Ehlisünnet’in görüşünü dikkate alarak Şia fıkhına göre yolculukta namazı kasır etmek ruhsat mıdır yoksa vacip midir?

2014/02/24
Soru
Ehlisünnet’in görüşünü ve nisa suresinin 101. Ayetini dikkate alarak Şia fıkhına göre yolculukta namazı kasır etmek ruhsat mı yoksa vacip midir?

Kesin ve tartışmasız olan şu ki beş vakit namaz ilkin iki rekâtlı şeklinde teşri ve farz kılınmıştır.  Şunda da şüphe yok ki ikametgahta (haderde/ kendi memleketi ve vatanında) kılınan namazlara ikişer rekât izafe edilmiştir. Şu halde zihinlere takılan soru şu: Yolculukta kılınan namazlara da iki rekât izafe edilmiş midir yoksa izafe edilmemiş midir? İşte tartışma noktası olan yer şurasıdır.

Şia fakihleri bu bağlamda imamlardan (a.s.) gelen rivayetleri dikkate alarak peygamber (s.a.a.) döneminde namaz iki rekât şeklinde teşri olunduğu noktasında görüş birliğindedir. Mukim ve ikametgahında (haderde) kılınan namaza iki rekât izafe edildi ama yolculukta (ikametgahı dışında) kılınan namaza bir şey izafe edilmedi. Ama Ehlisünnet kanalından gelen rivayetlere göre ve fakihlerinin yolculuk namazı konusundaki görüşleri farklıdır. Onlardan bir kısmının görüşü Şia âlimlerinin görüşüyle aynıdır. Bir başka kısma göre ise yolcu, yolculuk esnasında namazını kasır etmek ile kâmil kılmak arasında muhayyerdir.

Ayrıntılı Cevap


 Sorunun cevabına geçmeden önce konuyla alakalı olan ayeti açıklayacağız daha sonra konuyu tahlil ve inceliyoruz.

Allah u Teâlâ kuranı kerimde şöyle buyuruyor: “Ve iza darabtüm fil erdi fe leyse aleyküm cünahun en taksuru mines salah,”.[1] Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit, namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur.

Akla gelen şu ki bu meselede ihtilafa neden olan temel unsur ayetteki “cenah” kelimesindeki farklı anlamalardır. Bu nedenle bu kelimenin ne anlama geldiğine değinmek gerekir. “cenah” kelimesinin lügatteki anlamı günahtır. Zira günah haktan sapmaktır.[2] Ayetteki “la cunahe” (günah yoktur) cümlesine dikkatle ehlisünnetten bir kısmı ruhsat (caiz) anlamını çıkarmış ve yolculukta namazı kasır etmenin caiz olduğunu savunmuş. Zira bu anlayışa göre kuranı kerim şöyle buyuruyor: “Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur”. Bu cümlenin tahyire delalet etmesi kasrın gerekliliğine delalet etmekten daha güçlüdür. Zira cenahı nefiy edilmesi hem vaciple uyumludur hem müstahap ve hem de mubahla. Belki de tercih olunanı (mecruh) ile daha fazla uyum içindedir.[3]

Ama vacipliğe delalet eden “la cunahe” kelimesinden istifade eden buna benzer ayete ve yolculukta namazın kasır edilmesinin vacip olduğuna delalet edip ehlisünnet ve Şia kanalından nakledilen rivayetlere dikkatle ayetten şu anlaşılıyor ki ayetin kendisi hükmün hangi türden (vacip, müstahap ve mekruh) olduğunu açıklama amacını taşımıyor. Bilakis kasır edilen namazı teşri ediyor amacını güdüyor. Buna binaen namazı kasır etmek ile kâmil kılmak arasında yolcu muhayyerdir şeklindeki hiçbir delalet bulunmamaktadır. Eğer kasrı terk etme konusunda ruhsatı ve izni olmuş olsaydı şöyle demeliydi: eğer kasır etmezse üzerinde herhangi bir günah kalmazdı.[4]

