İmam Zeynulabidin'in (A.S) Hayatına Kısa Bir Bakış

Salı, 28 Ocak 2014 20:59

 Ayetullah Seyyid Ali Hameneî'nin

konuşmasının tercümesidir.

 

İmam Seccad (a.s) hakkında konuşmak ve bu mukaddes zatın hayatını incelemek oldukça zor bir iştir; çünkü halkın İmam Seccad'ı tanıması için ortam hiç müsait değildi... çoğu tarihçi ve araştırmacılar İmam Seccad'ın (a.s) bir köşeye çekilerek sadece ibadetle meşgul olduğunu ve siyasetle uğraşmadığını sanıyorlar. Bunu açıkça ifade eden tarihçiler vardır; bunu dile getirmeyenlerin de İmam Seccad (a.s) hakkında görüşleri bundan farklı değildir; bu noktayı İmam Seccad'ın (a.s) anıldığı lakaplar ve hakkında kullanılan tabirlerden anlamak mümkündür. Mesela; bazıları İmam Seccad'a (a.s) "hasta" lakabı vermişlerdir; oysa sadece Kerbela vakıasında birkaç gün hasta idi, bunun dışında ise hasta değildi. Her insanın hayatında bir kaç gün hasta olması doğal ve normal bir şeydir. İmam Zeynulabidin'in (a.s) Kerbela vakıasında hasta olmasında ise ilahi bir maslahat vardı; ilahi emanet ve imametin ağır yükünü omuzlarına alarak babalarından 34 veya 35 yıl sonrasına kadar yaşayıp imametin en zor devresini geride bırakabilmek ve o gün Allah yolunda cihad vazifesiyle mükellef olmaması için ilahi takdir gereği Kerbela vakıası döneminde birkaç gün hastalanmıştı.

İmam Seccad'ın (a.s) hal tercemesine bir göz atacak olursanız diğer imamlarımızda da olduğu gibi oldukça ilginç ve çeşitli olaylarla karşılaştığını görürsünüz. Fakat bütün bunları bir araya toplayacak olsanız bile İmam Seccad'ın (a.s) sireti hakkında tam bir açıklamada bulunamazsınız; herkesin sireti tam anlamıyla ancak o kimsenin genel tutum ve tavırlarını bildikten sonra onun başından geçen cüzi olayları incelediğimiz takdirde açıklığa kavuşur. Bir şahsın genel tavır ve tutumu elde edilirse o cüzi olaylar da anlam kazanır; genel tutumu bilinmez veya yanlış değerlendirilirse o olaylar da anlamsız veya yanlış yorumlanır. Bu sadece İmam Seccad'a (a.s) veya diğer imamlara mahsus değildir, bu ilke herkesin hayatı hakkında geçerlidir.

İmam Seccad'ın (a.s) Muhammed b. Şehab-i Zuhri'ye mektubu hayatında vuku bulan olaylardan bir nümunedir. Bu Peygamber Ehl-i Beyt'inin (a.s) zamanın tanınmış bilginlerinden olan birine yazmış olduğu mektuptur; bu konuda muhtelif görüşler verilebilir, örneğin: Bu mektup geniş temelleri olan bir mücadelenin bir parçası olabilir. Bir defaya mahsus "münkerden nehyetme" olabileceği gibi tarih boyunca iki kişi arasında oldukça çok görülen eliştiriler türünden bir eleştiri de olabilir. Bu olayın kendisinden ve o dönemin diğer olaylarından ayrı bir şey anlamak mümkün değildir. Şunu söylemek istiyorum: Cüz-i olaylar İmam Zeynelabidin'in genel tutumları dışında değerlendirilecek olursa İmam'ın yaşantısı hakkında sağlıklı bir anlayış elde etmek mümkün değildir; önemli olan genel tavırlarını farketmektir.

Demek ki, incelenecek ilk konu İmam Seccad'ın (a.s) hayatı boyunca takındığı genel tavrıdır; bunu söz ve yaşamlarındaki olaylar ve masum imamların hayatlarından alınan genel dersler ışığında açığa kavuşturmaya çalışacağız.

İmamların (a.s) Başından Geçen Olaylarda Genel Tutumları

Bizce Hicri 40 yılında vuku bulan İmam Hasan'ın (a.s) sulhundan sonra Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'i (a.s) sadece evde oturarak bildiklerini anlatmakla yetinmediler; ta sulhun başından itibaren programları, İslam Hükümeti'nin istedikleri şekilde kurulması için ön hazırlıklar yapmaktı ve bunu açıkça İmam Hasan'ın (a.s) söz ve yaşantısında görmek mümkündür.

İmam Hasan (a.s) Muaviye ile sulh ettikten sonra cahil ve bilinçsiz insanlar muhtelif tabirlerle İmam'ı (a.s) kınıyor ve bazen onu müminlerin zelil olmasına sebep görüyor ve şöyle söylüyorlardı: Siz, Muaviye ile sulh etmekle onun karşısına dikilen bu cesur ve yiğit müminleri zelil ve rezil ederek Muaviye'ye teslim ettiniz; bazen de biraz daha yumuşak tabirler kullanıyorlardı,

İmam Hasan (a.s) bu itiraz ve kınamalar karşısında onlara hitaben bir cümle söylüyorlardı; bu cümle şayet İmam Hasan'ın (a.s) sözleri arasında en belirgin ve en güzel sözlerindendir: "Ne bilirsin, belki de bu sizin için bir imtahandır? Ve sınırlı bir zaman için Muaviye'nin lehine bir faydadır." Bu cümle Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden alınmıştır.

Bu söz, İmam Hasan'ın (a.s) geleceği beklediğini ve o geleceğin kendisi açısından hak üzere olmayan bu Emevi hakimiyetinin ortadan kalkıp ilahi bir hakimiyetin iş başına gelmesinden ibaret olduğunu açıkça gösteriyordu; kendisini kınayanlara, "Siz bu işin (sulhun) hikmetini bilmiyorsunuz. Oysa bunda sizin bilmediğiniz bir maslahat vardır."

Sulhun ilk zamanlarında şiilerin başlarından iki kişi (Museyyeb b. Neciyye ve Süleyman b. Sard) müslümanlardan bir gurupla İmam Hasan'ın (a.s) huzuruna giderek dediler ki: "Bizim Horasan, Irak ve benzeri beldelerde çok sayıda askerlerimiz var; onlar sizin emrinizdedir. Muaviye'yi Şam'a kadar sürmeye hazırız." İmam Hasan (a.s) onları bir köşeye çekerek biraz konuştu; onlar dışarı çıkınca yatışmış oldukları halde ordularını dağıttılar ve yanlarındakilere açık bir cevap da vermediler.

