İslam'da Kadının Şahsiyeti Ve Hicab

Salı, 28 Ocak 2014 17:21

 

Muhammed Taki REHBER

 

Günümüzde İslami uyanışın hızla gelişmesiyle kültürel ve sosyal konuların İslami açıdan dikkatle incelenmsi önemli bir gereksinim haline gelmiştir. Bu konular arasında kadınlarla ilgili meseleler; onların sosyal alanlarda bulunmaları ve şer'i, ilahi ölçüler içerisinde faaliyetlerinin niteliği özel bir önem taşımaktadır. Hüccet-ül İslam Muhammed Tâki Rehber'in "Hicap ve Hürriyet" adlı eserinden özetle yayınladığımız bu makale İslam ve Ehl-i Beyt mektebinin konuyla ilgili soru ve sorunların çözümlerine açıklık getirmektedir.

Geçen sayıda Kur'an'da hicab; ilgili rivayetlerle fıkhî yönleri konu edinip incelendi. Geneli Nur ve Ahzab surelerinde bulunan ayetler üzerinde duruldu. Nur suresinin ilk ayeti dikkate alınıp, bakma ve sınırları, bu konuda erkek ve kadınların vazifeleri, avretin örtünmesi ve iffet, gizli zineti (süsü) açmamak, kendiliğinden görünen zinetin hükmü, yaşlılar ve şehevi duyguları olmayan çocukların hükümleri, kadının gösterişte bulunup dikkatleri üzerine çekmesi ve daha sonra Ahzab Suresi'nin Peygamber'in (s.a.a) zevcelerine hitaben nazil olan 59. ayeti konu edinip incelendi.

Daha sonra cilbabın (çarşafın) mefhumu, hicabın felsefesi incelenip devamında Resulu Ekrem'in (s.a.a) zevcelerinin ağır sorumluluğu ve ayetteki hükmün yalnızca onlara mahsus olmadığı, kadının yumuşak dille ve işveyle konuşması, yabancı erkeğle tokalaşması, şakalaşması konularına değinildi. Bu sayıda ise ayetlerin devamı ele alınmaktadır.

Kadının Güven Yurdu Evidir

Daha sonra Peygamber'ın (s.a.a) hanımlarına evlerinde oturmaları ve ilk cahiliye kadınları gibi evlerinden çıkıp gösterişte bulunmamaları uyarısında bulunuyor. Yabancı erkekler ile düşüp kalkmak ve konuşmaktan çekinip sakınma olan bu hükmün ahlaki boyutu, Peygamber'ın (s.a.a) hanımlarına has olmayıp, bilakis tüm kadınları kapsamına almaktadır. Bir çok rivayette de geçtiği gibi kadın için en iyi yaşayış çevresi evidir. Hatta genç kadınların namazlarını evde kılmalarının sevabının camiye gidip namazı orada eda etmelerinden daha fazla olduğu belirtilmiştir; tabi ki bu kadının sosyal faaliyetlerden mahrum bırakılması demek değildir. Çünkü gerektiğinde ve kadının toplumdaki varlığınının zorunlu olduğu hissedildiğinde, doğal olarak kadın sosyal sorumlulukların yükünü de omuzlayacaktır. İslam tarihi bu gerçeği göstermektedir; Müslüman kadınlar, Sadr-ı İslam'dan günümüze kadar sosyal alanlarda değerli ve etkili roller ifa ederek göverlerini yerine getirmişlerdir. Hatta savaş meydanlarında, bazı savunma ve ilk yardım işlerini hanımlar yapıyorlardı. Şimdi özetle bir kaç örneği sizlere hatırlatacağız.

1- Abdulmutallib Kızı Safiye

İbn-i Hişam Sire'sinde şöyle yazıyor: "Peygamber düşmanla çarpışmaya çıktığı her defasında hanımlarından bazılarını beraberinde götürüyordu. Hendek savaşında ise ailesini ve eşlerini Medine'nin muhkem kalelerinden biri olan "Hisan bin Sabit" kalesine bıraktı, yahudi birisi casusluk yapmak için, kalenin etrafında devriye geziyordu! Safiye Hisan'a: "Bu yahudinin kalenin etrafında devriye gezdiğini görüyor musun! Peygamber ve ashabının bulunmadığı bu anlarda bize saldırmaları için, bu adamın diğer yahudilere haber vermesinden korkuyorum, git onu öldür!" dediğinde Hisan: "Ey Abdulmutalib'in kızı, Allah seni affetsin (Allah sana hayır versin) Allah'a yemin ederim ki ben bu işi yapacak gücü kendimde görmüyorum dedi. Safiye, Hisan'ın bu sözünü işitince yerinden kalkıp, bir direk (sopa) alarak kaleden indi ve o yahudiyi öldürdükten sonra kaleye geri dönüp Hisan'a olup biteni anlattı. O adamın ölüm haberi yahudilere ulaşır ulaşmaz birbirlerine bakıp Peygamber'in (s.a.a) kendi ailesini yanlız bırakmıyacağını söylüyerek dağıldılar.[1]

2- Ummu Varaka

Abdullah bin Haris-i Ensari'nin kızı Ummu Varaka, Peygamber'in ziyaretine gittiği faziletli kadınlardan biriydi. Onun şehid olduğu söylenmektedir. Bedir savaşında Peygamber efendimize (s.a.a) izin verirseniz yaralıları tedavi etmek için savaşa katılayım, inşaallah Allah bana da şehadet nasib eder! diye arzetmesi üzerine Peygamber şöyle buyurdu: "Allah sana şehadeti nasib eder. Evde kal, sen şehidesin!" O, Kur'an'ı topluyordu. Peygamber ona: "Kendi aile efradın için namazda imamlık yap!" buyurdular. Ummu Varaka şehid oluncaya kadar evde imamlık yapıyordu.[2]

3- Ummu Remise

Ömer ibn-i Hişam ibn-i Abdulmutalib'in kızıdır. Büyük bir mücahide ve zeki bir kadın idi, İslam dinini seçip Resulullah'a biat etti. Hayber'in fethinde Resulullah'ın (s.a.a) yanında bulundu.[3]

