mekke’deki belirgin işaretlerden birisi, İbrahim makamıdır; zira orası İbrahim’in (a.s) durduğu bir makamdır. İbrahim makamının tefsir ve manası hakkında bazıları tüm haccın İbrahim makamı olduğu görüşündedir. Bir grup İbrahim makamının “Arafe”, Meş’aru’l-Haram” ve “üçlü cemerat” olduğuna inanmaktadır. Bazıları da tüm Mekke hareminin İbrahim makamı sayıldığı görüşünü taşımaktadır. Ama mevcut deliller ve ilgili ayetin zahirini göz önünde bulundurmayla, bilinen İbrahim makamının kastedildiği ve onun Kâbe yakınında bulunan bir nokta olduğu anlaşılmaktadır. Şimdi de İbrahim’in ayak izinin üzerinde bulunduğu özel bir taş orada yer almaktadır ve hacılar tavaf yaptıktan sonra onun ardından gitmekte ve tavaf namazı kılmaktadır. Nakledildiği üzere Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (a.s) Kabe’yi inşa ederlerken İbrahim elinin ulaşamadığı bir yere ulaşmak isteyince ayağı altına bir taş koyar ve kendisinin ağırlığı ayak altına yansır ve ayak izi taş üzerinde kalır. Yahut İbrahim, İsmail’e görmeye gidince İsmail’in eşi İbrahim’e şöyle der: Baş ve yüzünde toz ve toprağı almam ve yıkamam için başını aşağı ey. İbrahim sağ ayağını öne atar ve bir taşın üzerine koyar ve ayak izi o taşın üzerinde kalır. Elbette çok açık olduğu üzere bu mesele her ne şekilde gerçekleşmişse, Hz. İbrahim’in mucizelerinden biridir. Bu yüzden eğer bir olağanüstülük gözlemlenirse normal karşılanacaktır.
Mekke ve Mescidü’l-Haram çevresinde Allah’a tapma, tevhit ve maneviyat göstergeleri göze çarpmaktadır. Bu göstergelerin tarih boyunca bunları yıkmak isteyen güçlü düşmanlar karşısında süreklilik ve bekasını koruması bir mucize sayılmaktadır. İbrahim (a.s) gibi büyük bir peygamberden Zemzem, safa, merve, rükün, hatim, siyah taş, hicr-i İsmail gibi eserler kalmıştır ve bunların her biri geçmiş asır ve çağların mücessemleşmiş bir tarihi mesabesindedir. Bu açık göstergelerden birisi, İbrahim makamıdır. Makam iki ayak yerine söylenmektedir.[1] Kâbe’nin inşası veya hac merasiminin yapılması veyahut halkı bu büyük merasimi yapmaya davet etmek için İbrahim’in durduğu yer olması nedeniyle, ona İbrahim makamı denmiştir.[2] İbrahim makamının tefsir ve manası hakkında bir görüş bulunmamaktadır, bilakis değişik ve farklı sözler bulunmaktadır. Bu sözlerin bazılarına işaret ediyoruz.
A. Bazıları baştan sona tüm haccın (tüm amellerinin) İbrahim makamı olduğu görüşündedir.
B. Bir grup, İbrahim makamının haccın tümü olmadığı ve onun sadece Arafe, maş’aru’l-haram ve üç cemerattan ibaret olduğu görüşündedir.
C. Bazıları, tüm Mekke hareminin İbrahim makamı sayıldığı görüşündedir.
D. Her ne kadar zikredilen tüm bu hususlar Hz. İbrahim’in (a.s) özveri ve fedakârlıklarını hatırlatsa da sunduğumuz bu deliller ve ayetin zahirini göz önünde bulundurmayla, İbrahim makamının İbrahim’in bilinen makamı olduğu anlaşılmaktadır ve orası Kâbe yakınlarında bulunan ve şimdi İbrahim’in ayak izinin belirgin olduğu özel bir taştır. Hacılar tavaf yaptıktan sonra oranın yakınına gitmekte ve tavaf namazı kılmaktadır.[3] Muteber kitaplarda masum imamlardan (a.s) nakledilen rivayetler, son görüşe işaret etmektedir. Burada bu rivayetlerin bazılarına işaret ediyoruz. Kâfi’de İmam Sadık’tan (a.s) “onda apaçık ayetler vardır” ayetinin tefsiri hakkında şöyle zikredilmiştir: Bir şahıs bu apaçık ayetler nedir diye sorar. İmam şöyle buyurur: “Birisi, İbrahim’in üzerinde durduğu ve ayak izinin taşta kaldığı makam, diğeri siyah taş ve üçüncüsü ise hicr-i İsmail’dir.”[4] İbrahim Teyimi şöyle demektedir: İmam Sadık bana yaslandı ve şöyle buyurdu: “Ey İbrahim! Tavafın ecrini bilmek istiyor musun? Sana feda olayım evet diye cevap verdim. Buyurdu ki: Herkim Allah’ın evine marifetle gelir, yedi defa tavaf eder ve İbrahim makamında iki rekât namaz kılarsa, Yüce Allah ona on bin iyilik verir ve onu on bin derece yukarıya çıkarır…”[5] Bu iki rivayete dikkat edildiği takdirde İbrahim makamından kastedilen yerin hacıların tavaf ettikten sonra arkasında durduğu ve iki rekât tavaf namazı kıldığı meşhur makam olduğu anlaşılacaktır. Fahri Razi bu konuyu ispatlama doğrultusunda bir takım deliller öne sürmüştür ve biz onların bazılarına işaret ediyoruz.
