PLEASE_WAIT
Hadislerin ve tarihin naklettiği üzere İmam Zamanın (a.c) annesinin asıl adı “Melike”’dir. Melike, baba tarafından Rum kayserinin oğlu Yaşua’nın kızına ve anne tarafından da İsa’nın (a.s) vâsii olan Şamun b. Hamun b. Sefa’nın torunlarına ulaşmaktadır.
Şeyh Tusi Ğıybet kitabında Ebu Eyub Ensari’nin torunlarından olan, Hz. İmam Ali Naki ve İmam Hasan Askeri’nin (a.s) muhlis taraftarlarından sayılan ve Samerra’da İmamın komşusu olan köle satıcısı Bişr b. Süleyman’dan şöyle rivayet etmektedir: Bir gün İmam Ali Naki’nin (a.s) kölesi Kafur yanıma geldi ve beni çağırdı. İmamın yanına geldiğimde İmam şöyle buyurdu: Ey Bişr! Sen Ensar’ın evlatlarındansın, sizler biz Ehli Beyte her zaman sevgi beslemişsinizdir. Öyle ki evlatlarınız bunu miras almaktadır ve sizler bizim için güvenilir kimselersiniz. Bizim ile olan dostluğun bağlamında sana bir üstünlük vermek istiyorum ve sana vereceğim bu sırla diğer taraftarlarımızdan öne geçeceksin. Sonra Rum alfabe ve diliyle arı bir mektup yazdı ve başını mübarek bir mühürle mühürledi ve içinde iki yüz yirmi eşrefi olan sarı bir kiyse çıkararak şöyle buyurdu: Bunu alıp Bağdat’a gideceksin ve filan sabah Fırat köprüsü başında bekleyeceksin. Esirleri taşıyan gemi yakınlaşınca ve esirleri görünce birçok müşterinin Abbasi oğullarının ileri gelenleri tarafından gönderildiklerini ve biraz da Arap gençlerinden oluştuklarını müşahede edeceksin. Bu esnada “Ömer b. Zeyd” adındaki köle satıcısına dikkat et. O, bir takım özel vasıfları olan ve bu cümleden olmak üzere iki ipek elbise giymiş ve kendini satılmaktan ve müşterilerin ulaşmasından uzak tutmaya çalışan bir kenizi müşterilere sunacaktır. Bu esnada onun Rum diliyle esaret ve kendine yapılan saygısızlığa karşı ettiği feryadı ince bir perde ardından duyacaksın. Müşterilerden birisi bu kölenin iffeti kendisine ilgi duymama yol açtı, onu üç yüz dinara bana sat diyiverecektir! Köle Arapça şöyle diyecektir: Eğer sen Hz. Süleyman olsan ve onun haşmetini taşısan bile ben sana ilgi duymam, boşuna malını telef etme! Satıcı o halde ne yapmalı, ben seni satmak zorundayım diyiverecektir. Köle şöyle diyecektir: Neden acele ediyorsun? Kendisi, vefası ve güveniyle kalbimin huzur bulacağı bir alıcının çıkmasına kadar bekle. Bu esnada satıcının yanına git ve şöyle söyle: İleri gelen şahsiyetlerden birisinin Rum alfabe ve diliyle yazdığı ve kerem, vefa, şeref ve güvenilirliğini dile getirdiği latif bir mektup taşıyorum. Yazan şahıs hakkında düşünmesi için mektubu kenize göster. Eğer ona ilgi duyarsa ve sen de razı olursan, ben ona vekâleten köleyi satın alacağım. Bişr b. Süleyman şöyle demektedir: İmam Ali Naki’nin (a.s) söylediklerini yerine getirdim. Kenizin gözü İmamın mektubuna ilişince şiddetlice ağladı ve sonra Ömer b. Zeyd’e dönerek şöyle dedi: Beni bu mektubun sahibine sat ve eğer ona satmazsan kendimi öldüreceğim. Ben onun kıymetini belirlemede satıcıyla çok tartıştım ve sonunda İmamın bana verdiği miktara razı oldu. Ben de parayı kendisine teslim ettim ve sevinçli ve mutlu olan kenizle birlikte Bağdat’ta kiraladığım bir yere geldik. Kendisi heyecanla İmamın mektubunu cebinden çıkarıp öpüyor, göz ve kirpiklerine koyuyor ve de beden ve yüzüne sürüyordu. Ben ona yazarını görmediğin bir mektubu öpüyorsun çok ilginç, diyiverdim. O şöyle dedi: Ben Rum kayserinin oğlu Yaşua’nın kızı Melike’yim. Annem havarilerin evlatlarındandır ve neslim Hz. İsa’nın (a.s) vasisi Şamun’a ulaşmaktadır. Enteresan hikâyemi sana anlatmama izin ver. Dedem olan kayser on üç yaşındayken beni