Tâhâ Hüseyin der ki: Bu görüşme gerçekte Şia mücadelelerinin temelini attı, yani demek istiyor ki, İmam Hasan (a.s) onlarla oturarak istişare edip bu toplantıda güçlü bir Şia teşkilatını oluşturdular.

O dönemin şartları kıyam için müsait değildi İmam Hasan'ın (a.s) yaşantısında ve buyruklarında bu apaçık bellidir; çünkü o zaman Ehl-i Beyt dostları bilinçsiz ve güçsüzlerdi, düşmanın propaganda ve maddi imkanları ise çok fazlaydı. Düşman, İmam Hasan'ın (a.s) istifade edemediği imkanlardan kolayca istifade ediyordu. Çok miktarda para dağıtarak fasık kişileri kendi çevresinde topluyorlardı. İmam ise böyle bir şey yapamazdı ve yapmadı da.

Dolayısıyla, İmam Hasan'ın (a.s) yaptığı iş asıl ve temel bir işti. İmam Hasan (a.s) on yıl bu duruma tahammül etti. Bu süre zarfında çevresine bir kaç adam toplayarak yetiştirdi. Onlardan bir grubu İslam devletinin her köşesinde kendi tebliğ ve şehadetleriyle Muaviye'nin hükümetine karşı muhalefet etmiş ve sonuçta onun gücünü zayıflatmıştır.

Ondan sonra sıra İmam Hüseyin'e (a.s) geldi. İmam Hüseyin (a.s) de aynı metodu Medine, Mekke ve diğer yerlerde devam ettirdi; nihayet Muaviye'nin ölümüyle Kerbela vakıası vuku buldu. Gerçi Kerbela vakıası İslam'ın geleceği için çok faydalı ve semereli de olsa, ancak her durumda İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in (a.s) izledikleri hedefi erteledi; zira Kerbela vakıası halkı korkuttu, İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in (a.s) yakın yardımcılarını kılıçtan geçirdi ve düşmanı musallat etti; bu olay tabii olarak vuku bulacaktı. Eğer İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamı böyle olmasaydı ondan sonra ve yakın gelecekte hükümeti şiilere ulaştıran bir hareketin olması büyük ihtimaldı. Elbette bu, İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamı vuku bulmamalıydı demek değildir; bilakis İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamında mevcut olan şartlar o zaman ve ortamda o kıyamın vuku bulmasını gerektiriyordu ve bunda hiç şüpe yoktur. Fakat eğer o şartlar olmasaydı ve eğer İmam Hüseyin (a.s) o olayda şehid olmasaydı büyük ihtimalle İmam Hüseyin'in (a.s) beklediği gelecek, yakın zamanda vuku bulacaktı. Bu alanda bir takım rivayetler de vardır:

"Kâfi" kitabında Ebu Hamza-i Somali İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet etmiştir: "Ey Sabit! Allah Teala bu iş için belli bir vakti tayin etmiştir ki o vakit de 70. yıldır." Yani İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetinden on yıl sonra.

Hadiste geçen "bu iş" kelimesinden maksat Ehl-i Beyt'in hükumet ve velayetidir. "Bu iş" tabirinin geçtiği bütün rivayetlerde veya rivayetlerin hepsinde olmasa da çoğusunda Ehl-i Beyt'in hükümet ve velayeti kastedilmiştir. Bazı yerlerde de kıyam anlamındadır. Herhalukârda, "bu iş", şiiler ve İmam'ı izleyenler arasında önceden bilinen yıllarca bahsettikleri, arzuladıkları ve etrafında programlar hazırladıkları bir konu idi.

Daha sonra buyuruyor ki: "İmam Hüseyin (a.s) öldürüldükten sonra Allah Teala'nın insanlara gazabı şiddet buldu ve yüz kırk yılına kadar ertelendi." Yüz kırk yılı ise İmam Sadık'ın (a.s) şehadetinden sekiz yıl öncedir. Ben İmam Sadık'ın (a.s) hayatı bölümünde yüz kırk kelimesi hakkında uzunca bahsettim; dolayısıyla -yüz kırk yılında- kıyam ederek hakkı alması gereken veli ve imamın, İmam Sadık (a.s) olduğunu sanıyorum. Fakat o zaman Abbasiler aceleyle haraket edip, dünya ve nefsi istekleri için istedikleri her metoddan yararlanarak çalışma ortamını Ehl-i Beyt'ten aldılar ve vaad edilen hükumet o günde de gerçekleşmedi ve daha sonralara ertelendi.

Rivayetin devamı şöyledir: "Biz -olacakları- size söyledik ve siz sözü(müzü) zayi ettiniz -ifşa ettiniz, açığa vurdunuz-, perdeyi açtınız -ve söylenmemesi gereken sırrı söylediniz-, dolayısıyla Allah Teala bu iş için belli bir vakit tayin etmedi. Allah Teala vakitleri değiştirir; istediğini siler ve istediğini sabit kılar. Temel kitap onun yanındadır."

Ebu Hamza der ki: "Ben bu hadisi İmam Sadık'a (a.s) söyledim o da "öyledir" dedi ."

Bu alanda hadisler oldukça çoktur, ancak bu hadis hepsinden açıktır.

İmamların Hedefi İslam Hakimiyetini Kurmaktı

Masum İmamlar bu hedefin peşindeydiler ve devamlı İslam hükümeti kurabilmek için çaba harcıyorlardı. İmam Hüseyin (a.s) Kerbela'da şehid olunca ve İmam Seccad (a.s) o hasta durumuyla imamet makamına geçtiğinde İmam Seccad'ın (a.s) sorumluluğu başlamış oldu. Eğer o zamana kadar o geleceği İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in (a.s) temin etmeleri gerekiyorduysa, o andan itibaren aynı hedefi İmam Seccad'ın (a.s) ondan sonrada diğer imamların sürdürmeleri ve İslam hükümeti oluşturmak için çalışmaları gerekiyordu. Şimdi, İmam Seccad'ın (a.s) yaşamının tamamında İmam Hasan ve İmam Hüseyin'in (a.s) peşinde olduğu hedefi gerçekleştirmeye çalıştığını bilmeliyiz.

İmam Seccad'ın (a.s) Yaşamının Genel Şeması

İmam Seccad (a.s) Hicri 61 yılında esir düştü daha sonra serbest bırakıldı ve Hicri 94 yılında da zehirlenerek şehid oldular. Bu müddet zarfında imam Zeyn'el Abdin (a.s) hep o hedefi izlediler. Şimdi bu bakış açısıyla İmam Seccad'ın (a.s) çalışmalarının akışını hangi merhalelerden geçtiğini, hangi taktikleri uyguladığını ve ne gibi muvaffakiyetler elde ettiğini, beyan ettiği sözlerini ve okudukları dualar, Sahife-i Seccadiye halini alan münacat ve raz-u niyazlarını; bütün bunları o doğrultuda yorumlamak gerekir ve yine İmam Seccad'ın (a.s) imameti boyunca :

Abdullah b. Ziyad'ın karşısında çok cesaretli ve fedakarane tutumları.