4- Ummu Hakim Makhzumiyeh

Yermuk vakıasında bulunan değerli bir mücahide idi; korkusuz ve kahramanca savaşmıştır. "Mercus Suğer" vakıasında çadırın direğini alıp Rumlar'dan yedisini öldürdü.[4]

5- Berke (Ummu Emin)

Sa'lebe'nin kızı Berke hicret eden ilk kadınlardan idi. İki defa Habeşistan ve Medine'ye hicret etmiştir. Bu büyük kadın Huneyn, Uhud ve Hayber savaşlarına katılarak İslam askerlerine su verirdi.[5]

6- Cahş Kızı Hemne

Peygamberle birlikte cihad eden muhacir kadınlardan idi. Uhud savaşına katılarak İslam askerlerine su verirdi.[6]

7- Ummu Habib

Peygamber döneminin mücahide kadınlarından idi, "Yermuk" savaşına katıldı ve kahramanca savaşıp, İslam askerlerini savaşa teşvik ederdi. Rumlar saldırıya geçtiklerinde Amr b. As ve beraberinde bulunanlar dağıldılar düşman ilerleyince, kadınlardan bir grup ellerinde demir direkler ile tepelerden inerek düşman askerlerine saldırdılar. Bu arada Ummu Habib şöyle feryad ediyordu: Kendi namusuna sırt çeviren ve eşini bırakan erkeğe yazıklar olsun...! O böylece müslümanları geri çevirdi ve Amr ibn-i As'la komutasında bulunanlar kendi karargahlarına geri döndüler.[7]

8- Leyla Gıfariye

Mücahid ve mücadeleci bir kadın idi, Peygamber'le (s.a.a) birlikte savaşa katılarak yardımda bulunuyordu. Ali (a.s) Cemel fitnesini çıkaranlarla savaşmak için Basra'ya gittiğinde, onunla birlikte idi. Leyla o savaşta Aişe'nin yanına gelerek; "Acaba sen Allah Resulü'nden Ali'nin (a.s) fazileti hakkında bir şey işitmedin mi?" dedi.

Bunun üzerine Aişe şöyle dedi: "Bir gün Ali üzerinde eski bir elbise olduğu bir halde Peygamber'in yanına geldi. Ben de onun yanındaydım. Ali aramıza oturdu, ben bundan daha geniş yer yok muydu?" dediğimde, Peygamber şöyle buyurdu: "Ey Aişe! Kardeşimi yanıma bırak; o müslüman olan ilk kimsedir, benimle birlikte olacak son kimsedir, kıyamet gününde de herkesten önce benimle görüşecek olan odur."[8]

9- Harıs Bin Abdulmutallib Kızı Ervi

O fazilet ve edeb ehli, belağet ve fesahet sahibi, konuşkan ve İslam yolunda çaba gösteren kadınlardan biriydi. Onunla Muaviye arasında geçen meşhur konuşma özetle şöyledir: Hac mevsiminde Muaviye'nin yanına gitti, Mervan ve A'mr b. As'ın da yanında bulunduğu halde Muaviye'yi kınayarak kendisiyle ailesinin, Peygamber'in İslam'a yaptığı çağrıyı engellemeleri ve bozgunculuklarından sözetti. Amr ibn-i As ve Mervan onun sözünü kesmek istedikklerinde keskin diliyle onların aşağılık geçmişlerini hatırlatarak onları yerlerine oturttu. Nihayet Muaviye'yi razı edip gönlünü almak için ona herhangi bir ihtiyacı varsa istemesini teklif etti. O altı bin dinar istedi. Muaviye bu meblağla ne yapacaksın? deyince Abdulmutallibin çocuklarının ihtiyacını temin edeceğim, erkek ve kız çocuklarını evlendirip Medine ve Allah'ın evini ziyaret edeceğim dedi. Muaviye senin isteğini yerine getireceğim dedi. Böylelikle onu Ali ve onun sevgisinden koparmayı ümid ediyordu; bu arada şöyle dedi: "Eğer Ali olsaydı bu meblağı vermiyecekti."

Ervi "evet, doğru söylüyorsun! Ali emaneti eda ediyordu ve Allah'ın emrine bağlıydı. Sen ise emaneti zayi ediyor, Allah'ın emrini çiğniyorsun ve Kur'an'da sahiplerini belirlediği Allah'ın malını ona ehli olmayanlara veriyorsun. Ali (a.s) seninle savaştı ve kendi hakkımızı almayı bize bıraktı; sen ise kendi malından bize bir şey verdiğini düşünme! Biz kendi hakkımızı senden istemişiz ve ondan fazla bir şey de istemiyoruz" daha sonra öfkeli bir şekilde Muaviye'ye hitaben: "Allah senin ağzını eğsin, kara günlere düşürsün. Sen Ali'yi böyle mi yad ediyorsun!" diyerek yüksek sesle ağlamaya başladı. Bu arada bir kaç beyt şiir okudu bazı beyitleri şöyle:

"Ey gözler bize yardım edip Emir-ul müminin mateminde yaş dökün

Allah'a yemin ederim ki Aliyi ve namaz kılanlar arasında onun görkemli namazını unutmayacağım.

Hüseyn'in babasının yüzünü gördüğünde, gözleri kamaştıran dolunayı görmüş olursun."

Muaviye bunları işitince, ihtiyacın ne ise söyle dedi. Ervi sana ihtiyacım yoktur deyip dışarı çıktı. Ervi çıktıktan sonra bu sözleri işiten Muaviye, yanında hazır bulunanlara "sizden hanginiz onunla konuşursa hepinize bir türlü cevap verir! Evet, Beni Haşim kadınları diğer erkeklerden daha konuşkandırlar." dedi.[9]

10- Ubeydet b. Haris'in Eşi Huzeyme Kızı Zeyneb

Bu müslüman ve mücahide kadın, Bedir savaşına katıldı. Eşi savaşta şehid olmasına rağmen kendisi yaralıları tedavi etmeyi sürdürdü...! Ve altmış yaşlarında Peygamber'le evlendi.[10]

Bunlar müslüman kadının, toplum, savaş, siyasi ve askeri mücadele alanlarındaki varlığının birer örnekleridir! İslam'ın ilk yılları kadınların konuşma, belağat, kültür, yapıcılık ve kahramanlığının birer göstergesidir. Hiç kuşkusuz bu türden örnekler İslam tarihinde oldukça çoktur ve biz şimdilik bunları nakletmek niyetinde değiliz. Daha geniş bilgi için tarih kitapları ve İslam kadınlarının hayatlarına baş vurmak gerek. Yukardaki örnekler kadınların, evlerini güvenlik ve faaliyet alanı edinmelerinin anlamının kadının, mukaddes savunma ve benzeri meşru toplumsal faaliyetlerden alıkonması anlamına gelmediğini açıkça ortaya koymaktadır.