kardeşi oğluyla evlendirmek istedi ve İsa b. Meryem’in (a.s) havarilerinin hanedanından üç yüz Hıristiyan ruhban ve aziz kişiyi, yedi yüz eşraf ve aristokrat şahsı ve emir, komutan, başkomutan ve memleket büyüklerinden de dört bin kişiyi bir araya topladı. Sonra çeşitli mücevherlerle bezenmiş bir tahtı kırk sütun üzerine monte etti. Kardeşi oğlunu onun üzerine oturttu, haçları çıkardı, keşişler onun karşısına geçtiler ve İncil’in baplarını açtılar. Aniden haçlar bir yükseklikten yere düştü ve tahtın sütunları kırıldı. Amcaoğlum bayılıp tahtın üzerinden yere düştü ve keşişlerin yüz rengi değişti ve şiddetle titremeye başladılar. Keşişlerin büyüğü bunu görünce dedeme dönerek şöyle dedi: Ey padişahım! Mesih’in dini ve padişahlık inancının zevalinin göstergesi olan bu uğursuz durumu müşahede etmekten bizi muaf et! Dedem de durumu kötü değerlendirdi, ama bununla birlikte keşişlere tahtın sütunlarını sağlamlaştırmaları ve haçları yeniden asmaları emrini verdi ve şöyle dedi: Her nasıl olursa olsun bu kızla kendisini evlendirmem için bahtsız kardeşimin oğlunu buraya getirin, şayet bu kutlu evlilik sayesinde bu uğursuzluk da gider. Onu emirlerini yerine getirdiler ve ilk başta olan şey tekrar meydana geldi. Halk dağıldı ve dedem üzüntü içinde saraya gitti ve perdeler düştü. Geceleyin uykudayken rüyamda Hz. İsa, onun vâsii Şamun ve bir grup havarinin dedemin sarayında toplandıklarını ve tahtın yerinde nuru ışıldayan bir minberin olduğunu gördüm. Geçmeden son peygamber “Muhammed”, damadı ve halifesi ve evlatlarından bir grup saraya girdi. Hz. İsa (a.s), Muhammed’i (s.a.a) kucakladı ve Muhammed (s.a.a) şöyle dedi: Ey Ruhullah! Ben senin vasin Şamun’un kızını evladıma istemek için geldim ve bu esnada İmam Hasan Askeri’ye (a.s) işaret etti. Hz. İsa (a.s) Şamun’a baktı ve sana şeref gelmiştir, bu kutlu birlikteliğe onay ver dedi. O da kabul ettim dedi. Sonra Muhammed (s.a.a) minbere çıktı, bir hutbe okudu, beni evladına nikâhladı. Hz. İsa’yı (a.s), kendi evlatları ve havarileri de şahit tuttu. Sonra uykudan uyandım ve can korkusuyla rüyamı babama ve dedeme anlatmadım ve sürekli onu gizledim. O geceden sonra kalbim İmam Hasan Askeri’nin (a.s) sevgisiyle öylesine atıyordu ki yemekten ve içmekten kesildim ve yavaş yavaş zayıfladım ve halsizleştim ve ağır hastalandım. Dedem tüm doktorları çağırdı ve hastalığımı sordu. Ümitsiz olunca da ey gözümün nuru ne isteğin varsa terine getirmem için söyle dedi. Ben de ey babacığım! Eğer Müslüman esirleri serbest bırakır ve zindan esaretinden özgür kılarsan İsa ve annesinin bana şifa vermesini umuyorum dedim. Babam isteğimi kabul etti ve ben de zahirde iyileştiğimi gösterdim ve biraz yemek yedim. Babam bu duruma sevindi ve Müslüman esirlerin haline riayet etmeye ve onlara saygı göstermeye çabaladı. Bu hadiseden on dört gece sonra yine rüyamda Hz. Fatıma (s.a), Hz. Meryem ve cennet havarilerinin beni ziyarete geldiklerini gördüm. Hz. Meryem bana yöneldi ve şöyle buyurdu: Bu dünya kadınlarının efendisi ve senin eşinin annesidir. Ben onun ayaklarına atıldım ve İmam Hasan Askeri’nin (a.s) beni görmeye gelmemesinden dolayı şikâyette bulundum. O, kendisi seni görmeye gelmeyecek, zira sen Allah’a şirk koşmaktasın ve Hıristiyanlık dinine mensupsun. Kardeşim Meryem senin dininden Allah’a sığınmaktadır. Eğer Allah, İsa ve Meryem’in senden razı olmasını ve evladımın seni görmeye gelmesini istiyorsan, Allah’ın birliği ve babam Muhammed’in son peygamber olduğuna şehadet getir dedi. Bu kelimeleri söylediğim gibi Fatıma (a.s) beni