Siyasi hayat bir nevi halkın fikirsel hayatının bir bölümünün yansımasıdır. Siyasi yaşam dağınık ve ıstıraplı olursa toplumun fikirsel yaşamı da mustarip olacaktır. Siyasi tutumları karşısında aydın bir görüşü olmayan bir ümmet bir çok fikirsel ve kültürel tutumlarında belirginsiz ve şaşkın kalacaktır.
Fikrî ve siyasi hayat da siyasî hayata yansır, yani eğer ümmet kültürel ve ahlakî açıdan şaşkın ve mustarip düşüncelere sahip olursa doğal olarak siyasî konularda da düşünce ve tutumları şaşkınlık ve perişanlıktan kurtulamayacaktır.
Bu gerçek, İmam Ali b. Musa"nın (a.s) döneminde hakim olan çok mustarip yaşamın sebebini açıklığa kavuşturmaktadır. Burada İslam ümmetinin daha önce de kısaca beyan ettiğimiz gündemini tafsilatlı bir şekilde beyan edeceğiz. Siyasi açıdan, o dönemde de diğer dönemler gibi birbirini izleyen inkılaplar göze çarpmaktadır. Bu inkılaplardan bazılarını belirttik ve şimdi ise diğer inkılapları beyan edeceğiz. O dönemde, bir inkılap Mısır"da, biri Sudan"da, Hicaz ve Irak"ta vuku buldu. Çeşitli bölgelerde gerçekleşen bu inkılaplar biri diğerini izliyordu.
Horasan"ı hilafetinin merkezi eden Me"mun 198 yılından 204 yılına kadar orada hüküm sürdü. Bundan önce kardeşi Eminle savaş halindeydi; çünkü Abbasoğulları"nın adet ve inançlarına göre Bağdat"da meşru halife Emin sayılmaktaydı; fakat Me"mun Emin"i hilafetten azlederek kendisini müslümanların halifesi tanıtarak kardeşi Emin"le savaştı. Memun"la Emin"in savaşı bitince Me"mun"un askerleri Emin"in hilafet merkezi olan Bağdad"a girerek Bağdat halkını katlettiler, bir çok evleri yakıp yıktılar. Halkı katledip yağmaladıktan sonra Bağdad"ın durumu sakinleşti ve Memun"un askerleri Horasan"a geri döndüler. Fakat Bağdat"ın durumu tekrar karıştı ve bağdat halkı Me"mun"un hilafetten azlederek Bağdat valiliğine İbrahim b. Mehdi"yi geçirdiler.
Bu, o dönemlerde vuku bulan inkılaplardan biridir. Fakat bu arada, Mısır"da da hıristiyan kesim arasında hareketlenmeler vardı. Mısır hırıstiyanları oradaki Abbasi valisine karşı ayaklanarak onu Mısır"dan dışarı çıkardılar. Aynı zamanda Hindistan"dan, Sind, Pencah ve doğu Pakistan"dan tutulup Basra"ya getirilen köleler islam topraklarında amansız bir keşmekeşin cereyan ettiğini anlayınca fırsattan yararlanarak Basra ve Behreyn"i ele geçirmiş, Basra körfezine çok ağır bir maliyet bırakmışlardı. Basra körfezi dönemin en önemli körfezlerinden biri sayılıyordu. Çünkü o dönemde batı dünyası ve afrika ihtiyaçlarını doğu çin ve doğu cezair ülkelerinin mahsulatından bu yolla temin ediyorlardı. Mahsüller Basra körfezine ulaşınca Basra"dan alıp ırak yoluyla şam"a götürüyorlardı. Oradan Lazikiyye"ye ve Beyrut ve Filistin körfezlerine, yani eşyaları batı dünyasına, özellikle italya"nın veniz şehrine ulaştırıyorlar, bu eşyalar Avrupa ülkelerine dağıtılıyordu. Bu körfez dışında Basra Bağdat"ın -hilafet merkezinin- ihtiyaçlarını temin etmede çok önemli bir rol oynuyordu. Fakat bu grubun Basra"yı ele geçirmiş olması nedeniyle bu şehre giden erzaklar azalmaya başladı.