Tabii ki, şu noktayı da göz ardı etmemek gerek: Müslüman kadının, sözünü ettiğimiz alanlarda toplumsal faaliyetlerde bulunması, onun ikinci derecede vazifesidir. İhtiyaç ve gereksinim olduğu her zaman, kadınlar toplumsal faaliyetlere katılımda bulunup toplumsal alanda var olmaya çağrılırlar. Kadının ilk sorumluluğu ise ailevi sorumluluklarıdır; ev işlerine bakmak, çocuk terbiyesi ve sözün kısası evin dışıyla değil içiyle ilgili hemen hemen tüm konular kadının sorumluluk alanına girmektedir. Sosyal faaliyetlerin kadının ilk vazifesini etkilememesi ve aile içerisindeki işlerde aksaklıklara yol açmaması gerek. Çünkü eğer toplumun temelini oluşturan aile sarsılırsa toplum çöküş ve izmihlale doğru gider. Bunun için müslüman kadınlara yapılan sayısızca tavsiyelerde, ev içerisindeki sorumluluğa daha bir öncelik verildiğini ve kadının evine ve kocasına gereğince bakmasının Allah yolunda cihad mesabesinde nitelenmiş olduğunu görüyoruz. Konuya örnek olarak aşağıdaki nümunelere değiniyoruz:

Ummu Re'ıe Keşriye

İslam'ın ilk yıllarının beliğ konuşan kadınlarından biriydi. İslam Peygamber'inden kendisine bir tavsiyede bulunmasını isteyip şöyle dedi: Selam olsun sana ey Allah'ın Resulü, ben perde arkasında oturan, kocası, çocuğu ve evi olan bir kadınım. Ailemizin büyük İslam ordusunda hiç bir hizmeti olmamıştır, bizleri Allah'a yaklaştıracak bir şey öğret.

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: "Gece yarılarında ve gündüz saatlerinde Allah'ı zikredin (hatırlayın), gözlerinizi sakındırın ve alçak sesle konuşun"[11]

İmam Sadık'dan (a.s) nakledildiğine göre, Ali ve Zehra aleyhima selam, Peygamber'den (s.a.a) kendilerine görev taksimatında bulunmalarını istediler. Peygamber ise evin iç işlerini Fatımaya ve evin dışındaki işleri de Ali'ye (a.s) bıraktı. Daha sonra Fatıma şöyle dedi:

"Peygamber'in erkeklerin sorumluluklarını benim omuzuma bırakmamasından dolayı ne kadar hoşnut kaldığımı Allah'tan başka kimse bilmez."[12]

Peygamber (s.a.a) ashabından; "Kadın hangi durumunda Allah'a daha yakındır?" diye sordu. Onlardan hiç kimse bir cevap veremeyince. Fatıma (a.s) Peygaber'in sözünü işitip şöyle dedi:

"Kadının Allah'a en yakın hali evinin içinde bulunduğu zamanlardır." Bunun üzerine Peygamber (s.a.a) "Fatıma benim vücudumun bir parçasıdır" buyurdular.[13]

Evet, kadının ilk sorumluluk alanı evidir. Bu erkeğin üstesinden gelemiyeceği bir sorumluluktur. Kadın da erkeğin sosyal sorumluluklarına güç yetiremez. Daha önce de işaret edildiği gibi toplumsal zaruretlerle munasib bir ortamda, kadın çalışma, tebliğ, cihad, savunma, sağlık, kültür, eğitim ve öğretim alanlarında bir çok sorumluluk üstlenebilir. Peygamber efendimizin değerli kızı da, İslamın ilk günlerinde, babası Resulullah'ın yanında ve Hazret-i Ali ile ortak aile yaşamında oldukça değerli ve seçkin rolünü pratikte ifa etmiştir. Resulullah'ın vefatından sonra, hilafet macerası ve Ali'nin (a.s) mazlumiyeti gibi en çetin buhranlarda irad ettiği hitabeler ve yaptığı savunmalar, onun siyasî, İslamî ve ictimaî sorumluluklarındaki aktif varlığının seçkin hatları sayılmaktadır ki şimdilik bizim bu konuyu açıklama fırsatımız yoktur.

İslam tarihinin daha sonraki aşamalarında da Fatıma'nın kızları ve İslam ocağında terbiye görmüş olanlar eşleriyle ilgilenip çocuklarını yetiştirip ev işlerine bakmanın yanısıra, kardeşlerinin yanında, toplumda, siyasette ve savaşta hazır bulunup misyonlarını ulşatırarak kendi önemli rollerini ifa etmişlerdir. Bunun bir nümunesi de Kerbela vakıasıdır İmam Hüseyin'in (a.s) dostlarının şehadeti ile bacıları, kızları ve eşlerinin onların şehadetlerinden sonraki inkılap ve şehadet sahnelerindeki rolleri, Kerbela hadisesinden sonraki gelişmeler bu iddia için iyi bir kanıttır.

Bu makalenin sonunda, merhum üstad Mutahhari'nin değerli Hicab kitabında değindiği bir noktayı hatırlatmamız yerinde olacaktır: "Büyük bir ihtimalle, Peygamber'in kadınlarının evde kalmakla muvazzaf kılınmalarının siyasi yönü de olabilir şöyle ki; Peygamber s.a.a) hanımlarının, Peygamber'in sayesinde elde etmiş oldukları şahsiyet ve itibarı suistimal etmeleri veya başkalarının onların şahsiyeti sayesinde, İslam'ın siyasi ve sosyal sahnesinde bazı hareketlerde bulunup, İslam ve müslümanların maslahatlarını suistimallere maruz bırakması mümkündü. Bir grup maceracının, Peygamber'in bazı hanımlarının sayesinde başlattıkları Cemel vakıası gibi hareket ve komplolarda görüldüğü gibi. Bu hareket ve tahriklerin önlenmesi için Peygamber hanımlarına evde kalmaları tavsiye olunmuştur."