Örnek teşkil etsin diye şu ayete dikkat ediniz: “İnnes safa vel mervete min şeairillah, fe men haccel beyte evi'temera “fe la cunaha” aleyhi ey yettavvefe bihima, ve men tetavvea hayran fe innellahe şakirun aliym”.[5]  Bu ayeti kerimede de ““fe la cunaha” kelimesi geçmektedir. Bu kelimenin zahir anlamı safa ve Merve arasında sa’y’in yapılması ve yapılmaması arasında muhayyerdir (özgürdür) anlamına delalet ediyor şeklindedir. Ama Müslümanlar arasından hiçbir fakih muhayyerdir şeklindeki görüşü söylememiştir. Zira bu ayeti kerime hükmün türünü belirtmek amacını gütmemektedir, bilakis hükmün aslını teşri etme amacını güdüyor. Yani konunun şeri olmadığı konusundaki belirsizliği gidermektir. Ama hükmün türü (vacip oluşu) ise başka delillerden anlaşılıyor. Hükümün türü değil, bilakis hükmün aslını teşri etme amacını gütmekte olan ayetlerin sayısı kuranı kerimde oldukça fazladır. Cihat hakkında şöyle buyuruyor: “zalikum hayrun lekum”.[6] “sizin bu ameliniz sizin için daha hayırlıdır”. Orucun teşri edilmesi hakkında şöyle buyuruyor: “ve en tesumu hayrun leküm”.[7] “oruç tutarsanız sizin için daha hayırlıdır”. Hakeza yolculukta namazın kısaltılması (kasır edilmesi) hakkında şöyle buyuruyor: “fe leyse aleküm cünhun en teksiru mines selati”.[8] “Dolayısıyla yolculukta namazınızı kısaltarak kılarsanız sizler tarafından inhiraf gerçekleşmiş anlamında değildir”.

Fahrudin Tureyhi bu konuyla ilgili şöyle diyor: “Müslümanlar bu amelin günah olduğuna inanıyorlardı bu nedenle ayeti kerime bu amelin günah olmadığını söylüyor.[9]

Konumuz olan ayeti kerime de böyledir; yani ayeti kerime hükmün türünü belirtmek amacını gütmüyor, bilakis teşri amacını güdüyor.

Zamehşeri şöyle diyor: İnsanlar namazı tamam kılmaya alışkanlık kazanmışlardı bu nedenle yolculukta namazı kısaltarak (kasır şeklinde) kılmaları kendilerince bir çeşit eksiklik anlamına gelirdi. Bu nedenle kuranı kerim bu vehmi uzaklaştırarak yolculukta namazın kısaltılarak kılınmasında sakınca olmadığını diyor. Böylece zihinlerini yolculukta namazı kısaltılarak kılınmasına karşı rahatlatmak istemiştir.[10]

Rivayetler:

İlkin namazın, iki rekât (kasır) şeklinde teşri olduğu İslami fıkıh tarihince tartışma götürmez bir konudur.[11] Hakeza evinde (ve kendi ikametgâhında) kılınan namaza iki rekât izafe edildiği de kesin ve tartışma götürmez.  Ama yolculukta kılınan namaza da iki rekât izafe edildi mi veya edilmedi mi? konusunda ihtilaf söz konusudur. Şia fakihleri Masum imamlar (a.s.) kanalıyla bize kavuşan rivayetlere dikkate alarak şuna ittifak etmişlerdir: İlkin namaz iki rekât teşri edildi. Ve evde (ikametgâhında) kılınan namazlara iki rekât izafe edildi ama yolculukta (ikametgâhının dışında) kılınan namaza bir şey izafe edilmedi. Bilakis ikametgâhının dışında kılınan namaz ilk teşri edildiği şekliyle (kasır olarak) bakı kaldı.

Ehlisünnet Fakihleri ve Onların Kanalından Gelen Rivayetler:

Yolculukta kılınan namaz hakkında ehlisünnet kanalından nakledilen rivayetler ve Onların fakihlerinin görüşü farklıdır. Bir kısmının görüşü Şia âlimlerinin görüşüyle aynidir. Yani onlar da şu inançtadırlar ki ikişer rekat şeklinde teşri olunan ilk namaza bir şey izafe edilmemiştir. Buna binaen yolculukta namaz sadece kısaltılmış (kasır) şekliyle kılınacaktır. Ama bir diğer kısım ise yolcunun kısaltılmış veya tamam kılınması arasında muhayyer olduğunu söylemiştir.

Ehlisünnetin farklı rivayetçileri tarafından nakledilmiştir ki namaz kısaltılmış şeklinde teşri edilmiştir. Ama ikametgahında (vatanında) kılınan namaza iki rekât izafe edildi. Ama yolculukta kılınan namaz hakkında nakledilen rivayetler üç bölümde değerlendirilmesi mümkündür:

    Namazın kısaltılmış (kasır) şekliyle teşri edildiğini, daha sonra evde kılınan namazlara iki rekâtın izafe ama yolculukta kılınan namazlara bir şeyin izafe edilmediğini, bilakis önceki haleti üzere (iki rekâtlı) baki kaldığını açıklayan rivayetlerdir.

