Kur"ân-ı Kerim, bazı insanları övmüş, konumlarına ve hak uğruna yaptıkları fedakârlığa yönelik bir onurlandırma olarak gece gündüz okunan ayetlerinde onlardan söz ederek hatıralarını ölümsüzleştirmiştir.
Yüce Allah"ın, ulu kitabında özel olarak andığı, üstün konumlarına ve faziletlerine değindiği kimseler arasında Hz. Peygamber"in (s.a.v) Ehlibeyt"i de vardır. Tarihçiler ve tefsir bilginleri, birçok ayetlerin onları övmek üzere indiklerini söylemişlerdir. Ayrıca birçok surede, hayat çizgilerinin doğruluğunun, karakterlerinin güzelliğinin bir göstergesi olarak onlardan övgüyle söz edilmiş ve insanlara, onları örnek almalarına ilişkin bir çağrı yöneltilmiştir.
1- Risalet Kevseri Hz. Zehra
Kevser; bol hayır demektir. Dolayısıyla bu kavram, yüce Allah"ın peygamberi Hz. Muham-med"e (s.a.v) bahşettiği bütün nimetleri kapsamaktadır. Fakat Kevser Suresi"nin son ayetiyle birlikte surenin iniş sebebine ilişkin açıklamalar içeren rivayetleri ele aldığımız zaman, bu bol hayrın, neslin çokluğu ve devamıyla ilgili olduğunu açık bir şekilde görürüz. Bütün dünya, Hz. Peygamber"in (s.a.v) neslinin kızı Fatımatü"z-Zehra aracılığıyla devam ettiğini biliyor. Resulullah"ın (s.a.v) birçok hadisinde de buna açıkça işaret edilmiştir.
Müfessirler bu bağlamda şöyle bir olayı rivayet ederler: "As b. Vail, Kureyş kabilesinin ileri gelenlerine şunları söylüyordu: Muhammed"in soyu kesiktir; kendisinden sonra yerine geçecek oğlu yoktur; o öldüğü zaman kimse ondan söz etmeyecek ve siz de ondan kurtulmuş olacaksınız."[1] İbn Abbas"ın ve müfessirlerin genelinin görüşü budur.[2]
Fahreddin er-Razî, müfessirlerin "Kevser" kelimesinin anlamı hakkında ihtilâf ettiklerini söylemesine rağmen, şunu da ifade etmektedir:
"Üçüncü görüş: Kevser; evlâtların çok olması demektir. Çünkü bu sure, Peygamberimizin (s.a.v) erkek çocuklarının olmamasını bir kusur olarak görenlere cevap mahiyetinde nazil olmuştur. Dolayısıyla kastedilen anlam şudur: Allah ona bir nesil verecek ve bu nesil zaman durdukça devam edecektir."
Sonra şunları söyler: "Şöyle bir bakın! Ehlibeyt"ten nicesi öldürüldü?! Bununla beraber dünya Hz. Resul"ün (s.a.v) soyuyla doludur. Ehlibeyt arasında Bâkır, Sadık, Kâzım, Rıza ve Nefs-i Zekiye gibi nice büyük âlimler var!"[3]
2- İnsân (Dehr) Suresi"nde Hz. Zehra
Hasan ve Hüseyin hastalanmışlardı. Hz. Resulullah (s.a.v) birtakım insanlarla beraber onlara hasta ziyaretinde bulundu. Hz. Ali"ye dediler ki: "Ey Ebu"l-Hasan! İki oğlunun iyileşmesi için bir adak adasan olmaz mı?" Bunun üzerine Ali, Fatıma ve Fizze (hizmetçileri), Hasan ve Hüseyin iyileşecek olurlarsa üç gün oruç tutacaklarını adadılar. Derken Hasan ve Hüseyin iyileştiler. Ancak evde yiyecek bir şeyleri yoktu. Ali, Hayber Yahudilerinden Şem"un"dan bir miktar arpa borç aldı. Fatıma onun üçte birini öğüttü. Sonra bundan aile fertlerinin sayısı kadar beş ekmek yaptı. İftarlarını açmak üzere ekmekleri önlerine koydular. Tam o sırada bir dilenci kapıya geldi ve şöyle dedi: "Ey Muhammed"in Ehlibeyt"i! Selâm üzerinize olsun. Ben bir Müslüman yoksulum. Bana bir şeyler yedirin ki, Allah da size cennet sofralarından yedirsin."