Gösteriş Yasağı

Ahzab Suresi'nin 33. ayetiyle ilgili son tavsiye ise, müslüman kadınların gösterişte bulunmaktan alı konulmalarıyla ilgilidir. "İslam öncesi cahiliye dönemindeki gibi gösterişte bulunmayın."

Kadının kendisine mahsus özel yaratılışı, zahiri güzelliği ve zerafetinin, batını duygu sevgi ve şefkatle iç içe olması, çabuktahrik olmaya müsait olması ve başkaları tarafından onda tahrik ve heyecanın oluşturulması doğal bir şeydir. Eğer kadın, sözünü ettiğimiz özelliklere süslenme, dikkati çeken elbiseler, heyecanlı, işveli ve cilveli hareketler ile tatlı dili'de eklerse bir de buna ahlak bozukluğu iman zaafı, imansızlık ve ilişkilerde hicapsızlığı ilave etseler, ne gibi fitneler ve bozucu etkiler ortaya çıkacağı apaçıktır. Bu durum aynen bir barut fıçısının ateş kıvılcımlarının yanına bırakılması gibidir.

Dolayısıyla beklenmedik hadiselerin vuku bulmasını önlemek için kadınlar örtünmeye ve tahrik edici hareketlerde bulunmaktan sakınmaya emrolunmuşlardır. Bu gösteriş ve tahrik çeşitli şekillerde olabilir:

Elbisenin çeşidi, konuşma, yürüme tarzı, güzel koku kullanma, gülme, güler yüzlülük, çekici tavırlarda bulunma ve benzeri bir çok çeşit şekilde gerçekleşebilir.

Bunun için kadının gösterişte bulunması gönül çalma amacıyla yaptığı her hareketi haramdır ve bundan dolayı kadın sorguya çekilir. Şimdi konuyla ilgili bazı rivayetleri nakledelim:

1- "Menahi Hadisinde" İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Peygamber (s.a.a) kadının yabancı bir erkek için süslenmesini nehyetti. Eğer kadın böyle yaparsa, Allah'ın onu ateşte yakması hakdır." [14]

2- İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Kendi kocasından başkası için güzel koku kullanan kadının namazı, cenabet guslü gibi gusül almayıncaya kadar kabul olmaz."

 

Ehli Sünnet kitaplarında da bu içerikte hadisler Peygamber'den nakledilmiştir.

Bir rivayet de şöyledir: "Ebu Bekr'in kızı Esma bir gün ince bir elbiseyle Peygamber'in yanına geldi. Peygamber itiraz mahiyetinde, ondan yüz çevirdi."

 

Şunuda hatırlatmak gerekir ki, kadında zerafet, çekicilik ve güzelliğin olması yaratılışının hatası değildir. Bu cilveler; toplumun birimi olan ailenin oluşum ve bekasında, hassas bir rol ifa etmektedir. Erkekleri kendi eşlerine çekip sapık isteklerle şehevi arzulara kapılmalarını önler. Hata, bu insani sermayelerin yanlış yola kanalize edilmesindedir. Bunun sonucu ise sıcak aile yuvasının dağılması, toplumun çöküşe sürüklenmesidir.

Evet, İslam'ın kadın ve onun yabancı erkekelerle ilişkilerinin hakkındaki görüşü budur! Şimdi ise bu görüşü, günümüz toplumlarında sözde sanat, kültür, idari ve ticari sahnelerde olup biten ve kadını erkeklerin tahriki, müşteri çekmesi, pazar bulması ve para kazanması için bir araca çevirenlerle karşılaştırmak gerek! Yapıcı ve olumlu bir yönde filizlenebilen zevk, sanat ve yetenekler, para şehvet devlerinin ayakları önünde kurban edilip asıl hüviyetinden uzaklaştırılıp çirkinleştiriliyor ve aşağılık çıkarlar uğruna harcanıyor.

Eski ve Yeni Cahiliyet

Ayeti kerime de, İslam öncesi cahiliye dönemindeki kadınların hal ve hareketlerine değinilmiştir. O günlerde putperestlik akidesi, cahiliyet hurafeleri, cinsi, ailevi ve ictimai bozukluklar, kadının bu çevrenin dalgalarında asimile olup, vücudunun kötüye kullanılmasını gerekli kılıyordu. İslam geldiğinde bu cahiliye adetleriyle mücadele etti ve Kur'an kültürü, kadın için en iyi armağanları beraberinde getirdi. Kadının ölü şahsiyetini tekrar diriltip yapıcı rolüne yön verip şahsiyetini ona yeniden kazandırdı. Bazı rivayetlerde ilginç bir nokta zikredilmiştir: "Cahiliyet yalnız İslam'dan önceki cahiliyetle sınırlı değildir. İslam'dan sonra da bir cahiliyet olacaktır."

Ali ibn-i İbrahim mezkur ayetin tefsirinde İmam Sadık'tan (a.s) şöyle nakletmekte: "İslam'dan önceki cahiliyetten başka bir cahiliyet daha olacaktır."[15]

İmam Sadık'ın (a.s) sözünün anlamı şudur: Dünya bir kez daha geriye dönecek ve cahiliye adetleri bir kez daha İslam toplumunda tekrarlanacaktır. Şimdilik biz yeni cahiliyetin muhtelif boyutları hakkında konuşmak niyetinde değiliz. Bu konuda "Yirminci Asrın Cahiliyeti" adında müstakil eserler yazılmıştır. Bundan ayrı olarak da bir çok makale ve mevzu kaleme alınıp yayınlamıştır. Yeni cahiliyetin yaşandığı Avrupa, Amerika eski doğu blokuna bağlı kominist ülkeler, üçüncü dünya ülkeleri ve hatta İslam ülkelerinde kadının durumuna bir göz atmakla, ahlaksızlık, boşanma, cinsi sapıklık, gayrı meşru çocuklar, cenin düşürme (kürtaj), fahişelik, insan kaçırmak ve öldürme, aile içi ihtilaflar, psikolojik bunalımlar, sosyal çirkinlikler ve benzeri yüzlerce felaket ve karamsarlıkla ilgili rakam ve istatistiklerden, kadının karşı karşıya bulunduğu derin facianın boyutlarını anlamak mümkündür.

