Gadir-i Hum Olayı

Cumartesi, 15 Şubat 2014 19:21

SERKAN ÖZTÜRK/Erenler 6

Resulullah (s.a.a) hicretin onuncu yılında hacca gitmeyi kararlaştırmıştı. Bu kararı açıkladığında, Resulullah ile birlikte hacca gitmek için Medine’ye çok sayıda insan geldi. Bu hacca “Haccet-ül Veda” “Haccet-ül İslâm” “Haccet-ül Belağ” “Haccet-ül Kemâl” ve “Haccet-üt Tamam” da denilmektedir.[1]

Resulullah (s.a.a) gusledip, saçlarına yağ sürerek taradıktan sonra, iki çöl elbisesiyle, Zilhicce ayından beş-altı gün önce Cumartesi günü (İzar ve Ridayla) Medine’den yola çıktı. Resulullah (s.a.a) Medine’den çıktığında onunla birlikte eşleri, Ehl-i Beyt’i, Muhacir, Ensar ve diğer Arap kabilelerinden büyük bir topluluk da yola çıktı.[2]

Resulullah (s.a.a) Medine’den yola çıktığı o günlerde, Medine halkından bir çok kimse, çiçek veya kızamık hastalığına yakalanmıştı. Bu yüzden birçok insan Resulullah (s.a.a) ile Hacca gitmek şerefine erişemediler. Buna rağmen çok büyük bir insan topluluğu onunla beraber Medine’den hareket etti.

Bazıları Resulullah’la birlikte hareket edenlerin sayılarının 90 bin kişi, bazıları 114 bin kişi, bazıları 120 bin kişi, bazıları 124 bin kişi, bazıları da bundan daha fazla olduğunu yazmışlardır. Bunlar Hz. Peygamber’le birlikte hareket edenlerin sayısı olup Mekke’de olanlar, Yemen’den Hz. Ali (a.s) ve Ebu Mûsâ ile gelenler de onlara eklenirse, o zaman hacıların sayısı bu rakamların çok üzerinde olacaktır.[3]

Resulullah (s.a.a) pazar günü sabahleyin “Yelemlem”e vardı; sonra hareket edip akşam yemeğini “Şeref-us Seyale”de yedi; akşam ve yatsı namazını da orada kıldı. Daha sonra (oradan hareket edip) sabah namazını “Irk-uz Zabye”de kıldı. Sonra “Revha”ya indi. Daha sonra Revha’dan hareket edip ikindi namazını “Munsaref”te kıldı. Oradan da hareket edip akşam ve yatsı namazını “Muteaşşa”da kıldı ve akşam yemeğini de orada yedi. Yine oradan hareket edip, sabah namazını “Esabe”de kıldı. Salı gününün sabahı “Arc”a (Akabet-ul Cuhfe’ye) vardı; orada deve kemiği ile boynundan kan aldırdı. Çarşamba günü “Sekya”ya vardı, sabah namazını “Ebva”da kıldı. Sonra oradan hareket edip Cuma günü “Cuhfe”ye vardı. Oradan da “Kadid”e ulaştı ve cumartesi gününü orada istirahatla geçirdi. Pazar günü “Usfan”da idi. Sonra oradan hareket edip “Gamim”e vardı; Gamim’de yayalar sıraya geçip yürümekten dolayı Peygamber’e şikayette bulundular. Resulullah (s.a.a) onlara, “süratle yürüyün” buyurdular. Onlar da böyle yaparak rahatladılar. Pazartesi günü “Merr-uz Zahran”a vardılar. İkindiyi orada geçirerek akşamleyin “Seref”e ulaştılar. Akşam namazını kılmadan Mekke’ye ulaştılar. Geceyi Mekke girişindeki dağın arasında geçirdiler ve salı günü sabahleyin Mekke’ye girdiler.[4]

Resulullah (s.a.a) hac amellerini yaptıktan sonra, Mekke’ye geldiği insanlarla Medine’ye geri dönerlerken, Medine, Mısır ve Iraklıların yol ayrımı olan Gadir-i Hum’a ulaştıklarında, Cebrail şu ayeti indirdi: “Ey Peygamber! Rabbi’nden sana indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevini) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır ...”[5]

Allah-u Teâla bu ayetle, Resulullah’ın (s.a.a), Hz. Ali (a.s)’ı imam olarak halka tanıtmasını ve velâyet hakkında nâzil olanı, onlara tebliğ etmesini emretti ve ona itaat etmeyi herkese farz kıldı. Bu olay Zilhiccenin 18. Günü vuku buldu.

