Hiç şüphesiz İslam Fıkhında hayvanın yenilebilmesi için; kesimin özel bir şekilde olması ve bir takım şartlara riayet edilmesi gerekir. Ehl-i Beyt Mektebinin fıkhına göre, hayvan kesme şu şekilde olmalıdır: Hayvanın boğazındaki dört büyük damarı boğazdaki çıkığın (gırtlağın) altından kesmek gerekir; ve keserken şu şartlara da riayet edilmelidir.
1- Hayvanı kesen adam müslüman olmalıdır ve Peygamberi'nin (s.a.a) Ehl-i Beyti ile açıkça düşmanlık edenlerden olmamalıdır.
2- Hayvanın başını demir'den olan bir kesiciyle kesmelidir.
3- Keserken hayvanın gövdesinin ön tarafı kıbleye taraf olmalıdır.
4- Hayvanın başını kesmek istediğinde veya bıçağı boğazına bıraktığında Allah'ın ismini söylemelidir, mesela bismillah demelidir.
5- Hayvan kesildikten sonra hareket etmelidir.
Bu şartlara riayet ederek yapılan zıbh (hayvan kesme) eti yeyilen hayvanın helal olmasına sebep olur.
Bilindiği üzere günümüzde hayvanı kesme işinde makine gücünden yararlanmak sağladığı kalaylık ve sur'attan dolayı yeni hayat şartların doğurduğu bir ihtiyaç haline gelmiştir. Onun için bu mekalede yukarıda zikredilen şartlar riayet edilmek kaydıyla şartlar riayet edilmek kaydıyla yeni araçların yardımıyla hayvan kesmenin doğru olup olmadığı başka bir ifadeyle böyle kesilmiş olan bir hayvanın etinden yemenin caiz olup olmadığını şia fıkhındaki ictihadi metofla ele alınıp incelenmiştir. Ve netice de muhterem yazarın şia fıkhında şart bilinen (yukarıdaki zikredilen) şartların gözetildiği takdirde hayvan kesmede gelişmiş araçlardan yararlanmaya yöneltilen eleştirileri cevaplandırdığını göreceğiz.
Bu hayvanın acaba gelişmiş araçlardan yaralanarak kesilen hayvanda helallık şartlarının riayet edilmesi mümkün müdür? Bazı görüş sahipleri bu şekilde kesilmiş hayvanın helal oluşunu mezkur şartları haiz olmadığı için eleştiri konussu etmişlerdir. Bu yüzden bu eleştirileri teferruatıyla incelemk gerekir:
Birinci Eleştiri: Kesemenin İnsan Vasıtasıyla olmasının gerekliliği.
Eleştirinin açıklaması:
Hiç şüphesiz kesilen hayvanın helal oluşu kesme işinin insan vasıtasıyla gerçekleştiği takdirdedir; konuyla ilgili ayet ve rivayetler bu hususa açıklıyorlar.
Allah Teala Kur'an'da şöyle buyuruyor:
"Ölü eti, kan, domuz eti, Allah'dan başkası adına kesilen, boğulmuş, vurulmuş, yüksek bir yerden düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından yenmiş, .... (henüz canlıyken yetişip) kestikleriniz hariç, dikili taşlar üzerine boğazlanan (hayvanlar) ve fal oklarıyla kısmet aramanız size haram kılındı." (Maide/3)
Ayetin sonunda yeralaln "Kestikleriniz hariç" diye zikrolan istisna ister bütün önde geçen bölümlere ait olsun ister sonuncu bölüme ait olsun, kendiliğinden vuku bulan hayvanın ölümü (murdar oluşu)nun çeşitlerine muteakip zikroluşundan kesimin insan vasıtasıyla olması gerektiğini ifade ediyor.
Eğer istisna yalnız son bölüme ait olursa ayetin anlamı şöyle olur;
Her halu karda ayetten kesmenin insan tarafından gerçekleştiği takdirde kesilen hayvanın helal olacağı anlaşılıyor şayet.
"Avcı hayvanlarının sizin için tuttuklarından da -üzerilerine Allah'ın adına anarak- yeyin."(Maide/4) ayetinden de aynı şey kastediliyor. Yani av köpekleri eğitildikleri için avı sahipleri için yakalarlar; bu yüzden de yine avlamak işi insan tarafındn gerçekleşmiş sayılır. Böylece hem hayvanı kesmenin ve hem de avın insan tarafından gerçekleşmesi şarttır.
Bir çok rivayetten de aynı konu anlaşılmaktadır; bu rivayetlerden bazılarının senedi sahihtir.(*)
Bu rivayetlerden anlaşılan şudur:
Eğer kendiliğinden veya diğer bir hayvanın vasıtasıyla hayvanın ruhu bedeninden ayrılırsa bu yeterli değildir; ancak ölümden önce bir insan ona diri iken ulaşır ve onu zibh ederse o zaman kafidir.
Buna göre, hayvanı kesme olayının insan tarafından gerçekleşmesinin şart olduğunda bir şüphe yoktur. Öte yandan makine ve gelişmiş araçlar vasıtasıyla yapılna kesme olayının insan değil sözkonusu makine veya araç vasıtasıyla yapıldığında şüphe olmadığına göre bu tür kesmeler ayette geçen "...Munkanike (boğulmuş)..." ve "...Mutereddiye (yüksek bir yerden düşmüş)..." gibi haram olan hayvanlardan sayılır.
Cevap: Yukarıdaki şüphe, şurdan kaynaklanıyor ki, insanın bu araçlardan yararalanması, kesme eyleminin insan tarafından değil araç tarafından gerçekleştiğinin söylenmesine o sebep oluyor; ama bu doğru değildir. Bir eylemin muhtar olan bir fail (kişi) tarafından gerçekleştiğinin söylenebilmesi için gerçekleşen işin onun iradesine bağlı olup onunla iradesi arasında başka bir irade ve ihtiyarın girmemesi yeterlidir, sonucun ona maledilmesinde iradi işiyle sonuç arasındaki sürenin az veya çokluğu etkisizdir. Nitekim tekvini vasıtaların bulunuşu da bunda bir şeyi değiştirmez. Bu yüzden eğer bir şahıs en gelişmiş araçlarla birini öldürürse yine de o şahıs katil sayılır, bıçak ve hançer gibi en ilkel araçlarla birini öldüren şahısta olduğu gibi katl olmayı o araç kullanan şahıs tarafından gerçekleşmesinde şüphe edilemez.
Katl ile hayvan kesmenin birbirine benzetilmesinin doğru olmadığını söylemek ve katilde her hangi araç vasıtasıyla olursa olsun ve aracı kullanan tarafından meydana geldiğini söylemenin özel bir biçak veya hançer ile hayvanın boğazına koyup damarları kesme olayı olan "zebhin"de araçlardan yararlanmada aynı durumu taşıdığını gerektirmez. Zebhide insanın direkt mudahelesi şarttır demek doğru değildir. Çünkü "zebh" hayvanın boğaz damarlarını kesmek yoluyla ruhunun bedeninden ayrılmasından başka bir şey değildir; İster bu ameliye bıçak ve hancer gibi basit araçlarla gerçekleşsin isterse de gelişmiş araçalrla, önemli olan bunun insanın iradesine dayanmasıdır.
Eğer hadis ve ayetlerde geçen zebh kelimesi her hangi bir açıklama ve kayıtla birlikte geçmediğinden ve mutlak bir şekilde kullanıldığından (hadislerin söylendiği dönemde) yaygın olan zebh çeşidini ifade eder o da gelişmiş araçlardan yararlanmanın sözkonusu olmadığı zebhdir. Çünkü bu delillerin ortaya çıktığı dönemde gelişmiş araçlardan yararlanma diye bir şey sözkonusu değildri demenin veya, insan elinin her hangi bir araç olmadan bu işi yapmasının şart olacağı ihtimali aradayken temelde delillerde geçen zebh'in mutlak olduğu söylenebilmez ve böylece delil bu yönden belirsiz (mücmel) olur demek doğru değildir.
Çünkü birinci eleştirinin cevabı bir mıstakın (elle olan zebh gibi zebhin özel bir çeşidinin) çokluğu (yaygın oluşu) delillrdeki mutlak geçen bir lafzın (zebhın) o çeşidi ifade ettiğini söylemeye sebep olmaz, kelimenin mutlak kullanışına itibar edilir ve her çeşidi kapsadığı söylenir.
İkinci eleştirinin cevabı ise, bir ihtimalın varlığı hadislerde geçen zebhi el ile kesmeye sınırlamaya delil olmaz. Özellikle, zebh veya müslümanın zebıhası hükmün mevzusu olan rivayetlerdeki hükmü sınırlandırmaya bir delil olabilmez.
İkinci Eleştiri
Zebh'de (fıkıhta belirlenen şartlara göre hayvan kesmede) hayvanın helal olabilmesi için Allah'ın ismini anmanın gerektiğine göre, gelişmiş araçlarla hayvan kesmenin doğru olmayacağı söylenebilir çünkü, bu araçlarla hayvan kesmekde karşılaşılan bir sorun Allah'ın ismini anmakla hayvanın boyunundaki dört damarı kesmek arasında geçen uzun süredir zira hayvanı araca bağlamak ve onu çalıştırmakla onun boynunun damarlarını kesmek arasında bir süre geçmektedir. Böylece hayvanı araca bağlamak anında veya aracı çalıştırmak anında Allah'ın ismini anmak yeterli olamaz.
Bu mevzuyla ilgili diğer bir eleştiri de insanın hayvanın boynundaki mezkur damarları kesmediği için onun aracın yanında durup Allah'ın ismini anması hayvanı kesen birinin yanında duran birisinin Allah'ın ismini anmasına benzer ve bu ise hiç şüphesiz yeterli değildir.
Cevap: Hiç şüphesiz hayvanı zibh eden zibh anında Allah'ın ismini söylemelidir. Bunun delili ise
"...(Kesilirken) üzerine Allah'ın adı anılan hayvanlardan yeyin" (En'am/118) ayetinin zahir olan ifadesinde başka bir çok rivayette de bu konuya delalet etmektedir.
Bu rivayetlerden bir ksımı şunlardır:
Muhammed ibn-i Muslim vasıtasıyla nakledilen sahıh hadis Süleyman ibn-i Halıt vasıtasıyla nakledilen sahih hadis ibn-i Kays vasıtasıyla nakledilen muvassak hadis Halebi vasıtasıyla nakledilen muvassak hadis muhammed ibn-i Muslim'e vasıtasıyla nakledilen diğr bir sahih hadisin fehvası.
Bu arada hayvanı zibh edenin yerine başka birisinin söylemesi ise asla kabul edilemez.
Ama tezgahı kullanan işci tarafından Allah'ın isminin söylenemesini zibhedenin yanındaki şahsın Allah'ın ismini söylemesine benzetmek ve bunları bir saymak asla doğru değildir. Çünkü aracın çalıştırıp hayvanı o araçla kesen gerçekte o hayvanı zibheden kişi sayılır aracın çok gelişmiş ve modern oluşu bunu değiştirmez. Ayet-i Kerimde'de "Allah'ın ismi anılan hayvandan yeyin" ayetinin itlakından (genel ifadesinden) başka, işaret olunana rivayetlerde tezgahla kesilen hayvanları içermektedir; ama Allah'ın ismini söylemekle hayvanı tezhagla kesmenin arasında bir miktar sürenin geçmesine gelince bir kaç yoldan cevaplandırılabiliriz:
1- Hayvanı kesen adam Allah'ın adını kesme işinin sonuna kadar tekrarlayabilir.