Muhammed b. Haşim Ba’ilebeki Velit’ten, Velit’te Ebu Amru Avzai’den  o da Zuhri’den peygamberin (s.a.a.) namazı hakında sorudu. Zuhri Ona cevaben şöyle buyurdu: Urve Aişeden nakletti ki Aişe şöyle dedi: “Allah u Teala ilkin namazı farz kılarken ikişer, ikişer rekatlı farz kıldı. Ama ikametgahta kılınan namaza iki rekât izafe edildi. Yolculukta kılınan namaz ise kendi hali üzerine (iki rekât olarak) baki kaldı”. [12]

Vaki’i şöyle diyor: Hişam b. Urve babasından, babası da Aişe’den nakletti ki Aişe şöyle dedi: “İlkin Namaz farz kılındığında iki rekâttı. Daha sonra evde kılınan namazlara iki rekât izafe edildi. Netice itibariyle ikametgâhta (vatanda) kılınan namaz dört rekâta yükseldi”.[13]

Ubeyde Veka b. Ayasdan, Ayas da Ali b. Rabiadan naklediyor ki Ali (a.s.) yolculuğa çıktı ve dönünceye kadar namazını iki rekât kılıyordu”.[14]

Osman ve Dört Rakatlı Namaz:

Süfyan Zuhri’den o da ömere’den ve o da Aişeden rivayet etti: Namaz teşri edildiği vakitte iki rekât iki rekâttı. Evde kılınan namaza iki rekât izafe edildi ve yolculukta kılınan namaza bir şey izafe edilmedi ve önceki haleti üzerine bakı kaldı. Zuhri diyor: Ömere’den sordum: Öyle ise neden Aişe yolculukta namazını tam kılıyor. O şöyle dedi: Osman’ın tevil ettiği gibi o da tevil etti. Hadisin devamında şöyle diyor: bu şafi’nin açık hadisidir. Müslümde kendi sahihinde Ali b. Haşrem den rivayet etti ve buhari de Abdullah b. Muhammedden o da Süfyandan rivayet etti.

Muhammed b. Abdullah-i hafız şöyle diyor: Ebulfazl Muhammed b. İbrahim bize haber verdi: Ahmet b. Seleme Kuteybe b. Saitten, o da Abdullvahit b. Ziyattan, o da A’ameş’den, o da İbrahimden nakletti: Abdullah b. Yezitten duydum şöyle dedi: Minada namazı Osmanın imametiyle dört rekât kıldık. Bu konuyu Abdullah b. Mesut’a sorduk o istirca (inna lillha ve inna ileyhir raciun) cümlesini okudu ve şöyle dedi: Biz Minada Peygamber ile namazımızı iki rekât kılıyorduk. Peygamberden sonra Ebubekir ile ve ondan sonra Ömer ile Minada namazımızı iki rekât kılıyorduk. Keşke dört rekâttan benim payım iki rekât kabul edilmiş olsa.

Abdurrahman b. Yezitten naklediyor: Osman Minada namazı dört rekât kıldı. Abdullah b. Mesut şöyle dedi: Biz minada namazımızı Allah resulüyle birlikte iki rekât kılıyorduk. Peygamberden sonra Ebubekir ve ondan sonra Ömer ile minada namazımızı iki rekât kıldık. Hafstan naklediliyor: Osmanın halifeliğinin ilk yıllarında minada namazımızı onunla birlikte iki rekât kıldık. Daha sonra iki rekâta iki rekât daha izafe etti.[15]

    Namazın kısaltılmış şekilde teşri edildi sonra (ikametgahda veya yolculukta olduğunu belirtmeden) iki rekâtın izafe edildiğini söyleyen rivayetler: Aşağıdaki rivayet bunun bir örneğidir: Ubeyde Dvavut b. Ebi Hint’ten, o da Şabi’den naklediyor: ilkin namaz iki rekât, iki rekât şeklinde farz kılındı. Peygamber (s.a.a.) Medine’ye geldiği zaman her iki rekâta iki rekât daha izafe etti. Akşam namazı hariç, (zira akşam namazı iki rekâtlı değildi).[16]

