Kadir Akaras
Medeniyetlerin çatışması ve medeniyetlerin uzlaşması; bu günlerde sıkça duyduğumuz kavramlardır.
Eskiden beri siyaset erbabının kullandığı kavramlara hep şüpheyle bakarım ve bu bakışım hiçbir zaman değişmeyecektir de.
“Önyargılısın” diyebilirler belki; ancak siyasete hâkim olan etik(!) kültür değişmedikçe, ben de bu görüşümü sürdüreceğim.
Bir bakın siyaset dünyasının kullandığı kavramlara: Demokrasi, insan hakları, özgürlük, hukuk vs… Her devlet bunları kendi çıkarları için kullanmakta, her siyasetçi kendi ideolojisi doğrultusunda yorumlamakta ve içini doldurmaktadır.
Gelelim medeniyetler çatışması ya da uzlaşması konusuna:
Bu kavramlar, Amerikalı yazar Samuel Hantington’un “Medeniyetler Çatışması” teorisi ile dünya gündemine oturmuş ve birçok tepkiye neden olmuştur. Bu teoriye göre, başta İslâm medeniyeti olmak üzere dünyanın büyük medeniyetleri Batı uygarlığı ile savaş ve çatışma içinde yaşıyor ve sonuçta Batı, bu savaşın galibi oluyor. Bu arada Amerika gibi Batı ülkeleri de pratikte aynı savaş yanlısı bu görüşü takip ediyor.
Bu teori, tam da ABD’nin yenidünya düzeni kurma ve küreselleşme siyasetiyle uyumlu bir teoridir.
Çatışma ve uzlaşma ekleri iki şey arasında olabilecek bir gerçekliğin ifadesidir. Hâlbuki medeniyetin özüne ve mahiyetine bakıldığında, ikilik görülmemekte, tam aksine “bir”i ve tekliği ifade etmektedir. Çünkü medeniyet; insanlığın çeşitli bölge, zaman ve parçalarının oluşturduğu kültürün genel anlamdaki gelişmesidir. Bu gelişme ise, tüm insanlığın ortak değeridir. Mevlana, Yunus Emre, Hafız, İbn-i Sina ve Molla Sadra, hangi medeniyetin tekelinde olabilir ki? Aynı şekilde Platon, Aristo, Sokrat, Goethe ve Tolstoy gibiler, hangi medeniyetin özeli olabilir? Ayasofya ile Sultanahmet yan yana insanlığın maveraya açılan niyaz elleridir. İsfahan’da İmam Camii ve Roma’da Santa Maria Kilisesi aynı insanlığın ruhundaki zarafeti yansıtan mimarî eserlerdir. Yine Mostar köprüsü, Manş tüneli ve Khacu köprüsü insanların birbirine olan hasretini gidermek için uzanan ellerin birbirine kavuşması ve tokalaşmasıdır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Hangi ırk ve millet bunlara tekelci gözüyle bakma cehaletine düşebilir ki? Durum böyleyken medeniyetler çatışması ya da uzlaşması neyi ifade ediyor acaba?
İnsanlığın tarihine baktığımız zaman, bazı insanların hadlerini aşarak her şeyin sahibi olduklarını iddia ettiklerini görebiliriz. Hatta “Tanrı, sadece benimdir” ya da daha ileri giderek “Ben tanrıyım” diyenler olmuştur. Diğer tarafta insanlığın vicdanını temsil eden büyük halk çoğunlukları, ellerinde olan her şeyi paylaşmış ve insanlığın günümüze kadar uzamasını sağlamıştır. Oysa “her şey benim”ci azınlık, ellerine geçirdikleri gücü bu paylaşımcı çoğunluğun aleyhine kullanmış, onları köleleştirmeye çalışmış, sömürge asırları ve müstemlekeler oluşturmuşlardır.
Günümüz dünyasında da, eslafının zalim halefleri tüm dünyaya hâkim olma sevdasıyla insanlığın ortak değeri olan medeniyeti, Doğu ve Batı diye ikiye ayırıp, diğer yarıya da sahip olmak için yeni dünya düzenlerini eski dünyadaki zalimlerin mirasları üzerine kurmaya gayret göstermektedirler.
Dünya halkının, dinlerin ve medeniyetlerin kardeşçe yaşama arzusuna karşın bazı zengin ve güç sahibi devletler dünyaya musallat olmak için medeniyetler çatışmasını körüklüyor ve bu yolda adım atıyorlar. Örneğin bugün Amerika, dünyada şiddet yanlısı ve en büyük güvensizlik ve savaş kaynağı olarak biliniyor. Bu devlet gayr-i meşru çıkarları için dünyayı tehdit edip savaşlar çıkarıyor. Öbür yandan batı medyası da medeniyetler savaşı çerçevesinde İslâm dinini şiddet yanlısı olarak lanse etmeye çalışıyor. Tüm bu propagandalar İslâm dinini, gayr-i meşru çıkarları yolunda bir engel olarak gören çevrelerce yürütülüyor.
Bu zümrenin başvurduğu bir yöntem, İslâm dinini şiddet ve tefrika yanlısı göstermektir. Oysa tüm semavî dinler, ortak yönlere sahiptir ve hepsi yüce Allah tarafından insanların saadeti için gönderilmiştir. Gerçi geçmişte dinler arasında bazı sürtüşmeler yaşanmıştır; lâkin tüm bunlar, birtakım yanlış anlaşılmalar ve bazı mutaassıp insanların tavırlarından kaynaklanmıştır. Çünkü semavî dinler, özü itibariyle barış ve kardeşlik dinidir ve insanları kardeşçe yaşamaya davet eder. Bu yüzden de zaten son yıllarda söz konusu dinler, diyalog yolunu tercih etmektedir. Örneğin Müslüman ve Hıristiyan âlimler, birçok ortak oturum düzenleyip iki semavî dinin bakış açılarında ortak yönleri bulmaya ve gerilimleri hafifletmeye çalışmışlardır.
Dolaysıyla medeniyetlerin anlaşmazlıklarının sebebi; dinî ve mezhebî değil, iktisadî ve siyasî çıkarlardır. Bu konuda UNESCO’nun eski başkanı ve Medeniyetler Birliği Grubu üyesi Federiko Mayor şöyle diyor: “Medeniyetler arası uçurum dinlerden değil, devletlerin siyasî sorunlarından kaynaklanır.”
Batı devletleri ve onların güdümünde olan medya, kasıtlı olarak dinleri anlaşmazlık kaynağı göstermeye ve çeşitli yollara başvurarak bu semavî inançların kutsallığını yok etmeye ve böylece dinler ve medeniyetler çatışmasına zemin hazırlamaya çalışıyorlar.
Danimarka’da bir gazetede bir karikatürün yayınlanmasını ve Hz. Peygamber’e (s.a.a) yapılan saygısızlığı da aynı çerçevede değerlendirmek gerekir.
Öyleyse “medeniyet” kavramı da, diğer kavramlar gibi, bir güç olarak haddini aşmışların kötü emellerine kurban edilmek için kullanılmaktadır.
Medeniyet çatışması ya da uzlaşması kavramlarını tarihsel gelenek içinde açıklarsak, şöyle bir cümle kurmalıyız:
Zalim ve mazlumların çatışması ya da uzlaşması!
Hak ve batılın çatışması ya da uzlaşması!
Mustazaf ve müstekbirin çatışması ya da uzlaşması!
İnsanların ve insan hakları kavramlarını sözde savunanların çatışması ya da uzlaşması!
Sonuç:
Zalim ve mazlum bugüne kadar uzlaşamadığına ve yapısal olarak uzlaşamayacağına göre, geriye sadece zalim ve mazlumların çatışması kalır. Bu da Doğu ve Batı (medeniyetler) arasında değil, her toplumun kendi içinde olacaktır ve medeniyetler çatışması asla olmayacaktır. Çünkü medeniyet, tüm insanlığın ortak malıdır. İnsanlık ise, tüm insanların kardeşliğini istemektedir. Zalimler istemese bile..
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, “medeniyetler birliği teorisi”ni savunanlar, medeniyetlerin yakınlaşması için sunacakları pratik yollarda birçok zorluklarla karşı karşıya kalacaklardır. Medeniyetlerin anlaşmazlıklarını tanıtmak ve giderme yollarını bulmak, çok yönlü ve bağımsız bakış açısını gerektirir, siyasî bakış açısını değil.