2- Halkın nezdinde birbirine bağlı bir zaman dilimi (kısa bir süre)nin geçmesi.
3- Halkın nezdinde bir şey sayılan kısa bir sürenişn geçmesi mezkur ayet-i kerime'de ve hadislerde geçen genel ifadenin kapsamına girmektedir.
4- Hayvanı kesme vakti, kullanılan araca göre değişir; örnein eğer eliyle kesecek olursa kesme vakti, bıçağı hayvanın boynunun damarlarına bıraktığı zamandır; ama tezgahla olursa kesme zamanı tezgahı çalıştırıp kesme olayından önce hazır duruma getirlildiği vakittir.
5- Araçla yapılan bütün işlerde aracı çalıştırmakla işin neticesi arasında bir süre geçse de aracın çalıştırıldığı zamandan beri iş o tezgahı çalıştırana atfedilir. Buna göre tezgahı çalıştırırken Allah'ın adını anmak gerçekte hayvan kesme anında Allah'ı anmak denir.
Üsteklik Allah'ın ismini anmayı şart kılan delillerden anlaşıldığına göre bu anmanın kesmenin veya bu kesmekle ilgili en son ihtiyarı işin yapıldığı zaman olmasıdır. Nitekim rivaytlerin zahirinden anlaşıldığı üzere, av köpeklerini gönderirken veya oku atarken Allah'ın ismini söylemek gerekir gerçi av köpeğini göndermek ve oku atmakla köpeğin avı yakalaması ve okun hedefe ulaşması arasında bir sürede geçmiş olsun Allah'ın ismini söylemeği avda söylenilen vakitten bilerek geciktirmek rivayetilerin zahirine ters tüştüğünden câiz değildir.
Muhammed ibn-i Muslim'in İmam-ı Cafer Sadık'tan (a.s) rivayet ettiği senedi sahih bir hadiste şöyle denilmektedir:
"Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık)tan Mecusi bir şahsa ait bir av köpeğini msülüman bir şahıs alıp onu ava gönderirken Allah'ın ismini söylemesinin hükmünü sordum acaba o köpeğin yakaladığı hayvanın eti yenebilir mi?
İmam "Evet" dedi, çünkü av köpeği vasıtasıyla av geçekleşmiştir; ve Allah'ın ismi de ona söylenmiştir."
Veya Halebi'nin rivayet ettiği Muvassake hadiste şöyle rivayet edilmiştir:
İmam Cafer Sadık (a.s)'dan, Allah'ın ismini söyleyip bir ok atarda ok ava yan olarak değer ve okun ucu değmez ise o avın (yenilip yenilemeyeceği) hakkın sordum.
İmam Sadık (a.s); "Eğer ona değen ok onu öldürmüşse o da bunu görmüşse onun etinden yeyebilir" dedi.
Bu iki rivayette gerçi Allah'ın ismini söylemenin zamanı av köpeğini gönderirken veya oku atırken olması gerektiği İmam'ın dilinde değil suâl edenin sorusunda yer almıştır, ama İmam'ın verdiği cevaplardan İmam'ın (a.s) buna mezkur iki zamanda gerekli bildiği anlaşılmaktadır.
Elbette Haleb'ye ait diğer bir Muvassak hadiste bu konu daha açık şekilde zikredilmiştir; çünkü İmam soranın cevabında şöyle buyuruyor:
"Eğer ondan başka olmaz ve o da atarken Allah'ın ismini söylemişse ondan yiyebilir."
Buna göre Allah'ın ismini söylemekle zibh'ın arasında bir sürenin geçmesinin sakıncası yoktur. Meselenin başka bir kaç şıkki da olabilir bunların hükmü de şöyle:
Hayvanı kesme tezagahının işçileri birden fazla olursa onlardan hangisine Allah'ın ismini söylemek gerekli olur?
Bu gibi durumlarda gerçekte hayvanı kesen işin en son bölümünü boynuna alan kimsedir.
1- Örneğin eğer tezgah çalışıyorsa ve işçiler hayvanları tutup tezgaha bağlıyor ve sonrada otomatik şekilde zibhı gerçekleşiyorsa hayvanı zibh eden hayvanı bağlamada son aşamayı üstlenen kimsedir; bu hayvanı bu şahsın kestiği söylenebilir ve bu yüzden Allah'ın ismini söylemek de bu şahısa farz olur.
Ama eğer hayvanları hazırladıktan sonra tezgah bir duğmeyi başlamakla çalıştırılıyorsa örneğin tavuk kesiminde kullanılan tezgahta ilk önce tavukları uzun ve daire şeklinde olan bir şerite bağlanıyor sonra bu şerit tezgaha bağlanıyor böylece şeritin dönmesiyle hepsi kesiliyor bu gibi durumlarda tezgahı çalıştımak veya sözkonusu şeriti tezgaha bağlamak için en son bölümünü oluşturur; ve bu durumda işin en son bölümünü boynuna alan hayvanı kesen sayılır; ve onun Allah'ın ismini söylemesi gerekir.
2- Eğer işin en son bölümüde yardımlaşa bir kaç kişi tarafından gerçekleşiyorsa onlardan biri tarafından Allah'ın isminin söylenmesi yeterlidir. Çünkü bu durumda onların hepsi hayvanı kesmekde işbirliği yaptıklarından aralarında birinin Allah'ın ismini söylemesiyle hayvanı zibh ederekn Allah'ın ismini söylemek şartı gerçekleşmiş olur; ve böylece ayette geçen "Allah'ın ismi anılan hayvan'ın etinden yeyin" ayetinin hükmüme dahil olur.
Buna göre Allah'ın ismi kesme işinin en son bölümü yapılırken söylenmelidir; ve bunu üstlenen şahıs bunu yamaklıdır.
3- Yukarıdaki açıklamadan anlaşıldığına göre Allah'ın ismini mezkur makineyle hazırlamakla ilgi yaptığı son işten sonraya erteleyelerek onu hayvanın boynunun damarlarının makine aracılığıyla kesildiği vakit söylemek yeterli olmaz. Hayvan avlarken de Allah'ın ismini anmak böyledir. Çünkü bu adamın hayvan kesmek hususundaki işi makineyle çalıştırıken yaptığı en son işiyle bitmektedir; ondan sonra bu adam hayvanın zibhiyle ilgili yaptığı bir iş yoktur; ve Allah'ın ismini söylemesi hayvan keserken Allah'ın ismini söylemek sayılmaz, evet sadece makine çalışıyor; ve işini görüyor.
Elbette bu dediğimzi makineyle ilgili yapılan son işi (örneğin makinenin çalıştırmak veya hayvanı ona bağlamak) hayvanın kesilmesine yol açacağı kesin olduğu ve av için atılan ok giib artık zibh (kesme) işini durdurmanın mümkün olmadığı takdirdedir ama, eğer bu son mudaheleden sonra bile makineyi durdurarak kesme işini önlemek mümkün olursa bu takdirde Allah'ın ismini işin en son bölümünde söylemek makinenin sonradan durduramadığı ve keza ihtiyaen sürenin uzadığı akdirde Allah'ın imsini tekrar söylemek gerekir.
Bu takdride kesmenin gerçekleşmesine kadar Allah'ın ismini söylemeyi tekrarlarsa hiç bir sakınca kalmaz.
4- Acaba birden çok hayvanı birden keserken bir defa Allah'ın ismini söylemek yeterli midir? Örneğin makineyi çalıştırdığında makinenin şeriti üzerinde bulunan tavukların hepsi için bir defa Allah'ın ismini söylemek yeterli midir? Veaya şerit üzerinde bulunan tavukların sayısınca Allah'ın ismini söyllemeyi tekrarlamak gerekir mi?
Bir defa Allah'ın ismini söylemenin yeterli olacağı isbatlamak için denebilir ki, makineyi çalıştırmak o makineye bağlı bütün hayvanların kesimine başlamak sayıldığından kesen adam (makineyi çalıştıran son içci) makineye bağlı bütün tavukların kesmini niyet ederek Allah'ın ismini söylerse, gerçekten onların tümü için Allah'ın ismini anmıştır; ve Allah "Allah'ın ismini anılan" ve "Allah için kesilen" hayvanlardan sayılır. Gerçi bu arada tavukların kesilmesi tedricen ve bir biri ardınca gerçekleşir. Nitekim av köpeğinin av için gönderirken Allah'ın ismini bir defa söylemek bir kaç avı bir defa da avlasa bile yeterlidir. Çünkü kesici olan adamın kesmekle ilgili en son işi makineyi çalıştırmakla gerçekleşiyor Allah'ın ismini de işte bu zaman söylemesi gerekir.
Elbette önceki, şıktada da geçtiği üzere bu hususta ihtiyata uyulmalıdır.
5- Makine'nin üzerine Allah'ın ismini yazmak veya bir teyiple bunu yayınlamak yeterli değildir.
Çünkü hayvanı kesen şahısın Allah'ın simini söylemesi gerekir o da bilerek ve kast ederek; bu yapılmadığı takdirde kesilen hayvanın eti haram our çünkü üzerine Allah'ın adı söylenilen hayvan sayılmaz. Demek ki, hiç şüphesiz Allah'ın isminin makinenin üzerine yazılması veya teyip aracılığıyla söylenmesi asla yeterli değildir.
Üçüncü Eleştiri
Kıbleye Yöneltmenin Gerekli Oluşu
Makineyle hayvan kesme hususunda karşılan bir eleştiri de hayvanı keserken kıbleye yöneltmenin şart oluşu yönündendir.
Bazı hadislere ve fakihlerin fetvalarına göre hayvanı keserken hayvanın ön tarafı (karın tarafı) kıbleye doğru çevrilmiş olmalı ve hayvanın sağ veya sol tarafı üzere yere yatırılması gerekir; oysa bilindiği üzere yeni makinelerle hayvan kesmede bu şarta riayet edilmiyor.
Cevap: Bu eleştirinin cevabında ilk önce böyle bir şartın olup olmadığını inceleyeceğiz ve sonra onun yeni hayvan kesme makineleri hususnda nasıl uygulanacağı hususuna geçeceğiz.
Hayvanı Keserken Kıbleye Yöneltilmesinin Şart Olup Olmadığı
Bu şartı isbatlamak için iki delil zikretmişlerdir:
1- İcma
2- Rivayetler (Hadisler)
Bu iki delili incelemeden önce üzeinde durulması gereken bir nokta şudur ki: Eğer bu iki delil yukarıda zikredilen şartı isbatlamaya yeterli gelmezse acaba başvurulması gereken kaideler keserken kıbleye yöneltilmemiş olan hayvanın helal olmasını mı gerektirir veya haramladığını mı?
Seyyit Murteza gibi bazı eski Şia fakihlerine göre: böyle bir hayvanı helal saymak için yeterli delil bulmadığımız takdirde onu helel bilemeyiz demişlerdir onlara göre:
"Kesilmiş bir hayvanın temiz ve helal oluşu bir şeri hükümdür; eğer hayvan kesilirken kıbleye dorğu yöneltilir ve Allah'ın ismi söylenirse bütün fakihlerin görüşüne göre temiz ve helal olur; ama böyle yapılmadığı takdirde onun helal oluşuna yakinimiz olmaz. Buna göre keserken hayvanı kıbleye yöneltmek ve Allah'ın ismini söylemek gerekir." Fakihlerden bir kısmı Seyyit Mürteza'nın bu delilini kabul etmişler; bunlara göre, birinci kaideler grereğince kıbleye doğru kesilmeyen hayvanın eti haramdır.
Ama bize göre doğru görüş, kıbleye yöneltmek hususunda zikredilen deliller yetersiz olduğundan kıbleye yöneltilmedne kesilen hayvan helaldır; gerçi kesilen bir hayvanın helal olup olmadığından şüphe ettiğimizde baş vurulması gereken asl-ı ameli (delil bulunmadığı zaman başvurulan kaide) kesilen hayvanın tezkiye olmadığını istishyab (önceki hükmünün kaldığını söylemek onu şimdi de var olduğunu hüküm) etmektir. Ama Kur'an-ı Kerim ve ma'sumların hadislerinde yer alan genel ifadeli delillerden anlaşılan şu ki, kıbleye yöneltmek dışında bütün şartların gözetilerek kesilen hayvanın helal oluşudur.
Bu gibi ictihadi deliller ayet ve hadislerde bizzat bu konuyla ilgili (genel ifadeler) var iken delil olmadığında başvruulan bir ilke olan istishaba başvurulamaz.
Konunun açılık kazanması için konuyla ilgili genle ifadelerini içeren ayet-i kerimeler! zikredeceğiz:
Kur'an-ı Kerim'de Yer Alan Genel İfadeler
1- Kıbleye yöneltmek dışında keserken bütün şartların riayet edilerek kesilen hayvanın helal olduğunu bildiren ayetlerden biri aşağıdaki ayeti kerime'dir:
"Eğer O'nun ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerinde yalnızca Allah'ın ismi anılanlardan yiyin. Size ne oluyor da Allah'ın adı anılarak kesilenleri yemiyorsunuz? Halbuki zorda kaldığınız zamanlar hariç, size haram edilenleri ayırd etmişti, Şüphe yok ki halkın çoğu, bilmeden kendi istekleriyle sapık gider. Şüphe yok ki rabbin haddini aşanları bilir." (En'am/118,119)
Ayet-i Kerim'de geçen yemeye emir, hayvanın mübah oluşuna veya tezkiye edilip etinin helal olduğuna delildir. Çünkü ayetteki yemeye emir; onun haram olduğu düşüncesini ortadan kaldırmak için gelmiştir, yoksa kesilen hayvanın etinden yemek bir mükellefiyet olduğu kesinlikle söylenemez.
İkinci ayetde bu emirin mükellefiyet getirici değil kesereken Allah'ın ismi anılan hayvanın etinin mübah ve helal olduğuna irşattır (bildirir).
Bu ayet-i kerimede hükmün mutlak oluşu (başka bir kayıt zikredilmeyişi kesilen hayvanın helal olması için kesmenin aşrtı olarak Allah'ın ismini söylemenin yeterli olduğuna hayvanı keserken kıbleye yöneltmek kesenin abdestli olması gibi başka bir şartının olmadığını ifade eder.
İkinci ayet yani; "Ne oluyor size üzerinde Allah'ın ismi anılan şeyleri yemiyorsunuz" ayeti, ve ayetin sonunda yeralan; "O size haram kıldıklarını ayrı ayrı açıklamıştır" buyurmasının karınesiyle genel bir hükmü ifade etmekte sarihtir. Bu ayetten anlaşılıyor ki, dieğr ayetlerde haram oldukları açıklanan "murdar" boğulmuş hayvan, yüksekten atılarak ölmüş (düşmüş) hayvan, kesilirken Allah'ın ismi söylenemeyen ve putlara kesilmiş hayvanlardan başkası helaldır.
Mezkur ayet mutlak değildir (itlakı yoktur). Çünkü ayet sadece Allah'ın ismini söylemek şartını açıklamak üzere değildir. (Sadece hüküm bu yönüne değinmek üzere gelmiştir, ayetteki ifadelerden anlaşıldığı üzere değinmek istememektedir) Bu ayet sadece Allah'ın ismi söylenmeden kesilen hayvan haramdır demek isityor sonraki ayette de bu konuya te'dit edilerek şöyle buyuruyor: "Allah'ın ismi söylenmeyen hayvanı yemeyin, çünkü bu haddini aşmaktır..." (En'am/121)
Buna göre, mezkur ayetten diğer şartlarının olmadığı istifade edilmez. Bu yüzden diğer şartlardan söz edilmemiştir. Hatta bizzat zibhden hayvanın başını (kesmeden) bile söz eilmemiştir. Oysa kesilmeden ölen örneğin yüksek bir yerden düşüp ölen hayvan (muterdiyye) veya domuz gibi zibhe (kesilerek temzilenmeye) çıkarı olmayan hayvan Allah'ın ismii anılsa bile haramdır.
Demek aye utlak ifadeli değildir; bu yüzden istinat edip keserken hayvanı kıbleye yöneltmenin şart olmadığını söyleyemeyiz.
Cevap: Sözkonusu olan ayet yani "Allah'ın ismi anılan hayvan'ın etinden yeyin" ile "Allah'ın ismi söylenmeyen hayvanı yemeyin, çünkü bu haddini aşmaktır..." arasında açık bir fark vardır. Çünkü ikinci ayette Allah'ın ismi söylenmeyen şeyden yemeyin denilerek sadece hayvan keserken Allah'ın ismini söylemenin şart olduğu açıklanmıştır; oysa ki, birinci ayette ifade şöyledir: "Allah'ın ismi söylenilen hayvan etinden yeyin" bunun zahır ifadesinden Allah'ın ismi söylenilerek kesilen herhayvanın etinin helal oludğu anlaşılır; böylece bu ayette ifade mutlaktır bu mutlak ifadeye istinat ederek hayvan kesmenin diğer şartlarının da olduğu ihtimalı reddedilir. Özellikle ayetin devamında yer alan "Haram olanlar size açıkça beyan edilmiştir." ayet buna karinedir.
Üstelik, bu ayetten sonra yeralan "Allah'ın ismi söylenmeyen hayvanı yemeyin, çünkü bu haddini aşmaktır..." ayeti hayvan kesmede Allah'ın ismini söylemenin şart olduğunu açıklıyor bu ise önceki ayette geçen hükmün Allah ismi söylenen her hayvanın helal olduğudur; sadece Allah ismini söylemenin hayvan kesmede şart olduğunu açıklamak değil aksi taktirde, bu iki yaetteki hüküm tam bir tekrar olur.
Elbette bu ayet-i kerime kesilmemiş ve nehr edilmiş hayvanları içerecek şekilde mutlak değildir, çünkü "Allah'ın ismi" anılan tabiri sadece kesme ve nehri ifade eder (ilmi tabirle sözkonsuu tabir kesme ve nehre insıraf eder (kayar) çünkü bu tabir müşriklerin kendi putları için kestikleri hayvanlara karşı zikredilmiştir, böylece müfessirlerin dediği üzere hayvanın zibhedildiği burada varsayılmıştır. Öte yandan Allah'ın ismini söylemek sadece zıbhide sözkonusu olabilir bir hayvanın boynuzlaması yüzünden ölen (Natıha) veya yüksek bir yerden düşerek ölen veya tabii olarak kesilmeden kendiliğinden ölen bir hayvan için asla olabilmez; demek ki, mezkur ayet bu yönden mutlak ifadeli değildir. Üstelik çeşitleriyle yani kesilmemiş murdar olmuş hayvan diğer ayetlerde haramlardan sayılmışt ve haram oldukları açıkça bildirilmiştir demek ayette mutlak ifadede olsa böyle bir açıklamanın bulunusu o mutlak ifadeyi kayıtlı kılar. Sonraki ayette "Haram olanlar size açıkça beyan edilmiştir." diye buyrularak kesilmemiş hayvanlar helal olan hayvanların çerçevesinden çıkarılmıştır.
Yine mezkur ayet hayvanların tezkiye kabiliyeti olup olmayacağı yönünden de mutlak bir ifadesi yoktur. Buna göre eğer bir örneği yırtıcılardan olan veya necaset yiyen bir hayvanın mezkur şartlarla kesmekle helal olup olmayacağında yanı tezkiyeye kabiliyetinin olup olmadığında şüpheye düşsek keserken Allah'ın ismini söylemekle bu ayet istinaden o hayvanın helal olduğu isbatlanamaz; Çünkü bu ayet hayvanların zatında helal veya haram olduğunu beyan etmek makamında değildir. Sadece bu ayet-i kerimde'den maksat zibh'den meydana gelen haramlık veya hellallıktır. Yani zaten helal olan hayvanın nasıl kesileceğini beyna ediyor. Evet:
"...Ve size okunan şeyler müstesna, öküz, inek, koyun ve deve helal edilmiştir." (Hac/30) ayeti hayvanların zaten helal veya haram olduğunu açıklamak makamındadır. Buna göre sözkonusu ayette (........................) hem zıbhedildiği (şartlara riayet edilerek hayvanın başını kesildiği) ve hem de zıbh kabiliyetinin olduğu farzedilmiştir. Demek ki, zıbh olmaıdğı taktirde veya hayvanın zibhe kabiliyetinin olup olmaıdğında şüphe edildiğinde mekzur ayetin mutlak ifadesine istinat edilemez. Hatta bu ayette zıbhın kendisinin gerçekleşmesi için gerekli olan muhtemel şartlarda bile şüphe etsek bile bu şartları reddetmek için ayette itlak olduğu söylenemez; örneğin kesici alet veya kesme yeri gibi hususlarda. Çünkü ayete zıbh'ın kendisi bütün şartlarıyla birlikte gerçekleşmiş olduğu farzedilmiştir. Ayette sadece Allah'ın ismini anmak gibi zıbhın amanvi aşrtları üzerinde durulmak istenmiştir. Elbette bazı fakihler kendi eserelrinde ayet-i kerime'nin her iki yönden mutlak ifadesinin olduğu görüşünü savunmuşlardır; örneğin Sahıb-i Cevahır (r.a) keserken bilerek başı gövdesinden ayrılan hayvanın helal oluşunu isbatlamak için mezkur ayeitn itlakına istinat ederek şöyle demişler:
"Zahır olan şu ki, hayvan bu işle haram olmaz; çünkü Kur'an ve hadislerdeki deliller mutlaktırlar." Buna benzer yerlerde de aynı yönteme başvurmuştur.