Rivayetlerden olan bu iki türden olan rivayetlere ilk bakışta aralarında çelişki var olduğu gibi görünmektedir. Ama birinci türden olan rivayetler hastır, ikinci türden olan rivayetler ise geneldir. Dolayısıyla –usulül fikıhta has olan delillerin zuhuru genel olan delilerin zuhurundan daha güçlü olduğunu söyleyen kaide esasınca ikinci türden olan rivayetler birinci türden olan rivayetlerle tahsis ediliyor. Netice itibarıyla rivayetlerin manası şöyle olacaktır: Namaza izafe edilen iki rekât evde kılınan namaz olmuştur. Yolculukta kılınan namaza bir şey izafe edilmemiştir. Yani vatanda kılınan namaza iki rekât izafe edilmiştir.

    Namaz iki rekât şeklinde teşri edildi ama hem ikametgahta kılınan namaza ve hem yolculukta kılınan namaza iki rekat izafe edildiğini ifade eden rivayetlerdir.

Hüseyin b. İsmail Ahmet b. Muhammed Tabei’den, o da Kasım b. Hekem’den, o da Ula’i b. Zuheyr’den, o da Abdurrahman b. Esvet ve o da Aişeden nakletti: Ömre amellerini yerine getirirken ben Peygamberle birlikte idim. Peygamberin kendisi namazını kısaltılarak kıldı ama ben namazımı tamam kıldım. Peygamber orucunu yedi ama ben oruç tutum. Mekke’ye girdikten sonra ona sordum: Ey Allahın resulü (ane ve babam feda olsun size) namazını kısaltılarak kıldınız ama ben tamam kıldım, orucunu yediniz ama ben orucumu tutum. Peygember (s.a.a) cevaben sen iyi ettin ey Aişe anlamını ifade eden şöyle bir cümle kordu: “ahsenti ya Aişe” ve bana işkâl tutmadı.[17]

Ama ehlisünnetin bazılarının açık bir şekilde ifade ettiğince uyduruk, yalan ve hiçbir değeri yoktur.[18]  Zira (onlarca) Aişenin Mekke’ye ulaşıncaya kadar peygamberden hiçbir şey sormadan peygambere aykırı bir şekilde namazını tamam kılar ve orucunu tutacak olması çok uzak bir ihtimaldir diyorlar.

Peygamber (s.a.a.), Birinci ve İkinci Halifelerin Yolculuktaki Namazları:

İbni Ulye Ali b. Zeyt’ten, o da Ebi Nadre’den rivayet etmiştir: Umran b. Husayn bizim toplantımıza geldi. İçimizden bir genç kalktı peygamberin hacda, savaşta ve umrede kıldığı namaz hakkında sordu. Sonra Umran geldi karşımıza geçti ve ayakta durarak şöyle dedi: Bu genç bir soru sordu. Bu soruya vereceğim cevabı sizin de işitmenizi istiyorum. Ben savaşta peygamberle idim peygamber Medine’ye dönünceye kadar namazlarının tamamını iki rekât olarak kıldı. Hac da peygamberle beraber idim peygamber Medine’ye dönünceye kadar namazlarının tamamını iki rekât şeklinde kıldı. Mekke fethinde de hazır bulunmuştum peygamber on sekiz gün Mekke’de kalmıştı. Burada da namazlarını ikişer rekât kıldı ve Mekke ehline şöyle buyurdu: Ben misafir olduğum için namazımı kısaltılmış şeklinde kılıyorum ama siz namazlarınızı dört rekâtlı kılınız. Peygamberle (s.a.a.) birlikte üç umre yaptım peygamber Medine’ye dönene kadar namazlarını ikişer rekâtlı kıldı. Ebu Bekir ile hac yaptım, onunla birlikte savaştım o da Medine’ye dönene kadar namazlarını hep ikişer rekatlı kıldı. Birkaç hac da Ömer ile birlikte oldum o da Medine’ye dönene kadar namazlarını ikişer rekât kıldı. Osman’ın hilafeti döneminde de Osman ile birlikte yedi kere hacca gittim o da namazlarını ikişer rekatlı kıldı. Ama daha sonra Mina’da namazlarını dört rekatlı kıldı”.[19]

Üçüncü Halifenin Yolculukta Namazını Niçin Dört Rekât Kıldığına Dair Getirdiği Tevcihler:

    Eyup ve Bayhaki üçüncü halifenin yolculukta namazını niçin dört rekatlı kıldığına dair getirdiği tevcihi hakkında şöyle diyorlar: Osman’ın Mina’da namazını dört rekat kılmasının illeti şuydu: Orada badeviler (çöldekiler) çok idi onlara namazın dört rekat olduğunu öğretmek için dört rekat kıldı.