Kadının Yüce Şahsiyeti

Bu ayeti kerime daha sonra namaz, zekat ve Allah'a itaat etmeyi tavsiye ediyor ve bunları kadının maddi-manevi temizliği ile şahsiyetini yeniden kazanmasının şifreleri olarak niteliyor. Söz konusu tavsiyelerle, kadının şahsiyetini maneviyatta araması gerektiğini açıklıyor.

Kadın böyle bir inanç ve düşünceyi sahiplendiğinde, herhangi bir noksanlık hissine kapılmaz ve kendi değerini de süslenme, gösterişte bulunma, rengarenk elbiseler giyme ve şehevi duyguları tahrik edici hareketler yapmakta görmez. Zahiri gösterişe, şatafata ve çeşitliliğe önem veren, süs ve makyaj eşyası, daha şık ve dikkat çekici ayakkabı ve elbise peşinde olup bir sergiden diğerine veya bir mağazadan başkasına gidip ömrünün büyük bir  bölümünü bu yolda geçiren kadınlar, manevi sermaye ve güzelliklerden mahrum olan kadınlardır.  Bunlar, noksanlıklarını bu şekilde gideriyorlar ve şahsiyet gösterişinde bulunma susamışlığını bu şekilde yatıştırıyorlar. Bunun için şahsiyet, boş, muhtevasız bir kültür ile süs eşyası, elbise, makyaj ve süslenme çeşitliliğinde aldatıcı bir şekilde kendisini göstermeye başlar.

Bu ise, insanları maddiyat çukuruna yuvarlayan çağdaş dünyanın çirkin kültürüdür. Bu yaranın ilacı ise kadını gerçek bilinçle bilinçlendirip manevi güzellik ve süslerle deruni yeteneklerini filizlendirerek bu aldatıcı zahiri çirkinliğin yerine yerleştirmektedir. Kültürel çalışma, İslami eğitim, ilmi yarışmalar gibi sahalarda kadına meydan vermek ve manevi değerler sahnesinde onu yönlendirmek, ona asıl fıtratını kazandırabilir. Bunun için kadının şahsiyet açısından eğitilmesi, bir toplumun değer yargılı düzeninden ayrı olamaz. Eğer İslam'ın sosyal değer ölçüleri ihya edilir ve kadın ona göre eğitilirse, kadının şahsiyet arayışı, sağlıklı bir kanaldan doyurulup giderilmiş olur. Ve böylece aldatıcı yalancı değerler gerçek değerlerin yerini alamazlar.

4- "... Ve kadınlardan bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin; bu, sizin yürekleriniz bakımından da, onların yürekleri bakımından da daha temizdir."[16]

Bu ayet-i kerime, erkeklerin Peygamber'in evine gittikleri ve onun hanımlarından bir şey istediklerinde, perde veya aralayıcı başka bir şey arkasından istemelerini hatırlatıyor. Bu ayet her ne kadar kadının beden örtüsüyle ilgili değil ve kadınlar ile erkekler arasındaki hicab veya perde ile ilgiliyse de ancak şu gerçeği ispatlamaktadır ki, kadın ve erkeğin iffet, temizlik ve ruhi taharetinin korunması için, perdenin veya aralayıcı bir şeyin olması temel bir prensip olarak gereklidir ve toplumun ahlak düzeninde de etkin ve önemli bir rol ifa eder.

Çünkü perdeler her ne oranda az olur da ilişkilerse çok olursa, temaslar da bir o kadar yakın olur; kadın ve erkeğin gözü birbirine ilişirse, bu oranda tahrikler, eğilimler, heyecanlar ve vesveselere ortam daha müsait olur ve muhtemel bozuklukları da beraberinde getirir.

Bir diğer nokta ise şudur: Ayette, erkekler ve kadınların kalp temizliğine tesettür hükmünün hedefi olarak değinilmiştir. Bu konunun kendisi bir kaç açıdan incelenmeye ve dikkate değer:

a- Yukarıdaki hüküm; kadın veya erkek için bir nevi hakaret, sorun oluşturma veya baskı olarak değerlendirilemez.

b- Kalb temizliği, tüm temizliklerin temelidir. Bunun için, inanç temelleri olmayan ve kalbin derunundan kaynaklanmayan ıslah çabaları baskıyla her ne kadar dakik olarak uygulansa dahi, uzun süre devam etmez. Bu yüzden toplumu temizlemek için, iman ve üstün değerleri öğretmek, ahlaki eğitimlere önem vermekle takva ve temizliğin ruhlar ve kalblerdeki temelini güçlendirmek gerek. Böyle bir durumda fazla bir baskıya ihtiyaç olmadan kadın ve erkeğin kendisi doğru olanı seçerler.

c- Yukarıdaki hüküm, bahsi geçen hikmetten dolayı Peygamber'in (s.a.a) hanımlarına mahsus değildir, kesin olarak diğer müslüman kadınları da kapsamaktadır. Çünkü eğer Peygamberin hanımları, sahip oldukları özel şartlar ve toplumsal saygıyla birlikte böyle bir tavsiyeye ihtiyaç duyuyorlarsa, diğer kadınlar bu tür tavsiyelere daha fazla ihtiyaç duyacaklardır.

d) Yukarıdaki ayet tesettürü açıkça bildirmiyorsa da, ondan daha üstün bir şeyi ispatladığı açıktır. Çünkü ilişkilerin perde arkasıdan gerçekleşmesini tercih edip buna öncelik verdiğinde, kadının örtünmesinin gerekliliği kesin olarak anlaşılıyor. Bu konu geçmiş ayetlerde daha kesin ve açık bir şekilde izah edilmişti.

Herhalukarda, kesin olarak yukarıdaki ayetten anlaşılan şey; kadın erkek ilişkilerinin sınırlandırılması ve görüşmeleri anında perdenin veya aralayıcı bir başka şeyin bulunmasıdır. Eğer bunun farz olduğu ispatlanamıyorsa da öncelikli olduğu şüphe edilmez bir gerçektir.