1. Rivayet edildiği üzere Cabir tavafını tamamladıktan sonra makam tarafını doğru gitmiş ve "وَ اتَّخِذُوا مِنْ مَقامِ إِبْراهِیمَ مُصَلًّى" ayet-i şerifesini okumuştur. Bu, İbrahim makamının bilinen meşhur makam olduğuna delalet etmektedir.[6]
2. Bu ad halkın örfünde belirtilen mekâna özgüdür ve bunun delili de şudur: Eğer Mekke ehlinden bir kimse İbrahim makamını sorarsa, bu yeri kendisini göstermektedirler.
3. Hz. İbrahim’in ayağının bir taşta iz bırakması, Allah’ın birliği ve İbrahim’in mucizesinin en açık delillerindendir. Bu esas uyarınca, eğer bu taşı İbrahim’e özgü kılacak olursak (İbrahim makamı olarak değerlendirirsek), bu başka bir mekânı İbrahim’e özgü bilmemizden daha iyidir.
4. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İbrahim makamından kendiniz için ibadetgâh seçiniz.” Haremin hiçbir yerinde (makam olarak bilinen yer dışında) ibadete özgü özel bir yer bulunmamaktadır. O halde bu mekânı İbrahim makamı olarak kabul etmeliyiz.
5. İbrahim makamı, onun kalktığı yerdir ve rivayetler ile ispatlandığı üzere kendisi (bir görüşe göre) ayağını yıkarken bu taş üzerinde durmuştur. Lakin kendisinin başka bir yerde durduğu ispat edilmemiştir.[7]
Bundan dolayı, İbrahim makamı Hz. İbrahim’in (a.s) ayak izinin kaldığı taştır. Birçok rivayetin delalet ettiği üzere, Kâbe’nin duvarını yükseltmesi için Hz. İbrahim’in üzerinde durduğu asıl taşın şimdi makam olarak adlandırılan yerin altında defnedilmiştir ve İbrahim makamı tavaf yerinin kenarında ve bağlı tarafın karşısında yer almaktadır.[8]
------------
[1] İbn. Manzur, Lisanü’l-Arab, c. 12, s. 498.
[2] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 3, s. 15, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1374, h.ş, çap-ı evvel, az bir tasarrufla.
[3] Razi, Ebu Abdullah, Fahruddin Muhammed b. Ömer, Miftahü’l-Ğayb, c. 4, s. 44, Dar-ı İhyai’t-Turası’l-Arabi, çap-ı Beyrut, 1420, k, çap-ı sevvom; Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 1, s. 448, bazı eklemeler ve değişiklikler ile.
[4] Kuleyni, Kafi, c. 4, s. 223, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h.ş.
[5] Hilli, İbn. Fahd, İddetü’d-Dai, s. 192, Daru’l-Kütrübi’l-İslamiye, 1407 h.k.
[6] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharü’l-Envar, c. 21, 403, Müessesetü’l-Vefa, Beyrut-Lübnan, 1404 h.k; Sahih-i Müslim (Hac 147. Hadis), be nakl az İbn. Kesir Demeşki, İsmail b. Ömer, Tefsirü’l-Kur’ani’l-Azim, c. 1, s. 293, Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Menşurat-ı Muhammed Ali Beyzun, çap-ı Beyrut, 1419 k.
[7] Razi, Ebu Abdullah Fahruddin Muhammed b. Ömer, Miftahü’l-Ğayb, c. 4, s. 44.
[8] Tabatabai, Muhammed Hüseyin, tercüme-i el-Mizan, c. 3, s. 546, mütercim: Musevi Hemedani, Seyid Muhammed Bakır, Naşir: Defter-i İntişarat-ı İslamî Camia-i Müderrisin-i Hovze-i İlmiye-i Kum, Kum, 1374 h.ş, çap-ı pencom.