Yezid'in hükümetinin üçüncü yılında onun emriyle Medine'yi virane edip halkın mallarını yağmalayan Musrif b. Ukba'nın karşısında tutumları.

Bazen yumuşak ve bazen de sert olan Ümeyyeoğularının en güçlü ve en kurnaz halifesi Abdülmelik ibn-i Mervana karşı hareketi.

Ömer b. Abdulaziz ile karşı karşıya davnanışları.

Ashap ve yaranlarına karşı davranışları ve dostlarına yaptığı tavsiyeler.

Hilafet ve zalim hakim düzene bağlı olan alimlere karşı tavrı.

Bütün bu haraket ve tavırlar dikkatle incelenmelidir. Bu genel çizgiye dikkat edildiği takdirde bütün ayrıntılar ve olayların iyice anlaşılıp çok anlam kazanacağı kanısındayım. Ve eğer bu dikkatle İmam Seccad'ın (a.s) yaşamlarını mütalaa edecek olursak onu Allah Teala'nın yeryüzünde hilafetini gerçekleştirmek ve İslam'a ayniyyet vermekten ibaret olan bu kutlu hedef yolunda bütün çabasını harcayan, en olgun, görgülü yöntemlerden istifade eden ve Kerbela vakıasından sonra son derece dağınık, şaşkın olan İslam kafilesini bulundukları durumdan daha ileri götüren bir insan olarak görürüz. İmam Zeyn-el Abidin (a.s) İmam Hasan ve İmam Hüseyn (a.s) üzerlerine aldıkları iki büyük görevi ve temel sorumluluğu (ilerde bunlara değineceğiz) gerçekleştirmiştir. Siyaset, cesaret ve işlerinde dikkat ve zarafete riayet etmiştir. Bütün peygamberler ve tarihe geçen başarılı şahıslar gibi yorulmak bilmez 35 yıl mücadeleden ve risalet yükünü yerine getirdikten sonra alnı açık bir şekilde şehid olmuş ve görevini kendisinden sonraki imama, yani İmam Muhammed Bâkır'a (a.s) teslim etmiştir.

İmamet ve yeryüzünde Allah'ın  hakimiyetini kurmak olan çok büyük görevi İmam Bâkır'a (a.s) bırakması rivayetlerde açıkça geçmiştir. Bir rivayette: İmam Seccad (a.s) evlatlarını biraraya topladıktan sonra oğlu Muhammed b. Ali'ye -İmam Muhammed Bâkır'a- (a.s) işaret ederek buyurdu ki: "Bu sandığı ve bu silahı al; bu sana emanettir." Sandığı açtıklarında onda Kur'an-ı Kerim ve kitap olduğunu gördüler.

Ben, o silahın komutanlığın, kitabın ise İslam akidesinin sembolü olduğunu, İmam'ın onları kendisinden sonraki masum imama teslim ettikten sonra vicdanı rahat olarak Allah Teala'nın huzurunda ve aydın insanların karşısında anlı açık bir halde dünyaya veda edip Rabbine kavuştuklarını sanıyorum.

İmam Seccad'ın (a.s) yaşamının genel şeması budur. Şimdi İmam Seccad'ın (a.s) yaşantısını kısaca açıklamaya çalışalım.

İmam Seccad'ın (a.s) hayatında kısa ve hayati bir faslı var; Bu fasıl İmam'ın Kerbela vakasından sonra esirlikte yaşadığı dönemdir. İlk önce bu fasla değinecek ve daha sonra İmam'ın yaşantısının normal akışını o zamanın durumu ve mevcut şartları açıklayacağız.

Bu çok kısa fakat heyecanlı, ibret verici olan esirlik ve esirlikle birlikte olan direniş dönemidir. İmam Seccad (a.s) esir ve hasta olduğu halde büyük bir kahraman gibi söz ve davranışlarıyla bu fasılda hamaset yaratıyordu. Bu devrede, İmam'ın asıl yaşantısında göreceğiniz şeylerle tamamen farklı olan bir durumu var. İmam Seccad (a.s) genel olarak yaşantısında sessiz-sakin bir halde temel atmakta ve hesaplı çalışmaktadır; hatta bazen Abdulmelik b. Mervan'la bile bir mecliste oturması, ona karşı normal ve yumuşak davranması icab ediyor. Fakat bu esirlik döneminde İmam'ı (a.s) en küçük bir söze bile tahammül etmeyen ve herkesin gözleri önünde güçlü düşmanına sert cevaplar veren biri olarak görmekteyiz.

Kufe'de İbn-i Ziyad gibi kana susamış, kılıncından kan damlayan, Resulullah'ın (s.a.a) evladını öldürdöğünden zafer sarhoşluğunda olan vahşi ve gaddar bir kişinin karşısında öyle konuşuyor ki, İbn-i Ziyad İmam'ı öldürmelerini emrediyor. Bunun üzerine Hz. Zeyneb (s.a) kendisini İmam'ın üzerine atarak, onu öldürmenize müsade etmem diyor ve İbn-i Ziyad, İmam Seccad'ı (a.s) öldürmek için bir kadını öldürmesi gerektiğini, diğer taraftan da bunları esir olarak Şam'a götürmesi gerektiğini görünce bu işten vazgeçiyor; elbette ki, eğer Hz. Zeyneb'in (s.a) bu hareketi olmasaydı İbn-i Ziyad büyük ihtimalle İmam Seccad'ı (a.s) da öldürürdü.

Kufe çarşısında halası Zeyneb (s.a) ve kızkardeşi Sakine ile birlikte konuşma yaparak halkı tahrik ediyor ve gerçekleri açıklayıp onları aydınlatıyorlardı.

Şam'da da ister Yezid'in meclisinde ve ister mescidde olsun kalabalık insan yığınlarının karşısında en açık bir şekilde gerçekleri anlatıyorlardı. Bu konuşma ve hutbeler, hilafet için Ehl-i Beyt'in hakkaniyetini, hakim olan mevcut hükümetin cinayetlerini ifşa etmeyi, gafil ve cahil halka acı ve dokunucu ikazları kapsamına almaktaydı.

Burada o hutbelere değinerek onların derinlik ve detaylarını açıklamaya fırsatımız yok; bunun kendisi başlı başına incelenmesi gereken bir iştir. Bu hutbeleri tefsir etmek isteyen kimseler, onları kelime kelime inceleyerek bu ilkeleride dikkata alıp tefsir etmelidirler.

Esirlik Sonrası Dönem

Niçin İmam Seccad (a.s) esirlik devresinden sonra yumuşaklık ve sakinliği tercih ediyor?

Niçin takiyye etmeye eğilim göstererek inkılabi ve sert hareketlerinin üzerine dua ve yumuşak davranışlarıyla örtü çekmek istiyor?

Diğer taraftan esirlik devresinde niçin o şekilde sert, açık ve ateşli haraketlerde bulunuyordu?

Bu dönem, istisnai bir dönemdi. Burada İmam Seccad'ın (a.s) imam olması, ilahi ve İslami hükümet için ortamı hazırlaması gerektiği dışında, Aşura günü dökülen kanların konuşan dilidir. Eğer İmam Seccad (a.s) orada öyle sert ve keskin tavır sergilemiş olmasaydı, meseleleri sarih ve açık bir şekilde açıklamasaydı, gerçekte gelecekte yapacağı çalışmalar için hiçbir zaman uygun bir ortam bulamazdı. Hem ilerdeki çalışmasının ortamı, tarih boyunca bütün şii kıyamlarda olduğu gibi Hüseyin b. Ali'nin (a.s) coşan kanıydı. İlk önce halkı ikaz etmeli ve daha sonra bu ikazın ışığında uzun vadeli muhalefetlerini başlatmalıydı. Ve bu ikazın, sert ve keskin tavır dışında gerçekleşmesi imkansızdı.

Bu esaret yolculuğunda İmam Seccad'ın (a.s) rolü Hz. Zeyneb'in (a.s) rolüydü; yani Hüseyin b. Ali'nin (a.s) inkilabının mesajını duyurmaktı. Halk İmam Hüseyin'in (a.s) niçin ve nasıl şehit edildiğini bilecek olsalar İslam'ın ve Ehl-i Beyt'in davetinin geleceği özel bir şekile girecekti ve eğer bilmeyecek olsalar başka bir şekil olacaktı. Buna göre, halkı aydınlatmak, bilinçlendirmek ve bu bilinci toplumun her köşesine yaymak için bütün olanakları kullanmak gerekmekteydi. Dolayısıyla İmam Seccad (a.s) Sakine, Fatime-i Suğra, Hz. Zeyneb (s.a) ve diğer esirler gibi (herkes gücü yettiğince) Kerbela kıyamının elçisiydi. Bütün güçler, İmam Hüseyin'in (a.s) dökülen kanının mesajını tüm İslam beldelerine, yani Kerbela'dan başlayarak Medine'ye ulaştırmak için bir araya toplanmalıydı. İmam Seccad (a.s) Medine'ye girdiği zaman halkın gözlerinden soru ve şaşkınlık yağdığını görünce gelişen olayların gerçek yüzünü anlatmaya başladı; bu ise yapılması gereken ilk şeydir. Dolayısıyla İmam Seccad'ın (a.s) yaşantısındaki bu kısa dönem özel bir dönemdir.

İmam Seccad'ın (a.s) yaşantısının diğer bölümü Medine'de o şehrin ahalisinden saygıdeğer bir kişi olarak yaşadığı ve işine Resulullah'ın (s.a.a) evinden ve hareminden başladığı zamandan itibaren başlamaktadır. Dördüncü masum imam olan İmam Seccad'ın (a.s) programının açıklığa kavuşması için bulunduğu zamanın, durum, ortam ve şartları incelemek zorundayız.

İmam Seccad'ın (a.s) hareketini nasıl ve hangi hedefle ve ne gibi taktiklerle başlattığını bilmek için biraz hilafet düzenine karşı olanların ve Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarının Ümeyyeoğulları halifelerine ilişkin genel durumları hakkında bahsetmek ve Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarının genel durumlarına bir gözatmak zorundayız. Ve bu İmam Seccad'ın (a.s) yaşantısında müstakil bir bölümdür. Bu konuya ayrıntılı olarak girebilirsek İmam Seccad'ın (a.s) yaşamlarında sözkonusu edilen ve aklı kurcalayan birçok soru aydınlığa kavuşacaktır. Ve ondan sonra İmam Seccad'ın (a.s) başlattığı hareketin ve yaptığı işlerin özelliklerine değineceğiz.

Sosyal Ortam

Kerbela vakıası vuku bulunca, bu haberin ulaştığı tüm İslam beldelerinde, özellikle Hicaz ve Irak'ta şiiler ve Ehl-i Beyt (a.s) taraftarları arasında bir korku ve vahşet ortamı oluştu; zira Yezid'in, kendi hakimiyetini sağlamlaştırmak için, bütün müslümanların nazarında azamet, itibar ve kutsiyetiyle tanınmış olan Resulullah'ın (s.a.a.) torunu Hüseyin b. Ali'yi (a.s) öldürmeye bile cüret edebildiği görüldü. Etkisi Kufe ve Medine'de aşikar olan bu korku bir müddet sonra birkaç olayın vuku buluşuyla daha da yerleşti. -o olaylardan biri, Hirre olayıydı- ve Ehl-i Beyt'in (a.s) nüfuz ettiği Hicaz (özellikle Medine) ve Irak (bilhassa Kufe) bölgelerinde müthiş bir korku, dehşet ve sessizlik ortamı oluştu. İrtibat ve ilişkiler zayıfladı ve Ehl-i Beyt (a.s) taraftarı olup Ümeyyeoğullarının hilafetine şiddetle karşı olan kimseler zaaf ve tereddüde kapıldılar.

İmam Sadık (a.s) kendisinden önceki dönem hakkında konuştukları zaman, "Üç kişi dışında halk İmam Hüseyin'den (a.s) sonra mürted oldular" şeklinde buyurduğu nakledilir. Bazı rivayetlerde de mürted olmayanların sayısının beş kişi ve bazılarında da yedi kişi olduğu zikredilmiştir.

Bir rivayette de Ebu Amr-ı Mehdi İmam Seccad'dan (a.s) şöyle nakleder: "Bütün Mekke ve Medine'de bizi seven yirmi kişi yoktur."(1)

Bu iki hadisi nakletmekten amacım İslam dünyasının masum imamlara ve Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarına karşı genel durumlarının ortya çıkması içindir; yani bu baskı, Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarının dağınık, perakende, ümitsiz ve korku içinde yaşamalarına, her hangi bir harekette bulunmalarına imkan vermeyen bir ortam oluşturdu. Ve İmam Sadık (a.s) buyuruyor ki: "Halk birleşerek -yavaş yavaş-çoğaldılar."

Gizli Teşkilat

Zikrettiğimiz bu meseleyi daha geniş bir şekilde açıklayacak olursak şöyle dememiz gerekir: İmam Hüseyin'in (a..s) şehadetinden sonra halkın içine biraz korku düştü; ancak bu korku Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarının teşkilatının düzenini tamamen dağıtacak derecede değildi. Zira hatta Kerbela esirlerini Kufe'ye getirdikleri zaman şiilerin teşkilatının varlığını gösteren bir takım hareketlere rastlanmaktadır.

Elbette Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarının gizli teşkilatından bahsederken maksadımız, günümüz dünyasında tanındığı gibi tamamen düzenli bir teşkilat değildir; maksadımız halkı birbirine bağlayan, kenetleyen, fedakarlık etmeye zorlayan, gizli çalışmalara yönlendiren ve sonuçta birbirine bağlı bir oluşumun varlığını gösteren itikadi ilişkilerdir.

Resulullah'ın (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin Kufe'de olduğu günlerde, esirlerin hapsedildiği yere bir gece bir taş parçası atıldı.. Taşı yerden aldıklarında ona bir kağıt parçasının bağlandığını görüdüler. O kağıt parçasında şöyle yazılmıştı: Kufe valisi bir adamı Yezid'e göndererek esirlere ne yapması konusunda ondan emir bekliyor. Yarın akşama kadar tekbir sesi duyacak olursanız bilinki burada öldürüleceksiniz ve eğer tekbir sesi işitmezseniz daha iyi bir durumda olacaksınız demektir.(2)

Biz bu olayı duyduğumuzda, Ehl-i Beyt (a.s) dostlarından ve bu teşkilatın üyelerinden bir kişinin İbn-i Ziyad'ın hükümetinde olduğunu, olayları bildiğini, zindana yaklaşabildiğini, esirler hakkında neler düşünüldüğünü ve ne gibi öngörülerin ileri sürüldüğünden haberdar olduğunu ve haberi tekbir sesiyle Ehl-i Beyt'e (a.s) ulaştırabileceğini ve bu sıkı tutumlarla birlikte böyle şeylerin de olduğunu pekala anlıyoruz.

Diğer bir örnek de kör olan Abdullah b. Afif-i Ezudi'nin hikayesidir: Abdullah b. Afif, esirler Kufe'ye götürüldüğünde tepki gösterdi ve bu tepkisi şehadetiyle sonuçlandı. İster Şam'da ve ister Kufe'de olsun böyle insanlara rastlanıyordu; esirlerle karşılaştıklarında onlara karşı ilgi ve sevgilerini belirtiyor veya birbirlerini kınıyorlardı. (Yezid'in ve İbn-i Ziyad'ın meclislerinde böyle olaylar vuku bulmuştur)

Demek ki vücuda getirilen vahşet ve baskı ortamı Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarının varlığını tamamen dağıtacak ve onları dağınıklık ve zaafa uğratacak derecede değildi; ancak zamanın geçmesiyle baskıları artıran diğer olaylar da vuku buldu.

Bu kaç yıl içerisinde -o önemli ve yıkıcı hadise vuku bulmadan önce- şiiler işlerine düzen verme ve önceki intizamlarını tekrar ele geçirme yolunda çaba harcıyorlardı. Bu konuda Taberi diyor ki:

"O insanlar (şiiler) savaş aletleri topluyor ve kendilerini savaşa hazırlıyorlardı ve gizlice ister şii olsun ve ister olmasın halkı Hüseyin b. Ali'nin (a.s) intikamını almaya davet ediyorlardı, halk da grup grup onlara katılıyordu. Bu durum Yezid b. Muaviye ölünceye kadar devam etti."

Buna göre, baskı ve zulmün oldukça fazla olmasına rağmen -Taberi'nin de naklettiği gibi- bu tür hareketlerin de olduğunu görüyoruz. Belki de bundan dolayıdır ki, Cihad-ı Şia adlı kitabın yazarı kendisi şii olmayıp İmam Seccad (a.s) hakkında ki görüşleri gerçekçi olmadığı halde hakikati idrak etmiştir; o şöyle naklediyor:

"Şiilerden bir grup İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetinden sonra düzenli bir teşkilat halini aldılar; inanç ortaklığı ve siyasi ilişkiler onları birbirlerine kenetliyordu. Onların toplulukları, rehberleri ve askeri güçleri vardı. Cemaat-ı Tevvabin (tövbe edenler cemaatı) bu teşkilatın ilk mazharıdır..."

Buna göre, Ehl-i Beyt taraftarlarının teşkilatının Kerbela vakıası neticesinde zaafa uğramasına rağmen yine de bu teşkilatın "Hirre vakıası" vuku buluncaya kadar toparlanmak için faaliyet gösterdiğini görüyoruz. Bence Şia tarihinde "Hirre vakıası" büyük darbe indiren çok önemli bir dönüm noktasıdır.

Hirre vakıası Hicret'in 63. yılında vuku buldu. Olay özet olarak şöyledir: Hicret'in 62. yılında Ümeyyeoğullarından tecrübesiz bir genç Medine valisi oldu. O Medine şiilerinin gönlünü almak için Medine halkından bazılarını Yezid'le görüşmeye davet etti. Müslümanların ileri gelenlerinden, sahabeden bazısı ve Medine'nin büyüklerinden birkaçını, bu ihtilafların azalması için Şam'a giderek Yezid'le görüşmeye davet etti. Onlar da Şam'a giderek Yezid'le görüştüler, Yezid tarafından ağırlandılar ve birkaç gün orada misafir oldular. Yezid onların her birine çok miktarda para verdi (50 bin, 100 bin dirhem civarında), onlar Medine'ye geri döndüler.

Medine'ye döndüklerinde Yezid'in sarayında vuku bulan Fısk-ı Fücüru anlatarak Yezid'i tenkid etmeye başladılar. Mesele onların arzularının tam aksine oldu. Yezid'in sarayına gidenler Yezid'i övmek, medhetmek yerine halkı Yezid'in cinayetleri hakkında bilinçlendirdiler ve dediler ki: Yezid şarap içen, köpeklerle oynayan, türlü türlü fısk ve fücur işleyen bir kişidir. Böyle birisi nasıl müslümanların halifesi olabilir. Biz onu hilafetten azlettik.

Medine'nin ileri gelenlerinden olan Abdullah b. Hanzele (3) halkın önderliğini üstlenerek Yezid'e karşı kıyam etti, Yezid'i azlederek halkı kendisine davet etti.

Bu hareket Yezid'in karşı tepki göstermesine sebep oldu. Emevi'lerin komutanlarından olan "Müslim b. Ukba"yı birkaç bölük askerle Medine'ye gönderdi ve Medine halkını yatıştırmasını istedi. Müslim b. Ukba Medine'ye gelerek halkın mukavemetini kırmak için birçak gün Medine'yi muhasara etti. Daha sonra şehre girerek İslam tarihinde eşine az rastlanan katliam ve zulümler etti.

Onun bu aşırı katliamından dolayı, ona "Musrif (israf eden ve aşırı giden)" adını taktılar ve bundan sonra o "Musrif b. Ukba" diye çağrıldı. Hirre vakıasının olayları çok fazladır ve ben onların hepsini açıklamak istemiyorum; fakat şunu söyliyeyim ki, o vakıa Ehl-i Beyt (a.s) taraftarları ve dostlarının içlerine korku düşüren en büyük olaydı. Özellikle de Ehl-i Beyt'in Medine'deki dostlarından bir grubu kaçtı, bir grubu öldürüldü ve Abdullah b. Hanzele gibi yakın dostlarından bir grubu da şehid oldular ve yerleri boş kaldı. Bu haber bütün aleme yayıldı ve Ümeyyeoğulları'nın bu tür hareketler karşısında şiddetli bir şekilde tepki gösterdiği ve musamahakâr davranmadığı anlaşıldı.

Yine Ehl-i Beyt taraftarlarının ezilmesine ve zaafa uğramasına sebep olan diğer bir vakıa da "Muhtar"'ın Kufe'de şehadete erişmesi ve Abdulmelik b. Mervan'ın bütün İslam alemine musallat olmasıdır.

Yezid'in ölümünden sonra Muaviye b. Yezid hilafete geçti ve üç ay hükümet etti. Ondan sonra Mervan b. Hakem hilafete geçerek iki yıl veya daha az hükümet sürdü ve sonra da Ümeyyeoğulları halifelerinin en tedbirlileriden olan Abdulmelik b. Mervan hilafeti ele geçirdi.

Abdulmelik bütün İslam alemini ele geçirerek korku ve vahşet dolu bir hakimiyet oluşturdu.

Abdulmelik'in hakimiyeti rakiplerinin ortadan kalkmasına bağlıydı. Ehl-i Beyt'in mazharı olan Muhtar Abdulmelik hilafete geçmeden önce Mus'ab b. Zübeyr tarafından ortadan kaldırıldı. Fakat Abdulmelik, Muhtar'ın hareketini izleyecek olan hareketlere ve diğer şii hareketlerine son vermek istiyordu. Ve gerçekte Ehl-i Beyt (a.s) taraftarları, Irak'ta ve özellikle o zamanın büyük şii merkezlerinden olan Kufe'de duraklayarak sessiz kalmayı tercih ettiler.

Bu gibi olaylar Aşura vakıasından başlamış ve onu diğer hareketler izlemiştir. Hirre vakıası, Irak'taki Tevvabin hareketinin(4) bastırılması, Muhtar'ın şehadeti, İbrahim b. Malik-i Eşteri Nehai'nin şehadeti ve Şia'nın diğer ileri gelenlerinin şehadeti bu olaylardandır; bu kişilerin şehadetinden sonra ister Medine'de ve ister Ehl-i Beyt (a.s) dostlarının merkezi olan Kufe'de olsun kıyamlar bastırıldı ve İslam aleminde Ehl-i Beyt dostlarına karşı sıkı bir baskı oluşturuldu ve Ehl-i Beyt (a.s) taraftarları son derece garip ve yalnız kaldılar.

Baskı Devrelerinde İmam Seccad'ın (a.s) Tutumu

Bazıları, İmam Seccad'ın (a.s) Ümeyyeoğulları'na karşı direnmek isteseydi onun da Ümeyyeoğulları'yla muhalefet etmesi veya Muhtar'a ve Abdullah b. Hanzele'ye katılması ya da onlara önderlik ederek açıkça silahlı direnişte bulunmasının gerektiğini sanıyorlar. Fakat İmam Seccad'ın (a.s) bulunduğu zaman şartlarını nazara alacak olursak ilerde değineceğimiz masum İmamların hedeflerine nazaran bunun yanlış bir fikir olduğu açıklığa kavuşur.

Eğer başta İmam Seccad (a.s) olmak üzere masum İmamlar o şartlarda böyle açık hareketlerde bulunacak olsalardı kesinlikle şiiliğin kökü kazınmış olur ve sonraki devrelerde Ehl-i Beyt (a.s) mektebinin, velayet ve imamet sisteminin ilerlemesi için hiç bir ortam kalmaz, hepsi mahvolur ve ortadan kalkardı. Dolayısıyla İmam Seccad'ın (a.s) Muhtar'ın kıyamında onlarla birlikte ve onların yanında olduğunu bildirmediğini görüyoruz. Gerçi bazı rivayetlerde İmam Seccad'ın (a.s) Muhtar ile gizli ilişkilerinin olduğu bildirilmişse de, yine de onunla açık ilişkide bulunmadığında hiç şüphe yoktur ve hatta bazı rivayetlerde İmam Seccad'ın (a.s) Muhtar hakkında kötü şeyler söylediği de geçmiştir ve onların ilişkilerinin bilinmemesi için İmam'ın takiyye ederek böyle davranması çok doğal bir şeydir.

Elbette eğer Muhtar zafere kavuşsaydı hükümeti Ehl-i Beyt'e (a.s) bırakırdı. Zafere ulaşamadığı takdirde de onunla İmam Seccad (a.s) arasında açık bir ilişki olsaydı kesinlikle Muhtar'ın başına gelenler İmam Seccad'ın (a.s) ve Medine şiilerinin de başına gelir ve şiiliğin ilerleyişinin önü alınırdı.

Bir rivayette nakledildiğine göre Müslim b. Ukba Hirre olayında Medine'ye geldiğinde herkesten önce ilk olarak Ali b. Hüseyin'in (a.s) onun gazabına uğrayacağında kimsenin şüphesi yoktu. Fakat İmam Seccad (a.s) tedbirli ve hekimane davranarak bu belayı başından defetti ve böylece kalmasıyla şiiliğin esas ekseni baki kaldı.

Elbette başta Bihar-ül Envar olmak üzere bazı kitaplarda İmam Seccad'ın (a.s) Müslim b. Ukba'nın karşısında aşırı şekilde yumuşak olduğunu gösteren rivayetler de vardır ki, şu delillerle bu rivayetleri kesinlikle yalanlıyorum:

1- Bu hadislerin senedi sahih değildir.

2- Bu rivayetleri anlam açısından yalanlayan diğer rivayetler de vardır.

İmam Seccad'ın (a.s) Müslim b. Ukba ile görüşmesi hakkında birbiriyle uyuşmayan muhtelif rivayetler vardır. Ancak onlardan bazıları İmamlardan nakledilen rivayet metoduyla daha fazla uyuştukları için tabii olarak biz onları kabul ediyoruz. Bu durumda onların karşısında yeralan diğer rivayetler tamamen reddedilecektir ve benim, o rivayetlerin sahih olmadığından hiç şüphem yoktur.

Bazı rivayetlerde göze çarpan böyle hareketler imam Seccad'dan (a.s) görülmemiştir; ancak İmam'ın Müslim b. Ukba'ya karşı sert ve düşmanca davranmadığında da şüphe yoktur. Zira öyle davranacak olsaydı kesinlikle İmam'ı (a.s) öldürtürdü ve bu da İmam Seccad (a.s) tarafından sürdürülmesi gereken İmam Hüseyin'in (a.s) hareketinin yeni şartlarda sürdürülmesi için telafi edilmez bir zarara yol açar. İşte bu yüzden İmam Seccad'a (a.s) dokunmadılar ve İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen bir rivayette olduğu gibi halk yavaş yavaş Ehl-i Beyt'e (a.s) tabi oldular ve çoğaldılar. İmam Seccad'ın (a.s) faaliyeti gerçekte böyle zor, uygun olmayan ve sürdürülmesi imkansız olan bir ortamda başlıyor.

Elbette İmam Seccad'ın (a.s) otuz beş yıllık imametinin çoğunluğunu teşkil eden Abdulmelik döneminde, İmam (a.s) sıkı bir şekilde gözaltında bulunduruluyordu; İmam Seccad'ın (a.s) yaşam durumunu -hatta ailevi ve özel meselelerini- raporlamaları  için casuslar yerleştirilmişti.

İmam Seccad'ın (a.s) bir cariyesi vardı. İmam onu azad ettikten sonra onunla evlendi. Bu haber Abdulmelik'e ulaşınca İmam'a (a.s) bir mektup yazarak mektubunda bu olaydan dolayı İmam'la alay etti ve bu hareketiyle İmam'ı göz altında bulundurduğunu ve onun hayatıyla ilgili olaylardan haberdar olduğunu anlatmak istedi. Ve ayrıca İmam'la aynı kandan ve aynı tayfadan olduğunu iddia ederek onunla münazara etmeye çalıştı. Mektubunda yazmıştı ki, Bu iş Kureyş'in örf ve adabıyla çelişmektedir ve sen de Kureyş'ten olduğun için böyle bir işe girişmemeliydin! Elbette İmam Seccad (a.s) ona çok sert bir cevap veriyor ve Abdulmelik'in bu yarı dost ve yarı düşmanca davranışını hiç de iyi karşılamadığını ortaya koyuyordu.

Bu olay, İmam Seccad (a.s) işlerini biraz ilerlettikten sonra vuku buluyor.

İmam'ın (a.s) Hedefi

İmam Seccad'ın (a.s) çalışma ortamının durumu açıklığa kavuştu. Şimdi İmam bu ortamda ve bu durumda çalışmasını başlatmak istiyor. Burada masum imamların hedef ve metodlarına kısaca değinmek zorundayım, daha sonra da bu metodla, İmam Seccad'ın (a.s) yaşamının ayrıntılarına değineceğim.

Şüphesiz İmam Seccad'ın nihai hedefi İslam hükümeti kurmaktı. İmam Sadık'tan (a.s) nakledilen rivayette geçtiği gibi Allah Teala İslam hükümeti için Hicret'in 70. yılını mukarrar kılmıştı ve Hicret'in 60. yılında İmam Hüseyin (a.s) şehid olunca bunu Hicret'in 147-148. yıllarına erteledi. Bu İmam Seccad'ın (a.s) ve diğer masum imamların (a.s) nihai hedeflerinin bir İslam hükümeti oluşturmak olduğunu göstermektedir. Fakat o şartlarda İslam hükümeti nasıl kurulabilirdi ki? Bu iş için birkaç şeye ihtiyaç vardı:

1- Masum imamların taşıdığı ve İslam hükümetinin temelini oluşturacak olan gerçek İslam yazılmalı, ders verilmeli ve yayılmalıydı.

Uzun yıllar boyunca İslam toplumu doğru İslami düşünceden uzak kaldıktan sonra, halk arasında fikri ortam hazırlanmadan ve o temel hükümler derlenmeden İslami hüküm ve esaslara dayalı bir hükümet kurmak mümkün müydü?

İmam Seccad'ın (a.s) en büyük programı, temel İslami fikirleri, yani tevhidi, nübüvveti, insanın manevi makamını, insanın Allah Teala ile irtibatını ve diğer şeyleri açıklamaktı ve Sahife-i Seccadiyye'nin en önemli yönü buydu. İlk önce Sahife-i Seccadiye'yi ve sonra da o zamanın insanlarının İslami düşünce durumlarını nazara alacak olursanız bunların birbirlerinden ne kadar uzak olduğunu görürsünüz. İslam dünyasının bütün insanları maddiyat peşindeyken ve maddi hareket ve hedeflere doğru yönelmişlerken, zamanın halifesi olan Abdulmelik b. Mervan'dan tutun, başta Muhammed b. Şehab-ı Zuhri olmak üzere ve etrafında olan alimlere kadar herkes egoistlik ve maddiyat peşindeyken İmam Seccad (a.s) halka şöyle hitap ediyor:

"Acaba şu köpeğin ağzını sürdüğü şeyi ehline bırakacak özgür bir insan yok mu?"

Bu cümlede verilmek istenen islami düşünce şundan ibarettir: Maneviyatı hedef edinmek, manevi ve İslami değerlere kavuşmak doğrultusunda hareket etmek ve insanı Allah Teala ve mükellefiyetlerine yöneltmek İmam Zeyn-el Abidin'in (a.s) Sahife-i Seccadiye'sinde toplanan duaları vasıtasıyla insanlara vermek istediği mesajıydı. Ve bu ise o dönem halkının maddi hareketini oluşturduğu şeyin tam karşısında yeralmaktaydı. Bunu sadece bir örnek olarak beyan ettim ve İmam Seccad (a.s), sonucu doğru İslami düşüncelerin gerçek anlamıyla İslami toplumda mahfuz kalması ve yok olmaması olan bu gibi temel girişimlerin ekseniydi. Bu İmam Seccad'ın (a.s) giriştiği ilk işiydi.

2- Halkı, Ehl-i Beyt'in hakkaniyeti konusunda aydınlatmak. Yıllarca, İmam Seccad'ın (a.s) zamanına kadar Peygamber'in Ehl-i Beyt'i aleyhine yapılan tebliğler ayyuka çıkmış ve İslam dünyasını doldurmuştu, ayrıca Ehl-i Beyt'e (a.s) muhalif cephenin önderleri Resulullah'ın (s.a.a) dilinden Ehl-i Beyt (a.s) imamlarını yerici çok sayıda hadisler uydurulmuş ve halk arasında yaymışlardı. Avam halkın ise Ehl-i Beyt'in (a.s) manevi ve gerçek makamı hakkında bilgileri yoktu. Bu şartlarda Ehl-i Beyt (a.s) aracılığıyla bir hükümetin kurulması mümkün olabilir miydi?

İmam Seccad'ın (a.s) önemli hareketlerinden bir diğeri de halkı Ehl-i Beyt'in (a.s) hakkaniyeti konusunda aydınlatmak, velayet, imamet ve hükümetin Ehl-i Beyt'in (a.s) hakkı olduğunu ve Peygamber'in gerçek halifelerinin kendileri olduğunu açıklamaktı. Bu konu İslami akidenin bir parçası olmasıyla birlikte siyasi bir mahiyeti de vardı; yani hakim güce karşı siyasi bir hareketti de.

3- İmam Seccad (a.s) gelecekteki siyasi hareketlerin ekseni olacak bir teşkilat oluşturmalıydı. İnsanların zulüm, maddi ve manevi baskılar sonucu ferdi çalışma ve dağınıklığa alıştığı bir toplumda, özellikle Şia'nın aşırı derecede baskı ve korku sonucu irtibatlarının zayıfladığı bir ortamda, İmam Seccad (a.s) tek başına veya düzensiz bir grupla, çalışmalarını nasıl başlatabilirdi?

Bu yüzden, İmam Seccad'ın (a.s) çabasının bir bölümü de şii teşkilatlarını yeniden faal duruma geçirmekti. Yani, Hz. Ali'nin (a.s) zamanında varolan ve daha sonra Kerbela vakıasında, Hirre vakıasında ve Muhtar'ın kıyamında ortamları takriben yok olan şeyi yeniden harekete geçirmeye çalışıyordu.

Kısaca söyleyecek olursak İmam Seccad'ın (a.s) üç temel işi vardı:

Birincisi: İslami düşüncenin tahrif oluşu ve unutuluşundan uzun bir zaman geçtikten sonra bu düşünceyi doğru ve Allah'ın indirdiği gibi sunmak.

İkincisi: Ehl-İ Beyt'in (a.s) hakkaniyetini ve onların hilafet, velayet ve imamete layık olduklarını ispatlamak.

Üçüncüsü: Ehl-i Beyt (a.s) taraftarları için düzenli bir teşkilat oluşturmak.

Bizim incelememiz gereken bu üç temel konudur. İmam Seccad'ın (a.s) zamanında bunlardan hangisinin üzerinde çalışılmaktaydı. Bu üç temel ilkenin dışında diğer işler de vardı. Mesela sessizliği biraz da olsa kırmak için zaman zaman İmam (a.s) tarafından veya İmam'ın (a.s) taraftarları tarafından yapılan bazı haraketler gibi.

Çeşitli olaylarda İmam'ın (a.s) taraftarları veya İmam'ın (a.s) kendisi'nin toplumda bazı açıklamalarda bulunduklarını görüyoruz (elbette bu güçlendikleri zamanlara mahsustur). Bu açıklamalar sadece bu baskı ortamını yok etmek içindi. Bu ileride örneklerine değineceğimiz temel olmayan işlerden biridir.

Temel olmayan işlerden bir diğeri de hükumete veya hükumete bağlı olanlara karşı koymaktı. Örneğin, defalarca İmam Seccad (a.s) ve Abdulmelik arasında vuku bulan olaylar, İmam Seccad'la (a.s) Muhammed b. Şehab-i Zuhri gibi hükumete bağlı olan saray alimleri arasında vuku bulan olaylar; yine Ehl-i Beyt (a.s) dostları ve geçmiş halifeler arasında başgösteren çarpışmalar gibi; butün bunlar çevreyi kaplayan o baskı ve zulüm atmosferinin az da olsa dağılması içindi. Daha sonra Allah izin verirse bunların ayrıntılarını anlatmaya çalışacağım.

Benim burada beyan ettiğim kadar ahlaki rivayetlere, öğüt-nasihatlara, mektuplara ve İmam Seccad'dan (a.s) nakledilen diğer rivayetlere veya İmam Seccad'ın (a.s) hayatında olan davranışlarına bakacak olursanız bütün bunlar sizin yanınızda anlam kazanacaklar; yani İmam Zeyn-ul Abidin'in (a.s) bütün açıklama ve davranışları yukarıda işaret ettiğimiz bu üç temel şeyden birisi çerçevesinde değerlendirilebilir ve neticede bunların hepsinin İslam hakimiyetini sağlamak için olduğunu görürsünüz. Elbette İmam'ın (a.s) maksadı İslam hakimiyetini kendi zamanında kurmak değildi; çünkü İslam hükümetinin gelecekte -yani ihtimalen İmam Sadık'ın (a.s) zamanında- kurulacağını biliyordu.

 

Kaynaklar

 

1- Bihar-ül Envar, c.46, s.143; Şerh-ü Nehc-ül Belağa -İbn-i Ebi-l Hadid, c.4, s.104.

2- Bu hikayeyi İbn-i Esir, el-Kamil adlı tarih kitabında nakletmiştir.

3- Hanzele, evlendiği gecenin sabahı Resulullah'ın (s.a.a) ordusuna karışan ve Uhud savaşında şehid olan meleklerin kendisine gusul verdiği gençtir; dolayısıyla kendisine Hanzele Gasil-ül Melaike (meleklerin gusul verdiği Hanzele) lakabıyla meşhurdur.

4- Tevvabin'lerin hareketi, Kerbela vakıasına karşı bir tepki olarak Kufe'de başlatılmıştır. İmam Hüseyin'in (a.s) şehadetinden sonra Ehl-i Beyt (a.s) taraftarlarından bazıları İmam Hüseyin'in (a.s) davetine müsbet cevap vermeyip o hazrete yardım etmek için savaşa katılmayanlar birbirlerini kınamaya başladılar ve bu günahı İmam Hüseyin'in (a.s) düşman ve katillerinden intikamını almaktan başka hiç birşeyin temizlemeyeceğini görünce Kufe'ye gelerek Ehl-i Beyt (a.s) dostlarından beş kişiyle oturup konuşup anlaştılar ve Süleyman b. Sadr-i Huzai'nin rehberliğinde silahlı kıyama kalkıştılar.

Hicret'in 65'inde Rabiussani ayının 25. günü perşembe akşamı İmam Hüseyin'in (a.s) mezarını ziyaret ederek eşi görülmemiş bir şekilde ağlayıp feryat etmeye başladılar. Daha sonra veda edip oradan ayrılarak egemen güce karşı savaşmak için Şam'a doğru hareket ettiler ve Ümeyyeoğulları'yla savaşta hepsi öldürüldüler.

Tevvabinler'in haraketinde dikkat çeken bir nokta onların Kufe'den Şam'a hareket etmeleriyle  İmam Hüseyin'in (a.s) katlinden birinci derecede Kufe'deki bir kişi ve bir grubun sorumlu olmadığını, bilakis İmam Hüseyin'i (a.s) şehid edenin baştaki Emevi saltanatı olduğunu  göstermeleriydi.

 

 

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar

  • Peşaver Geceleri

    Pakistan'ın Peşaver şehrinde, gazete ve önemli dergilerin muhabirlerinden dört kişi ve Ehlisünnet ...
  • Ümit Sabahı

    Zuhur öncesi İslâm toplumunun geneline hâkim olan durumla ilgili hadislerde çeşitli belirtile ...