Rivayetlerde de, bu konunun önceliği ve tercihi çeşitli yerlerde önemle vurgulanmıştır:

1- İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: "Allah'ın Resulü ağıt okumamaları, yüzü tırmalamamaları, ve bir yerde erkeklerle hiçkimsenin olmadığı bir yerde yalnız oturmamalarına dair kadınlardan ahit (söz) almıştır. Ağıt okumaktan maksat; yabancı erkeklerin seslerini işittiği zamandır ve yüzü tırmalamaktan maksat ise bir felaket ve belaya uğrayınca sabırsızlık etmektir; erkeklerle oturmaktan maksad ise kendilerinden başka üçüncü bir kimsenin bulunmadığı bir yerde namahrem birisiyle oturmak veya herhangi bir nedenden dolayı ortamın sapmaya ve ahlaki za'fa müsait olduğu bir yerde erkekle oturmaktır. Çünkü böyle bir durumda şeytanın vesveselerinden uzak kalamazlar veya suçlanmaya maruz kalırlar."[17]

2- Resulullah'ın (s.a.a) "Kadın için iyi olan şey nedir?" sorusuna Hz. Fatıma (s.a) şöyel cevap verdi: "Yabancı erkeği görmemesi ve yabancı erkeğin de onu görmemesidir" diye cevap verdi.

Resul-i Ekrem (s.a.a) Fatıma'nın (s.a) bu cevabını işitince: "Bu aile bir şeceredendir. Fatıma bendendir" diye buyurdu.[18]

3- İmam Ali (a.s) Irak halkına hitaben şöyle buyurdu: "Ey Irak halkı kadınlarınızın, gidiş gelişlerde erkeklere omuz vurduklarını işittim. Utanmıyormusunuz." Bir başka rivayette ise, "Gayreti olmayan insanlara lanet olsun", üçüncü hadiste ise "Kadınlarınızın pazara gidip laubali insanlarla sürtüşmesi utanç vericidir" diye buyurmuştur.[19]

Bu rivayetlerin içeriği şudur ki; kadın, erkeklerin sıkı bir şekilde bulunduğu bir çevreden uzak kaldığı oranda namahrem erkeklerle buluşması ve rahatsız edilmesi, vuku bulmaz. Bu ise hem ailenin ve hemde toplumun hayrı ve yararınadır. Çünkü böylece hem bireyler ve hemde toplum daha az ahlaksızlık, fesad ve fitneye bulaşmış olur.

Kontrolsüz İlişkiler

Hiç kuşkusuz son asırlarda fesad ve ahlaksızlığın yayılması ve muhtelif ülkelerde erkek ve kadınlara bulaşmasının asıl nedenlerinden biri; okullarda, dairelerde fabrikalarda, sinema, kafetaryalarda, parklarda ve diğer umuma ait yerlerde ve toplu çevrelerde kadın ve erkek arasındaki perde kaldırılmıştır. Kadın ve erkeğin ilişki ve temas kurmada serbest oldukları bu tür buluşma ve görüşmelerde kuşkusuz fesad ve ahlaksızlık tohumları serpiliyor, şehvet kıvılcımları saçıyor ve geniş boyutlar kazanarak şahit olduğumuz sonuçları beraberinde getiriyor.

Ama İslam toplumu fesad, fuhuş ve ahlaksızlıktan pak ve temizdir. Hedefi ise kadın ve erkeği, yücelik, gelişme ve doğru insanlık yoluna yönlendirmektir. İslam, kadın ve erkek fasid ve sapık bir duruma maruz düşmemesi için topluma yönelik fesad ve ahlaksızlık yollarını kapatır, ilişkileri sınırlandırır.

Defalarca hatırlattığımız gibi, bu sınırlandırmalar ve tesettür, kadını, yüksek insani makamlar elde etmek, eğitim öğretim, meşru hizmetler, siyasi ve sosyal faaliyetler, hatta mukaddes İslam şeriatinin çerçevesi dahilinde askeri hizmetlerde bulunmaktan uzak tutmak ve koparmak demek değildir. Bunların nümunelerine daha önce değinmiştik.

"Nikah ümidi kalmamış, kadınlık halinden kesilmiş kadınlar, ziynetlerini göstermemek şartıyla dış elbiselerini çıkarırlarsa suç yok onlara, fakat giyerlerse bu, daha da hayırlıdır onlara ve Allah, her şeyi duyar."[20]

Bu ayeti celile bir kaç konuya açıklık getirmektedir.

a) Erkeklerin temas ve temayül alanına girmeyen yaşlı kadınlar için hicab mükellefiyeti yoktur ve onlar, başkalarının (genç kadınların) örtünmekle mükellef oldukları vücutlarının bir kısmını örtemeyebilirler.

Bu konunun teferruatı fıkıh kitaplarında açıklanmıştır. Merhum "Cevahir" kitabının yazarının buyurduğu üzere; bu kısımlar şaçların bir bölümü eller ve kollardan ibarettir. Zaten genelde yaşlı kadınlar bu kısımlarını örtmüyorlar. Sekizinci İmam'dan nakledilen bir rivayette saç ve kollardan ruhsat verilmiş kısımlar olarak söz edilmiştir.[21]

b) Bu grup kadınlar da süslenip makyaj yaparak namahremlere gösterişten sakınmalıdırlar. Bazı kadınlar yaşlılık yıllarında da süslenme ve gösterişe ilgi duyarlar! Bunun için onlar da bu işten alıkonulmuşlardır.

c) Yaşlı kadınlara tesettür mükellefiyetinin olmamasına rağmen, onların da müslüman bir kadına yaraşır İslamî bir örtü tercih etmelerine öncelik verilmiştir.

d) Ayetin mefhumu, yaşlı kadınlar dışında diğer kadınlara tesettürün farz ve gerekli olduğuna delalet etmektedir. Daha önceki ayetlerde bu konu açıklanmıştı.

Bilinen şu ki, yukarıdaki ayetten tesettür konusunda yaşlı kadınlar için müsamaha olarak ispatlanan şey, genel iffet prensipleri ve sosyal kurallara uyma zaruretinin gerekli kıldığı şeyden ayrı bir konudur.

Yani, bu grupta yeralan kadınlar (evlenme umudu olmayan yaşlı kadınlar) her ne kadar temel ve birinci ilke olarak tesettür mükellefiyetleri yoksa da kadın haysiyetinin korunması için ikinci planda bir ilke olarak tesettüre riayet etmeleri gerekir. Bu grup kadınların İslam toplumunda kadının iffeti ve hicabın hürmetini çiğneyecek bir şekilde kadın haysiyetine yakışmaz bir elbise ile halk arasında ve umuma ait yerlerde görünmemesi, gösterilen bu müsamaha ve kolaylıktan suistimal etmemesi gerek. Özel ve ailevi çevreler ve toplantılarda da bu kadınların yapması gereken şey iffet ve takvaya yakın olan münasip bir giysiyle görünmeleridir.

Müslüman Kadınların Tesettürdeki Metod Ve Sireti

Daha önceleri İslamî tesettürün, müslüman kadınlar için farz olduğuna delalet eden ayetleri açıklamaya çalıştık. Ve bu ayetlerden her birisiyle uyum içerisinde olan rivayetleri de nakledip açıkladık. Tüm asırlarda bütün İslamî fırkalardan müfessirler, fakihler ve araştırmacılar, tesettürün İslam'ın zaruretinden olduğu ve bunu inkar edenin dinin zaruretlerinin inkarcısı olarak telakki edilmesi gerektiğine dair fetva verip görüş belirlemişlerdir. Alimler ve fakihlerin söylediğine göre eğer bu kişinin inkarı, şeriatın aslını inkar etmekten kaynaklanırsa, böyle bir kimse küfre mahkumdur.

Ehli Sünnet alimlerinden birisi şöyle yazıyor: "Bazı bilgisiz cahil insanlar, İslam'ın tesettürü farz kılmadığını ve bunun Abbasiler döneminde müslüman kadınlar arasında yaygınlaştığını zannediyorlar. Bu batıl düşünce ya İslam ahkamını bilmemek ve bu konuda cahil olmaktan veya inat ve garazlı maksatlardan kaynaklanmaktadır! Çünkü Kur'an-ı Kerim'de geçen naslar (deliller) tesettürün farz oluşuna dair hiç bir kuşkuya yer bırakmamaktadır."[22]

Hatırlanacağı üzere namahrem kadınlara bakmanın haram oluşu da dinin zaruretlerindendir. İslam alimleri arasında bu konuda varolan tek ihtilaf yüz ve ellerdir. Bazıları açılmasını caiz, diğer bazıları ise haram bilmişlerdir.[23]

Şerai ve cevahirin bu konudaki tabiri şöyledir.

Erkek zaruret dışında yabancı bir kadının vücudu ve güzelliklerine bakmamalıdır. Bu hüküm; fakihlarin icmasına ilaveten, dinin ve mezhebin zaruretlerindendir de.

İslam'ın ilk yıllarında ve bilhassa Peygamber döneminde, hicab (tesettür) ayetinin nazil olmasından sonra, müslüman kadınların konuyla ilgili tarihte kayda geçen metod ve tavrı, kadınların bu hükmü farz ve gerekli kabul ettiklerini gösteriyor. Gerek Peygamber ailesi ve gerekse diğer müslüman kadınlar, bu hükme riayet etmekle oldukça ciddiydiler.

Şimdi tarihten bir kaç örneği aktaracağız.

1- Peygamber efendimizin hanımı Ümmü Seleme şöyle diyor: "Hicab (Tesettür) ayeti nazil olunca, Ensar kadınları başlarına kargalar konmuştu baştan aşağıya siyah elbiselerle dışarı çıkıyorlardı."[24]

Beni Temim kabilesinin kadınlarından bir grup ince elbise giymiş oldukları halde, Aişe'nin yanına geldiler. Aişe onlara şöyle dedi: "Eğer siz müslüman kadınlar iseniz bu elbise mümine kadınların elbisesi değildir, eğer imanınız yok ise istediğinizi giyinin."[25]

2- Ebu Bekir kızı Esma, ince nazik bir elbise giymiş olduğu halde Peygamber'in (s.a.a) yanına geldi, Peygamber rahatsız olduğunu belirtip itiraz amacıyla Esma'dan yüz çevirdi.

Yukarıdaki örnekler ve İslami metinlerdeki diğer misaller, hicab (tesettür) ayetinin nazil olmasıyla, Peygamber döneminde müslüman kadınların hicaba tam olarak riayet ettiklerini ve aykırı durumlarda itirazlarla karşılatıklarını göstermektedir.

Gayret Ve Gayretsizlik

Kadın ve erkeğin, aile ilişkileri ve çocukların geleceğindeki etkileri İslam'ın sosyal eğitiminde inkar edilmez bir prensip olarak söz konusudur. Kadın ve erkek bir yandan karşılıklı işbirliğinde bulunarak, birbirlerini ıslah etmek için çaba gösterip zaafları giderebilirler ve "hakka tavsiye edin," emrine binaen birbirlerine hakkı tavsiye etmede örnek olabilirler, öte yandan ise çocuklarının velisi ve eğiticisi olarak, onların ahlaki hüviyetini şekillendirmede daha ciddi bir sorumluluk taşımaktadırlar.

Sözkonusu hicab meselesinde ise, her ne kadar kadın ve erkeğin her birisinin kendilerine mahsus sorumlulukları varsa da "Erkekler kadınların dayanak ve yöneticisidir." ayetinin hükmüne binaen, erkek kadının yaşamında yöneticilik rolünü ifa etmektedir, erkeğin kadının iffetini korumadaki rolü daha ciddi bir şekilde söz konusudur. Bunun içindir ki İslami rivayetlerde, düşüp kalkma, karşılıklı gidiş gelişlerde, halkla ilişkilerde ve eşinin giydiği elbise çeşidi hususunda, erkeğin sorumluluğu ve gözetimi hakkında bir çok rivayet göze çarpmaktadır.

Ve namuslu ve iffetli olma konusunda ise değerli kanıtlar elde bulunmaktadır. İşte bir kaç örnek:

1- Resulu Ekrem (s.a.a) şöyle buyururlar: "Babam İbrahim, gayretli (namuslu) birkişiydi. Ben ise ondan daha gayretliyim. Allah Teala müminlerden gayretli olmayan kimsenin burnunu yere sürer (rezil eder)."[26]

2- İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: "Allah gayretlidir ve gayretliliği sever. Gayretten dolayıdır ki açık ve gizli tüm kötü işleri haram kılmıştır."

3- İmam Sadık hazretleri başka bir rivayette şöyle buyurmaktadır: "Gayretli olmayan insanın kalbi uğursuzdur (çirkinleşmiştir)"[27]

Gördüğünüz gibi, gayret ilahi bir haslettir, bunun içindir ki alem ve ademin (insanoğlunun) yaratıcısı Allah Teala fuhuş, kötülük ve münkeratı yasaklamıştır. Örneğin yukarıdaki rivayetlerde Hz. İbrahim (a.s) ve Hz. Muhammed'den (s.a.a) gayretli kişiler olarak söz edilmiştir. Öte yandan gayretsizlik, insani değerleri çirkin gören ve böylece Allah'ın laneti ve nefretini haketmiş kimselerin özelliğidir. Bu tip insanlar, namehrem kimselerin dikkatlerinin kendi namuslarına çekilmesinden rahatsız olup kaygı duymazlar; hatta kendileri onların fesadını ve ahlaksızlığını daha da körüklerler. İmanlı bir kimselerin kendi namuslarını koruyup muhafaza etmeye gayret göstermeleri; bahçenin güzel çiçeklerini koruyan bahcivana benzer. Eğer bahcivan müsamaha edip gevşek davranırsa, kuşkusuz güzel çiçeklere uzanacak saldırgan  eller olacaktır.

Güven Besleme Ve Sorumlu Hareket Etme

Gayretin anlamı; kişinin kendi namusuna saygı gösterip muhafaza etmesi, iffetinin korunmasına çaba gösterip böylece hem yabancı gözlerin bakmasını önler. Gayret, kişinin kötüzandan dolayı yersiz, katı ve sıkı önlemler alıp kadına sahayı daraltarak yeteneklerinin gelişip filizlenmesi ve sosyal sorumluluklarını yerine getirmesini engellemesi demek değildir.

İmam Ali (a.s) oğlu İmam Hasan'a (a.s) yazdığı mektupta, ahlaki değerlerin ve aile iffetinin korunması meselesini şöyle açıklamaktadır:[28]

"Kadınlarını örtülü tutarak bakışlarını sınırla. Tam hicab onların iffetinin sebatında (korunmasında) daha etkili olur. Evin dışındaki gidiş ve gelişlerin tehlikesi, güvenilmeyen birisini eve getirmenden az değildir! Eğer güç yetiriyorsan, senden başkalarıyla tanışmamasını sağla. Gayret yeri olmayan yerde gayretten sakın, çünkü bu iş salihe olan kadını hasta eder ve günahsızı suçlanmaya maruz bırakır."

Gördüğünüz gibi, erkeğe kadının tesettürü ve iffetini dikkatlice koruma tavsiyesinin yapılmasının yanısıra yersiz katı önlemler alıp duyarlılık göstermekten de alıkonulmuştur. Bunun anlamı şu ki, karşılıklı güven duygusu ailede asıl rolü ifa etmektedir ve yersiz bahaneler aile hayatında etkili kılınmamalıdır. Sözün kısası erkeğin kadına karşı olan güven duygusuna dayalı sorumlu bir tutumu olması gerekir.

 
[1]- el-Meret-u Fi Zil-il Ýslam, -Ýslamýn Gölgesinde Kadýn-

 

[2]- Yukarýdaki kaynak, s.247 Ýbn-i S'ad'ýn Tabakatý ve Ýbn-i Hacer'in Tehzib kitabýndan.

 

[3]- Ayný kaynak, s.249, Ýbn-i Hiþam Taberi ve ibn-i Hacerden.

 

[4]- Ayný kaynak, s.250, Taberi ve Ýbn-i Hiþam'ýn Tabakat'ý Siresinden

 

[5]- Ayný kaynak, s.251, Taberi ve Ýbni Sa'd'ýn Tabakat'ýndan.

 

[6]- Ayný kaynak, s.251, Ýbn-i Sa'd, Taberi Tarihi'nden.

 

[7]- Ayný kaynak, s.250, Ýsti'ab ve A'lamun Nisa kitabýndan.

 

[8]- Ayný kaynak, s.252, Ýbn-i Abdulbirr'in Ýsti'ab ve Ömer Rýza Kehalenin A'lam-un Nisa kitabýndan.

 

[9]- Ayný kaynak, Ýbn-i Teyfur'un Belaðat-un Nisa ile Ýbn-i Abdirrabbih'ýn Ikd-ul Ferid kitaplarýndan.

 

[10]- Revai-ul Beyan, s.333.

 

[11]- Enfal/45.

 

[12]- Bihar-ul Envar, c.43, s.81.

 

[13]- Bihar-ul Envar, c.43, s.92.

 

[14]- Vesail, c.7, s.154.

 

[15]- Kumi Tefsiri, c.2, s.153.

 

[16]- Ahzab/53.

 

[17]- Mekarim-ul Ahlak/233.

 

[18]- Mekarim-ul Ahlak, s.233; Bihar, c.43, s.84.

 

[19]- Vesail-uþ Þia, c.7, s.174.

 

[20]- Nur/60.

 

[21]- Cevahir-ul Kelam, c.29, s.85-86.

 

[22]- Revai-ul Beyan Fi Ayat-il Ahkam es-Sabuni, c.2, s.378.

 

[23]- Þerai'ul Ýslam ve Cevahir-ul Kelam, c.29.

 

[24]- Ýbn-i Kesir Tefsiri, c.3, s.518- Revai'ul Beyan, c.2, s.382.

 

[25]- Kurtubi Tefsiri "Yündine aleyhinne" ayetinin tefsirinde.

 

[26]- Vesail, c.7, s.108.

 

[27]- Vesail, c.7, s.108.

 

[28]- Nehc-ül Belaða, 33. mektup

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar