İmam Hasan'ın fedakârlığının en büyük ve en somut göstergesi, düşüncesini ve akidesini egemenliğe ve iktidara tercih etmesiydi. İktidara tam anlamıyla ve yasal olarak sahipken bunu değerleri uğruna feda ede bilen bir kimsenin bu fedakârlığı, aynı amaç uğruna canını feda eden kimsenin fedakârlığından daha dikkat çekicidir ve kişinin büyük bir ruha sahip olduğunu daha açık bir biçimde kanıtlayan bir olgudur. Akide ve ilâhî amaç uğruna ileri görüşe ve yüksek bir ruhi seciyeye sahip olmak, Hasan b. Ali'nin en belirgin niteliklerinden biriydi. Kesintisiz cihadında her zaman göze çarpan ve her zaman dikkat çeken bir nitelikti bu. Bu iki fedakârlık türü -canını feda etme ve yasal yetki ve hakkı varken iktidardan fedakârlık etme- arasındaki fark şudur: İktidar hakkından fedakârlık etmek daha çok acı verir, uzun zaman insanın sıkıntı çekmesine neden olur ve bunun insanın kişiliği üzerindeki olumsuz etkisi daha yıpratıcıdır. Tarihin her döneminde hükümdarların ve padişahların yüreğindeki iktidar aşkı, kesinlikle can aşkından daha derin olmuştur, nerede kaldı düşünce ve inanç aşkı... Nice insanlar tanırız ki, canlarını iktidar ve saltanatlarına feda etmişlerdir, hem de birkaç günlük bir iktidar için. Çok ender insanlar hariç, canını saltanat tahtına tercih eden kimseyi tanımıyoruz. Tarihte saltanat kurbanlarının acı veren ve insanı derinden yaralayan manzaralarını gözlemlemek mümkündür. Padişahlar taçlarını ve tahtlarını korumak için yoğun mücadeleler vermişlerdir. Önce başkalarını feda etmişler, ardından yapacak bir şey olmadığını görünce de canlarını bu uğurda vermişlerdir. Okuyucuların dikkatini bir hususa çekmek istiyoruz ki, canları için taçlarını ve tahtlarını feda eden insanların azlığına karşılık, taçları ve tahtları için canlarını feda eden insanların çokluğu, bize insanların bu iki fedakârlık hakkında, manevî açıdan ne ölçüde farklı yaklaşımları olduğunu gösterir. Bundan dolayıdır ki, bunun gibi ender meydana gelen davranışların, yani iktidar ve saltanatı feda etme şeklindeki adımların insanların daha çok dikkatini çektiğini, bu gibi konular hakkında daha çok konuştuklarını, daha çok söylenti yaydıklarını ve daha geniş bir ilgi yönelttiklerini görüyoruz. Yine bundan dolayıdır ki, değişik görüşlerin ortaya konulması, farklı yorumların gerçekleştirilmesi ve değişik felsefî yaklaşımların tezahür etmesi genellikle bu gibi olaylarla ilgili olarak gerçekleştiğini gözlemliyoruz. Tarihte vaki değildir ki, bir hükümdar tahtından ve iktidarından insin de bunun hakkında insanlar arasında bu konuyla ilgili farklı görüşler ortaya çıkmasın. Bazıları onu doğru bulurken, bazıları onu yanlış görmesin.
Bazıları böyle bir davranışı mazur görmezken, diğer bazıları bununla ilgili olarak herhangi bir kusur bulmasın. Kısacası bir cephe, yanında yer alırken, bir başka cephe karşısında yer almasın... Böyle bir şey vaki değildir. Evet sadece Hasan b. Ali hariç.... Yalnızca o... Hâkimiyet ve iktidarından vazgeçince, iktidar makamından inince, bütün dünyevî imkânlarını akidesi ve hedefi uğruna feda edince, hiçbir insan onun iyi niyetinden, ihlâsından ve maslahat peşinde oluşundan kuşku duymadı. Fedakârlığının büyüklüğünden şüphelenmedi.
Nitekim o seneye "cemaat yılı" adı verildi. Çünkü herkes onu onayladı ve pratikte onun görüşünü kabul etti.
Bu öyle bir kudrettir ki, saltanat elbisesini çıkarmak bu kudrete halel getirmez. Bir grup, bu fedakârlık onu silâhlı mücadele meydanından uzaklaştırmıştır diye ondan şikâyetçi olmuşlardır. Hatta bu şekilde ondan şikâyetçi olanlar arasında onun büyük taraftarları arasında yer alan kimseler de vardır. Ancak bu insanlar arasında bir tek kişi dahi, onun bu davranışının dinî gerekçelerden kaynaklandığından, İslâm ümmetinin çıkarını gözetmek ve Müslümanların kanını korumaktan ileri geldiğinden, İslâmî amaçları gerçekleştirmeye yönelik olduğundan en küçük bir kuşku duymamıştır. İleriki bölümlerde göreceğiz ki, kusur arayanların yönelttikleri eleştiri ve itirazların hiçbiri insafa dayanmamaktadır.
Evet, onun problemin üstesinden gelmek için seçtiği yol, bu bağlamda başvurulacak tek yoldu. O koşullarda başka yol da yoktu. İmam Hasan psikolojik açıdan en çok acı veren, dinî açıdan en üstün, tarihî açıdan en nadir ve insanların geleneği açısından en değerli fedakârlığı yapması hasebiyle hiçbir şekilde kuşkunun veya herhangi bir suçlamanın hedefi olmamıştır. Fedakârlık türleri arasında kendisi için en ağır ve başkaları için en faydalı ve Allah'a da en yakın olanı seçen bir kimsenin yaptığından kuşku duymak, onu herhangi bir şeyle suçlamak mümkün olabilir mi? Kaldı ki kendisi herkesin kabul ettiği gibi, Kur'ân'ın açık nassıyla hata ve ithamlardan beri kılınmıştır! Dünyanın Hasan üzerinde bir etkisinin olması ne mümkün! Dünya hırsının onun iradesinin üzerinde etki bırakması düşünülebilir mi? Düşünülebilir mi ki Hasan ilâhî rahmet ve lütfe kavuşmayı ertelesin, babasının ve dedesinin yanında kendisini bekleyen şerefli ve saygın makam için çaba sarf etmesin?! Hasan b. Ali gibi bir adam o kadar zayıf ve korkak mıdır ki öldürülmekten korksun?! Sırf canını korumak için iktidar ve egemenlikten vazgeçsin...? Zayıflık ve korkaklık gibi nitelikler Hasan b. Ali'ye nasıl atfedilebilir ki?! Allah'ın aslanı ve Peygamber'in yiğit aslanı babasından dolayı mı? Yoksa iki dedesi Resulullah ve Mekke'nin önderi Ebu Talip'ten dolayı mı? Amcaları şehitlerin önderleri Hamza ve Cafer'den dolayı mı? Yoksa şehitlerin serveri kardeşinden dolayı mı? Ya da savaş meydanlarında sergilediği göz alıcı yiğitliklerden dolayı mı?... Örneğin Osman'ın kuşatma altında tutulduğu günden, Basra Savaşı'nın olduğu günden, Müzlem-i Sabat vakıasından dolayı mı? O düşmanlarının; "Nereye giderse ölüm de onu adım adım izler." Dedikleri aslan değil midir? Bir insanın erdemliliğinin ve üstünlüğünün en büyük kanıtı düşmanların itirafıdır. Aslında İmam Hasan'ın inancı uğruna iktidarı feda etmesi, cesaretinin ve yiğitliğinin en somut kanıtlarından biridir. Böyleyken nasıl olur da onun hayatında, ölüm korkusu ve yaşama tamahı belirtileri bulabiliriz? İmam Hasan açısından tek kıstas ve tek ölçü, yüksek fikirleri ve idealleriydi. Hiçbir şey bunlarla mukayese edilemezdi. O egemenlik ve iktidarını fikirlerine ve ideallerine feda etmesi gerektiğine inanıyordu. Ancak bu büyük fedakârlık sayesinde, bu dünyada rezil olmaktan, öbür dünyada ise ateşe atılmaktan korkmayan kimselerin hain ve düşman ellerinden bu büyük değeri koruyabilirdi. Hayatı hiçe sayan bir tavırla, en küçük bir değişiklik ve sapma yaşamadan bu stratejiyi eksiksiz bir şekilde uyguladı ve değerleri, idealleri korudu. O yaşayarak hedeflerini korumak uğruna, acı bir hayatı göze aldı. Bu öyle bir acıydı ki, ölümün acısı bunun yanında çok hafif kalırdı. O bütün varlığını başkalarının çıkarlarının aracı olarak kullanmaya razı oldu. Ama kendisi bundan en küçük bir maddî yarar görmedi. Yalnızca eşine az rastlanır ıslâhatçıların ve tarihte ender rastlanan büyük önderlerin nail olduğu bir makamı, başkalarının iyiliğini, ıslâhını temin etmeyi, topluma sahih düşüncelerin egemen olmasını sağlamayı, bütün benliğini bu amaca vermeyi ilke edindi. Birçok insan, fikirlerinin ve ideallerinin yaşaması için büyük hizmetler verir. Bu amaç için ağır musibetlere ve dayanılmaz belâlara tahammül eder. Fakat bu gibi insanlar arasında, türlü türlü belâlara tahammül etme, ömrünün en son anına kadar yakasını bırakmayan ve sürekli peşinde olan acılara katlanma bakımından Hasan b. Ali'nin ayaklarının düzeyine dahi ulaşacak bir tek kişi yoktur. Dolayısıyla o her açıdan mükemmel bir örnek ve sembol bir şahsiyet, büyük bir ıslâhatçıdır. Fikir ve idealler uğruna en acı ve en ağır bir hayata katlanma hususunda dünya ıslâhatçılarına ders vermiştir. Bu aşamanın ileriki safhalarında da her zaman züht ile hareket etmiş, bu dünyanın nimetlerine değer vermemiş, bu hususta da en ileri mertebeye sahip olmuş bir kimse portresini çizmiştir. Dolayısıyla, bu dünyadan el etek çekmişliği, hayata karşı takındığı o olağanüstü sabrı, egemenlik ve iktidarı feda etmesinin her biri Allah yolunda cihat etmesinin unsurları, fikir ve inancı ebedî kılmada başarılı olmasının vasıtaları ve kişiliğinin ebedîleşmesinin araçlarıdır.