GİRİŞ:
Şiaya göre İmamda bulunması gereken sıfatlardan biri şudur; O, halkın en alimi, şeriatı ve halkın ihtiyacı olan şeyleri en iyi bilen ve derk edebilen biri olmalıdır. İmamların bu ilimleri üç yoldan tahsil olunmuştur.
Birinci Yol: Kur’an-ı Kerimden istifade ile elde edilen bilgilerdir. İmam Sadık (a.s) konuyla ilgili olarak şöyle buyuruyor: “Halk arasında ihtilafa sebep olan bütün konuların asılları ve kökleri Allah’ın kitabındadır, ancak halk bunları anlayamıyor”[1] Müminlerin emiri Ali(a.s) da şöyle buyuruyor: “Kur’anı dile getirin, ama Kur’an sizin için söz söylemez. Ben size ondan haber verebilirim. Geçmiş ve geleceğin ilmi bu semavi kitapta mevcuttur. Sizin ile ilgili hükümler, ihtiyaç duyduğunuz konular ve üzerinde ihtilafa düştüğünüz konuların tefsiri bu kitapta mevcuttur. Eğer benden soracak olsanız, size öğretirim”[2]
Abdül-ala Mevla Al-i Sam diyor, İmam Sadık (a.s)’ın şöyle buyurduğunu duydum. “Allah’a and olsun! Ben Allah’ın kitabını başından sonuna kadar, elimin içi gibi biliyorum. Gök, yer, geçmiş ve geleceğin haberleri bu semavi kitapta mevcuttur. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “…ve biz sana her şeyi beyan eden kitabı indirdik”[3]
İkinci Yol: Allah resulünün sözlerinden istifade ve O hazretten, sırayla imamlara irs olarak yetişen sahifeler ile elde edilen bilgilerdir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a), Ali (a.s)’a şöyle buyuruyor: “Ya Ali! Allah, seni kendime yakınlaştırmamı ve ilmimi -onu koruyasın diye- sana talim etmemi emretti.” Sonra şu ayet nazil oldu: “... Ve belleyici kulaklar bellesin diye...” O zaman Ali (a.s)’a buyurdular. “O belleyici kulaktan maksat sensin”[4] ve Ali (a.s) Buyuruyor: “Göğsümde öyle ilimler gizlidir ki, eğer sizlere açıp söylesem, derin bir kuyunun dibinde hareket eden ip misali, ıstıraba düşersiniz. ”[5]
Gerçi Emir-ül Müminin (a.s) “Belleyici kulak” unvanına sahip idi ve yazmaya da ihtiyacı yoktu. Ancak Hazreti Resul (s.a.a) kendinden sonraki imamlara miras kalsın diye, ona yazmasını buyurdular.
Üçüncü Yol: Gayb alemi ile irtibat ve ilham yoluyla elde edilen bilgilerdir. İmam Musa B. Cafer (a.s)’ın buyurduğu gibi: “Bizim ilmimiz, geçmiş, gelecek ve hadis ilmi olarak üç kısımdır. Geçmiş ilimler bize tefsir olunmuştur, gelecekle ilgili ilimler de bizim için yazılmıştır ve hadis ilimleri (olaylar ilmi) ise bizim kalp ve kulaklarımıza ilka olunmaktadır. Bizim ilimlerimizin en faziletlisi bu son kısımdır. Ama nübüvvet, Hz. Muhammed (s.a.a)’den sonra sona ermiştir.”[6] Haris B. Muğiyre diyor, Hz. Sadık (a.s)’a arz ettim: Sizin ilminiz hangi yollarla hasıl oluyor? Hz. Buyurdular: “Allah Resulünden (s.a.a) ve Ali (a.s)’dan miras olarak bize yetişmiştir.” Dedim: Biz, sizin kalbinize ilka olduğunu duyduk ve kulaklarınıza ilham oluyormuş? Buyurdular: “Veya bunlar…” (yani, biz bu yoldan da bazı şeyleri biliyoruz.)[7]