kucakladı ve böylece halim iyileşti. Sonra şöyle buyurdu: Şimdi evladım Hasan Askeri’yi bekle, onu senin yanına yollayacağım. Uykudan uyandığımda kendimde onunla mülakat etmek için büyük bir şevk hissettim. Sonraki gece İmamı rüyada gördüm ve geçmişten şikâyet ederek ey sevgilim ben kendimi senin muhabbet yolunda telef ettim dedim. O şöyle buyurdu: Benim gelmemem sadece senin önceki dininden kaynaklanıyordu. Şimdi Müslüman olduğundan ayrılığımız beraberliğe dönüşünceye kadar her gece seni görmeye geleceğim. O geceden bu yana kendisini rüyamda görmediğim bir gece yoktur. Bişr b. Süleyman esirlerin arasına nasıl düştün diye sorduğunu belirtir? O da şöyle cevap verir: Bir gece İmam Hasan Askeri (a.s) rüya âleminde bana filan gün deden bir orduyu Müslümanlar için savaşmaya gönderecektir, sen de tanınmayacak bir şekilde hizmetçilerin elbiseleriyle bir grup keniz ile birlikte filan yoldan onlara katıl dedi. Sonra öncü Müslüman birlikler haberdar oldu ve bizi esir aldılar. Benim durumum da gördüğün şekilde oldu. Ama şimdiye kadar hiç kimseye Rum padişahının torunu olduğumu söylemedim. Hatta savaş ganimetlerinin dağılımında kendisinin hakkına düştüğüm ihtiyar benden adımı sordu ama ben gerçeği söylemedim ve adımın Nergis olduğunu söyledim! O da kenizlerin ismi mi diye söyleyiverdi. Bişr, kendisine sen Rumsun ama dilin Arapçadır diye söylediğini belirtir. O şöyle cevap verir: Babam beni yetiştirmede çok zahmet çekti. O, birkaç dili bilen bir kadını sabah ve akşam yanıma gelip bana Arapça öğretmesi için görevlendirmişti. Bu nedenle iyi düzeyde Arapça bilmekteyim. Bişr şöyle söylemektedir: Onu Samerra’ya İmam Ali Naki’nin (a.s) yanına getirdiğimde İmam ondan İslam’ın izzeti, Hıristiyanlığın zilleti ve Peygamberin ailesinin şerefini nasıl gördün, diye soruverdi. O, benden daha iyi bildiğiniz bir şey hakkında ben ne diyebilirim ki diye cevap verdi. İmam sana on bin dinar veya mutluluk verici bir müjde vermek istiyorum, hangisini seçiyorsun diye söyledi. O da bana evlat müjdesi ver dedi. İmam şöyle buyurdu: Sana doğu ve batıya sahip olacak, zulüm ve gaddarlık ile dolduktan sonra dünyayı adalet ile dolduracak bir evladı müjdeliyorum. O bu evlat hangi eşten olacaktır diye sordu. İmam şöyle buyurdu: İslam Peygamberinin filan Rum yılının filan ayında ve filan gecesinde seni kendisi için istediği erkekten olacaktır. O gece İsa b. Meryem ve onu vâsii seni kiminle evlendirdiler? O sizin değerli evladınızla diye cevap verdi! Onu tanıyor musun diye sordu İmam. Hz. Fatıma Zehra’nın (a.s) eliyle Müslüman olduğum geceden beri onun beni görmeye gelmediği bir gece yok dedi kendisi. O anda İmam Naki (a.s) “Kafur” adındaki hizmetçiye kız kardeşim Hekime’ye yanıma gelmesini söyle dedi. O değerli hanım gelince İmam şöyle buyurdu: Bacım! Bu daha önce söylediğim kimsedir. Hekime hanım o hanımı bir müddet kucakladı ve onu görmekten mutlu oldu. Sonra İmam Ali Naki (a.s) şöyle buyurdu: Onu evine götür ve dinî farzları ve müstehap amelleri ona öğret, kendisi evladım Hasan’ın eşi ve âli Muhammed’in kıyam edecek şahsının annesidir.[1]
---------------
[1] Allame Meclisi, Biharu’l-Envar, el-Camia lidurer-i Ahbari’l-Eimmeti’l-Athar, c. 51, s. 6-10; a.g.e., c. 13, s. Tercüme-i Devani, Ali (Mehdi Mevud), s. 182198, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1387 ş, çap-ı bisto heştom; Fetal-ı Nişaburi, Ravzatu’l-Vaizin Ve Basiretu’l-Mutazzin, c. 1, s. 252-255, İntişarat-ı Rzai, Kum; Şeyh Saduk, Kemaluddin Ve Tamamu’n-Ni’me, c. 2, s. 417-423, Naşir İslamiye, Tahran, 1395 k.