Dolayısıyla Basra körfezi kendilerini Zutt[1] diye adlandıran bir grubun elinde bulunan beynelmilel bir körfez sayılıyordu. Onların Basra"yı ele geçirmeleri yaptıkları işlerden veya gelir kaynaklarından birisiydi.
Halk bu grubun dilini anlamıyordu; onlardan birinin konuştuğunu gördüklerinde sözlerini anlamsız buluyorlardı.
İlk başta sayıları az olan bu grup güçlendikten sonra kadınları ve çocuklarıyla birlikte sayıları tarih kitaplarında kaydedildiği üzere yirmi bini buldu. Fakat bu küçük grup Basra"yı, yani islam"ın en önemli körfezini ve oradan da ırak"ı diğer ülkelere bağlayan tek deniz yolunu ele geçirmeyi başardı.
Bu grubun muvaffakiyetinin sebebi islam ümmetinin iç karışıklığı ve aynı zamanda Yemen"de müstakil bir Abbasi hükümetinin kuruluşuydu. Bu hükümet Muhammed Zubadeyi Yemen valiliğine seçilmesiyle kurulmuştu. muhammed Zubade kısa bir zaman içinde zubadiye hükümetini kurmuştu. Azerbaycan, Ermenistan ve bunlara yakın bölgelerdeki karışıklık da yine bu grubun başarısında rol oynayan etkenlerden biridir. İslam hükümeti işte böyle karışık bir dönem yaşıyordu. İşte bu karışık durum toplumun düşünce boyutuna yansıdı ve hatta bir tek müslüman bile hayatta kendi rolünün bilincinde değildi ve İslam"ın kendi asaletini koruduğunu yoksa rayından çıktığını bilmiyordu. Me"mun da bu fırsattan yararlanarak islam"da bidatlar çıkarmaya başladı; diğer milletlere ait eski kitapları tercüme ettirdi ve böylece kanunlar ve hükümeti yönetim şekli islami olmayan kanunlara dayandırıldı. Horasan, Nişabur ve diğer bölgelerde tercüme merkezleri oluşturuldu ve bu tercüme merkezlerini idare etmek için ağır paralar tahsis edildi.
Me"mun şu iki nedenle böyle bir işe girişti
1- Me"mun islam topraklarının baştan başına inkılabi düşüncelerin yayıldığını anlayınca bu inkılabî düşüncelerle mücadele etmek için belli bir düşünceye dayanmak zorunda kaldı.
İslam ümmeti arasında inkılabın yayılmasına karşı Me"mun"un dayanabileceği düşünce ne olabilirdi?
Doğal olarak Me"mun"un düşünce dayanağı farsça kitapların tercüme edilmesi yoluyla intikal eden düşünceler olacaktı. Şimdi bakalım farsçadan Arapça"ya hangi kitaplar tercüme edilmiştir.
O günün İran"ını gözden geçirdiğimizde bir taraftan halka sulta kuran padişahları, diğer taraftan köle edilen mahrum kitleleri görüyoruz. bu köleler arasında inkılabî düşünceler olmadığını ve yine bu padişahlar karşısında kölelerin kayıtsız şartsız teslimiyetlerini gözönünde bulundurarak bu geri kalmış mahrum kitlelerin düşüncesini, dönemin padişahlarının hükümeti onaylayacak kitaplar yazmaları için çok miktarda para verdiği bir grup yazar besliyordu.
Bu kitapların hepsi gökte Allah, yerde padişah, kendi memleketinin yararını padişahları bilir veya saltanat ailesi, memleketin istikrarının gereğidir şeklinde sözlerle halkı zamanın hükümeti karşısında teslim olmaya davet ediyorlardı. Bu düşünceler halk kitlelerinin iradesine hakim olup emrine geçirerek onların üzerinde tam bir sulta kurabilmişti. Me"mun Horasan"a gidip saltanat ailesi ve benzerleriyle bağlantısı olan bazı kişilerle görüştükten sonra sultan ve padişahların halk kitlelerine sulta kurmasını sağlayan bu düşünceleri yaymaya karar verdi ve işte bu nedenle Farsça kitapların tercüme edilmesini emretti.
2- Müslüman ülkelerde mülhid ve saptırıcı hareketler oluşmuştu. Bu hareketler o dönemde islam"ın varlığı gerçeği karşısında bir tepkiydi. O dönemde müslümanlar arasında kurtuluşlarını islam"da görerek islam"a yönelen diğer milletlerden olan gruplar da vardı. Bu gruplar İslam"da şu değerleri buluyorlardı:
1- Adalet, 2- Merhamet,
3- Sağlıklı ilişkiler ve diğer yüce değerler. Bu gruplar zamanla haka sulta kuran Ümeyyeoğulları ve Abbasoğulları tarafından İslam ümmetine hakim olan düşüncelerin kendilerini tahmil edildiğini görünce tekrar önceki dinlerine dönerek veya yeni sapık düşüncelere yönelerek müslümanlar arasında onları yaymaya başladılar.
Bu alanda şu tarihî örneğe dikkat ediniz
Bir gün Abbasi halifesi Mehdi, kapıcısı Rabi b. Yunusun halifenin veziri Muaviye b. Yesarın oğlunu kafirlikle suçladığını duyar, dolayısıyla Mehdi, Muaviye"nin oğlunu çağırttırarak ondan bazı ayetleri sordu, cevap veremeyince Mehdi mecliste olan babası Muaviye"ye, Sen oğlunun kur"an hafızı olduğunu söylemiyor muydun? dedi. Muaviye, evet, ey müminlerin emiri! Fakat bir süre benden uzak kaldığı için kur"an"ı unutmuştur dedi. Mehdi, O halde kalk onun kanını dökerek Allah"a yaklaş dedi. Muaviye yerinden kalktı, fakat ayağı kaydı ve titreyerek yere yığıldı. Mehdi"nin amcası Abbas b. Muhammed söze karışarak, ey müminlerin emiri! dedi uygun görürseniz bu yaşlı adamı oğlunu öldürmekten mazur görün ve bu işi başkasına bırakın dedi. Bunun üzerine Mehdi oradakilerden birine onu öldürmesini emrette. O da kalkarak Muaviye"nin oğlunun boynunu vurdu. Bu olaydan sonra Muaviye ölünceye kadar evine kapandı.
Bu olayın bir çok benzerleri var. Bu olay, Abbasi saltanatının mülhit hareketlere sulta kurmak için dayandığı metotlardan birisidir.
Evet, Abbas oğulları saltanatının mülhit hareketlerle mücadele etmeye hakkı yoktu dedik; ama neden?
Çünkü Abbasi düzeninin kendisi halkı İslam"dan çıkmaya zorlayan ve islam"ın görüşlerini sadece kendi çıkarları doğrultusunda kullanan bir etkendi. Me"mun Abbasi de önceki halifeler gibi böyle hareketlerle karşılaşınca doğu ve batı düşüncelerinden yararlanarak İslamî düşüncenin dengesini Aristo, Eflatun ve benzeri düşünceleri islam kelamı, akaid ve düşüncelerine aşılamak yoluyla kurmaya çalıştı. Abbasi düzeni, sadece İslam elbisesi giymiş olan bir düzene benziyordu, hükümetin yöneticileri arasında yaygın bir şekilde türlü türlü şaraplar içilirken buna rağmen şarap içenleri kırbaçlıyor, hırsızın eli kesiliyordu. Oysa onların hırsızlık yapmasına da yine hükümetin kendisi sebebiyet veriyordu; çünkü doğu ve batı düşüncelerini İslam"ın o günkü karışık düşüncelerine intikal etmenin islam ümmetini saptırmaktan başka bir anlamı olamazdı.
-----------------------------------------------------------------------
[1]Zuttî bir türlü elbisedir. Magrib kitabında şöyle geçerNULL Hindistanlı bir gruba verilen isimdir; zuttiye elbisesi de bu gruba isnat edilir. Sihah"ta şöyle geçer! Zutt bir gurubun ismidir, tekili zettî"dir. Bkz. bihar-ul envar, c.25, s.280.