Bunun üzerine yiyeceklerini ona verdiler ve içtikleri sudan başka hiçbir şey yemeden sabahladılar ve ertesi günü de oruçlu geçirdiler. Akşam olup yemeği önlerine koydukları zaman, kapılarına bir yetim geldi. Bu sefer yiyeceklerini ona verdiler. Üçüncü günde de kapılarına bir esir geldi. Ona da diğerlerine yaptıkları gibi muamele gösterdiler.
Sabah olunca, Ali Hasan ve Hüseyin"i ellerinden tutarak Resulullah"ın (s.a.v) yanına götürdü. Resulullah (s.a.v) onların açlıktan kuş yavrusu gibi titrediklerini görünce, şöyle dedi: "Sizin bu hâliniz beni ne kadar da etkiledi, rahatsız etti!" Hemen kalktı ve onlarla birlikte Fatıma"nın yanına gitti. Fatıma, mihrabında karnı sırtına yapışmış hâldeydi. Gözleri kaymıştı. Bu durum Hz. Peygamber"i (s.a.v) çok etkiledi. Bu sırada Cebrail geldi ve şöyle dedi:
"Al bu sureyi, ey Muhammed! Rabbin Ehlibeyt"inden dolayı seni kutluyor." Ardından sureyi okudu.[4]
Şu hâlde Fatıma, yüce Allah"ın, kâfur kokulu kaselerden içen iyilerden olduğuna, verdikleri sözü tutan, kötülüğü kapsayıcı olan bir günden korkan, isteği olmasına rağmen yiyeceğini başkalarına veren, kendi ihtiyaçları olmasına rağmen başkalarını kendilerine tercih eden. sırf Allah rızası için yoksulları yediren, onlardan bir karşılık veya teşekkür beklemeyen. Allah için her türlü zorluğa sabreden. Allah"ın, kendilerini bu haşin ve şiddetli günün şerrinden koruduğu. kendilerini sevinç ve neşeyle karşıladığı, sabretmelerinden dolayı kendilerine cennet ve ipekler bahşettiği. kimselerden olduğuna tanıklık ettiği biridir.[5]
3- Tathir Ayeti"nde Hz. Zehra
Hz. Peygamber (s.a.v), Ümmü Seleme"nin (r.a) evinde bulunduğu bir sırada, Tathir Ayeti nazil oldu. Torunları Hasan ve Hüseyin"i bağrına basmış, babalarını ve annelerini yanına almış ve bir örtünün altına girmişlerdi. Böyle yapmakla Hz. Peygamber (s.a.v) onları diğerlerinden ve eşlerinden ayırmış oluyordu. Onlar bu hâlde iken Tathir Ayeti nazil oldu: "Allah ancak siz Ehlibeyt"ten her türlü günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister."[6] Hz. Peygamber (s.a.v) ayetin sırf onlara özgü olduğunu belirtmek hususunda bununla da yetinmedi, ellerini örtünün altından çıkarıp göğe doğru açtı ve şöyle dedi: "Allah"ım! İşte bunlar benim Ehlibeyt"imdir. Kötülüğü ve günahı onlardan uzak tut ve onları tertemiz kıl." Peygamberimiz (s.a.v) bu sözleri tekrarlarken Ümmü Seleme de bakıyordu. Ümmü Seleme de örtünün altına girmek istedi ve "Ben de sizinle beraber miyim ya Resulallah?" dedi. Peygamberimiz (s.a.v) elinden tutup engelledi ve şöyle dedi: "Hayır, ancak sen hayır üzeresin."[7]
Bu ayetin inişinden sonra Hz. Peygamber (s.a.v) sabah namazı için mescide gittiği zaman Fatıma"nın evinin önünden geçer ve şöyle seslenirdi: "Namaz.! Ey Ehlibeyt! Allah ancak siz Ehlibeyt"ten her türlü günahı uzak tutmak ve sizi tertemiz kılmak ister." Peygamberimiz (s.a.v) altı veya sekiz ay boyunca bunu tekrarladı.[8]
4- Mübahele (Lânetleşme) Ayeti"nde Zehra
İslâm kıblesine mensup (ehl-i kıble) bütün gruplar, hatta Haricîler, Hz. Peygamber"in (s.a.v) lânetleşmeye giderken kadınlardan sadece kendisinden bir parça olan Fatıma"yı, oğullardan sadece iki torunu ve iki gülü Hasan ve Hüseyin"i, kendi olarak da kendisinin yanında Harun"un Musa yanındaki konumuna eş bir konumda olan kardeşi Ali"yi çağırdığı hususunda görüş birliği içindedirler. Dolayısıyla zorunlu olarak bu ayette kastedilen kimseler, isimleri sayılan bu kimselerden başkası olamaz. Bunu inkâr etmek de mümkün değildir ve dünyada hiç kimse onların bu onuruna ortak değildir. Müslümanların tarihini inceleyen herkes bu apaçık gerçeği görür, ayetin özel olarak bunlar hakkında indiğini anlar.[9]
Hz. Peygamber (s.a.v) Necran Hıristiyanlarıyla lânetleşmeye bu isimleri sayılanları beraberinde götürmüş ve Necran Hıristiyanlarını yenilgiye uğratmıştı.