Ama herhalukarda, bizim iddia ettiğimiz hsuusla ilgili olarak ayette istinat edilmesi mümkün bir itlak (mutlak ifade mevcuttur; yanı ayetin sadece Allah'ın ismini söylmenin şart olduğunu açıklamak istediğini ve yemeğe emretmekten maksadın diğer şartların kendiliğinden mevcut olduğu yerlerdir dmek doğru değildir; Zira bu sözün neticesi yemeğe emretmenin hayvanın kesme yönünden fiilen helal olduğuna irşat olduğun (helal olduğunu bildirdiğini) inkar etmektir; oysa bu ayetin zahirine ters düşmektedir. Hatta kendiliğinde de doğru bir ihtimal değildir. Çünkü buradaki yemeğe olan emirin teklifi (mükellefiyet getirici) bir emir olduğu söylenemez demek ayetteki, emir, zıhb yönünden hayvanın helal olduğuna irşat olmalıdır. Böyle olduğunda ie ayet, kesilmiş hayvanın bilfiil helal olduğunu beyan etmek makamında olur ve böyle olduğunda diğer mühtemel şartları yok saymak için ayetin itlakına başvurmak mümkün olur.
Evet ayette şöyle bir tabir olsaydı "Allah'ın ismini anmak helal olmanın şartıdır." O zaman buna istinaden asla diğer şartların olmadığını yok saymak mümkün olmazdı. Ayette zikrolan Allah'ın ismi söylenerek kesilen hayvanın helal olduğundan kinayedir; böyle olduğu için de bu itlaka başvurarak hayvan kesmede diğer şartların olduğunu reddedilebilir.
Av köpeğiyle yakalanan avın hükmünü bildiren ayet gibi: "Sizin için yakaladıklarından yeyin" Bu ayeitn itlakına istinat ederek av köpeğinin yakaladığı ve Allah'ın ismi söylenilmiş olan avın helal olduğunu isbatlamak mümkündür. Bu itlak vasıtasıyla varlığında şüphe ettiğimiz şartlar yok sayabiliriz. Nitekim Cemil ibn-i Derrac yoluyla nakledilen rivayette bu hadisin itlakına istinat edilmiştir. Mezkur rivayet şöyledir:
"İmam Cafer Sadık'dan (a.s) köpeğini avlamak için salıveren bir adam hakkında sordum ki, "eğer yanında avı kesmesi için bir bıçak olmazsa acaba köpeğin onu öldrümesine musade versin mi ve bundan yeyebilirmi? İmam: "Sakıncası yoktur" dedi. "Allah Teala sizin için yakaladıkları hayvanlardan yeyin diye buyurmuştur."[1]
Bu ayeitn itlakına istinat etmenin doğruluğunu isbatlayan bir delil de İmam Muhammed Bakır'ın (a.s) bu ayet-i kerime'nin itlakına istinat etmesidir.
Vird ibn-i Zeyd İmam Bakır'dan (a.s) soruyor ki: "Allah'ın ismini söyleyerek hayvanı kesen bir mecusi hakkında ne söylüyorsun." İmam; "Ye! ded" Ben; "bir müslüman Allah'ın simini söylemeden keserse nasıl?" İmam "Yeme" dedi. Allah Teala buyuruyor ki "Allah'ın ismi söylenilen hayvanın etinden yeyin ve Allah'ın ismi söylenemeyen hayvanın etinden yemeyin"[2]
Görüldüğü gibi İmam kesenin müslüman olmasının şart olduğunu reddetmek için ayetin itlakına istinat buyuruyor.
Yine Şeyh Mufit Muknia kitabında Ehl-i kitabın Allah'ın ismini söyleyerek kestiği hayvanın oluşunu isbatlamak için mezkur ayetin islakına istinat etmiştir.
Şeyh Tusi önceden de işaret ettiğimiz gibi Hilaf adlı kitabında kesilirken başı gövdesinden ayrılan hayvanın helal olduğunu isbatlamak için bu itlakak istinat etmiştir. Yine Allame Hilli mühtelef adlı eserinde, kabul ettiği üzere İbn-i İdris de gövdesi soyunmadan hatta ölmeden derisi soyulan hayvanın helal oluduğuna delil olarak buna istinat etmiştir.
Yine fakihlere ait diğer sözlerde bu ayette itlakın olduğu göstermektedir.
2- Hayvanı keserken Kıbleye yöneltmenin şart olduğunu ikame edilen delillerin yeterliliğin de şüphe ederse k kıbleye yöneltilmeden kesilen hayvanın helal olduğunu isbatlayan ayetlerden biri de şu ayettir: "Sizin için tuttuklarını yeyin ve avlanır, avı tutup keserken Allah adını anın ve Allah'tan sakının, şüphe yok ki Allah pek tez hesap görür." (Maide/4)
Bu ayetin evveli kesme hakkında av ve bilindiği üzere avda kıbleye yöneltmenin şart olmadığında şüphe yoktur. Ama ayetin sonunda yeralan:
"Allah'ın ismini zikredin" sözü ister avcı ulaştığında ölmüş olan ve iterse diri olan ve avcı tarafından kesilmesi gereken avı içine aldığı gibi, kesilmek istenen evcil hayvanı de içinde alır.
Önceki ayette haram olan yerler sayıldıktan sonra tezkiye olmuş hayvan bu hükümden çıkarılıyor; ister tezkiye kesme yoluyla gerçekleşsin ve isterse av yoluyla. Sonra ayetin sonunda mustakıl bir bir hüküm olarak şöyle deniyor: "Allah'ın ismini söyleyin" Bunun anlamı Allah'ın ismini söylemenin tezkiyeyle bir arada olmasının gerekli olduğunu bildirmektir. Ayetin bu bölümünün sona bırakılması ayetin mutlak oluşuna bir delilldir. eğer yalnızca av avlarken Allah'ın isminin söylenmesi gerektiği açıklanmak istenseydi, avın yakalanmasından önce yanı av köpeğini gönderilmesine işaret edilerek bu farzın hatırlatılması daha uygun olurdu.
Buna göre ayetin sonunda yeralan "Allah'ın ismini söyleyin" cümlesi her iki ayette geçen hükme işarettir ve kesilen ve avlanan hayvanın helal olmasını Allah'ın ismini söylemeğe bağlı biliyor.
Ayette yeralan Allah'ın ismi söylendiğinde hayvanın helal olacağına dair mutlak ifadeli hükme dayanarak kıbleye yöneltmenin farz oluşunun şart olduğunu reddedebiliriz.
3- Hayvanı keserken kıbleye yöneltmenin farz olduğu şartına delil olmadığı taktirde böyle bir şarıtn olmadığını ve kesilen hayvanın helal olduğunu isbatlayan delillerden biri de şu ayettir.
"Ey inananlar, size rızık olarak verdiğimiz temiz şeyleri yeyin ve ancak ona tapıyorsanız karşılık olarak şükredin. Söz budur ancak; O, size ölü hayvan etini, kanı, domuz etini, Allah'tan başkası için kesilen hayvanı haram etmiştir. Fakat zorda kalan, başkasının hakkında el uzatmamak ve zaruret miktarını da aşmamak üzere yerse günah etmiş olmaz. Çünkü Allah, suçları örten rahimdir." (Bakara/172,173)
Gerçi bu ayet delaleti mutabıkısı (direkt ifadesi) Allah'ın ismi söylenmeden kesilen hayvanların haram oluşudur; ama bu konu anlatılırken kullanılan "sadece" gibi sınırlamayı bildiren bağlaçların kullanılması, ayeitn akışı ve hell ve temiz şeyleri yemeğe emir edilmesi bütün bunlar ayette haram olduğu bildirilen şeylerden başkasının helal olduğunu gösterir. Bu da kesilirken Allah'ın isminin söyleyip kıbleye yöneltilmeyen hayvanı da içerir. Çünkü böyle bir hayvan ne murdardır, ne domuzdur ve ne de Allah'tan başasının ismi anılandır. Allah'tan başkası için kesilenden maksat Allah'ın ismi anılmayan hayvnadır. Çünkü Allahı2n ismi anılmadan Allah'tan gayrisi için kesilmiş sayılır; çünkü diğer bir ayette şöyle denilmektedir: "Allah'ın ismi anılmayarak kesilen hayvan fısk (azgınlıktır).
Ayetin haramları sınırlamayı ifade etmediğini söylmeek aksı taktirde bu sınırlamanın dışında kalaln haram olan bir çok hususların tahsis yoluyla tekrar haramların içerisine dahil edilmesi gerektiğini bunun ise tahsis-i ekser-i gerektirdiği için doğru konuşmak kurallarına aykırı düştüğünü söylemek doğru değildri. Çünkü, haram olan hayvanlar, yırtıcılar vb. genel unvanlarlala bir arada diğer hayvnaların helal olduğunu bildiren itlakındn çıkarılması mümkündür, böylece tahsis-i ekser de gerekmez; öte yandan bu ayetin nazıl olduğu dönemde bir çok hayvanın haram olmadığı sonradan inen ayetlerle ve Peygamber'in (s.a.a) hadisleriyle haram olan hayvanlar bir bir açıklanmıştır deyebiliriz. Buna göre de tahsıs-ı ekser sözkonusu olmaz.
Evet bu ayet-i kerime'de önceki ayetlerde açıklandığı üzere zibhin gerektiği şekilde gerçekleştiği farzedildiğinden bu yönden itlakı yoktur. Sadece zibhin kendisinden başka şartlaırnın olmaısna karşı ayette itlak vardır.
4- Kıbleye yöneltmenin şart olup olmadığında şüphe ettiğimizde başvurulabilecke mutlak ifadeli delillerden biri aşağıda zikredeceğimiz ayettir:
"Gelsinler de kendilerine aid olan menfaatleri elde etsinler ve kendilerine rızık olarak verilen dört ayaklı hayvanları, muayyen günlerde Allah'ın adını anarak kessinler. Yeyin artık onlardan ve yok-yoksul fakiri de doyurun." (Hac/28)
5- Yukarıdaki ayetten dhaha açık bir şekilde bizim iddia ettiğimiz şeyi isbatlayan bir ayette şudur:
"Büyük develeri de Allah'ın size meşrü kıldığı kurbanlık hayvanlar olarak yarattık, onlarda hayır ve menfaat var size. Artık onlar, ayaktayken onları boğazlayın ve Allah'ın adını anın, Yanüstü düştürkleri zaman da hem siz yeyin ondan, hem de yoksulluğunu bildirip istiyen ve gizleyip istemiyen yoksulları doyurun; siz şükredesiniz diye böylece onları da ram ettik size." (Hac/36)
Bu iki ayet hayvan keserken Allah'ın ismini söylemenin şart olduğunu bildrimenin yanısıra, açıkça yeyip yedirmeği bu şartı riayet etmeğe bağlı bilmiş ve kibleye yöneltilmesinin gerektiğine işaret edilmemiştir.
Bu iki ayetin mutlak ifadesi, hayvan kesiminde Allah'ın ismini söyleminin yeterli olduğunu ve başka bir şartın gerekli olmadğını bildirir.
Eleştiriler:
Bu iki ayette istinat etmemize müşterek ve özel olmak üzere bazı eleştiriler zikredilmiştir.
Birinci ayetle ilgili olarak, ayette geçen özel günlerde Allah'ın ismini anmadan maksadın, Allah'ın hacı adaylarına verdiği nimetler karşılğında Allah'ın ismini anmak olması ayetin zahırırdır (ayetten anlaşılandır) veya en azından maksadın bu olması mühtemeldir. Buna göre hayvan keserken Allah'ın ismini anmak değildir; böylece de mutlak olup olmaması sözkonusu edilemez.
Cevap: Bu anlayış ayetin zahiriyle muhalıftır, bu yüzden müfessirlerden bir çoğu bu ihtimale işaret bile etmemişlerdir ve kesin bir görüş olarak maksadın hayvan keserken Allah'ın ismini anmak olarak tefsir etmişlerdir.
Bunun delili ise açıktır, çünkü Allah'ın ismini anmakala Allah'ı anmak biribirinden farlıdır, ayette geçen Allah'ın ismini anmaktır Allah'ın anmak değil; Allah'ı anmağa tavsiye edilmek istenseydi "Allah'ın ismini anın" demenin yerine "Babalarınızı andığınız gibi, hatta ondan da üsütn bir surette Allah'ı anın" (Bakara/200) ayeti gibi Allahı anın denirdi. Birde Allah'ın ismini anmak bir işe başlamaya işaret sayılır; insana verilen bir şey karşılığıında Allah'ın ismini söylemeğe emir yerine Allah'a şükretmeğe emredilmesi uygun düşerdi. Bu ve sonraki ayetlerin yapısı yani:
"Her ümmete kurban kesmeyi meşrü kıldık davarlardan onlara rızık olarak verdiklerimizi keserlerken Allah'ın adını anmaları şartıyle." (Hac/34)
ve ikinci ayet Allah'ın ismini anın ayetinden maksadın hayvan keserken Allah'ın ismini olduğuna kesin karinedir.
Ama bu iki ayete istinat etmeye yönelen müşterek eleştiriler:
1. Eleştiri
Meşhur edebiyatçı ve mufessir olan Zimehşeri'nin ayette geçen "Allah'ın ismini söyleyin"den maksadı hayvanı keserek fakirlere yedirmektir. Bu ihtimale göre, ayetler hayvanı keserken Allah'ın ismini söylemenin ve benzeri hususların şart olduğunu açıklamakla bir ilişkisi kalmıyor.
Cevap: Bu ayetlerde açıkça Allah'ın ismini söylemek üzerinde te'kit edilmiştir ve kesmek değil bu hsuus bizzat üstelenmiştir; eğer Zimehşeri'ye isnat edilen söz doğru olsaydı o zaman sözün ağrılığı kesmeyi anlatmaya yönelik olurdu, Allah'ın ismini söylemeye değil. Evet Allah'ın ismini söylemeye olan emireden kesmeye de emir edildiği anlaşılabilir. Ama bu sözkonusu emirin kendisinin kastedilmeyip başka bir şeyi ifade etmek için kinaye olduğu anlamına gelmez. Zimehşeri'nin de maksadı bu olsa gerek.
2. Eleştiri
Bu ayetler hayvan kesmede, Allah ismini söylemenin şart olduğunu açıklamak istemesine rağmen bu ayetlerden asıl hedef müslümanların hac mevsiminde Mina'da uymaları gereken merasimleri açıklamak olduğunda hayvan kesmede Allah'ın ismini zikretmek şartına değinmekde bu yüzdendir; yoksa bu ayet hayvan kesmede şart olan diğer şartlardan basedilmek istemiyor. Velhasıl Allah'ın isminin gerekli olduğu iltizami delalet yoluyla anlaşılmaktadır; ama bu ayetin mutlak ifadesinden başka bir şartın olmadığı anlaşılmaz.
Cevap:
Bu eleştiriyi birinci ayetle ilgili olarak geçerli bilsek de ikinci ayete hususunda geçerli bilinemez. Çünkü bu ayette kesilen hayvanın etinin ne zaman yenilebileceğinden söz edilerek bunun şartları açıklanmıştır. Şöyle ki, develer ayaktaiken Allah'ın ismini onları kesmede söyleyin ve yanları üzere düştülerimi onların etinden yeyebilirsiniz denilerek kesmede sıraısyla gözetilen hususlar açıklanmıştır; bu tür anlatım etin yenilmesinin caiz kılan şartları bu ayette açıklanmak istendiğini gösterir; bu durumda Allah'ın ismini söylemekten başka bir şeyden bahsedilmemiş olması yalnız bunun şart olduğunu gösterir.
Üstelik, eğer yalnız kıbleye yöneltmek de şart olsaydı onun da müslümanara ait bir ain ve merasım olarak zikredilmesi uygun olurdu.
Muhtemelen ayetin evvelinde "Büyük develeri de Allah'ın size meşrü kıldığı kurbanlık hayvanlar olarak yarattık...." (Hac/36) denilmesiyle hacda develerin kesmenin müslümanlara ait bir merasım olduğu açıklanmıştır; ayetin devamında yeralan diğer hususlar ise hayvanın yenmesinin ait genel şartlardır. Bu ayeti kerimede olduğu gibi:
"İşte budur hac ve Allah'ın, hürmeti emrettiği şeylere tazim eden kişiye bu hareketi, rabbi katında hayırlıdır ve size, okunan şeyler müstesna, öküz inek, koyun, deve helal edilmiştir..." (Hac/30)
3. Eleştiri:
Ayetin hac aslında hac merasimlerine ait olduğu ve hayvan kesmenin şartlarına zimni (ikincil) olarak değinildiği çin artık ayetin bu hususta mutlak ifadesinin olduğu isbatlanamaz ve ve hikmet mukaddimeler (mutlak ifadenin bir cümle veya kelime bulunduğunu isbatlamak için "mukaddimatı hikmet") diye bilinen şartlarına mevcut olmamış olmasıdır. Böyle bir durum da diğer şartlardan söz edilmediği için öyle şartların olmadığı isbatlanamaz.
Cevap:
Bir konu hakkında mutlak ifdeyi isbatlamak için gerekli olna mukaddimatı hikmetin (konuşanın o konu hakkında bilgi vermek istemesi ve sözünde herhagi bir kayıt'ın ve karınenin bulunmaması gibi mutlak ifadenin bir konuşmada olduğunu isbatlamak için usul-ı fıkıh alimlerince gerekli bilinen şartlar) bulunduğunu belirlemek için bir konunun konuşmada sözkonusu edilmesi yeterlidir; ister o konunun tek başına sözkonusu edilişi veya zimni olarak sözkonusu olması bun değiştirmez.
Örneğin bazen bir açıklamada bir'den fazla hüküm açıklanır; (bu ise onların her birine ait bir mutlak ifadenin olmadığını göstermez. Başak bir deyişle bu iki ayette yer alan "... Allah'ın adını anın, yanüstü düştükleri zaman hem siz yeyin ondan..." cümlesi kesilen hayvanın etinin helal olmasını açıklamak istiyor; ve diğer cümleler ise haccın nusük ve ibadetlerini beyan ediyor. Bu iki konu biribirinden ayrı konulardır; birarada zikrolunuşları ise hacı adaylarının bu iki hükme hac mevsiminde bu iki hükme karşılaştıkları içindir.
4. Eleştiri:
Bu ayetler sadece hayvan keserken Allah'ın ismini söylemenin şart oldğunu açıklamak istemektedir; diğer şartlar hususunda ise ayet bir şey açıklamak istemiyor.
Cevap:
Önceden de kısaca cevaplandırdığımız bu eleştiri yalnız bu ayete mahsus değil diğer ayetlerde de sözkonusu olabildiği için bu ayetle ilgili olarak daha geniş bir şekilde bu eleştiyi ele alıp cevaplandıralım;
Eğer ayeti kerimdede Allah'ın ismini söylemek kesilen hayvanın helal olması için gereklidir veya Alah'ın ismi söylenmeden kesilen hayvanın etinden yenilmez gibi ifadeler yer alsaydı o zaman sonradan onlaraca hatta binlerce diğer şartlarının olmasıyla bir uyumsuzluk sözkonusu olmazdı (yani bu ifadeden daha başka şartlarının olup olmadığı anlaşılmazdı) ama ayette yeralan öyle değildir; ayet-i kerime Allah'ın ismi söylenilerek kesilen hayvanın etinden yenilmesine emredilmiştir. Böyle bir ifade ya irşad veya mulazemet yönünden helal olduğuna delil sayılır; böyle bir ifadeyi bu şart olmadığında yemenin haram olduğuna veya böyle bir şartın olduğunu sadece bildirdiğini söylemek ayette yeralan "yeyin"emrinden anlaşılan zahiri anlama ters düşer.
Yemek ve yedirmeğe emir açıkça kesilen hayvanın bilfiil helal olduğuna delil sayılırve bunu ifade eder; şimdi bu emir Allah'ın ismini anmaya bağlı olarak düşünürsek bunun anlamı "kesilen hayvana Allah'ın ismi anıldı mı artık helal olur" diye bir anlam ifade eder; böyle oldumu da ayetin mutlak ifadesinden (başka bir şartın zikredilmeyişinden9 diğer hiç bir kayıt ve şartının olmadığı anlaşılır.
Başka bir şartın olması bu iki şeyden birini gerektirir; oysa bunların her ikisi de anlatımın zahiriyle çelişmektedir.
1- Ayette geçen helal olmanın ve yeyip yedirmenin mutlak oluşunu sınırlayıp Allah'ın ismini söylemekten başka şartlarının da olduğunu iddia etmek gerekir.
2- Yemeğe ve yedirmeğe olan emiri hakiki ve bilfiil bir hüküm değil bir yönden verilen hüküm olarak kabul etmemiz gerekir.
Birinci ihtimal yemenin Allah'ın ismini söylemeğe bir sonuç olarak ilişkili zikredilmesine ters düşer; ve ikinci ihtimal ise yemeğe olan emirin zahirine muhaliftir. Çünkü hükmü açıklayan birinci cümle tek bir yöne nazaran verildiğini değil bilfiil ve hakiki olmasını gerektirir. Bu hüküm sadece Allah'ın ismini söylemenin gerekliliğni açıklamak yönünden verilmemiş; her yönüyle bilfiil geçerli olan hükümdür; aksi taktirde bu hüküm ne inşa edilmede ve ne de oluşumunda bilfiil geçerli olan hakiki bir hüküm olamaz. Zira hüküm mevzusunun kayıt ve şartlarının çoğalmasıyla çoğalmaz; ve tek bir hüküm olmaktan çıkmaz.
Evet iki mevzu ve unvanla ilgili olan iki çeşit helallık sözkonusu olursa, örneğin kesilme yönünden hayvanın etinin helal olmasıyla temiz olması yönünden sözkonusu olan helallık bu durumda birinin mutlak ifadeli oluşundan diğerinin yok olduğu anlaşılmaz.
Böylece bizim sözkonusu ettiğimiz konu kendi yerinde açıklanan "onların yakaldıklarından yeyin" ayetindeki mutlak ifadenin av köpeğinin yakaladığı avın necis olması çelişmediği yanı köpeğin ağzının değdiği kısımların necis olmasıyla bir çelişkisinin olmadığı farklı konulardır. Çünkü necis olmamak helel olmak ayrı ayrı hükümlerdir; birindeki mutlak ifadeyle diğeri isbatlanamz.
6- Delil olarak gösterilebilecek ayetlerden biri de şu ayettir:
"De ki: Bana vahyedilenler arasında ölmüş hayvan etinden, dökülmüş kandan, yaut da domuz etinden başka, yeyene haram edilen birşey bulamıyorum ben. Şüphe yok ki domuz, pistir ve birde Allah'tan başkası için kesilen hayvan haramdır ki bu da pek kötü bir şeydir. Ancak zorda kalana, isyan etmeyi kurmamak ve ihtiyaçtan fazla da yememek şartiyle helaldır bunlar ve hiç şüphe yoktur ki rabbin, suçları örter, rahimdir." (An'am/145)
7- Aynı manayı ifade eden diğer bir ayeti kerime'de şöyledir:
"Ancak ona kulluk ediyoruz Allah'ın size verdiği helal ve temiz rızıkları yeyin ve Allah'ın nimetine sükredin. Allah size ancak ölüyü, kanı, domuz etini ve Allah'tan başkası için kesilmiş hayvanı haram etmişti.r zorda kalan, isyna etmek niyetini gütmeden ve fazla olmamak şartıyla yiyebilir, şüphe yok ki Allah, suçları örter, rahimdir." (Nahl/114,115)
Bu iki ayet ve önceden Bakara suresinden naklettiğimiz ayet aynı muhtevayı hattı aynı kavram ve kelimeleri içeren ve haramların ziredilenlerle sınırlı olduğunu bildiren ayetlerdir. Özellikle En'am suresinde yeralan ayeti kerime "..........................................................." Peygamber'in (s.a.a) kendisine vahyedilenlerin içerisinde bu saylanlardan başaksını bulmaması bunlardan bşaka bir haramın olmayışıyla özdeştir; bilindiği üzere bu ayetlerde zikredilenmeyenler arasına kibleye yönheltilmeden ama Allah'ın ismi söylenerek kesilen hayvanda girir ve böylece helal olduğu anlaşılır. Haram bu ayette zikrolunanlarla sınırlamanın (konuşma kurallarına aykırı olan) tahsis-i ekseri gerektirir diye eleştirlirse bunun cevabı önceden geçti.
Üstelik fakihler, bu ayetlerde geçen sınırlamalara istinaden bir çok yiyeceklerin helal olduğunu isbatlamaya kalkışmışlardır. Hatta bazı muteber hadislerde de bu ayetlerdeki sınırlamaya istinat edildiği görülmektedir. Örneğin az bir farkla ileluş Şerayi ve Tehzib kitaplarında Muhammed ibn-i Muslim yoluyla nakledilen hadis bunun bir nümünesidir.
Hatta baız hadislerden anlaşılıyor ki, bu ayette haram olduğu açıklanmayan bazı haramlar sonraları Peygamber (s.a.a) tarafından nehyedilen ve haram oluşu peygamberin teşriiyle gerçekleşen hususlardır (Teşri Şeri kanunları koyma yetkisinin yalnız Allah Teala'ya mı mahsus olduğu veya bazı namazın rekatlarının sayısı gibi bazı ikinci mertebede yeralan konular hususunda Resulullah'ın (s.a.a) da kanun koyma yetkisine sahip olup olmadığı ulema arasında tartışılan bir konudur.) (mütercim)
Bunun ise ayette yeralan sınırlamayla bir çelikisi yoktur; çünkü Peygamberin belirlediği haramlar bu ayetler vasıtasıyla açıklanan bir kısım yiyecekleirnin helal oluşunu nesh etme konumunu taşır. Buna göre eğer bir yiyeceğin haram olduğuna bir nas bulunmakdıkça bu ayetlerde var olan mutlak ifade geçerli sayılır ve o şeyin helal olduğu isbatlanır.
Rivayetler (Hadisler) hayvan kesmede kıbleye yöneltmenin şart olmadığı hususunda bir çok rivayetin mutlak ifadesine istinat edilebilir. Bu rivayetlerden bazıları şöyledir:
1- Muhammed ibn-i Kays'ın İmam Muhammed Bakır vasıtasıyla Hz. Ali'den (a.s) naklettiği müteber hadis:
"İslam'a inanan; namaz kılan ve oruç tutan şahsın kestiği (hayvan) Allah'ın ismini (keserken) ona söylerse size helaldır."
Bu hadise göre Hz. Emir-ul Müminin (a.s) kesilen hayvanın helal olması için kesen şahısın müslüman olmasından ve keserken Allah'ın ismini söylmesinden başka bir şarttan söz etmemiştir. Eğer her zaman için veya en azında farkında olduğu vakit kıbleye yöneltmek şart olsaydı bu hadiste söylenirdi. İmam kesilen hayvanın helal olma şartlarını beyan etme durumunda olduğuna ve bu şart hakkında sustuğuna göre demek böyle bir şart yoktur.
Bu hadisin diğer şartları değil sadece kesenin müslüman oluşunu açıklamak durumunda olduğunu söylmek ve böylece hadiste diğer şartların olduğunu bir mutlak ifadenin bulunmadığını söylemek doğru değildir. Çünkü Allah'ın isminin söylenmesi şartına değinilmesinden de anlaşılacağı üzere, bu hadis hayvan kesmede genel bir kaide'yi açıklamak istiyor. Sanki bu hadiste şöyle deniyor:
"Hayvanı zibheden adam müslüman olur ve Allah'ın ismini kestiği hayvana söylerse o hayvan helal olur." Böyle bir cümle de hiç şüphesiz kıbleye yönlendirmek giib mühtemel şartları reddetmek için, başvurulacka bir mutlak ifadeye sahiptir. Elbette önceden de değindiğmiz üzere bu hadiste, zibh'in kendisi ve zibh'in gerçekleşmesi için gerekli olan şartların (riayet edilmesi) farzedilmiştir; (yani eğer zihb tam manasıyla gerçekleşirse o zaman hayvanın helal olması için gerekli şart kesenin müslüman olup keserken Allah'ın ismini söylemesidir.) Hadis Allah'ın ismini söylemek kesenin müslüman olması, ve hayvanın kibleye yönlendirilmesi gibi şartlar hakkındadır.
2- Kadınların ve çocukalrın kestikleri hayvanların helal olduğunu açıklayan hadisler: Süleyman ibn-i Halid'in naklettiği şu sahih hadis gibi:
"Süleyman ibn-i Halid diyor ki; İmam Cafer Sadık'tan (a.s) oğlan çocuğu ve haımın kestiği hayvanın yenip yenmeyeceğinden sordum.
İmam şöyle buyurdu: Kadın müslüman olur ve Allah'ın ismini kestiği hayvana söylerse kestiği helal olur; oğlan çocuğu eğer kesmeye gücü yeter ve Allah'ın ismini ona söylerse böyledir. Bu kesilen hayvanın ölümünden korkulup kesmek için bunlardan başkası bulunmadığı zamandır."
Ömer ibn-i Uzeyne'nin İmam Muhammed Bakır ve İmam Cafer Sadık'tan (a.s) naklettiği sahih hadis keza Muhammed ibn-i Muslim'in İmam Sadık'tan (a.s) naklettiği sahih hadis ve keza Mes'adet ibn-i Sadıka'nın ve Abdullah ibn-i Sinan'ın İmam Sadık'tan (a.s) naklettiği hadislerde aynı manayı ifade etmekteler.
Bu rivayetlerde, kesilen hayvanda erkeklik ve buluğ şartları hususundaki soruları ihtiva eder; ama İmam'ın (a.s) cevabı hayvan kesiminde geçerli olan genel
Kıblenin Şart Olduğunu Bildiren Rivayetler
Kıblenin şart olduğuna dair getirilebilecek rivayetler üç gruba ayrılmaktadırlar:
1- Hiç bir kayıt ve şartı olmadan hayvanı boğazlamada kıbleye doğru olmayı şart bilen rivayetler:
Muhammed b. Müslim Sahih'inde İmam Bâkır'dan (a.s) şöyle rivayet eder: "Boğazlayacağın hayvanı kıbleye çevir."[3]
Hemu diyor ki: "Hayvan boğazlamak istediğinde boğazlayacağın hayvanı kıbleye çevir."[4]
Bu hususta iki muteber rivayet daha vardır. Biri Halebi'nin sahih rivayeti ve diğeri ise Ammar'ın muvassak rivayetidir.[5]
Bu iki rivayet hac kurbanlığı hakkında olup kurban kesmenin adab veya şartlarından olama ihtimali vardır.
2- Kıbleye çevirmeyi kasıtlı olduğunda şart bilen ve kıbleye doğru boğazlanmayan hayvanın etini yemeyi kasıtlı olmadığı takdirde sakıncasız bilen rivayetlerdir. Mesela:
Muhammed b. Müslim'in sahih rivayeti:
İmam Sadık'tan kıbleye doğru boğazlanmayan hayvan hakkında sorduğumda buyurdu ki: "Yiyin, kasıtlı olmazsa bunun sakıncası yoktur."[6]
Halebi'nin sahih rivayeti ve Ali b. Cafer'in kitabından nakledilen rivayet de bu mazmundadır.[7]
3- Kıbleye doğru boğazlanmayan hayvanın etinin yenilmesine hem izin veren ve hem de nehyeden rivayetler. Mesela:
Muhammed b. Müslim'in sahih rivayeti:
İmam Bâkır'dan (a.s), boğazlanacak hayvanın kıbleye çevrilmesi gerektiğini bilmeyerek boğazlayan kimsenin hakkında sorduğumda buyurdu ki: "Ye ondan." Ben, kıbleye çevrilmemiştir diyince buyurdu ki: "Ondan yeme ve Allah'ın ismi anılmayarak boğazlanan hayvanın etinden de yeme."[8]
Meşhur, mutlak olan brinci gruptaki rivayetleri mukayyed etmiş, üçüncü gruptaki rivayetteki nehyi kasıtlı olarak kıbleye çevirmenin gözetilmediği zamana ait olduğunu ve yenilmesini kıbleye çevirmenin gerektiğini bilinmediği duruma ait bilmiştir. Soruyu soran kimse de böyle sanmıştı.
Sonuçta, kıbleye çevirme sadece bilinçli ve imkan dahilinde şarttır. Ancak hayvanı boğazlayan kimse kıbleyi veya kıbleye çevirnemin şart olduğunu bilmezse veya hayvanı kıbleye çevirmeye gücü yetmez ve hayvanın ölmesinden korkarsa sakıncası yoktur. Çünkü bütün bu hususların hiç birinde kasıtlı değildir.
Merhum Muhakkik Neraki bu rivayetlerle kıbleye çevirmenin şart olduğu üzerinde bahsetmiş ve bu rivayetlerin kıblenin şart olduğunu ispatlamadıkları kanısına varmıştır. O diyor ki: Kıbleye çevirmeyi emreden "Boğazlamak istediğin hayvanı kıbleye çevir" veya kasıtlı olmadığı durumda sakıncası olmadığını bildiren "kasıtlı olmazsa sakıncası yoktur." gibi cümleler nefsi farzla uyuşmaktadır; yani boğazlama esnasında kıbleye çevirmenin farz oluşu, bu farzın olmayışıyla boğazlanacak hayvanın haram olmasına sebep olmaz.
Ve Muhammed b. Müslim'in sahih rivayeti: Kasıtlı olmazsa boğazladığın hayvanın etinin yemenin sakıncası yoktur." boğazlanan hayvanın mı, yoksa boğazlamanın mı haram olduğunda açık değildir. Cümledeki işaret boğazlanan hayvana değil de boğazlanmanın kıbleye doğru olmayışına ait olursa bu durumda bu cümleden anlaşılan şudur: "Vazife açısından kasıtlı olunmazsa sakıncası yoktur. Ancak kıbleye doğru boğazlanmayış kasıtlı olursa sakıncalıdır."[9]
Merhum Neraki'ye Tankit
Merhum Neraki'nin itirazıyla ilişkin olarak bir kaç şekilde tartışılabilir:
Birincisi; Bu gibi yerlerde emir nefsi farz değil, şart oluşa irşat etmek içindir. Bu gibi rivayetlerde nefsi vazifenin beyanı örf ve müteşerri açısından anlaşılmamaktadır. Bu rivayetlerde ilk atapta insanın dikkatini çeken şey boğazlanan hayvanın etini yemenin hükmü ve onun pâk oluşudur. Bir şeyin yapılması emredilirse, o şey olmaksızın bunun gerçekleşmeyeceği demektir. Ve bu ise nefsi farz değil, şart olmadır. Mesela, bir veya iki kere yıkamaya emretmek aksi durumda tathirin gerçekleşemdiğini bildirmektedir. Yıkamanın kendi kendiliğinden farz oluşunu ve aksi durumda tathire zarar dokundurmadığını beyan etmiyor.
Elbette bu tartışma bahsedilen konunun vazifenin hükmüyle ilişkisi olmadığı durumda tamam olur; gusül almaya emredilmek gibi. Ancak Hayvanları boğazlama gibi durumlarda vazifenin hükmüyle de bir ilişkisi vardır; çünkü hayvanı boğazlamak bazı durumlarda vazife açısından haram veya mekruh olabilir; hayvanı zayi olmasına sebep olacak boğazlama gibi. Dolayısıyla, boğazlama adabında hayvanın keskin bir aletle boğazlanması şart bilinmiştir.
İkincisi; bu rivayetlerde boğazlama hükmünü değil boğazlanacak hayvanın hükmünü açıklayan bazı belirtiler vardır. Mesela:
1- Bu rivayetlerin bir çoğunda "kıbleye doğru boğazlanmayan hayvan hakkında sordum" şeklinde boğazlanan hayvan hakkında sorulmaktadır. Bu gibi cümleler soruyu soran adamın boğazlamanın değil, boğazlanan hayvanın hükmünü sorduğa delalet etmektedir.
2- Bu soruların cevabında İmam'ın (a.s) boğazlanan hayvanın yiyilmesine emretmesi kıbleye çevirmenin farz oluşu hükmünü değil, boğazlanan hayvanın helal olduğu hükmünü açıklamaktadır. Merhum Neraki'nin, cümledeki işaretin boğazlanan hayvana değil boğazlamanın kendisine ait olduğunu söylemesi sözün zahirine aykırıdır. Çünkü bu durumda İmam'ın (a.s) buyruğunun baş tarafıyla sonunun birbiriyel ilişkisi olmamasını gerektiriyor. Şöyle ki: Yemeye emretmekten maksat boğazlanan hayvanın helal ve "sakıncası yoktur..." sözünün ise kıbleye çevirmemenin sakıncası yoktur. Böyle bir şeyi örf kabul etmemektedir. Çünkü öfr, İmam'ın buyruğundaki "ye" ve "sakıncası yoktur" cümlelerinin birbirinden ayrı iki şeyi değil, bir tek şeyi anlattığını ve ikinci cümlenin birinci cümlenin sebebini açıkladığını anlamaktadır. Ali b. Cafer'in sahih rivayetinde sakıncası olmadığını söyledikten sonra yemeye emredilmek bu iki cümle arasındaki ilişkiye apaçık bir delildir.
Veya Mumammed b. Müslim'in sahih rivayetinde açıkça yemeden nehyedilmiştir ki, bu da vazife açısında helal olmayışa değil, vazi haramı göstermektedir.
3- İmam'ın (a.s) buyruğundaki "Kasıtlı olmazsa" tabiri boğazlamanın hükmünü açıklamayıp boğazlanan hayvanın hükmünü açıklamaktadır. Çünkü bu rivayet kıbleye doğru boğazlamamayı ve yapılan işin vazife açısından hükmü açıklamak isteseydi nihayet kasıtlı olmadığı durumda mazur olurdu; dolayısıyla "kasıtlı olmazsa sakıncası yoktur" tabiri münasip değildir.
Başka bir deyişle, "kasıtlı olmazsa" cümlesi yapılan bir işin hükmünün açıklaması değil, işi izleyen vazi sonuçlarıyla münasiptir.
Elbette bütün bu noktalar boğazlanan hayvanı yemekten nehyedilme hayvanı boğazlayan kimseyi cezalandırmak için olmadığı durumda kabul edilebilir. Aksi durumda merhum Neraki'nin ihtimali iyi bir ihtimal olur.
Meşhura Yönelik Bir Konuşma
Bu rivayetlerden meşhurun, "kasıtlı" oluşu yanlışlık ve bilinçsiz, hatta kusurlu olsa bile hükme karşı bilinçsizlik olarak kabul edişi hem zahirle çelişmektedir, hem de diğer fıkıh bablarında izlenilen gidişata aykırıdır; çünkü "kasıtlı" olmanın anlamı kararlı olmaktır.
Kasıtlı olma ünvanının gerçekleşmesinde hükmü bilme veya bilmemenin dehaleti yoktur; işte bu yüzden yemeye kararlı ister haram olduğunu bilsin, ister bilmesin, kasıtlı olarak iftar etmiş sayılır. Hayvanı kıbelye doğru boğazlamayan kimse de ister kıbleye çevirmenin şart olduğunu bilsin, ister bilmesin kasıtlıdır. Evet; mevzuyu ve işin ünvanını bilmeyen kimse kasıtlı değildir. Çünkü bu durumda karar gerçekleşmemiştir. Zira bir işe karar almak o işe bilinçli olma veya en azından ihtimal vermeye bağlıdır.
Yine "kasıtlı olma" ünvanı sünnete uymama ve günah sayılsaydı bu durumda bilinçli olma "kasıtlı olma" ünvanında dehalet ederdi; çünkü sünnete muhalefet etme ve kasıtlı olarak günah işleme ünvanı doğru olmaz ve gerçekte mevzuyu bilmemek ünvanına girerdi. Ancak bu rivayetlerde "kasıtlı olma" boğazlamanın kendisine nispet verilmiştir.
Sadece Deaim-ul İslam kitabındaki rivayetlerde sünnete muhalefet etme ünvanı gelmiştir.
Buna binaen, "kasıtlı olma"yı (sırf bir işi yapmaya karar alma) iyi tefsir edebilmek için fenni kurallara göre kıbleye doğru boğazlanmamayı mutlaka sakıncalı bilen birinci gruptaki rivayetleri "kasıtlı" olduğu durumda sakıncalı bilen ikinci gruptaki rivayetlerde sınırlandırmalıyız. Bu durumda şöyle bir sonuç alırız: kıbleye doğru boğazlamamaya karar vermek ister şartı (kıbleye çevirme) bilmesin, ister bilsin boğazlamak için sakıncalıdır. Bu ise şii olmayan müslümanın boğazladığı hayvanı "kasıtlı" olma ünvanı onun hakkında doğru olmasına rağmen helal bilen kesin fıkhi meseleye muhaliftir; çünkü hükmü bilmemek kasıtlı olmanın ünvanının doğruluğunda dehaleti yoktur. Ancak hükmü bilmeyiş durumunu siret ve fıkhi tesalimle başka bir delille mutlak nehiyden çıkarırsak bu durumda dehalet edebilir.
Muhammed b. Müslim'in, "Kıbleye çevirmenin şart olduğunu bilmezse..." şeklindeki sahih rivayetiyle ilişkin olarak, bilmemekten maksat mevzuyu değil hükmü bilmemektir. Çünkü "kıbleyi bilmezse" dememiştir; ancak meşhur için bu itiraz yerinde bir itiraz değildir. Çünkü geçmiş zaman olarak gelen bu cümle genel bir hüküm hakkında cahil ve bilgisiz olmak değil, gaflet ve unutkanlıkla müsavik olan cehaletin ortaya çıkması ve sonradan gelmesidir. Ama meşhurun "ye" şeklindeki rivayetin baş tarafını kasıtlı olmama durumuna ve "yeme" şeklinde olan rivayetin aşağı tarafını kasıtlı olma durumuna hamletmelerini kabul etmiyoruz. Çünkü rivayetin zahiri, rivayetin baş kısmıyla son kısmındaki soru farzı iki şey değil bir şey olduğunu açıklamaktadır. Buna binaen, rivayetin aşağı kısmının yemekten haber vermediğini, aksine nehyettiğini kabul edecek olursak bu durumda nehiyden maksadın mekruh olduğunu söylemek zorundayız. Çünkü rivayetin baş tarafı yemenin helal olduğuna tasrih etmektedir ve nehiy ise zahiren yemenin haram olduğunu bildirmektedir. rivayetin serahetini zahirinden anlaşılan şeyden öne geçirmenin sonucu nehyi kerahete hamletmektir. Ancak nehiy tarhisten sonra olursa böyle bir haml uzak bir ihtimaldir; neticede rivayet mucmel olacaktır.
Fakat kıbleye çevirmeye emreden birinci ve ikinci gruptaki rivayetleri ya hükmün bilindiği duruma ait bilmeliyiz ya müstehabba ya da boğazlamanın vazife açısından hükmüne hamletmek zorundayız. Birinci ihtimalin uzak bir iihtimal olduğunu söylemezsek en azından her üç ihtimal örf açısından birdir ve hiç biri diğerine tercih verilemez; bunun da sonucu icmal ve ibhamdır.
Rivayetlerin Tevcihihde Diğer Kaynaklar
Kasıtlı olarak kıbleye doğru boğazlamamak ünvanının kıble dışında bir yöne boğazlamaya girişmeyle eşit olduğu söylenebilir. Şöyle ki: Kasıtlı olarak kıble dışında bir yöne boğazlama gerçekte boğazlamada kıbleden uzaklaşmaya karar vermektir. Bir mümini öldüren kimsenin ebedi olarak cehennemde kalacağı gibi. "kasıtlı olarak bir mümini öldüren kimse..." ayetindeki kimseden maksat mümini imanı yüzünden öldüren kimsedir. Burada da kasıtlı olarak kıbleyi terketmek kıblenin haysiyetinin saygısızlığa uğradığı bir yerdir.
Başka bir deyişle, kasıtlı olmak ünvanı bazen mukayyidin kendisine aittir ve bazen de mukayyid olması açısından mukayyidin kendisine; yani mukayyid olma haysiyetine. Elbette onun teşhisi belirti ve münasibetlere bağlıdır. Bizim bahsimizde ikinci çeşit nazara gelmektedir. Buna binaen, maksat kasıtlı olmayı kıbleye doğru olmayan boğazlamanın kendisine nispet vermek değildir; maksat kasıtlı olarak yüzünü kıbleden çeviren ve hayvanı kıbleye doğru değil, kıbe dışında bir yöne doğru boğazlamak isteyen kimsedir. Ve böyle bir şeyi de kafir ve münafıklardan başka hiç bir kimse yapmaz.
Sonuçta, rivayetlerde (kıbleye doğru olmayı şart bilmeyen) şii olmayan bir müslüman tarafından boğazlanan hayvanların kasıtlı olma ünvanından çıkması hayvanı kıbleye çevirmenin şart olduğunu bilmedikleri için değildir. Dolayısıyla, kasıtlı olma ünvanında hükmü bilmemenin dehaleti yoktur söylenemez. Aksine, onların kıbleden yüz çevirmek ve kıblenin haysiyetine saygısızlık etmek istemedikleri içindir; çünkü müslüman olan bir kimse bu işi yapmaz. Müslüman bir kimse hayvanı kıble dışında bir yöne boğazlarsa maksadı kıbleden uzaklaşmak değildir.
Kasıtlı olmanın bu şekilde tefsir edilmesine göre bu rivayetler boğazlamada kıblenin şart olduğunu bildirmemektedirler. Aksine, insanın kasıtlı olarak kıbleden yüz çevirmemesi gerektiğine, böyle bir işi kesinlikle insanın iman etmemesinin ve müslüman olmadığının nişanesi olduğuna delalet etmektedir.
Gerçekte, bu rivayetler hayvanı boğazlayan kimsenin müslüman ve iman etmiş olması dışında bir şartı beyan etmemektedirler.
Bu sözümüzü teyid için Muhammed b. Müslim'in sahih rivayetinin baş kısmını şahid olarak gösterebiliriz. Bu rivayette İmam (a.s) yemekten nehyettikten sonra buyuruyor ki: "Allah'ın ismi anılmayarak boğazlanan hayvanın etinden yeme"
Hakkında sorulmadığı halde bu genel kuralın bu nehyin sır ve sebebini açıklamak için olabileceği söylenmiştir. Yani kasıtlı olarak (kasıtlı olmanın anlamını daha önce söylemiştik) hayvanı kıbleye çevirmeyen bir kimsenin inanç ve müslüman olduklarında şüphe edildiği için Allah'ın adını anmalarında ve Allah'ın adıyla boğazlamalarında da şüphe edilmektedir.
Yukarda söylediğimiz şeylere dayanarak şu noktaya da delil getirebiliriz veya en azından yakınlaşabiliriz: Bu şart Kur'an ve sünnetin umumlarından hiç birinde, hatta erkek çocuğunun boğazlaması veya hayvanın omiriliği kesmek ve vücudu soğumadan boyunu kırmak gibi boğazlamanın adab ve ayrıntılarını açıklayan ayet ve hadislerde bile gelmemiştir. Kıbleye çevirmek şart olsaydı buna değinilmesi gerekirdi. Bu umumların mukayyed edilebilecek de olsalar, ancak bütün bunlarda, özellikle müstahap adabları ve boğazlanan hayvanın haram olmasına sebep olmayan şeyleri açıklayan kısmında bu şartın gelmeyişi kıbleye çevirmenin şart olmadığına dair güçlü bir delildir.
Bu gibi yerlerde mukayyed etmek için, kıbleye çevirmeyi emreden rivayetleri müstehap oluşa ve kıbleye çevirmenin sünnet ve İslami adabdab oluşuna hamletmekten daha fazla çabaya gerek vardır. Deaim-il İslam'daki rivayetlerde buna açıkça değinilmiştir. İmam Bâkır'dan (a.s) ve babası Ali b. Hüseyin'den (a.s) nakledilen rivayette şöyle geçmektedir:
"Bu iki imam, hayvanı kıbleye doğru boğazlamayan kimse hakkında şöyle buyurmuşlardır: Hata eder, unutur veya bilmezse üzerine bir şey gelmez ve o hayvanın etinden yiyebilir ve eğer kasıtlı olursa kötü bir iş işlemiştir ve kasıtlı olarak sünnete aykırı davranarak boğazladığı hayvanın etinden yemek doğru değildir."[10]
Bu rivayetin zahirinden kıbleye çevirmenin farz olmadığı anlaşılmaktadır; çünkü ondan sünnet diye tabir etmiştir ve sünnet ise müstehaba denmektedir. Ve yine bu rivayet kasıtlı olmayı sadece boğazlamak olan amele değil de sünnetten yüz çevirmeye nispet vermiştir.
Ayrıca, ilim ve bilince bağlı olan ve kusurlu olarak olsa bile bilmemezlik durumunda şart olmayan böyle bir şart sadece şart olduğunu bilen şiiler için gerekli olması akla sığmıyor. Böyle bir şey vazi hükümlere oranla vazife hükümleri ve boğazlama adabıyla uyuşmaktadır. Helal olmak ve tezkiye gibi. Bu uzlaşmanın kendisi rivayetlerin anlamını (kıblenin gerekliliği) boğazlama esnasında nefsi farz ve o hayvanın etinden yemekten nehyedilmeyi o amele karşı bir cezalandırma bilmemiz için bir delildir. Hayvanın haram ve murdar olmuş değildir; veya dediğimiz gibi: Müstakil bir şart değil, boğazlayanın müslüman olduğu ve boğazlama esnasında Allah'ın adını anmayı keşfetmektedir.
Kıbleye Çevirme Şartını Yerine Getirme Üslubu
Kıbleye çevirmeyi şart bilmemiz farzı üzerine şimdi bu şartın nasıl yapılması gerektiği üzerinde konuşalım. Acaba sadece hayvanı boğazlayan kimse mi yüzünü kıbleye çevirmelidir, hayvanı mı kıbleye çevirmelidir veya her ikisi mi kıbleye doğru olmalıdırlar. Meşhur kavle göre hayvanı kıbleye çevirmek yeterlidir. Meşhur iddialarına şöyle delil getirmişlerdir:
"Boğazlayacağın hayvanı kıbleye çevir" arapçasında geçen "ba" harfi fiili muteaddi etmek içindir. O halde bu cümlenin zahirinden anlaşılan hayvanı kıbleye çevirmektir.
Deaim-ul İslam adlı kitapta İmam Sadık'tan (a.s) şöyle nakledilmektedir: "Hayvanı boğazlamak istediğinde ona eziyet etme. bıçağı bile ve kıbleye çevir."[11]
Bu hadis mürsel olması dışında daha önce söylediğimiz şeylerde çelişmemektedir; çünkü hayvanı kıbleye çevirme ihtimali "kıbleye çevir" cümlesinde de vardır.[12]
Ancak "ba" harfinin fiili muteaddi etmesi failin fiille ilişkisini kesmek demek değildir; aksine, muteaddi olmak faille birlikte olmayı da kapsamına almaktadır. Örneğin "zehebtu bi Zeydin" cümlesinin anlamı şudur: "Kendimle birlikte Zeyd'i de götürdüm." Dolayısıyla boğazlayacağın hayvanı kıbleye çevir" cümlesinin arapçasında "ba" harfi vardır ve fiil "ba" harfiyle muteaddi olmuştur. Bu durumda cümlenin anlamı şöyle olur: "Kendin kıbleye dön ve boğazlayacağın hayvanı da kıbleye çevir."
Bu cümleye dayanarak sadece hayvanı kıbleye çevirmekle yetinemeyiz. Ancak bu cümleden, "kıbleye doğru çevirilmeyen" veya "kıbleye doğru boğazlanmayan"gibi diğer rivayetlerden anlaşılan sadece hayvanı kıbleye çevirmekten el çekebiliriz.
Hayvanın Boynunu Kıbleye Çevirmenin Yeterli Olması
Bu ünvanların zahirinden anlaşıldığı üzere hayvanın boynunun kıbleye doğru olması yeterlidir; çünkü bu işe kıbleye doğru boğazlama söyleyebiliriz ve hayvanın bütün ön kısmını kıbleye çevirmek gerekli değildir; haliyle hayvanı sağ veya sol tarafa yatırmak gerekli değildir, kıbleye doğru boğazlamanın mutlak oluşu bu gibi şeyleri reddetmektedir. "Boğazlayacağın hayvanı kıbleye çevir" cümlesinin zahirinden hayvanın bütün bedeninin kıbleye çevirilmesi gerektiği anlaşıldığı söylenirse deriz ki:
Bu cümlenin zahirinden anlaşılan hayvanın boğazlanacağı açıdan kıbleye çevirilmesidir. Boğazlama esnasında hayvanın yüzü kıbleye doğru olamaz; o halde kıbleye doğru olmak boğazlama yeri açısındandır ve boğazlama yeri de hayvanın boğazıdır.
Hayvanın bedeninin ön kısmının kıbleye doğru olmasını gerekli bilsek bile şüphesiz hayvanı yatırmanın şart olduğunu söyleyemeyiz. Buna göre hayvan ayakta olarak kıbleye doğru boğazlansa kıble şartına riayet edilmiş olur ve bu açıdan sakıncası yoktur. Gelişmiş makinelerle tavuğu ayağından asarak kesmeleri gibi. Esasen hayvanı gelişmiş araçlarla boğazlamda kıbleyi şart bilmeyen diğer mezheplerden olan müslüman bir kişiyi boğazlamak için görevlendiremekle kıbleye doğru olmak sorunundan kurtulabiliriz. Sonuçta hayvan helal olacaktı; çünkü daha önce de dediğimiz gibi müslümanın boğazladığı hayvan kıbleye doğru boğazlanmamış bile olsa bizim için helaldir.
Muhammed b. Müslim'in sahih rivayetinden bunu elde ettik, meşhur da bunu kasıtlı olmama rivayetlerinden elde etmiştir.
Buna binaen, hayvanı gelişmiş araçlarla boğazlamanın bu açıcan da sakıncası yoktur.
[1]- Vesail-uş Şia, c.16, s.218, 8. bab. hadis:1. Baskı: Beyrut
[2]- Vesail-uş Şia, c.16, s.289, 37.bab, hadis:37. Baskı: Beyrut
[3]- Vesail-uş Şia, c.16, s.324, bab: 4, hadis:1
[4]- Aynı kaynak, Hadis: 2.
[5]- Aynı kaynak, c.10, s.136 ve 137, bab: 36-37, hadis:1.
[6]- Aynı kaynak, s.325, bab: 14, hadis: 4.
[7]- Aynı kaynak, hadis:3 ve 5.
[8]- Aynı kaynak, hadis:2.
[9]- Aynı kaynak, Hadis:3 ve 5.
[10]- Müstedrek-ul Vesail, c.16, s.128, bab:12, hadis: 19398.
[11]- Müstedrek-ul Vesail, c.16, 132, bab: 2, hadis: 19370;
[12]- Cevahir-ul Kelam, c.36, s.112.