İmam Sadık"ın (a.s) İmameti Tebliğ Etmesi

Perşembe, 19 Aralık 2013 19:34

İmam Sadık'ın (a.s) da diğer Şia İmamları gibi davetinin öncelikli konusu olarak "İmamet"i seçmesi: bu tarihî gerçeğin kanıtı hususundaki en sağlam ve kesin belge, İmam Sadık'tan (a.s) rivayet edilen hadislerdir. Bu hadisler çok net bir şekilde imamet iddiasını beyan etmektedir. İlerde açıklayacağımız gibi,

İmam Sadık (a.s) imameti tebliğ ederken, zamanın sultanlarını direkt ve net olarak reddetmesi, velayet ve imametin gerçek sahibi olarak insanlara tanıtması gerektiği bir mücadele aşamasında görüyordu kendini. Usuller gereği bu hareket, mücadelenin önceki aşamalarının başarıyla noktalanmasından sonra gerçekleştirilebilirdi ancak. Siyasî ve içtimaî bilinç büyük bir kitleye yayılmış, bilkuvve hazırlıklar her yerde hissedilmiş dikkate şayan bir yelpazede ideolojik ortam oluşturulmuş, hak ve adalet sistemi büyük bir topluluk açısından kaçınılmaz bir gerçek olarak kabul görmüştü. İşte bu durum karşısında imam, sarsılmaz kararını nihaî mücadeleye kilitlemişti. Bu aşamalar gerçekleşmeden önce, belli birini toplumun hak imamı olarak gündeme getirmek zamansız ve faydasız olacaktı.

 Dikkat edilmesi gereken bir başka husus da, imamın bir çok kez kendi imametini kanıtlamakla yetinmemesi ve kendisiyle birlikte önceki hak imamları topluma tanıtması ve Ehlibeyt'in imamet silsilesinin ayrılık kabul etmeyen bir bütün olduğunu vurgulamasıdır.

Şia düşüncesinde, geçmiş zamanların batıl yöneticilerinin reddedilmesi ve "tağut" kabul edilmesi dikkate alınacak olsa, İmam Sadık'ın (a.s) bu yöntemi, kendi dönemindeki Şiîlerin cihadının önceki dönemlerde sürdürülen cihadın devamı olduğuna işarettir.

 Aslında İmam Sadık (a.s) bu beyanıyla kendi imametinin, önceki imamların imametinin kaçınılmaz sonucu olduğuna vurgu yapıyor ve böylece de hem imametini temelsizlik şaibesinden kurtarıyor, hem de kesin ve şüphe götürmez bir kanalla yüce İslâm Peygamberine (s.a.a) dayandırıyordu.

İmametin Tebliğiyle İlgili Çarpıcı Rivayet

 Şimdi, İmamın davetinin keyfiyetine dönük birkaç örneğe dikkat ediniz.

Benim bu alanda gördüğüm en mükemmel ve çarpıcı rivayet, Amr b. Eb'ul Mikdad'ın şu rivayetidir:

 "Zilhicce ayının dokuzuncu günüydü; Arefe günü. Hacılar, günün özel amellerini yerine getirmek için Arafat'ta mahşerî bir kalabalık oluşturmuşlardı. Müslümanların yaşadıkları bölgelerin doğal sözcüleri de bir yerde toplanmıştı. Böyle bir yerde söylenecek doğru ve yerinde bir söz, zamanın en geniş toplu iletişim şebekesini oluşturacaktı."

 Amr şöyle devam eder: "İmam Sadık'ı (a.s) gördüm; gelip hacıların yanında durdu ve İslâm dünyasının her noktasına ulaştırmak için oradaki herkesin duyabileceği şekilde yüksek bir sesle mesajını üç defa tekrarladı, başka bir yöne döndü ve aynı mesajını üç defa olmak üzere yineledi ve bir başka yöne dönüp yine üç defa tekrar etti. Böylece İmam on iki defa aynı mesajı tekrarlamış oldu... İmamın mesajı şundan ibaretti:

 "Ey insanlar! Allah'ın Resulü imamdı; ondan sonra Ali b. Ebu Talip, sonra Hasan, sonra Hüseyin, sonra Ali b. Hüseyin, sonra Muhammed b. Ali ..."[1]

 Bir başka hadis, Ebu's Sabah Kinani'den rivayet edilmiştir. İmam Sadık (a.s) bu hadiste kendini ve diğer Şia İmamlarını şöyle tanıtıyor:

  "Bizlere itaat etmek yüce Allah tarafından farz kılınmıştır. Enfal da bizimdir, Safv-ul mal da..."[2]
Safv-ul mal, tağutların kendilerine has kıldıkları ve ihtiyaç sahiplerini mahrum bıraktıkları mallardır. Müslüman savaşçıların zaferiyle yenilgiye uğrayan zalimlerin tasarruflarından kurtarılan bu mallar, diğer savaş ganimetleri gibi taksim edilmez ve kâzip bir haşmet ve yalan bir iftihar kazandırması için birinin yetkisine sunulurdu. Oysa ki bu malların İslâm hakimine sunulması ve onun eliyle Müslümanların genel maslahatına olan alanlarda kullanılması gerekiyordu. İmam Sadık (a.s) bu hadiste, enfal ve safv-ul malın sahibi olarak tanıtıyor kendini.

İmamın bu açıklama ile vurguladığı üç husus vardır:

a) İslâm toplumunun asıl hakimi kendisidir.

b) Mezkur malların kendisine sunulması gerekir.

c) İmamın eliyle de doğru alanlarda kullanılması gerekir.

Bir başka hadiste ise kendisinden önceki imamların ismini tek tek sayarak onların imametine ve emirlerine itaat etmenin farz olduğuna şehadet getirir.[3]  Sıra kendi adına geldiğinde İmam susmayı tercih eder; ama imamı dinleyenler, İmam Bâkır'dan (a.s) sonra ilim ve hükümet mirasının İmam Sadık'a (a.s) intikal ettiğini çok iyi bilirler. Böylece İmam hem hükümetin kendi hakkı olduğunu gündeme getirir, hem de kanıtsal söz akışıyla yüce babası Ali b. Ebu Talib (a.s) ile olan bağlılığını açıklar.

Usul-ü Kâfi'nin "el-Hüccet" bölümünün bablarında ve Bihar-ul Envar'ın 47. cildinde, imamet iddiasını açıkça ve ima yoluyla açıklayan ve imamete davet eden onlarca hadis bulmak mümkün.

Kesin bir başka belge de İmamın (a.s) İslâm topraklarının her yerindeki geniş tebliğ şebekesinden bahseden ve bu şebekenin varlığını kesin kılan şahitlerdir. Bu şahitler öylesine çok ve delillere dayalıdır ki eğer sarih bir hadis olmasaydı bile, konunun kesinliğine gölge düşmezdi.

  İmamların hayatı hakkında araştırma yapan biri kendine soruyordu. İmamların, İslâm topraklarında görevli davetçi ve tebliğcileri yok muydu ki Emevî saltanatının çöküşü yaklaştığında imamlar için halktan itaat ve destek sözü alsınlar? Eğer durum bundan ibaretse, imamlar ve Şia arasındaki malî ve fikrî ilişkiler alanında görülen teşkilatî bağlılık nasıl yorumlanabilir? Dünyanın her yerinden Medine'ye taşınan paralar ve mallar, dinî konular hakkında sorulan bunca sorular, her yere yayılmış olan Şiîliğe davet, İslâm topraklarının önemli bölümündeki eşi benzeri olmayan Ali ve Ali oğulları sevgisi neyin nesidir?

 Horasanlı, Sistanlı, Kufeli, Basralı, Yemenli ve Mısırlı hadis alimleri ve ravileri imamın etrafında niye toplanmışlardı?... Bunları gerçekleştiren hangi güçtü acaba? Birbirine uyumlu ve bağlı bu gerçekler yoksa tesadüf sonucu mu meydana gelmişti?

  Emevî saltanatının bütün İslâm topraklarında istisnasız ve kesintisiz olarak devam eden karalama propagandalarına, Ali b. Ebu Talib'in (a.s) minber ve hutbelerde İslâm'ın istenmeyen şahsiyeti olarak tanıtılmasına rağmen, İslâm topraklarının en ücra köşelerinde dahi Ali oğullarının eşsiz bir sevgiye mazhar olmaları, Şia inancına göre din ilmini, siyaset ve yönetim ilmini onlardan öğrenmek için uzun yolları kat ederek Hicaz ve Medine'ye yönelmeleri ve de bir çok defa sabırsızlanarak askerî hareket başlatmaları için izin istemeleri, kuşkusuz imamların kurmuş olduğu güçlü ve geniş bir iletişim şebekesinin varlığına bağlıdır.  Eğer Şia'nın silahlanması sadece imamların ilim ve zühdünü kanıtlama yönünde olsaydı, askerî hareket izni istenmesi ne anlama geliyordu?

Tarihte Tebliğ Ağından Bahsedilmemesinin Sebebi

  Şöyle bir soruyla karşılaşmak mümkün: Tarihte adı geçen tebliğ ve iletişim şebekesinden hiç bahsedilmemesinin sebebi nedir? Ve niye hiçbir faaliyeti açıkça nakletmemiştir?

  Buna şöyle cevap verilebilir: Mezkur davet ve tebliğ şebekesine tarihte rastlanmamasının sebebi, öncelikle İmamın dostlarının "takiyye" ilkesine fazlasıyla bağlı olmalarıydı. Bu bağlılık, mahrem olmayanların bu teşkilata sızmasını engellemek içindi.

  Bunun bir başka sebebi de Şia'nın cihadının o aşamada amacına varamaması ve yönetimi ele alamamasıydı, ki bu da bir takım etkenlerin sonucuydu... Eğer Abbasîler de yönetimi ele geçiremeseydiler, onların gizli faaliyetleri ve acı-tatlı anıları da göğüslerinde kalacak, kimsemin bunlardan haberi olmayacak ve tarihte de rastlanamayacaktı.

Bütün bunlarla birlikte, Ehlibeyt'in imametine dönük Şiî davetini açıkça haykıran rivayetlerin sayısı az değil. Bunu bir hadisle örneklendirmek yeterli olacak kanısındayım. Kufe halkından biri Horasan'a gider ve insanları Cafer b. Muhammed'in (a.s) velayetine davet eder. İnsanların bir grubu bu davete olumlu cevap verir ve itaat ederler. Diğer bir grup ise buna muhalefet edip tekzip yolunu seçerler. Üçüncü bir grup ise ihtiyatlı davranırlar; ne icabet, ne de tekzip ederler... Bir gün ihtiyat edenlerden birinin yolu Medine'den geçer ve bu arada İmam ile görüşür. İmam (a.s) bu adamı zemmederek şöyle buyurur:

"Takva ve ihtiyat ehli idiysen, filan yerde hıyanet ederek filan işi niye yaptın, niye ihtiyat etmedin peki!?[4]  Gördüğümüz gibi davetçi Kufe halkındandır; tebliğ bölgesi Horasan, davetçinin adı gizli ve davetin içeriği ise İmam Sadık'ın (a.s) velayetine itaat.

Konuyla İlgili Bir Başka Belge

  İmametin tebliği alanında imamların ve Şia'nın görüşünü belirleme açısından dikkate şayan bir diğer belge de, imamlar ve siyasî rakipleri (Emevîler ve Abbasîler) arasında gerçekleşmiş olan tartışmalar ve sözlü mücadelelerdir.

  Hem kelâmî ve mezhebî deliller diliyle, hem de daha açık ve net bir dille –şiir dili- gerçekleşmiş olan bu tartışmalar, Şia'nın imamet hususundaki tebliğ amacının, yönetimin Ehlibeyt İmamlarının hakkı olduğunu çok net bir şekilde kanıtlamaktadır. Bunun doğal sonucu şudur:

Ehlibeyt'in velayetine davetin en açık boyutu, siyasî gücü ehil olmayanlardan geri alıp hak sahiplerine iade etmek için mücadeleye davetten ibaretti.  İmam Sadık'ın (a.s) dönemi, Abbasîlerin hareket başlatması ve sonra da hükümeti ele geçirmeleriyle muasır olması bakımından bu tür tartışmaların en hassas dönemiydi. İmamın bakış açısından Şiî ve Abbasî şairlerin şiirleri de aynı konumdaydı.

------------------------------------------------------------------------------------------------

[1] -Bihar-ul Envar c. 47 s. 58

[2]- Usûl-ü Kâfi, c. 1 s. 264 (Bab-u Farz-i Tâat'il Eimme, Hadis: 6)

[3]- Usûl-ü Kâfi, c.1 s. 264 (Bab-u Farz-ı Tâat'il Eimme, Hadis: 2)

[4]- Bihar-ul Envar, c.47 s. 72

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar

  • El Mizan Tefsiri c.10

    el-Mîzan gibi çok yönlü bir tefsiri okumanın Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılması ve ta ...
  • El Mizan Tefsiri c.11

    el-Mîzan gibi çok yönlü bir tefsiri okumanın Kur'ân-ı Kerim'in anlaşılması ve ta ...