PLEASE_WAIT
Allah kimdir? Neden ben Allah olmadım? Neden ben sürekli ve sonsuza dek Allah’tan daha zayıf, daha aşağı ve daha az bilgili olmalıyım? Ve …
İnançlar hakkında şüphe ve kuşku duymak ruhsal hastalıklardan olup birey ve toplumun ruhsal ve bedensel sağlığını tehdit eder. Bundan dolayı dikkat ile incelenmesi gerekir. Elbette bazen inançlar hakkında şüphe ve kuşku duymak aklî ve düşünsel erginliğin alametidir. Böyle bir durumda tedavi daha rahattır ve ondan endişe duyulmamalı ve korkulmamalıdır. Belirtilmesi gereken önemli nokta şüphe ve kuşku halinin gelmesinden endişe duymanın ruh sağlığını gösteren iyi bir alamet olmasıdır. Hatta rivayetlere göre bu endişe duyma, şahsın halis imanının göstergesidir. Allah kimdir sorusuna gelince, Allah yani mutlak ve sonsuz ilim ve güce sahip varlık hakkında tüm insanların kendi zihinlerinde bir tasavvura sahip oldukları anlaşılmaktadır. Ben neden Allah olmadım ve neden sonsuza dek daha zayıf ve aşağı olayım gibi sorular, anlaşıldığı kadarıyla insanın Allah’a yönelme hissi ve insan fıtratındaki mutlak olmaya duyulan ilgiden kaynaklanmaktadır. Gerçekte yüce İslam dininde de buna önem verilmiş ve kutsi hadislerde insanın kulluk yoluyla ilahi sıfatlar kazanabileceği belirtilmiştir.
Bu soruya yanıt verme bağlamında birkaç hususa değinmemiz gerekmektedir:
1. İnançlar hakkındaki şüphe kuşkular iki çeşittir. Birincisi, kesin bilgiye zemin hazırlayan önsel ve geçici niteliklidir. İkincisi ise daimi ve sürekli şüphedir. Daimi şüpheler ruhsal hastalıklardan olup birey ve toplumun ruhsal ve bedensel sağlığını tehdit eder. Bundan dolayı dikkat ile incelenmesi gerekir. Kesin bilgi ve ilmin ruh huzuru ve insan kemaline sebep olması gibi, bunun karşısında şüphe ve kuşku da ıstıraba ve huzurun gitmesine neden olur, hareket ve tekâmüle engel teşkil eder. Bu yüzden İslam’da şüphe şirk ile eşit sayılmaktadır.[1] Nitekim İslam filozofları da şüpheciliği ret etmeyi kendi felsefî ve ilmî çalışmalarının önüne almakta ve de düşünce ve fikir araçlarıyla toplumu bu tehlikeden kurtarmak için bu hastalık ile mücadeleye girişmektedirler.[2] Kesin bilgiye zemin hazırlayan önsel şüphe ise menfi değildir, aksine aklî ve düşünsel erginliğin göstergesidir; zira insan cismanî olarak erginliğe ulaştığı gibi –erkekler genellikle on beş yaşına gelince cismanî erginlik tamamlanır- düşünsel ve aklî olarak da erginliğe ulaşmaktadır. Bu erginlik, cismanî erginlik döneminden başlayıp takriben kırk yaşına gelindiğinde tamamlanmaktadır. Molla Sadra insanda ilkönce maddî ve cismanî özelliklerin meydana geldiğine ve takviye edildiğine inanmaktadır. Ruhî ve aklî özellikler ise cismanî özelliklerin tamamlanması ve takviye edilmesinden sonra meydana gelmekte ve takviye edilmektedir.[3] Birçok gencin cismanî erginlik döneminde inançsal meseleler hakkında şüphe ve kuşkuya düşmesinin nedenlerinden birisinin bu nokta olduğu anlaşılmaktadır; yani akıl erginlik yaşında faaliyete başlamaktadır, ama gencin şimdiye dek kendisiyle ünsiyet kurduğu şey maddî meselelerden ibarettir. Genç madde ötesi meseleler ile ya bir ünsiyet kuramamış ya da onları derinlemesine anlamaya güç yetirememiştir. Aklın tekâmül eksenli hareketinin başladığı erginlik zamanında insan itikat ve inançlarının özüne varmak ve onların hakikatini kavramak ister. Değişik sorularla karşı karşıya gelmesi de kaçınılmaz olur. Elbette bu, söz konusu şüphe türünün bir hastalık olmadığı ve tedavi edilmemesi gerektiği anlamına gelmez. Sadece ondan endişe edilmemesi ve korkulmaması anlamına gelir. Dikkatlice ve kaygılanmadan tedavi edilmelidir. Her haliyle, göründüğü kadarıyla bu şüphe türü kötü değildir. Aksine doğru yönlendirme yapıldığı takdirde kesin bilgiye ulaşmak için iyi bir zemindir. En iyi yönlendirme de bilgili ve samimi eğitmenler ve dinî bilginler ile irtibat kurmadır. Belirtilmesi gereken önemli nokta şüphe ve kuşku halinin gelmesinden endişe duymanın ruh sağlığını gösteren iyi bir alamet olmasıdır. Hatta rivayetlere göre bu endişe duyma, şahsın halis imanının göstergesidir. Bir şahıs Peygamberin (s.a.a) yanına gelir ve şöyle der: “Ey Allah Resulü (s.a.a) ben helak oldum. Allah Resulü (s.a.a) ise şöyle buyurur: Şeytan yanına gelip seni kim yarattı diye sordu ve sen de Allah dedin ve sonra da o, Allah’ı kim yarattı diye sordu değil mi? O şahıs evet ey Allah Resulü diye cevap verdi. Sonra Peygamber şöyle buyurur: Bu halis imandır.”[4]
2. Allah kimdir sorusuna gelince, Allah yani mutlak ve sonsuz ilim ve güce sahip varlık hakkında tüm insanların kendi zihinlerinde bir tasavvura sahip oldukları anlaşılmaktadır. Daha fazla bilgi için “Allah’ı Tanımak” başlıklı 479. sayılı (site: 520) yanıta müracaat edin.
3. Ben neden Allah olmadım ve neden sonsuza dek daha zayıf ve aşağı olayım gibi sorular, anlaşıldığı kadarıyla insanın Allah’a yönelme hissi ve insan fıtratındaki mutlak olmaya duyulan ilgiden kaynaklanmaktadır. Bu insanın varlıksal kabiliyetinin göstergesidir; zira insan diğer varlıkların aksine kabiliyet açısından sınırlı değildir.
Yüce İslam dininde mutlağa olan bu fıtrî eğilime önem verilmiştir. İlk olarak, mutlak hakikate ulaşma bağlamındaki yanlış ve hatalı yollar beyan edilmiş ve imamların (a.s) açıklamalarında insan tekâmülünün önündeki ilk engelin Hak karşısında tekebbür etme ve gururlanma olduğu belirtilmiştir.[5] İkinci olarak, mutlak hakikate ulaşmak için doğru yol gösterilmiştir. Nitekim kutsi hadislerde insanın kulluk yoluyla ilahi sıfatlar kazanabileceği belirtilmiştir.[6] Başka bir ifadeyle Allah ile irtibat dışında hiçbir şey insan varlığındaki boşluğu doldurmaya kadir değildir ve kalpler sadece Allah’ı anmak ile huzur bulabilir.[7] İnsanın zatî değeri de bundan kaynaklanır. Bu yüzden ariflerin imamı Hz. Ali (a.s) Allah ile olan münacatında şöyle buyurmaktadır: “Senin kulun olmamdan kaynaklanan bu izzet ve onur bana yeterdir. Benim Rabbim olmandan kaynaklanan bu övünç ve iftihar benim için kâfidir. Sen, seni sevdiğim biçimdesin ve beni de sevdiğin gibi yap.”[8]
Biz yücelerdeniz ve yücelere gideriz
Biz denizdeniz ve denizlere gideriz
Biz buradan ve oradan değiliz
Biz yersizlikteniz ve yersizliğe gideriz
Hiç okudun mu, O’na dönücüleriz
Ta ki bilesin biz nerelere gideriz.[9]
-------------
[1] Kuleyni, Kafi, c. 2, s. 129, "عَنْ سُفْیَانَ بْنِ عُیَیْنَةَ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا عَبْدِ اللَّهِ ع وَ هُوَ یَقُولُ کُلُّ قَلْبٍ فِیهِ شَکٌّ أَوْ شِرْکٌ فَهُوَ سَاقِطٌ"
[2] Hasan Zade Amuli, Marifet-i Nefis, c. 1, s. 5-12, Merkez-i İntişarat-ı İlmi Ve Ferhengi, 1362 h.ş, Bica.
[3] İnsan nefsinde meydana gelen ve ortaya çıkan ilk sıfat hayvanlıktır. Çocuğa şehvet ve oburluk hâkimdir. Galebe çalmaya, düşmanlık yapmaya ve münakaşa etmeye neden olan agresiflik bu zamanda meydana gelir. Ondan sonra şeytanî sıfat ortaya çıkar ve başlangıçta hile ve dalavere onda galebe çalar. Bunlardan sonra da iman nurunu zahir kılan, Yüce Allah’ın hizbi ve melekler ordusundan olan akıl sıfatı onda yaratılır. Akıl gücü erginliğin başından başlayıp gelişir ve kırk yaşında kemal derecesine ulaşır. Şeytanların ordusu ise erginlikten önce kalpte yer edinir ve ona egemen olur. Nefis onlara alışır ve onlara uyarak şehvette özgür ve bağımsız olur. Akıl ordusunun kalpte gelişmeye başladığı erginlik döneminde ise kalp meydanında savaş ve mücadele başlar. Eğer akıl zayıfsa şeytan ona egemen olur, bu şahıs sonuçta şeytanın ordusuna girer ve kıyamette onlar ile birlikte olur. Eğer akıl ilim ve iman nuru ile güçlenirse tüm kuvvetleri kendi egemenliği altına alır ve bu şahıs melekler saffında yer alır ve onlar ile beraber olur. (Molla Sadra, Esfar, c. 9, s. 93).
[4] "ابْنُ أَبِی عُمَیْرٍ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ مُسْلِمٍ عَنْ أَبِی عَبْدِ اللَّهِ ع قَالَ جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِیِّ ص فَقَالَ یَا رَسُولَ اللَّهِ هَلَکْتُ فَقَالَ لَهُ ع أَتَاکَ الْخَبِیثُ فَقَالَ لَکَ مَنْ خَلَقَکَ فَقُلْتَ اللَّهُ فَقَالَ لَکَ اللَّهُ مَنْ خَلَقَهُ فَقَالَ إِی وَ الَّذِی بَعَثَکَ بِالْحَقِّ لَکَانَ کَذَا فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ ص ذَاکَ وَ اللَّهِ مَحْضُ الْإِیمَانِ"
(Kuleyni, Kafi, c. 2, s. 425, çap-ı çarom, Daru’l-Kiütübi’l-İslamiye, Tahran, 1365 h.ş).
[5] "عَلِیُّ بْنُ إِبْرَاهِیمَ عَنْ أَبِیهِ عَنِ ابْنِ أَبِی عُمَیْرٍ عَنْ مُعَاوِیَةَ بْنِ عَمَّارٍ عَنْ أَبِی عَبْدِ اللَّهِ ع قَالَ سَمِعْتُهُ یَقُولُ إِنَّ فِی السَّمَاءِ مَلَکَیْنِ مُوَکَّلَیْنِ بِالْعِبَادِ فَمَنْ تَوَاضَعَ لِلَّهِ رَفَعَاهُ وَ مَنْ تَکَبَّرَ وَضَعَاهُ". مجلسی، محمد باقر، بحارالأنوار، ج 13، ص 429، مؤسسه الوفاء، بیروت، 1404 هـ ق، أَنَّ لُقْمَانَ الْحَکِیم قال: ...یَا بُنَیَّ وَیْلٌ لِمَنْ تَجَبَّرَ وَ تَکَبَّرَ کَیْفَ یَتَعَظَّمُ مَنْ خُلِقَ مِنْ طِینٍ وَ إِلَى طِینٍ یَعُودُ ثُمَّ لَا یَدْرِی إِلَى مَا یَصِیرُ إِلَى الْجَنَّةِ فَقَدْ فَازَ أَوْ إِلَى النَّارِ فَقَدْ خَسِرَ خُسْرَاناً مُبِیناً وَ خَابَ وَ یُرْوَى کَیْفَ یَتَجَبَّرُ مَنْ قَدْ جَرَى فِی مَجْرَى الْبَوْلِ مَرَّتَیْنِ.
(Kuleyni, Kafi, c. 2, s. 122).
[6] ، الدَّیْلَمِیُّ فِی إِرْشَادِ الْقُلُوبِ، رُوِیَ أَنَّ اللَّهَ تَعَالَى یَقُولُ فِی بَعْضِ کُتُبِهِ یَا ابْنَ آدَمَ أَنَا حَیٌّ لَا أَمُوتُ أَطِعْنِی فِیمَا أَمَرْتُکَ حَتَّى أَجْعَلَکَ حَیّاً لَا تَمُوتُ یَا ابْنَ آدَمَ أَنَا أَقُولُ لِلشَّیْءِ کُنْ فَیَکُونُ أَطِعْنِی فِیمَا أَمَرْتُکَ أَجْعَلْکَ تَقُولُ لِلشَّیْءِ کُنْ فَیَکُونُ .
(Nuri, Müstedrekü’l-Vesail, c. 11, s. 259, Müessese-i Âlu’l-Beyt, Kum, 1408 h.k).
[7] "الَّذینَ آمَنُوا وَ تَطْمَئِنُّ قُلُوبُهُمْ بِذِکْرِ اللَّهِ أَلا بِذِکْرِ اللَّهِ تَطْمَئِنُّ الْقُلُوبُ" (Rad, 28).
[8] "إِلَهِی کَفَى بِی عِزّاً أَنْ أَکُونَ لَکَ عَبْداً وَ کَفَى بِی فَخْراً أَنْ تَکُونَ لِی رَبّاً أَنْتَ کَمَا أُحِبُّ فَاجْعَلْنِی کَمَا تُحِب". (Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 74, s. 402).
[9] Mesnevi, Mevlevi.