Hacdan dönenlerden ilk grup Cuhfe’ye yaklaştığında, Resulullah (s.a.a) önde gidenlerin geri dönmesini ve geride kalanların da bu bölgede onlara ulaşmasını emretti. O bölgede bulunan, birbirine yakın beş büyük ağacın altında oturmaktan onları sakındırdı; bu ağaçların altını temizletti, öğle namazı için ezan okundu, daha sonra Resulullah (s.a.a) halkla birlikte o ağaçların altında namaz kıldı.

Hava çok sıcaktı; insanlar sıcaktan abalarının yarısını başlarına çekip, yarısını da ayaklarının altına seriyorlardı. Semure denen ağacın üzerine elbise vb. şeyleri atarak Resulullah (s.a.a) için gölgelik yaptılar.

Resulullah (s.a.a) namazını bitirdikten sonra cemaatin ortasında,[6] deve semerleri üzerine çıkarak[7] herkesin duyacağı şekilde yüksek bir sesle şöyle buyurdular:

“Bütün övgüler Allah’a mahsustur; O’ndan yardım diliyor, O’na iman ediyor, O’na güveniyoruz. Nefsimizin şerlerinden, kötü amellerimizden Allah’a sığınıyoruz. Sapan kimseyi O’ndan başka kimse hidâyet edemez; O’nun hidâyet ettiğini ise kimse saptıramaz. Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in, O’nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ediyorum.”

Ve Sonra:

“Ey insanlar! Lâtif ve Habir olan Allah bana haber verdi ki, hiçbir Peygamber, kendisinden önceki peygamberin ömrünün yarısından fazla yaşamamıştır; ben, yakında Rabb’imin davetine icabet edeceğim. Ben sorumluyum, siz de sorumlusunuz. O hâlde siz ne düşünüyorsunuz?”

Halk: “Biz senin tebliğ ettiğine, nasihatte bulunduğuna, çaba sarf ettiğine tanıklık ediyoruz. Allah sana mükâfat versin.”

Resulullah: “Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, cennet ve cehenneminin hak olduğuna, kıyamet gününün geleceğine ve kabirde olanların dirileceğine şehâdet ediyor musunuz?”

Halk: “Evet buna şehâdet ediyoruz.”

Resulullah: “Allah’ım şâhit ol.”

Yine Resulullah: “Ey insanlar! İşitiyor musunuz?”

Halk: “Evet işitiyoruz.”

Resulullah: “Ben sizden önce (Kevser) havuzun başına gideceğim, siz orada benim yanıma geleceksiniz. O havuzun genişliği “San’a”[8] ve “Busra” arası kadardır. O havuzda, yıldızlar sayısında kadehler vardır. Benden sonra sekaleyn[9] hakkında nasıl davranacağınıza bakın.”

Halktan birisi: “Ya Resulullah, sekaleyn nedir?”

Resulullah: “Değerli büyük emanet: Allah’ın kitabıdır; bir tarafı Allah’ın elindedir, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sarılın, sapmayın. Değerli küçük emanet ise: Ehl-i Beyt’imdir. Allah-u Teâla bana bildirdi ki, onlar havuzun başında bana ulaşıncaya kadar, birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bunların birbirinden ayrılmamasını, ben de Rabb’imden istedim. Onlardan ne öne geçin ve ne de geride kalın; çünkü helâk olursunuz.”

Resulullah (s.a.a) daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın elini tutup her ikisinin koltuk altları görülecek kadar kolunu yukarıya kaldırdı. Herkes onu görüp tanıdı; sonra şöyle buyurdu:

“Ey İnsanlar! Mü’minlerin kendilerinden, onlara daha evlâ kimdir?”

Halk: “Allah ve Resul’ü daha iyi bilir.”

Resulullah: “Allah-u Teâla benim mevlâmdır; ben de mü’minlerin mevlâsıyım; ben onlara kendilerinden daha evlâyım. Öyleyse ben kimin mevlâsı isem, Ali de onun mevlâsıdır.” Resulullah bu cümleyi üç defa tekrarladı. (Hanbelî’lerin imamı Ahmed b. Hanbel’e göre, dört defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şöyle buyurdular: “Allah’ım, onunla dost olana dost, ona düşman olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğz edene buğz et; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.”

Halk henüz dağılmadan Allah-u Teâla şu ayeti indirdi: “Bu gün dininizi kemâle erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslâm’ı size beğendim.”

Bunun üzerine Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdular: “Allah-u Ekber! Din kemâle erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risâletime ve benden sonra Ali’nin velâyetine razı oldu.”

Daha sonra orada bulunan insanlar Hz. Ali (a.s)’ı tebrik etmeye ve kutlamaya başladılar. Ebu Bekir ve Ömer, Hz. Ali (a.s)’ı ilk kutlayan kimselerdendir. Onlardan her biri; “Bu makam sana kutlu olsun ey Ebu Talib’in oğlu! Sen, her mü’min erkek ve kadının mevlâsı oldun” diyorlardı.

İbn-i Abbas da; “Vallahi bu velâyet herkesin üzerine farz oldu.” dedi.

Hassan da şöyle dedi: “Ya Resulullah! Bana izin ver de Ali hakkında, halkın duyması için bazı beyitler okuyayım.”

Resulullah (s.a.a) buyurdular: “Allah’ın bereketi üzerine, söyle”

Hassan ayağa kalkıp şöyle dedi: “Ey Kureyş’in büyükleri! Peygamber (s.a.a)’in huzurunda mezkur velâyet hakkında şöyle diyorum:

Gadir günü Peygamberleri onlara sesleniyor.

 Hum’da herkesin duyacağı şekilde yüksek bir sesle.

Ve dedi ki, kimdir sizin mevlanız ve nebiniz?

Onlar da cevap verdiler, orada çekinmeden.

Senin İlah’ın mevlamızdır, sen de nebimizsin.

Ve dedi ki, kalk ya Ali, şüphesiz ben razı oldum.

Senin benden sonra imam ve hidayetçi olmana.

Öyleyse ben kimin mevlası isem bu da onun velisidir.

Siz de ona sadık tabiler ve destekçiler olun. [10]

İşte orada dua etti, “ey Allah’ım, onu seveni sen de sev

Ve ona düşman olana da sen de düşman ol” diye.

Bu anlatılanlar, Gadir olayı hakkında özet bir bilgidir; tafsilatı ise ileride gelecektir. Bütün ümmet bunda ittifak etmiştir; ve İslâm tarihinde bundan başka bir Gadir olayı yoktur. Gadir olayı denince bu konu akla gelir. Gadir-i Hum denince de, Cuhfe yakınlarındaki meşhur ve tanınan yer hatırlanır ve araştırmacılardan hiç kimse Gadir-i Hum olarak ondan başka bir yer tanımazlar.[11]

 

 

 

 

[1]- Haccet-ül Veda’ya Haccet-ül Belağ denilmesinin sebebi, “Ya eyyuhe’r- Resulü belliğ ma unzile ileyke...” ayetinin inişidir. Haccet-ül Kemâl ve Haccet-üt Tamam denilmesinin sebebi de, “El-yevme ekmeltu lekum dinekum ve etmemtu aleykum ni’meti..” ayetinin inişidir.

[2]- Tabakat-ı İbn-i Sa’d, c. 3, s. 225; İmta-ul Makrizi, s. 510; İrşad-us Sari, c. 6, s. 429.

[3]- Es-Siret-ul Hâlebiyye, c. 3, s. 283. Siret-u Ahmed Zeyni Dehlan, c. 3, s. 3; Tarih-ul Hulefa, İbn-ül Cevzi, c. 4; Tezkiret-u Havass-il Ümmet, s. 18; Dairet-ul Mearif, Ferid Vecdi, c. 3, s. 542.

[4]- İmta-ul Makrizi, s. 513-517.

[5]- Maide / 67.

[6]- Mecma’uz Zevaid, c. 9, s. 156.

[7]- Simar-ul Kulub, s. 511 ve diğer kaynaklar.

[8]- San’a, şimdiki Yemen’in baş kentidir. Busra, Dimaşk kasabalarından birinin ismidir.

[9]- Sekaleyn, iki değerli emanet olan Kur’an ve Ehl-i Beyt’tir

[10] - el-Gadir, c. 2, s. 65.

[11]- Sadece Doktor Mulhim İbrahim el-Esved, Ebu Tamam'ın divanına düştüğü notlarda şöyle demiştir: “Gadir olayı, meşhur bir savaş hadisesidir.” Allame Emini, bu konu hakkında 14. Bölümde genişçe bahsetmiştir.

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar