Bİ'SET (1)
Nûr dağı bir gece, nûra büründü
Ufukta yüce bir melek göründü
Rûh-ul Emîn "Oku" emriyle indi
Artık ilim, artık hikmet vaktidir
Geldi maveradan mukaddes nida
Örtüye bürünmüş, Emîn-i Hüdâ!
Durma kalk ayağa, kalk ey Mustafâ
Artık halkı Hakk'a, davet vaktidir
İnsanlar susamış insanlığına
Adaletin hatta bir anlığına
Bir gece fazîlet mihmanlığına
Ey rahmet madeni, imdât vaktidir
Zayıflar, köleler, zulümden sızlar
Topraklar altında, inliyor kızlar
Yollara hâkim hep bütün yolsuzlar
Yeter artık, hakkın devlet vaktidir
Her yeri bürümüş, karanlık, vahşet
Üstünlük ölçüsü, servet, aşîret
Mazlûmlar zincirde, bekliyor himmet
Artık âlemlere rahmet vaktidir
Tevhit merkezinde, putlar ayakta
Değerler yok olmuş, insan batakta
Aydınlığa karşı, Şeytân atakta
Kalk ayağa, nura hicret vaktidir
Kalk ayağa, âlem nur ile dolsun
Karanlık son bulsun, diken gül olsun
Küfrün şirkin benzi sararıp solsun
Seninle âleme minnet vaktidir
Kalk seninle mazlum ümidvâr olsun
Zâlime, kâfire, âlem dar olsun
Bi'setinle canlar, hep bahar olsun
Cehennem son bulsun, cennet vaktidir
Gam yeme başında Hakk'ın eli var
Firavunlar boğan, nice nîli var
Yanında Şir-i Hak olan Ali var
Geçit yok zillete, izzet vaktidir
O günlerden geçmiş, bin dört yüz sene
Döndü câhilliğe, insanlar yine
Hak geride, bâtıl çıkmıştır öne
Yine hakikatın, uzlet vaktidir
Bak, ya Resûlallâh, dinin gurbette
Yoktur bir nişâne, senden ümmette
Muminler cephesi, bin bir mihnette
Bugün, yeniden bir bi'set vaktidir
Hani buyurmuştun bize: "Ey ümmet!
Kur'ân ve Ehl-iBeyt size emanet"
Kur'ân'dan uzağız, Sünnet'e hasret
Saâdet devrine, avdet vaktidir
Musa Aydın
VARLIK GÜLÜ (2)
Recep'te dünyalar nûra büründü
Sedef yarılarak cevher göründü
Varlık gülü açıp Hâtem'e güldü
A'lâ'dan âleme Ali verildi
Âlem gülistandır Ali gülüdür
Ali'siz yaşayan âlem ölüdür
Âşık gönlümüze cânân Ali'dir
Rûhumuzda kopan tufân Ali'dir
Ali olmasaydı olmazdı âlem
Ali'ye borçludur âlem ve Âdem
Âlemin cânının cânı Ali'dir
Hilkatin şerefi şânı Ali'dir
Ahmed-i Sânidir Murtezâ Ali
Yetiştirmiş onu Mustafâ eli
Ali âşıkların cem'ine yârdır
Gönül diyârına Ali bahârdır
Ali başındadır "Kerremnâ" tâcı
Bütün bir âlemdir Ali muhtâcı
Sultân-ı Enbiyâ vezîri Ali
İmân cephesinin emîri Ali
Ali ilelebet hakkın mihveri
Tevhîd meydanının eşsiz bir eri
"Lâ-fetâ" mülküne sultân Ali'dir
"Hel-etâ" tâcına şâyân Ali'dir
Ali ulaşılmaz zirvenin adı
Kur'ân'daki "Vuskâ Ürve"nin adı
Amellere mizân Ali'dir Ali
Hak bâtıla furkân Ali'dir Ali
Rabbânî ilimler şehri Nebî'dir
Bu şehrin kapısı Mevlâ Ali'dir
Ali'den ayrılır ilim Nilleri
Ali'den boşanır hikmet selleri
Hakk'ın kelâmıdır Ali kelâmı
Kur'ân merâmıdır Ali merâmı
Kur'ân'ın lisânı Ali'dir Ali
Sırların beyânı Ali'dir Ali
Hakk'ın senâsıdır Ali senâsı
Ali'yle oldum ben Hak aşinâsı
Ali zâlimlere feryat demektir
Ali mazlûmlara imdât demektir
Zulfikâr'ı kırdı küfrün belini
Hutbeleri kesti şirkin dilini
Bir ayak mihrapta biri meydanda
Bir eli mızrakta biri Kur'ân'da
Zülfikâr tutarken kükreyen Ali
Öksüzü okşarken titreyen Ali
Git ey sâil Ali kapısını çal
Çalıp pâdişâhlık yüzüğünü al
Dünya tûfanlı bir deryâ gibidir
Ali bu tûfanda Nûh-i Nebî'dir
Bir gemiye kaptan Ali olursa
Korkma dünya tufanlarla dolarsa
Zikrin her meclise ziynet ya Ali
Sen olduğun her yer cennet ya Ali
Cennet kapıları sesler ya Ali
Adın cenneti de süsler ya Ali
Her yerde Ali'den bin bir nişâne
Bulmamağa yoktur hiçbir bahâne
Biz damlayız Ali sonsuz bir deniz
Ali bir güneştir, zerreleriz biz
Bir zerreye nazar etse Buturâb
Yükselir semâya olur âfitâb
Adâlet kurbânı canlar fedâsı
Dosttan da gördün çok düşman cefâsı
Şafak karanlığın bağrın yararken
Mihrâpta buldu hep seni ararken
Bir Allah, bir gece, bir de kuyular
Bildiler göğsünde nice sırlar var
Zamanın anası akimdir artık
Doğurmaz bir daha Kur'ân-ı Nâtık
Hakkıyla seni ey ruhlar tabîbi
Bir Allah tanıdı, bir de Habîb'i
Denizler mürekkep, ağaçlar kalem
Olsa da yazamaz fazlını âlem
Cümleler, beyitler, vasfına çok dar
Sığar mı kaplara sonsuz deryâlar?!
Methinden âciz her kelâm ya Ali
Bizden sana bin bir selâm ya Ali
Şu kırk beyit değil, kırk bini dahi
Okyanustan ancak damla misâli
Musa Aydın
NERGİS GÜLÜ (3)
Gerçekleşecektir Rabb'imin va'di
Yerine gelecek enbiyâ ahdi
Altüst olacaktır Şeytân'ın tahtı
Hâtem-i Evsiyâ geldiği zaman
Son bulacak hayat, denen bu zindân
Kıtlık görmeyecek diyâr-ı Ken'ân
Yakub çekmeyecek bir daha hicrân
O Yusuf-i Zehrâ geldiği zaman
Zâhir olur bir-bir âlemde sırlar
Kış son bulur, güneş olur aşikâr
Nergis gülü eder âlemi gülzâr
Bahâr-ı kâinât geldiği zaman
Serâba koşanlar, bulur mey-i nâb
Sâkinin elinden olurlar harâb
Açar ay yüzünden yârımız hicâb
O nesîm-i hayât geldiği zaman
Ka'be'den semâya Kâim'in sesi
Yükselip mest eder, âşık her kesi
Can verir aleme kudsî nefesi
Ruhların tabîbi geldiği zaman
Acılar, hüzünler, artık son bulur
Zâlimler kahrolur, mazlumlar gülür
Âlem fazîletin bezmine gelir
Âşıklar habîbi geldiği zaman
Kuruyacak kökü yalan, dolanın
Son bulacak devri, gasbın, talanın
Gülistân olacak âlem, inanın
O cennet tâvûsu geldiği zaman
Noksanlıklar artık kâmil olacak
İnsanlık her şeye kâbil olacak
Her kes o Mevlâ'ya sâil olacak
Hilkatın nâmûsu geldiği zaman
Kur'ân olacaktır yeniden tefsîr
Hakikatler zuhûr edecek bir-bir
İnsan anlayacak insanlık nedir
O insân-ı kâmil geldiği zaman
Her yerde fazîlet hâkim olacak
Hakk'ın emri artık kâim olacak
Bâtıl yok olmaya mahkûm olacak
O emîr-i âdil geldiği zaman
Bayram edecektir bütün kâinât
Sâhile varacak keştiy-i necât
Rahmet yeryüzüne inecek kat-kat
Mazlûmlar penâhı geldiği zaman
Kurulacak adaletin divânı
Yerde kalmayacak Hüseyn'in kanı
Yerine gelecek Hakk'ın fermânı
Hüccet-i İlâhi geldiği zaman
Şafak ufuklardan elbet doğacak
Âleme nûr, yağmur gibi yağacak
Adâlet, zâlimi, zulmü boğacak
Vâris-i Peygamber geldiği zaman
"Mehdî" adı ile, süslenir her yer
Bütün yerler, gökler, "Mehdî, Mehdî" der
Sevinir Murtezâ, Zehrâ, Peygamber
Kâim-i Muntazar geldiği zaman
Musa Aydın