Elbette bazıları, mütevatir haberlerde, İmamların ilimlerinin Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’den onlara irs olarak yetiştiğini, dolayısıyla onların gaipten haberlerinin de Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in mucizelerinin bir cüz’ü olarak değerlendirilmesi gerektiği ve eğer onlara da ilham olunduğunu ve gaybı bildiklerini söylersek, o zaman imamların sonuncusunun ilminin, evvelinkinden (dolayısıyla peygamber(saa)’in ilminden) daha fazla olması gerekeceği yolunda düşünebilirler. Cevaben diyoruz ki, diğer mütevatir haberlerde imamların her birinin ilminin her Cuma gecesi, her kadir gecesi, belki her saati içinde gaybi ilhamlar ve melaikenin sözlerini dinleme yoluyla… vb. şeylerle arttığı rivayet olunmuştur. imamların fazlalaşan bu ilimleri öncelikle Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’e sonra sırasıyla İmam zaman(a.f.)’a arz olunana kadar) diğer imamlara ulaştırılır. Öyle ise imamların verdikleri gaybi haberler, onlara verilen yeni ilimler kabilindendirler, dolayısıyla bunlar, imamların kendilerine ait bir takım kerametlerdir. Buna ek olarak, Allah Resulünden onlara yetişen ilimlerin çoğu öz ve muhtasar idi, ama bu sonradan hasıl olan fazlalık ilimlerle, bu öz bilgiler daha geniş bir şekilde ve bütün tafsilatıyla onlara verilmektedir. İmam Sadık (a.s) başka bir rivayette –Zürare’nin rivayetine göre İmam Bakır (a.s)- şöyle buyuruyor: “Eğer ilimlerde artış olmasaydı biterdi. ” Zürare arz ediyor: Sizin ilminize Resulullah (s.a.a)’ın bilmediği bir şey ekleniyor mu?! Hz. buyuruyor: “ Bizim ilmimize yeni bir şey eklenecekse, önce Allah resulüne (s.a.a), sonra bizlere yetişinceye kadar bir biri ardınca bütün imamlara arz edilir”[8] İmam Sadık (a.s) buyurdular: “Allah tarafından, Resulullah(s.a.a)’a verilmeksizin hiç bir ilimde artış söz konusu olmamaktadır. Sonra Müminlerin emiri Ali(a.s)’a, daha sonra bir biri ardınca diğer imamlara sunulmaktadır.”[9]
Gerçi imamlara vahiy gelmiyor, lakin onlar ilhamın en yüce mertebeleri ile karşı karşıyadırlar. Hasan b. Abbas, İmam Rıza (a.s)’a yazıyor: Kurbanın olayım, Resul, Nebi ve İmamın farkı nedir? Hz. Cevapta buyuruyor: “Onların farkları şudur; Resul o kimsedir ki, Cebrail ona geliyor ve o Cebrail’i görüyor ve kelamını duyuyor ve ona vahiy nazil oluyor. Bazen de rüya aleminde ona vahiy olunmaktadır. Hz. İbrahim (a.s)’ın rüyası gibi. Ama nebi, bazen meleğin kelamını duyuyor, bazen onu görüyor ama bir şey duymuyor ve Ama İmam Meleğin sesini, kelamını duyuyor ama onu görmüyor.”[10]
GAYB NEDİR?
Gayb, şuhud’un karşıtı bir kelimedir. Perde arkası ve gizlilik anlamındadır. Genel ve özel iki anlamı vardır.
Gayb’ın genel anlamı: İnsanın zahiri his ve görüşünden kayıp olan her hakikattir. Buna göre, cahil bir insanın idrakinin ötesinde olan bir gerçeği, onun için “gayb” hesap edebiliriz. Örneğin, Yaratılış aleminde ve tabiatta bize örtülü olarak yaratılmış bir takım sırlar gibi.
Gayb’ın özel anlamı: Bir takım gerçekler ve tabiat alemi ahvalinin perdesi ardında saklı hakikatlerden ibarettir. Örneğin: Allah’ın zat-ı zül celali, melekler, ruhlar, Kıyamet günü ve halleri, Cennet, Cehennem, Kaim (a.f)’ın kıyamı, İsa (a.s)’ın nüzulü ve Kuranda ve İslam alimlerince “gayb” namı ile zikredilenlerin hepsi bu gruptandır. Bu emirler hissedilir cinsten olmadığından onların ispatı için mefhumlara, ilmi ve akli delil ve burhanlara ihtiyaç vardır.
Acaba gayb ilmi yalnızca Allah’a (c.c)’mı mahsustur?
Bir grup kimseler, ya garaz veya bazı ayetlere yüzeysel bakış yüzünden, yolu kaybetmişler. Diyorlar ki, gayb ilmi yalnızca Allah’a mahsustur. Hatta Peygamber-i Ekrem (s.a.a) dahi gaipten bir şey bilmiyor. Şu ayeti de delil getiriyorlar, “Gayb’ın anahtarları Allah’ın yanındadır. Ondan başkası ondan habersizdir.”[11]
Şüphesiz, mutlak gayb Allah (c.c)’a aittir ve insanların hislerinden gizli olan olaylar, Hak Teala’ya aşikardır. Zira bu mülk ve mevcudat aleminde meydana gelen her hadise, melekut aleminde daha kamil ve mükemmel bir şekilde meydana gelmiştir ve bu cihanın nefis ve nazmı, öteki yüksek alemden alınmış bir suret hükmündedir. Şairane bir deyimle: Bu cihan köpük gibidir ve öteki cihan derya misali. Ayeti kerime şöyle buyuruyor: “Her şeyin melekut’u elinde olan Allah (c.c) münezzehtir. ”[12] Demek Allah (c.c) gizli ve aşikar her şeyi biliyor ve o’nun için, zaman açısından geçmiş-gelecek, olmuş - olacak veya hazırda olmanın bir anlamı yoktur. Zira her şey yaratılmadan önce, var olduğu anda ve ondan sonra, her haliyle onun yanında hazırdır ve hepsinin nispeti birdir. Lakin konunun açıklık kazanması ve gaybı Allah’a mahsus bilen ve diğerlerinden nefyetenlere karşı bir kaç konu altında itiraz ediyoruz.
KUR’ANDA GAYB İLMİ:
Eğer Kur’an da ki ayetlere dikkat edilecek olursa, gayb ilmi ile ilgili ayetlerin üç grupta topladığı görülecektir.
1) Gayb ilmini yalnızca Allah (c.c)’a ait bilen ayetler: Şöyle buyuruyor: ”Göklerin ve yerin gaybı Allah’ın ihtiyarındadır”[13] ve “Deki, Allah’tan başka gökte ve yerde olan hiç kimse gaybı bilmiyor”[14] ve bundan önce zikredilen ayetler, Hafız Diyor:
Gayb’ın sırrını kimse bilmiyor hikaye okuma.
Hangi mahrem kalp bu hareme yol bulmuş.
2) Allah’ın gayb ilmini kendine münhasır kılmadığı ayetler: şöyle buyuruyor: “Büyük ve yüce Allah’ın gayb ve şahadete ilmi vardır”[15] yine buyuruyor: “Sonra yine gayb ve şahadete alim olan Allah’ın yanına döneceksiniz. ”[16]
3) Evliyaullah’ın da gayb ilminden muhtasar olarak bildiklerini gösteren ayetler: şöyle buyuruyor: “Allah gaybı bilendir ve hiç kimseyi kendi gaybına aşina etmez, ancak kendi rızası ile bir resulünü haberdar edebilir ve Allah onu önünden ve arkasından koruyucu iki melek ile muhafaza eder, korur.”[17] Yine şöyle buyuruyor: “Allah sizleri gaipten haberdar etmiyor, lakin resullerinden seçtiği kimseleri gaipten haberdar ediyor.”[18] Kuranın mesajını tam anlamıyla idrak edebilmek için, konuyla ilgili bütün ayetleri ve rivayetleri bir araya toplayalım ve muhtelif yollarla konunun ispatına çalışalım.
A) Gayb ilmini Allah’a münhasır bilen ayetlerden maksat, zati ve istiklâli olan gayb’dır. Allah’tan gayrisi içinde mümkün sayılan gayb ilmi ise, Araz ve yarı istiklâli olan gayb ilmidir. Buna Binaen Hz. Barii Teala’dan gayrı herkesin bildiği şey, o’ndan ve o’nun canibindendir ve o’nun talimi iledir. Bunun en güzel şahidi, cin suresinde zikredilen ayetlerdir.
B) Gayb aleminin sırları iki kısımdır. Bir kısmı zat-ı mukaddes-i İlahiye mahsustur ki, ondan başkasının eli yetişmez. Örneğin, Kıyamet saatinin ilmi ve Mehdi (a.s)’ın kıyamının ne zaman olacağı vb. Emir-ul Müminin Hz. Ali (a.s)’dan soruyorlar: Ya Emir-ul Müminin, sizin gayba ilminiz var mı? Buyuruyor: “Gayb ilmi kıyamet saatidir ve şu ayette zikredilenler : “Kıyamet zamanı Allah’a mahsustur, yağmuru indiren odur, ana rahminde olanı (mahiyetini) bilen odur, kız mı, erkek mi, çirkin mi, güzel mi, cömert mi, cimri mi, saadet ehli mi, şaki mi, Cennet ehli mi, Cehennem ehli mi? Bunlar gayb ilimidir ki, Allah tan gayrisi bilmiyor.” Ve bir kısım gayb alemine ait ilimleri de Allah, Peygamberlerine ve veli kullarına talim etmiştir. Hazret, Hadisin devamında şöyle buyuruyor: “Bundan başka bir takım ilimler de vardır ki, Allah peygamberlerine talim etmiştir. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) de bana talim etmiştir.”[19]
Buna binaen, tafsili ilim ve bütün işlerin cüz’iyatından haberdar olmak Allah’ın zatına aittir ve bazı yerlerde, bazı insanların icmali olarak gayba aşina olmaları da mümkündür. Bu da yine Allah tarafındandır diyebiliriz.
C) Bu iki grup ayet ve rivayetleri cem etmek için diğer bir yol da şudur: Gaybın sırları iki yerde tespit olunmuştur. Biri levh-i Mahfuzdadır, Allah’tan başkasının ilmi ona yetişmez ve her hangi bir değişim ve tahavvül onda söz konusu değildir. Diğeri: Levh-i Mahv ve ispattır, Mukteziyat (gereklilikler) ilmidir. Bu özelliğinden ötürü değişim ve dönüşüme müsaittir. Bu konuda İmam Seccad (a.s) şöyle buyuruyor: “Eğer Kuranda bir ayet olmasaydı, ben geçmişte olmuş ve kıyamete kadar olacak her şeyi haber verirdim” birisi arz etti: O, hangi ayettir? Buyurdular: “Allah buyuruyor: “Allah istediğini Mahv ve istediğini ispat eder ve Ümm-ül kitap (levh-i Mahfuz) onun yanındadır.”[20]
D) Bu iki grubun cem’i için diğer bir yol da şudur: Enbiya ve evliyanın gaybi ilimleri, fiili ilimler değil, infiali ilimlerdir. Yani onlardan hiçbiri bil-fiil her zaman ve her hakikate ait gayb ilmine sahip değillerdir, belki irade ettikleri zaman, Allah(c.c), onlara talim ediyor. Elbette bu irade de Allah’ın rızası dahilinde yerine getirilmektedir. Öyle ise yalnızca ilahi ilim fiilidir. yani, ilmi ilahi, mevcudatın varlık sebebidir ve mevcudat onun ilminde müessir ve mucit değillerdir. Dolayısıyla imamların gaybi ilimlerinin olmadığını gösterecek ayet ve rivayetlerin anlamı şudur: Gayb alemine fiili ilimlerinin olmayışıdır. Gayba ilimlerinin olduğunu gösteren ayet ve rivayetlerin anlamı da şudur: İlmi infiali yoluyla gayba haberdardırlar. Bu iddiaya delil ve şahit olarak şu hadis yeterlidir. İmam Sadık (a.s) buyuruyor: “İmam bir şeyi bilmek istediği zaman, Allah ona öğretiyor”[21]
Bütün bu zikredilen yollardan elde edilen şudur: Yüce Allah, gayb ilminin mutlak sahibidir ve her şeyi ihata etmiştir ve ondan gayrisi, ilmi ilahiyi öğrenmişlerdir. Diğer bir değişle, birinci hüküm gereği, mutlak gayb, Allah (c.c)’a aittir. Ama ikinci derecede, Allah’ın Gaipten bir miktarını seçkin kullarına beyan etmesinin hiç bir sakıncası yoktur. Şöyle buyuruyor: “Meryem’in kıssası gayb haberlerindendir, sana vahiy ediyorum.”[22]
Buna ilaveten, Peygamber ve imam, halkın o günkü ihtiyaçlarına yeterli olabilmek ve gelecekte daha değişik şartlarda varolacak insanların ihtiyaç ve gereksinimlerine cevap verebilmek ve gerekli programları yapabilmek için, gaybi ilimlerden bir miktarını bilmeleri, bir takım sırlardan haberdar olmaları gerekmektedir. Yine Asif b. Berhiya (Hz. Süleyman (a.s)’ın veziri) bir göz kırpma miktarı bir zamanda saba melikesinin tahtını Hz. Süleyman’ın yanında hazır etmişti. Bu cüzi bir ilme sahipti, Allah (c.c) onun hakkında şöyle buyuruyor: “Kitaptan ilmi olan kimse dedi: Ben onu (tahtı) sen bir göz kırpıncaya kadar yanında hazır edeceğim. Süleyman (a.s) onu yanında hazır görünce, dedi: Bu benim Rabbimin fazlındandır. ” [23] Ama Ali b. Ebu Talib(as), ilmi külli sahibi olmak özelliği ile, bir çok işler görebilirdi. Allah-ü Teala o hazretin hakkında şöyle buyuruyor: “De ki, Allah ve kitap ilmi yanında olan kimse, benimle sizin aranızda şahit olarak yeter”[24]
Ebu Said-i Hodri diyor: Allah Resulünden sordum: ayette bahsedilen “O, yanında kitap ilminden (bir miktar) olan kimse” kimdir? Buyurdular. “O, kardeşim Süleyman b. Davut’un vasisi Asif b. Berhiya’dır.” Dedim: Yanında kitap ilmi-nin tamamı- olan kimse” ayetinde kimden söz ediliyor? Buyurdular: “O, kardeşim ve vasim Ali b. Ebu Talib’dir”[25]
Diğer yandan Allah-u Müteal şöyle buyuruyor: “Biz sana her şeyi beyan eden Kur’an ı indirdik. ”[26] Öyle ise, eğer bir kimsede böyle bir kitabın ilmi varsa, o gaybın ilmine de -izni ilahi ile- sahiptir.
İRFANİ AÇIKLAMA:
Ayet ve rivayetlerden anlaşıldığı üzere, insan dünyadan gideceği zaman dünyevi perde ve hicaplar, mahdudiyetler gözünden gider ve her şeyi gerçekleri ile görür. Şöyle buyuruyor: “ Bu gün senden perdeleri kaldırdık ve basiret gözün daha açık oldu ”[27] Bu nispet tabii ölüm ile mecburîcidir “Her nefis ölümü tadacaktır”[28] Ama bazı kimseler var ki, Onlar mecburî ölüm ile öldürülmeden önce kendi havayı nefs ve enaniyetini öldürüyor ve kendini Ali (a.s)’ın “Öldürülmeden önce ölünüz”[29] sözünün mısdakı yapıyor. Yani, kendisini - nefsani heveslerini öldürmek, suretiyle- İhtiyari ölüme terk ediyor. Onu mecburi ölüme teslim etmeden önce ve insanı, Allah ile buluşmaya götüren ölüm, hayvaniyetten ölüp, insaniyette dirilmek suretiyledir. Böyle bir insan, icmalen ve izni ilahi ile -belki de tafsilen- gayb aleminden haberdar olabilir. Emir-ül Müminin Ali (a.s) buyuruyor: “Eğer dünyevi hicap ve perdeler kalkacak olsa, yakinim fazlalaşmayacak”[30] Yine buyuruyor: “Beni kaybetmeden sorun benden. Allah’a and olsun! Eğer fetva makamında otursam, Tevrat ehline Tevrat’ın hükümleri gereğince ve İncil ehline İncil’in hükümlerince ve Zebur ehline onun hükümleri ile ve Kur’an ehline de onun ile fetva veririm. Eğer Allah o kitaplara dil verecek olsa, diyecekler ki, Ali (a.s) doğru söyledi ve sizlere, bizde olduğu şekliyle fetva verdi”[31]
Ali’den başka kimdi ki, halka sorun bana! Diyebilsin
Şüphesiz ilim madeni olmak gerek ve Ali’yi inkar...
Şunu da belirtmek yerinde olacak : Gerçi Hz. Fatıma-i Zehra (a.s), nebi ve imam değildi ama vilayet makamında olanlarla aynı makama sahip idi ve onlardan hiç bir farkı yoktu. Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) Hz. Ali ve Hz.Fatıma (a.s)’ı küfüv ve birbirine layık eş olarak beyan buyurmuşlardır ve Hz. Fatıma (a.s)’ın gaybı ilimleri bildiğinde de hiç bir şüpheye yer yoktur ve bazen gayb aleminden haberler de veriyordu. İnşallah ilerde zikredeceğiz.
Gayb alemiyle ilgili konu da bu kadar. Ama bu irtibat gerçekleşmiş mi, gerçekleşmemiş mi? Ayrı bir konudur. Bunun ispatı için seçilmiş rivayetler, Peygamber ve imamların gaipten haberler verdiğine delalet etmektedirler, on dört fasılda ayrı ayrı zikredilmişlerdir. Bu yolla o Büyük şahsiyetlerin imamet ve vilayetleri de sabitleşmiş olacaktır. Allah’ım bizden kabul buyur. Sensin işiten ve bilen
HZ. HÜSEYİN BİN ALİ (AS)’IN GAYBİ HABERLERİ:
64-İMAM HÜSEYİN (A.S) MEDİNEYİ NİÇİN TERKETTİ?
Hz. Sadık (a.s) buyuruyor; “İmam Irak’a doğru hareket ettiğinde birisi ona niçin Medine’yi terk ettin? diye sordu, Buyurdular: “Vah sana! Ümeyye oğulları ihtiramımızı kırdılar sabrettim, malımı götürmek istediler sabrettim, şimdi de kanımı akıtmak istediler artık sabretmedim. Allah’a and olsun ki, onlar beni öldürecekler. Allah da onların üzerine umumi bir zillet ve keskin kılıçları musallat edecek ve onlara öyle kimseleri musallat edecek ki, onları zelil edecekler.” Daha sonra Kerbela’da durduklarında buyurdular: “Allah'a yenim ediyorum, bu gün dertlere tutulma günüdür. Burası da bizim kanlarımızın döküleceği ve çadırlarımızın yağmalanacağı yerlerdir.” Sonra ashabına hitaben buyurdular: “Kalkın bu sudan için, bu sizin son nasibinizdir, gusül edin, abdest alın ve elbiselerinizi yıkayın, onlar kefeniniz olacaklar.” Ordugahının etrafında, düşman tek taraftan hamle etsin diye küçücük bir hendek kazarak ateş yaktı.. Ömer b. Sad’ın ordusundan biri gelip ateşi gördüğünde dedi ki: “Ey Hüseyin!.. Koşarak kendisine geldiğiniz ateşle sizi müjdeliyorum.” İmam ellerini duaya kaldırıp arz etti: “İlahi! Ateşin azabını ona dünyada tattır.” O’nun atı azgınlaştı, o da ateşe düşüp yandı. O anda başka biri gelip, imam ve ashabını çağırarak dedi: Fırat’ın suyunu görmüyor musunuz, nasıl balık gibi dalgalanıyor. Yemin olsun ki, ecel şerbetini tatmadan ondan bir damla tadamayacaksınız. İmam Hüseyin (a.s) arz etti: “İlahi! Onu susuzluk içinde öldür” ravi diyor, susuzluktan gırtlağı tıkandı, atların altında parçalanıp can verdi.[32]
65-HIRSIZLARI TANITMASI:
Hz. Sadık (a.s) babaları vasıtasıyla naklediyor ki, İmam Hüseyin (a.s) gulamlarından birini bir yere göndermek istediğinde buyuruyordu; “Filan gün gitmeyin, filan gün gidin. Eğer muhalefet etseniz, Yol kesiciler size çatacaklar.” Bir gün emrin aksine dışarı gittiler, hırsızlar onların üzerine üşüşüp hepsini öldürdüler, mallarını da yağma ettiler. Haber o hazrete yetiştiğinde buyurdular: “Ben onları böyle bir gün için uyarmıştım, ama kabul etmediler.” Daha sonra aynı saatte kalkıp hakime gitti. Hakim dedi ki, duyduğuma göre gulamlarını öldürmüşler. Allah sana karşılığını eta etsin. Buyurdu: “Ben onların katillerini söyleyeceğim. Onları sıkıca yakalayın.” Dedi ki, ey Allah resulünün oğlu sen onları tanıyor musun? Buyurdu: “Evet, seni tanıdığım gibi” ve hakimin yanındaki kişiyi işaret etti, sonra ekledi: “Bu da onlardandır.” O adam, nereden bu nispeti bana veriyorsun? Ve benim de onlardan olduğumu nereden biliyorsun? Diye itiraz edince, Buyurdu: “Eğer doğrusunu söylesem, sende doğrusunu söyleyecek misin?” Dedi ki: “Evet.” Hazret buyurdular: “Falan adamlarla dışarı çıktınız (hepsini ismi ile zikretti) Onlardan dördü Medine gulamlarından ve diğerleri de Habeşi gulamlarındandı,” Hakim kişiye dedi: “Minber ve kabrin sahibine (Peygamber (saa)’e and olsun ki! Ya doğruyu söylersin, ya da şallak altında etini parça parça ederim.” Dedi ki, Allah’a yemin ederim ki, Hüseyin doğruyu söyledi. Sanki bizimle birlikteydi. Sonra hakim onların hepsini topladı ve boyunlarını vurdurdu.[33]
66-ÖMER İBNİ SA’D’IN GELECEĞİNDEN HABER VERMESİ:
Salim b. Ebu Hafsa diyor: Ömer b.Sad, Hz. Hüseyin (a.s)’a dedi; Ya Eba Abdullah, bizim nahiyede akılsız adamlar var, seni benim öldüreceğimi söylüyorlar. Hz. Buyurdu: “Onlar akılsız değiller, belki akıl sahipleridirler, ama benim gözüm bununla aydınlıktır ki, benden sonra çok az Irak unundan başka bir şey nasibin olmayacak.”[34]
67-YÜKÜNÜZÜ AÇIN, BURASI KERBELA’DIR:
Ebu Mahnef diyor: Hüseyin (a.s) Kerbela’ya yetiştiğinde buyurdular: “İniniz and olsun, burası bizim süvarilerin yatağıdır ve and olsun, bizim kanlarımız burada dökülecek, benim haremime burada ihtiramsızlık edilecek, erkeklerimiz burada öldürülecek, çocuklarımız kurban verilecek ve kabirlerimiz de burada ziyaret edilecek. Buna göre ceddim Rasulullah (s.a.a), bu toprağı bana vaat etmiştir, onun vaadi mutlak yerini bulacaktır.[35]
68-HAZRETİN ŞEHADETE YAKİNİ:
Seyyid b. Tavus şöyle rivayet ediyor: İmam Hüseyin (a.s) Kerbela’ya yetiştiği zaman oturmuş kılıcını ıslah ediyor, bir taraftan da şu şiiri terennüm ediyordu:
Oh olsun vefasızlığına ey dünya,
Geçici dostluğundan kime ne fayda.
Nice sabah ve akşamların vardı,
Dostlar güruhunu kana boyadı.
Ne düşmanlığın kimseye aşikar;
Ne de felek, can almaya doyar.
Bu yolun yolcusu, her yaşayan.
Göç vakti gelmiş, va’d edilen an,
Öylesine yakın ki, kararım yok;
Artık Rabden gayrı sığınak da yok.
Ravi diyor, Hz. Zeynep bu şiiri işitince dedi: “Kardeşim bu şiiri, ölümüne kesin olarak yakin eden kimse söyler.” Hazret buyurdu: “Evet bacı” Zeynep (a.s): “Ah! Bu ne musibettir ki, Hüseyin (a.s) kendi ölümünü bana haber veriyor!” diye feryat edince, imam buyurdu: “Ümmü Gülsüm, Zeynep, Fatıma, Rubab! Beni dinleyin ben öldükten sonra saçınızı başınızı yolmayın, yüzünüzü yırtmayın ve boş lafları dile getirmeyin.”[36]
69-ŞEHADET GECESİ:
Ebu Hamza Somali, Hz. Seccad (a.s)’dan naklediyor. Hz. Hüseyin (a.s) şahadet gecesinde ashabına buyurdular: “Ben yarın öldürüleceğim ve bir tek kişi sağ kalmamak kaydı ile yanımda olanlarda benimle birlikte öldürülecekler.” Ashap arz ettiler: “Allah’a şükürler olsun ki, bizi senin yardımına koşmakla şereflendirdi.” O zaman Kasım b. Hasan ve oğlu Abdullah’ın şahadetlerinden ve çukurda yakılacak ateşten ve olacak birçok olaylardan haberler verdi. Hz. Seccad (a.s)’ın şahadetini sordular, buyurdu: “Allah bizim neslimizi dünyadan kesmez. O’na dokunamayacaklar. Zira O, sekiz imamın babasıdır.”[37]
70-BENİM KAFAMI YEZİD’E GÖTÜRECEKLER:
İmam Sadık (a.s)’dan rivayet olunmuştur ki, Hz.Hüseyin (a.s) Aşura günü (Cumartesi günü idi.) Buyurdular: “Benim efradımdan, düşman hamlesine maruz kalan hiç kimse sağ kalmayacak ve benim başımı da Yezide götürecekler.”[38]
71-HÜSEYİN (A.S)’IN İLMİ, PEYGAMBER İLMİDİR!
Huzeyfe diyor, duydum ki Hüseyin (a.s) buyuruyordu: “Allah’a and olsun ki, Ümeyye oğulları beni öldürmek üzere toplanacaklar ve Ömer b. Sa’d onların önderidir.” O bu sözü peygamber (s.a.a)’in hayatı zamanında söylemişti. Peygamber (s.a.a)’ın yanına gidip olayı o’na haber verdim. Hz. Buyurdular: “Benim ilmim Hüseyin’in ilmi ve Hüseyin’in ilimi de benim ilmimdir”[39]
72-ÖMER İBNİ SA’D’IN ÖLÜM HABERİ:
Hz. Hüseyin b. Ali (a.s) Ömer b. Sa’d’a buyurdu: “Benim gözümü aydın eden şeylerden biri de şudur ki, benden sonra sen, az bir miktar Irak unu dışında bu dünya nimetlerinden faydalanamayacaksın.” Öyle de oldu. Rey’e yetişmeden Muhtar o’nu öldürdü.[40]
73-İZDİVAÇ İÇİN MEŞVERET:
Hüseyin b. Hamedani rivayet ediyor ki, Hüseyin (a.s)’ın azatlı kölelerinden biri, bir kadınla izdivaç etmek konusunda o hazretle meşveret etti. Hazret buyurdular: “Bu evliliğine taraftar değilim ve bu kadının senin için meymeneti yoktur.” Fakat gulam'ın kadına olan ilgisi onların evliliğine sebep oldu. Çok malı vardı, hepsi telef oldu, borçlu düştü, baba ve kardeşi öldüler Hazret buyurdu: “Ondan boşan Allah karşılığını sana eta edecek!” O kadını bıraktı. Buyurdu: “Şimdi filan kadınla evlen.” Gulam o kadınla evlendi, Allah malını ona döndürdü ve o kadından ona bir de çocuk verdi.[41]
74-HZ. YAHYA (A.S) İLE HZ. HÜSEYİN (A.S)’IN KATLİNİN BENZERLİĞİ:
Hz. Seccad (a.s)’dan rivayet olunduğuna göre buyurdular: “Ne zaman İmam Hüseyin (a.s)’ın mukaddes huzuruna müşerref olsam, Babam Hz. Yahya b. Zekeriya’dan ve onun öldürülme şeklinden bahsediyordu. Bir gün buyurdu ki: “Dünyanın aşağılık ve pislik olduğunun alametlerinden biri de budur ki, Hz. Yahya (a.s)’ın mutahhar (temiz, pak) Başını, İsrail oğullarının zina zedelerinden birinin önüne götürdüler.” (yani benim başımı da bir zina zadenin önüne götürecekler.[42]
75-MEHDİ (A.S)’DAN HABER VERMESİ:
Abdurrahman b. Suleyt, İmam Hüseyin (a.s)’dan şöyle buyurduklarını rivayet etmektedir: “Bizden on iki tane Mehdi var. Onların evveli Hz. Ali b. Ebi Taliptir. Sonuncuları da benim dokuzuncu göbekten evladımdır. O, hak üzere kıyam edecek bir imamdır. Allah zulüm ve fesat yüzünden ölmüş zemini onula yeniden diriltecek Müşrikler istemeseler de, İslam dinini bütün dinlere galip kılacak.. Onun bir gaybet dönemi var ki, halkın çoğu bu devrede dinden dönerler, başka bir grupta hak dine girerler. Bazıları onlara, “madem doğru söylüyorsunuz, Mehdinizin zuhuru ne zamandır?”diye sorarlar. Bilin ki, gaybet döneminde dinsizlerin yalanlarına ve eziyetlerine tahammül ederek, hak din üzerine sabit kalanlar, Resulullah(saa)’ın beraberinde kılıçla çarpışmış gibidirler.[43]
--------------------------------------------------------------------------------
[1] -Usul-u Kafi: c.1-s.605
[2] -Usul-u Kafi: c.1-s.61
[3] -Usul-u Kafi: c.1-s.229
[4] -El-Mizan Tefsiri: c.19-s.396
[5] -Nehc-ül Belağa: 5.Hutbe. s.57
[6] -Usul-u Kafi: c.1-s.264
[7] -Usul-u Kafi: c.1-s.264
[8] - Usul-u Kafi: c.1- s.255
[9]- Usul-u Kafi: c.1-s.255
[10]- Usul-u Kafi: c.1-s.176
[11] -En’am:59
[12] -En’am: 50
[13] - Hud:123
[14] -Neml:65
[15] - Ra’d: 9
[16] -Zümer:46
[17] -Cin:26-27
[18] -Al-i İmran:179.s
[19] -Nehc-ül Belağa: 128. Hutbe
[20] -Numune tefsiri: 25.c-149.s
[21] -Usul-u Kafi: c.1-s.258
[22] -Hud: 49
[23] -Neml: 40
[24] -Ra’d: 43
[25] -El-Mizan: c.11-s.387
[26] -Nahl: 89
[27] - Kâf: 22
[28] -Al-İmran: 179
[29] -Mefatih-ul Gayb: s.629
[30] -Gürer-ül Hikem: 752. Fasıl, S.142
[31] -Yenabi-ul Meveddet: c.1-s.71
[32] -Isbat-ul Hudat: 5.c- 179.s
[33] -Isbat-ul Hudat: 5.c. 179.s
[34] -Isbat-ul Hudat: 5.c, 190.s
[35] -İrşad-ı Müfid: 489.s
[36] -Luhufu Seyyid b. Tavus: 81.s
[37] -Isbat-ul Hudat: 5.c. 204.s.
[38] -Isbat-ul Hudat 5.c. 205.s.
[39] -İsbat-ul Hudat c.5-s.207
[40] -İsbat-ul Hudat: C.5-S.210
[41] -İsbat-ul Hudat: C.5-S.205
[42] - Keşf ul Gumme: C.2-S.9
[43] - Kemalud-din: C.1-S.317-3.Hadis