Haseni Abdurrahman b. Hamitten, o da babasından naklediyor: Affan’ın oğlu Osman Mina’da namazını dört rekatlı kılığında insanlara bir hutbe okudu ve hutbede şöyle dedi: Ey insanlar (namaz konusundaki) sünnet, Allah resulünün (s.a.a), birinci ve ikinci halifenin sünnetidir. Ama bu sene yeni bir mesele vücuda geldi. O da şu ki insanların namazın bu şekilde (ikişer rekat) sünnet olduğunu bileceklerinden korktum.

Elbette üçüncü halife de peygamber gibi Mekke ve diğer insanlara şöyle demeliydi ki siz dört rekât kılınız ama ben misafir olduğumdan dolayı (iki rekat) kılacam.

    Yunus Zuhri’den naklediyor: Osman Taif’ta malları aldığı için ikamet (kalma) kastını yaptı. Dolayısıyla namazı tamam kıldı. Muğire de İbrahim’den naklediyor: Osman namazını dört rekât kıldı. Zira orayı kendi vatanı kabul etti.

Şiaların Rivayetleri:

Zürare ve Muhammed b. Müslim şöyle diyorlar: İmam Bakıra arz ettik: Yolculukta kılınan namaz hakkında ne diyorsunuz, nasıldır ve kaç rekattır? Hazret şöyle buyurdu: Allah u Teâlâ şöyle buyuruyor: “ve iza dereptum fil ardi…” “Yeryüzünde sefere çıktığınız vakit namazı kısaltmanızdan ötürü size bir günah yoktur”. Dolayısıyla ikametgahında (vatanda) namazı tamam kılmak vacip olduğu gibi yolculukta da namazı kısaltarak kılmak vaciptir. Zürare ve Muhammed b. Müslim diyorlar şöyle dedik: Allah u Teâlâ şöyle buyuruyor: “sizin için günah (harec) yok, böyle yapın demiyor. Yani emri ifade edecek bir ifadeyle kısaltarak namazınızı kılın dememiştir ki ondan kasrın farz olduğunu anlayalım. Bu durumda nasıl evde namazın tamam kılınması vacip olduğu gibi yolculukta da iki rekâtlı kılmanın vacip olduğunu anlayabiliriz? Hazret şöyle buyurdu: Allah u Teâlâ Safa ve Merve arasında yapılan say hakkında şöyle buyurmuyor mu?      “fe men haccel beyte evi'temera “fe la cunaha” aleyhi ey yettavvefe bihima, ve men tetavvea hayran fe innellahe şakirun aliym”. Her kim hac veya ömre yaparsa safa ve Merve arasında say yapmasında harec (günah) yoktur. Safa ve Merve arasında say etmenin vacip olduğunu bilmiyorsunuz mu? Zira Allah u Teâlâ kendi kitabında onu zikretmiş ve peygamberi de say hakkındaki ayeti açıklamış ve uygulamıştır. Aynen bu şekilde yolculukta namazın kısaltılması da Allahın resulü uygulamıştır. Allah u Teâlâ da aynı kelimeyle kendi kitabında zikretmiştir…

Allah ın resulü (s.a.a.) “zi haşeb”[20] mıntıkasına yolculuk yaptı namazını kasır etti ve orucunu yedi. Ondan sonra bu amel sünnet durumuna geldi…[21] Daha önce açıklandığı üzere ilkin namaz iki rekât iki rekât teşri olundu ama sonradan evde kılınan öğlen, ikindi ve yatsı namazlarına ikişer rekât izafe edildi. Yolculuk namazına da bir şey izafe edildi mi veya bir şey izafe edilmedi konusunda şüphe ettiğimizde kaide (asıl) bize şunu der: izafe edilmemiştir.

 --------------

[1] Nisa, 101.

[2] TUREYHİ, Fahruddin, “mecmeul – Bahreyn”, HÜSEYNİ, seyit Ahmet, baskı, 3, Tahran: kitap furuşi murtezevi, 1375, h. şemsi, c. 2, s. 346.

[3] İSTERABADİ, Muhammed b. Ali, “ayatu’l – ahkam”, baskı, 1, Tahran: mektebetul – miraci, c. 1, s. 266.

