Hüseyin HATEMİ
Allah’tan başka ilâh olmadığına göre; “Şer Tanrısı” bir vesveseden ibarettir. Nur asıldır ve mutlaktır. Zulmet böyle değildir. Nur ezelî ve ebedîdir. Zulmet; bizim, nefsimizi perdeleri kapalı bir karanlık odaya hapsetmemizden doğar. İblis ve ona tâbi olanlar, bizi Nur’dan kaçmaya teşvik ederler.
Rehak ve bakhs’dan kurtulmamız iradîdir. Rehak ve bakhs Cinn Suresi’nde beyan edilen “Zulmet hâlleri”, nefsimizi Nur’dan tecrit etmemizden doğan manevî hastalıklardır. (Cinn Suresi, 72/6, 12.) (En’âm Suresi, 6/112’ye de bakınız.)
Allah göklerin ve yeryüzünün nurudur. Bu Nur bir Mişkat, bir Kandil yuvası ile simgelenir. Mişkat, büyük sevgili Resul-i Ekrem’i (s.a.a) simgeler. Bu kandil yuvasındaki Kandil, Emir’ül-Müminin’i, o kandili (Misbah) çepeçevre saran sırça, “Siz onlara, onlar size giysisiniz.” ayet-i kerimesinin işareti ile Fatıma’nın simgesidir. On İki İmam’ın her biri de aynı Nur’un simgesidirler. (Nûr’un Alâ Nûr!)
Bu hidayet önderlerini seven, ilâhî sevgiye ulaşır. (Âl-i İmrân, 3/31)
Allah; kendisini sevenleri, zulmetlerden kurtarır, karanlıklarından Nur’a iletir. Allah’ın velilerini ve dolayısı ile Allah’ı sevmeyen, bencil çıkarının veya saptırılmış iç güdülerinin tutsağı olmakta ve kalmakta direnenler ise karanlıklara, zulmetlere düşerler. (Bakara, 2/257)
“Ruh hastalıkları” dediğimiz “nefs hastalıkları”ndan kurtulmak isteyen, “Kur’ân-ı Nâtık ve Urvet’ul-Vuska” olan Ehlibeyt İmamları’ndan hangisinin sevgisine ulaşabilirse, bu sevgi vasıtası ile kendisini ilâhî sevgiye ulaştırabilir.
Hüseyin, Seyyid’uş-Şühedadır. Onun sevgisi insanı ilâhî sevgiye ulaştıran anahtardır.
Hüseyin sevgisi olmayanın gerçek insanlıktan nasibi çok az olabilir. Hele ancak kalbinde Hüseyin sevgisi yerine Hüseyin’e kin olan kimse, insanlıktan nasibi olmayan kimse demektir.
İlk binasını Adem’in yaptığı Kâbe’yi 680 yılının hac günlerinde ziyaret eden Hüseyin, haccı tamamlamaksızın Kerbelâ yolculuğuna çıktı. Çünkü bu hac, Yezid’in “hilâfet”inde gerçekleştirildiği zannedilen, fakat gerçekleştirilmesine ve makbul olmasına imkân olmayan bir sözde hac idi. Adem (a.s), M.Ö. 5593 yılının 10 eylülünde Kâbe’yi (Beyt’ül-Atik), insanlık için ilk inşa edilen “Beyt” olarak inşa etti. M.Ö. 5594 yılının 10 ekiminde, bu yerde insanlığa ilk tebliği yapmıştı. Bu gün, “Büyük Gün”, 10 eylül günü de ileride “Kurban Bayramı” günü olacaktır. Milâttan sonra 680 yılında, yine güneş takvimine göre 10 ekim ile, ay takvimine göre 10 muharrem aynı günde birleşmiş, “Büyük Kurban” vadesi gelmiş idi. Büyük Kurbanlık (Zibh-i Azim) Hüseyin olduğuna göre, Kâbe’yi tavaf ettikten sonra, vaade yerine doğru yola çıkması gerekiyordu. Kevser Suresi’nde de “Venhar!” ile buna işaret vardı. Önceki kitaplarda “Büyük Kurban” belirtilmiş idi. Susuz bırakılarak şehit edileceği de yazılmış, mübarek kanının Kerbelâ’ya döküleceği de haber verilmiş idi. Kitab-ı Mukaddes’i tahrif edenler, “Zibh-i Azim’i” “Gökten indirilen koç”a çevirdiler. İsmail’in (a.s) imtihanını da İshak’a (a.s) aktardılar.
Buna rağmen “Büyük Kurban” unutulmadı ki, Hristiyanlar da daha sonra “Büyük Kurban”ın Mesih İsa (a.s) olduğunu iddia edebilmek için “Kerbelâ”yı “Graal, grail” dedikleri bir köşeye çevirerek çarmıhtaki havarinin böğrünün mızraklarla delindiğini, kanın bu kasede toplandığını ileri sürdüler. Onlara göre de bu havari bizzat İsa idi. Böylece; “Büyük Kurban” İsa Mesih oluyordu.
Oysa İsa Mesih’in görevi ayrı idi. “Büyük Kurban”ı “Mesih” saydılar. Hüseyin’in susuz şehit edileceğini de bildikleri için bu vahyin gerçekleşmesi amacı ile, İsa’nın “Susadım!” dediğini ve sonra çarmıhta can verdiğini ileri sürdüler. (Bkz. Yuhanna, 19/29)
Müslüman çoğunluğu da Kerbelâ’dan sonra bile uyanmadılar. Musevî çoğunlun tuttuğu yolu benimseyip “Zibh-i Azim, İsmail’e bedel gökten indirilen koçtur, ‘Venhar’ın anlamı da tekbir sonrasında ellerini kaldırmadır veya yine kurban bayramında kurban kesmektir.” dediler. Ehlibeyt dostu olduklarını içtenlikle söyleyenler arasından bile “Hüseyin Kerbelâ’ya giderken şehit edileceğini bilmiyordu.” diyenler çıktı. İbn-i Haldun gibi eyyamcı oportünistler de bu görüşte idiler ve “Hüseyin, başaramayacağı bir işe kalkışarak günaha girdi, bu günahlarının bağışlanacağını umarız.” küstahlığına düştüler. Daha ileri gidenler, “Hüseyin, dünya saltanatı hırsına kapılarak Yezid gibi genç, yakışıklı, soylu bir hükümdara isyan etti; Yezid’in haberi ve isteği olmaksızın İbn-i Ziyad’ın emri ile bu ayaklanma bastırıldı.” hezeyanını sayıklamayı sürdürdüler. Hüseyin’e ağlayanların bir kısmı da bazı Yezidî davranışları benimseyerek ve bunlara karşı olanları “gericilik”le niteleyerek kendileri ile çelişkiye düştüler. Hidayet İmamları bu gibiler için, “Bizi gerçekten seven, bizim sözümüzü tutar, bizim yolumuzu izler.” buyurmuş idiler.
Bu tuzağa kapılmayan, Hüseyin’in kadrini bilen kimseler arasından da “Hüseynî” olmayan davranış ve seçimleri “Hüseynî” zannedenler oldu. Esasen 680 10 muharreminden sonra ümmetin çoğunluğu Hüseyin’in değerinin, Kerbelâ’nın öneminin bilincinde olsalar, olabilseler idi, birçok musibetin zilletinden ve bugün o mübarek yerlerin durumunun zilletinden korunmuş olacaklardı. Kurban Bayramı’nı, Hüseyin’in uğruna şehit olarak insanlığa örnek verdiği ilâhî sevgi yolunun ölümsüz değerlerinin simgelendiği bir büyük bayram olarak idrak edecek yerde bir nevi oryantal boğa güreşi ve sonucunda kavurma şölenine çevirenler, aynı duygusuzluğun daha kötü bir tezahürü ile bir ay sonraki “Büyük Kurban’ın Günü”nü de “Aşure Tatlısı Festivali”ne çevirdiler. “Ehlibeytim Nuh’un gemisi gibidir, kurtuluş gemisidir.” hadisine dikkat edecek yerde, “Bugün Nuh Peygamber aşure pişirdi.” masalına kapıldılar. Emir’ül-Müminin (a.s), Resul-i Ekrem’in (s.a.a) irtihalinden (24) yıl sonra, “Allah’ın dinini ters-yüz edilmiş giysiye döndürdüler.” buyurmuş idi. Bundan da bir (24) yıl sonra, 680 Aşura’sında bu ters-yüz edilmiş giysi bile parçalandı. “Din garip oldu.” Fakat ilelebet böyle olacak değildir. Allah’ın vaadi haktır. Allah, nurunu tamamlayacaktır. “Ebter” olanlar, Kerbelâ’da yaptıkları gibi, Allah’ın nuru olan Hüseyin’i üfleyerek söndürmeye kalkışan beyinsizlerdir. Salihler Arz’a vâris olacak, “Akıbet” muttakilerindir” sırrı tecelli edecektir.
Bizim gönlümüz nasıl?
İblis’in vesveselerinin doğurduğu infilâk ile viraneye mi döndü? Sadr âlemimizi “virüsler” mi sardı?
Bu harabeyi tekrar onarmak ve şenlendirmek istiyorsak, bu virüsleri temizlemek istiyorsak, Allah’ın rahmetinden ümidi kesmeyelim. Ehl-i Beyt’in, Hüseyin’in değerini idrak etmedikçe ve sevgileri olmadıkça nihaî ve en yüce kurtuluşa ermek mümkün değildir. Allah rahmetine gark etsin, Muhammed İkbal “Hüseyin’in kanı ile sulanmadıkça, çorak topraktan ürün alınmaz.” diyordu. Ortaçağ şövalyeleri, bu gerçek masallar ile örtülü olduğu için “kutsal kanın dolu olduğu kaseyi, Graal’i = Kerbelâ’yı aradılar. Bu arayış doğuya da “Kızıl alma” “Kızıl Kadeh”i arama şeklinde yansıdı. Artık masal aynalarından yüzümüzü döndürelim ve Hüseyin’in eşsiz güzelliğini görelim.
İçinizden “Vesvâs-il-Hannâs”ın vesvesesi şöyle seslenecektir: Ne yararı var? Sen, genlerin dolayısı ile zillete mahkûmsun! Şu hâlde gerçekçi ol ve zilletinin zevkini sürmeye devam et!” Bu vesveseye karşı derhal şöyle cevap verelim: Hayır! Allah, “Ben yakınım, beni çağırana çağırdığı anda icabet ederim.” buyuruyor. (Bakara, 186) Şu hâlde zillet, kaderimiz değildir. Allah’a iman eden, O’nu çağıran, “bakhs ve Rahak”dan kurtulur, Allah O’nu Nur’a iletir. Emmen yücib’ul-muztarra izâ deâhu ve yekşif’us-su’? (=Yoksa darda kalana, dua ettiği zaman icabet eden ve kötülüğü gideren mi?) (Neml, 27,62)
Siz bu cevabı verirseniz, “Vesvese” yayını derhal susmaz, şu zevzeklik ile devam eder: Rabbin ya Mutlak Hayr’ın sahibi değildir, “Şer de Allah’tandır.” Mutlak iyi değildir, yahut da bir başka “Şer Tanrısı” vardır, şu hâlde Rabbin Mutlak İyi’dir de Kadir-i Mutlak değildir!
Bu zevzeklikler ile bir ömür geçirenler vardır. Biz derhal “Nâs Suresi”ni okuyalım ve bu zevzekliğe şu cevabı verelim: Allah, Rabbimiz, hem Mutlak İyi, hem de Mutlak Kadir’dir. İblis’in sadece ayartma propagandası yapma izni vardır, yoksa bizi cehenneme sürüklemeye gücü yoktur. Esasen İblis’in cehennemde dahi gücü yoktur. Cehennem hastanesinin yetkilileri Allah’ın görevli (müvekkel) melekleridir. İblis’in, Allah’ın seçkin kulları üzerinde propaganda gücü dahi yoktur. Hüseyin de bunlardandır. Biz Hüseyin’e, Urvet’ul-Vuska’ya, Necat Gemisi’nden hayat denizine atılan sağlam Halka’ya tutunduk. Cennet bizim için Hüseyin’dir, Hasan’dır, Resul-i Ekrem (s.a.a), Emir’ül-Müminin, Fatıma ve Ehlibeyt İmamları’nın Enbiya ve Evliya’nın yakınlığıdır. Biz Hüseyin’in Zibh-i Azim, İsa’nın da Mesih olduğuna şehadet eder, On İkinci İmam’ı Mehdi biliriz. Bu imanımızın coşkulu sevgisi ile nefsimizi temizleriz. Esasen Bu temizleme iradî olmasa idi, “Kad eflaha men zekkâha ve kad hâbe men dessaha!” buyurulur mu idi? (Şems Suresi, 91/9-10) Nefsini arıtmak iradi olmasa idi, Rabbimiz “Kim nefsini arıttı ise kurtulmuş, kim nefsini kirletmiş ise yazık etmiştir.” buyurur mu idi?
Hak gelmiş ve batıl çökmüştür. Esasen batıl felsefî ve mantıkî temelden mahrumdur. Salih aleyhisselam’ın “Zulmetmeyin, dokunmayın” dediği devenin ayaklarını kesip öldürenler Allah’ın gazabını seçenlerdir de, Hüseyin’i Ebulfazl’ı, Ali Ekber’i, Ali Asgar’ı, Kasım’ı, bütün Kerbelâ şehitlerini mazlum olarak öldürenler, -hâşâ- İslam’ın temsilcileri midir? Yezit avukatlığı yapanlar düşünsünler, kendilerine gelsinler, kendilerine yazık etmesinler!
Sana selâm olsun ey Kurtuluş Gemisi, ey Sağlam Halka, ey İlâhî Nur olan Büyük Kurban Hüseyin!
Seninle birlikte şahadeti seçen kutlu kişilere selâm olsun! Sen bizim kurtuluş rehberimizsin, seni sevmemeye imkân mı var? Canımız sana feda olsun! Rahmetli “nenem”, “Teşne leblerine gurban ya Hüseyin!” derdi, Allah böyle diyenleri Hüseyin’den ayırmasın! Cennet bizim için Hüseyin’in yakınlığıdır. “İsteyen Hakk’ı buldu / İstemeyen bulsun mu?”