Fahr-i Râzî"nin tefsirinde söylediği gibi, üzerinde siyah kıldan bir örtü olduğu hâlde Necran Hıristiyanlarıyla buluşmaya gitmişti. Hüseyin"i kucağına almış, Hasan"ın da elinden tutmuştu. Fatıma arkasında, Ali de Fatıma"nın arkasında yürüyordu. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle diyordu: "Ben dua ettiğim zaman, siz, amin, deyin."
Bu manzarayı gören, Necran papazı şöyle dedi: "Ey Hıristiyanlar topluluğu! Burada öyle yüzler görüyorum ki, eğer Allah"tan dağları yok etmesini isteseler, Allah dağları yerinden söküp atar. Bunlarla lânetleşmeyin, yoksa helâk olursunuz ve kıyamet gününe kadar yeryüzünde bir tek Hıristiyan kalmaz."[10]
Râzî, bu hadiseyi aktardıktan sonra şöyle der: "Bu ayet, Hasan ve Hüseyin"in, Peygamber"in (s.a.v) oğulları olduklarına delâlet eder. Çünkü Hz. Peygamber (s.a.v) oğullarını çağıracağını söylemiş ve ardından Hasan ve Hüseyin"i çağırmış. Bu da onların Hz. Peygamber"in (s.a.v) oğulları olmalarını gerektirir."[11]
--------------------------------------------------------------------------
[1]- Bu olay, Peygamberimizin (s.a.v) Hatice"den olma oğlu Abdullah öldükten sonra gerçekleşmişti. Abdullah"tan sonra Peygamberimizin (s.a.v) Hatice"den erkek çocuğu kalmamıştı.
[2]- et-Tefsiru"l-Kebir, Fahr-i Razî, 32/132
[3]- et-Tefsiru"l-Kebir, 32/124
[4]- Dehr veya İnsân ya da Hel Etâ Suresi.
[5]- bk. el-Keşşaf, Zemahşerî; Sa"lebî"nin tefsiri; Usdu"l-Gabe, 5/530; et-Tefsiru"l-Kebir, Fahr-i Razî.
[6]- Ahzâb, 33
[7]- bk. Sahih-i Müslim, Kitab-u Fedaili"s-Sahabe; Müstedrekü"s-Sahiheyn, 3/147; ed-Dürrü"l-Mensûr, Tefsir-u Ayeti"t-Tathir; Tefsiru"t-Taberî, 22/5; Sahih-i Tirmi-zî, c.5, hadis no: 3787; Müsned-i Ahmed, 6/292, 304; Us-du"l-Gabe, 4/29; Tehzibu"t-Tehzib, 2/258.
[8]- el-Kelimetu"l-Ğarra Fî Tafdili"z-Zehra, s.192. Abdulhüseyin Şerefüddin şöyle der: "Bu hadisi İmam Ahmed, eserinin 3. cildinin 259. sayfasında tahriç etmiştir. el-Hâkim de bu hadisi rivayet etmiş, Tirmizî sahih olduğunu belirtmiştir. İbn Ebu Şeybe, İbn Cerir, İbn Mün-zir, İbn Mürdeveyh ve Taberanî gibi isimler de hasen olduğunu belirterek bu hadisi rivayet etmişlerdir."
[9]- bk. el-Kelimetu"l-Ğarra, s.181
[10]- Seyyid Abdulhüseyin Şerefuddin şöyle der: "Müfessirler, muhaddisler ve hicretin onuncu senesini inceleyen bütün tarihçiler bu hadiseyi zikretmişlerdir. Bu seneye lânetleşme senesi denilmiştir." bk. Sahih-i Müslim, Kitab-u Fedaili"s-Sahabe; el-Keşşaf, Zemahşerî, Âl-i İmrân, 61. ayetin tefsiri
[11]- bk. et-Tefsiru"l-Kebir, ilgili ayetin tefsiri. es-Sa-vaiku"l-Muhrika, s.238; Esbabu"n-Nüzul, Vahidî, s.75