[4] Muhaddis Nuri, “müstedrekül – vesail”, Kum: müesesei alulbeyt”, 1408, h. kameri, c. 9, s. 437. Elbette bu konu Safa ve Merve arasında yapılan say hakkında olan rivayette zikredilmiştir ve buraya tatbik edilmiştir.

[5] Bakara, 158; “Şüphesiz Safa ile Merve, Allah’ın (dininin) nişanelerindendir. Onun için her kim hac ve umre niyetiyle Kâbe’yi ziyaret eder ve onları da tavaf ederse, bunda bir günah yoktur. Her kim de gönlünden koparak bir hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir”.

[6] Bakara, 54.

[7] Bakara, 184.

[8] TABATABAİ, Muhammed Hüseyin, “tercüme el-mizan”, baskı, 5, Kum: defteri intişarati İslami camiayi müdderisin havzayi ilmiyei kum, 1374, h. şemsi, c. 1, s. 580.

[9] MUHADDİS-İ NURİ, “müsterekul – vesail”, c. 9, s. 437.

[10] ZAMAHŞERİ CARULLAH, Ebulkasım Muhammed b. Amru b. Ahmet, “el – keşşaf an hakaiki gavamidit – tenzil”, baskı, 3, Beyrut: darul kitabi’l – Arabi, 1407, c. 1, s. 454; BAYDAVİ, Nasıruddin ebul – hayr Abdullah b. Ömer b. Muhammed, “envarut – tenzil ve esfarut – tevil”, baskı, 1, Beyrut: daru ihya’ut – turasul – Arabi, 1418, h. kameri, c. 1, s. 492; HİLLİ,  seyit Ali b. Tavus, “tefsir-i ebu saud, sadu suud lin-nufusi mendud”, Kum: Muhammed Kazım el-ketbi, c. 2, s. 147.

[11] Ebu abdurrahman, Ahmet b. Ali b. Şuayb b. Ali b. Nisai Nişaburi, “sünenin – nesai”, c. 2, s. 232, hadis no: 490, mevki’ul İslam. {“/HYPERLINK "http://www.al-islam.com} (al - mektebetu’ş - şamile); ibni ebi Şeybe Kufi, musanıf ibni ebi Şeybe, c. 2, s. 337, sayti yasub (al - mektebetu’ş - şamile); ebu Yala Musili, “müsnedi ebi Yala musili", c. 6, s. 188; TAHAVİ, “müşkilatu’l – asar”, sayt-i el-islam, {“/HYPERLINK "http://www.al-islam.com} (al - mektebetuş - şamile).

[12] Ebu abdurrahman, Ahmet bi Ali b. Şuayb b. Ali b. Nisai Nişaburi, “sünenin – nesai”, c. 2, s. 232, hadis no: 490.

[13] İbni ebi Şeybe Kufi, c. 3, s. 337.

[14] A.g.e.

[15] Beyhaki, “sünenü kubra”, c. 3, s. 143, sayt: {“/HYPERLINK "http://www.al-islam.com} (al - mektebetu’ş - şamile).

[16] İbni ebi Şeybe Kufi, “Musanif ibni ebi Şeybe”, c. 8, s. 355; BEYHAKİ, “marifetus – süneni vel-asar”, c. 2, s. 352, {“/HYPERLINK "http://www.al-islam.com} (al - mektebetu’ş - şamile); TAHAVİ, “müşkülül - asar”, c. 9, s. 272.

[17] DARU KUTNİ, “sünenü dar-u kutni”, c. 6, s. 59, mevkiu vezaretil – evkafi el-misriye, {“/HYPERLINK "http://www.al-islam.com} (al - mektebetu’ş - şamile).

[18] Muhammed Reşid Rıza, “tefsirul – kuranil – hekim (tefsiri el-menar), baskı, 2, Beyrut/Lübnan: darul – marife bırayi çap ve neşt, c. 5, s. 368 – 370.

[19] İbni Ebi Şeybe Kufi, “Musanif ibni ebi Şeybe”, c. 2, s. 337.

[20] Medine’den bu yere kadar bir günlük bir mesafedir. Medine’den oraya kadar yirmi dört meyl (sekiz farsah)dır.

[21] SADUK, “men la yahdurul – fakih”, Kum: intişarat-i camiayi mudderisin, 1413, h. kameri, c. 1, s. 434 ve 435; Saduk, “men la yahdurul fakih”, tercüme: GAFFARİ, c. 2, bab: (der beyan nemaz sefer), s. 110 – 112.

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar