Çağdaş Dünyada Din Kültürünün Görünüşü

Perşembe, 02 Ocak 2014 15:44
Ahmet VAİZÎ

Kültür, din, özgürlük, mutluluk ve adalet gibi kavramlar sürekli tanım kargaşası yaşayan kavramlardan olduğundan, herkes tarafından kabul edilebilen ve bu kavramları içeriğinin her yönünü yansıtabilen bir tanımla tanımlamak oldukça zordur. Ansiklopedilere ve sosyal bilimler alanındaki deyim sözlüklerine bakılacak olursa, sadece "kültür" kavramı hakkında yüzün üstünde tanımla karşılaşılacağı, bilinen bir gerçektir. Bununla birlikte müsamahalı ve nispî bir dikkatle "kültür" deyimini; bir toplumun yaşam tarzını, sosyal davranışlarını ve sanat yapıtlarını etkileyen inanç, eğilim ve gelenekler bütünü şeklinde tanımlayabiliriz. Buna göre, gelenek ve görenekler, dinsel davranışlar, eğlence, meşgale ve gezi türleri, edebiyat ve sanat örnekleri vs. bir topluma hâkim olan kültürün göstergeleridir. Bu tanım uyarınca insan, kültürel bir varlıktır ve tarih boyunca hiçbir insan toplumu, kendine özgü bir kültürden yoksun olmamıştır.

Dinin, beşerî toplumların kültürünü oluşturmada, şekillendirmede ve yapılandırmada her zaman için önemli payı olmuştur. Özellikle son yüzyıllarda, kültürünün tek kaynağı din olmayan bir toplum gösterebilmek oldukça zor olsa gerek. Çünkü beşerî toplumların büyük çoğunluğu, farklı kaynak ve etkenlerden etkilenip yoğrulan bir kültüre sahiptir; bu kaynak ve etkenler arasında yer alan din olgusu ise ön sırada gelmektedir. Meselenin daha iyi algılanabilmesi için şöyle örneklendirebiliriz: Günümüz batı uygarlık ve kültürü daha çok deneysel verilere dayalı ise de, Hıristiyanlığın tarih sürecindeki bütün gelişim ve değişimlerine rağmen batı kültüründeki izleri ve katkısı göz ardı edilemez. Bunun bir diğer örneği de, antik İran kültürü, batı kültürü ve daha büyük ölçüde İslâm öğretilerinden etkilenen günümüz İran kültürünün yapısal dokusudur.

Bu nedenle, toplumların genel kültürünün büyük bir bölümünü din kültürünün oluşturduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

Makalemizin konusu, özetle, günümüz dünyasında din kültürünün görünüşünden ibarettir. Konuyu işlerken şu soruya da cevap aranacaktır: Hızlı bir sosyal ve kültürel değişimin yaşandığı ve yaşam tarzı ibresinin batı yaşam tarzı yönüne döndüğü iletişim çağı olan günümüzde "İslâmî kültürü koruma" ve "İslâmî kimliğin beka ve gelişimi" gibi bir konu ne kadar işlenebilir veya işlenmesinin ne kadar faydası olur?

Bazıları şöyle düşünmektedirler: İslâm kültürünün diğer kültür ve uygarlıklarla ve özellikle de günümüz batı uygarlığıyla ciddî karışımı, İslâm kültürünün yok olma sonucunu doğuracaktır. İslâmî kimlik ve kültürün korunması, ancak içine kapanması ve modernizmin getirilerinden yararlanmamak ve sakınmakla mümkündür.

Konu ettiğimiz soru, tam anlamıyla bu düşünce tarzından kaynaklanmıştır. Bunun cevabı ise, kısa olarak değerlendireceğimiz bazı hususlara bağlıdır.

2- Kültürel Değişim

İnsanın etken ve edilgen bir varlık olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, kültürel değişimin kaçınılmaz bir gerçek olduğu anlaşılacaktır. İnsan, kendi yaratıcılığıyla sosyoekonomik yaşam ve ilişkilerinin farklı yönlerini tecrübe eder ve sanat-edebiyat alanındaki değişik yaratıcılıklarını, iç dünyasının yüceliklerini, arzu ve düşüncelerini yansıtır. Öte yandan, beşerî toplumlar, çeşitli ırk ve milliyetler, farklı üsluplar ve kültürlerle, birbirleriyle ekonomik ve kültürel ilişki hâlindedirler. Bu temas ve ilişkiler, doğal olarak kültürel etkileşimi, toplumsal deneyim alışverişini ve çeşitli faydaları beraberinde getirir. Başka bir ifadeyle, kültürel değişimler, ırkların ve toplumların çoğalması ve çeşitliliğinin doğal bir sonucudur. Kur'ân, bu gerçeğe işaretle, çeşitli ırkların yaratılışının, milliyetlerin çokluğu ve çeşitliliğinin sırrını, bu ırk ve milliyetlerin birbirlerini tanıma ve birbirlerinden yararlanma ortamının hazırlanması olarak açıklamaktadır:

"Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletler ve kabileler kıldık." (Hucurat,13)

Bu nedenle de, "kültürel değişim" kavramı, kendiliğinde pozitif veya negatif bir kavram değildir. Bazen bir milletin başka bir millet ve medeniyetle karşılıklı temas ve ilişkisi, o milletin kültür zenginliğine sebep olduğundan pozitif sayılmakta; bazen de kültürel temas, bir kültürün ilerici ve yapıcı unsurlarından bir bölümünü kaybetmesine neden olduğundan negatif sayılmaktadır; ki buna "kültürel yozlaşma" veya "kültürel başkalaşım" da denir. Pozitif ve negatif olmak üzere her iki kısım değişimin tarihte birçok örneği vardır. Örneğin; İslâm, cahiliyet dönemi Arap kültüründe önemli ölçüde değişiklik meydana getirip öğretilerini yaygınlaştırarak altın çağındaki büyük İslâm medeniyetini kurmuştur. Öte yandan, çağdaş batı medeniyetinde de İslâm medeniyetinin önemli katkısı olmuştur. Haçlı seferleri sırasında, Ortaçağ Avrupa'sı, İslâm medeniyetiyle tanışmış ve bu tanışmanın modern Avrupa'nın şekillenmesinde önemli rolü olmuştur.

"Kültürel başkalaşım" diye tabir edilen negatif kültürel değişimin farklı dereceleri vardır. Bazen kültürel yozlaşmanın gidişatı, bir toplumda yavaş ve hissedilmez bir şekilde olurken, bazen de anî ve derinden olur. Nitekim negatif kültürel değişimin hacmi ve kapsama alanı da her zaman aynı ölçüde olmamaktadır. İslâm tarihinde bunun acı örneklerinden biri, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) vefatından sonra yaşandı. O gün İslâm toplumu, büyük bir kültürel başkalaşıma maruz kaldı ve İslâmî kültürün yapıcı ve zengin değerlerinden birçoğu solup gitti. Kabileciliğin reddi, eşitlik, adaletten yana olma, ırksal ve sınıfsal ayrımcılıklardan kaçınma, iman ve ilâhî hedef yolunda fedakârlık, dünya malına köle olmama, ahirete önem verme ve karşılıklı haklara saygı, Resul-i Ekrem'in, 23 yıllık çaba ve mücadelesi sonucu Müslümanların zihinlerine hâkim kılmaya muvaffak olduğu İslâm'ın temel değerlerindendi. Ama ne yazık ki, Resul-i Ekrem'den (s.a.a) sonra, çok geçmeden cahiliyet kültürü tekrar hortlamış ve İslâqm toplumunda İslâm'ın getirdiği yüce değerlerin bir kısmı başkalaşıma uğramıştı.

Hz. Ali (a.s), bu acı gerçeğe değinerek, İslâm toplumunun bir kez daha cahiliyet belâsına duçar olduğunu, ilâhî ipe sarılma ve İslâmî değerleri koruma yerine, cahiliyet ilişkilerine ve değerlerine yöneldiğini belirtmiştir:

"Bilin ki belânız gene döndü dolaştı; gelip çattı. Tıpkı Allah'ın, Peygamberi'ni gönderdiği gün (cahiliyet devri) gibi. Onu gerçek olarak gönderene andolsun ki, sınanma kalburunda alt üst olacaksınız; kaynayan kazandaki yemek gibi kepçeyle ayrılacaksınız..." (Nehc'ül-Belâğa, 16. Hutbe)

Yine başka bir yerde şöyle buyurmuştur:

"Fakat şunu da bilin ki siz, ellerinizi itaat bağından kurtardınız; sizin için kurulmuş olan Allah kalesini, cahiliyet hükümleriyle deldiniz, yıktınız." (Nehc'ül-Belâğa, 192. Hutbe)

Peygamber'den (s.a.a) sonraki dönemde, kültürel başkalaşımın birçok örneğini görmek mümkündür. Buna bir örnek verelim: Bilindiği gibi Resulullah (s.a.a), kabilecilik ve grupçuluğu ortadan kaldırmış, yerine imana dayalı ilişkileri hâkim kılmak için çok mücadele etmişti. Bu yüzden peygamberliği döneminde, iman ve küfür saflarında, bazen kardeşin kardeş karşısında, bazen babanın oğlu karşısında savaştığına tanık olmaktayız. Peygamber (s.a.a), iman çatısı altında herkesin kardeş olduğunu, imanın kan, ırk ve kabileden önde geldiğini öğretmişti. Oysa Peygamber'in (s.a.a) vefatından sonra, kabilecilik ruhunun yaygınlaştığına şahit olmaktayız. Yemen ahalisinden bir şair olan Necaşî adındaki bir adam, Sıffin Savaşı sırasında bir ramazan günü Hıristiyan arkadaşıyla birlikte şarap içince, Hz. Ali (a.s) kendisine had uyguladı. Hz. Ali'nin (a.s) taraftarlarından ve Necaşî ile aynı kabileden olan Tarık b. Abdullah, kalkıp Hz. Ali'ye (a.s) şöyle dedi: "Bu haddi uygulamakla, kalplerimizi hışımla doldurdun." Sonra da etrafındakilerle birlikte Muaviye'ye katıldı.

Dünya peşinde koşma ve mal toplamanın yaygınlaşması, Peygamberimizin vefatından sonraki kültürel başkalaşımın bir diğer göstergesidir. Kendisinden infak, fedakârlık ve fakirlerin elinden tutmayı öğrendikleri Peygamber'in yaranından birçoğu, altın ve mal biriktirmeye başladılar. Onlardan biri olan Abdurrahman b. Avf öldükten sonra, altınlarını baltayla parçalayıp vârisleri arasında taksim ettiler. Talha ve Zübeyr öldükleri sırada binlerce cariye, köle, at ve evcil hayvana sahiptiler.

3- Kültürel Değişim; Süreç Ya da Proje

Toplumlardaki kültürel değişimi, iki temel başlık altında ele alabiliriz:

1) "Kültürel değişim süreci" diyebileceğimiz doğal ve plânlanmış bir süreç sonucu meydana gelen değişim. Bu süreçte, değişik kültürlere sahip insan toplumları, çeşitli alanlarda birbirleriyle olan karşılıklı ilişkiler sonucu, doğal olarak ve tedricî bir şekilde birbirlerini etkiler, bazen pozitif, bazen de negatif yönde birbirlerinin kültürel değerlerinde iniş çıkışlara, değişimlere sebep olurlar. Genellikle bu etkileşimde etkin olan taraf, kültürel açıdan daha zengin olan toplum olur. Bu tür değişim bir "süreç" olup, doğal ve sürekli olarak bütün toplumlarda görülür.

2) "Kültürel değişim projesi" diyebileceğimiz doğal olmayan, plânlanmış ve bir tür "kültürel mühendislik" sonucu meydana gelen değişim. Bu tür kültürel değişim; fertler, kuruluşlar, devletler veya siyasal ve ekonomik güçler tarafından özel bir hedefle plânlanıp yürütülen, irade ve isteme dayalı bir harekettir. Kültürel değişim bu durumda, önceden plânlanıp uygulanmaya konulan ve toplumun kültürel değerlerinin tamamının veya bir kısmının, yerini yeni kültürel değerlere bırakmasını amaçlayan toplumsal bir proje olur.

"Kültürel değişim projesi" de nötr bir kavramdır; olumluluk veya olumsuzluk yönünden hakkında genel bir hüküm vermek doğru değildir. Bu hususta verilecek olan hüküm, "kültürel değişim projesi"nin hedefi ve amacına göre değişir; bazen pozitif, bazen de negatif olabilir.

Yüce İslâm dinin cahiliyet kültürünü değiştirme projesi, pozitif olanının en iyi örneklerindendir. Aziz İslâm Peygamberi, ilâhî emirle kararlı bir şekilde, yavaş yavaş İslâmî kültürel değerleri, sapık cahiliyet kültürel unsurların yerine geçirdi. Peygamberimiz, Muaz b. Cebel'i Yemen'e gönderdiğinde, o yörenin cahiliyet kültürünü değiştirmesi yönünde kendisine talimat vererek şöyle buyurdu: "O bölgede cahiliyet adına ne varsa ortadan kaldır." (El-Garat, s. 366)

Şunu da acı bir gerçek olarak kabul etmeliyiz ki, İslâm toplumu, aziz İslâm Peygamberi'nden sonra, bir "kültürel değişim süreci"ne maruz kaldığı gibi, aynı zamanda bir "kültürel değişim projesi"yle de karşı karşıya kaldı. Ümeyye Oğulları ve özellikle Muaviye, asil İslâmî kültürünün değişmesi doğrultusunda çok çaba harcadı. Muaviye, kendi hükümetinin temellerini sağlamlaştırmak ve zalim yöneticiler karşısında halka boyun eğdirmek için, zulüm ve zorbalık kültürünü Müslümanlar arasında yaygınlaştırdı. Muaviye, Sıffin Savaşı'ndaki zaferini ve hakemlik olayını, Allah'ın, kendi hükümetine rıza gösterdiğinin delili sayarak saltanatının ilâhî bir yazgı olduğunu ileri sürdü. Muaviye, kendisi gibi fasık olan oğlu Yezid'in atamalı hilâfetine, Aişe ve Abdullah b. Ömer'in itirazı karşısında cebriyeciliğe tevessül edip, bunu ilâhî kaza ve kadere dayandırarak şöyle dedi: "Yezid, halkın seçme hakkının bulunmadığı ilâhî yazgılardan biridir." (El-İmame ve's-Siyase, s. 205)

Muaviye, hükümeti döneminde Nebevî sünnete bağlılık göstermedi; İslâm dünyasına saltanat düzenini hâkim kıldı ve kabile liderlerini satın alarak, İslâm dünyasında sınıfsal bölünmelerin, toplumsal ve ekonomik ayrıcalıkların temelini attı. Muaviye'nin kültürel değişim projesi çerçevesindeki diğer bir girişimi, mescitler ve minberleri Peygamber hanedanı aleyhine seferber etmesi, hatipleri, onların aleyhinde konuşmaya ve Hz. Ali (a.s) ve yaranını küçük düşürücü sözler sarf etmeye mecbur etmesidir. Hadis uydurma, Nebevî hadisleri tahrif etme, Ehl-i Beyt ve Hz. Ali (a.s) hakkında nazil olan Kur'ân ayetlerine farklı ve yanlış yorumlar getirme, onun kültürel değişim projesinin bir bölümünü oluşturuyordu. Örneğin; Semere b. Cündeb, Muaviye'den aldığı dört yüz bin dirhem karşılığında, Hz. Ali'nin (a.s) Peygamber'in hicret gecesinde yaptığı fedakârlık hakkında nazil olan; "İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını elde etmek için, kendi nefsini satar (feda eder)." (Bakara, 207) ayetini manen tahrif ederek, lânetli İbn-i Mülcem'in Hz. Ali'yi (a.s) şehit etmesi hakkında indiğini söylemiştir.

4- Çağdaş Dünyada Kültürel Saldırı Plânı

İletişim teknolojisinin gelişmesi, sosyoloji ve psikoloji gibi sosyal bilimlerin gelişip zenginleşmesi ve toplu iletişim araçlarından yararlanma kültürünün yaygınlaşması, bir plân çerçevesinde toplumların kültürlerini değiştirmek için gerekli şartları oluşturmakta üç önemli ve temel etkeni teşkil etmektedir. Günümüzde insanların düşüncelerini daha kapsamlı ve daha kolay bir şekilde kontrol etmek ve yönlendirmek mümkündür. Kamuoyunu ve insanların seçimlerini yönlendirmek, sadece masraflı propagandalar veya siyasetçilerin seçim mücadeleleriyle sınırlı değildir. Belirtilen üç etken, kapsamlı kültürel değişim projelerinin hayata geçirilmesini, sanıldığından daha kolay kılmaktadır.

Günümüz dünyasında, ekonomik ve siyasî güç odakları, güçlerini her toplumda pekiştirebilmek için, kültür etkeninin yardım ve işbirliğine ihtiyaç duyulduğu gerçeğini iyice kavramışlardır. Örneğin; tüketim ve moda kültürü, çok uluslu büyük şirketlerin ekonomik konumunun sağlamlaşmasında önemli rol ifa eder. Tüketimcilik ve lükse rağbet karşısında direnen bir toplum, toplumsal ve siyasî yaşamına nüfuz etmek isteyen ekonomik güç odaklarının önünü doğal olarak kapatmaktadır. Bu yüzden, siyaset sahnesinin asıl yöneticileri olan ve siyasî sultayı yönlendirip kontrol eden ekonomik güç odakları ve çok uluslu şirketler, çeşitli toplumlar ve milletler arasında konumlarını güçlendirip yaygınlaştırabilmek için, nüfuzlarının kültürel şartlarını daha uygun hâle getirmeye muhtaçtırlar. Bu yüzden, sosyal bilimler uzmanları, toplu iletişim araçlarının yönlendirmesiyle toplumların kültürel değişimi ve kontrolü doğrultusunda çaba harcıyorlar. Kültürel saldırı ve toplumların kültürlerini değiştirme projesi, geri kalmış üçüncü dünya ülkelerine mahsus değildir; aksine hâkim durumdaki siyasî ve ekonomik güç, tasallutunu sağlamlaştırmanın kültürel şartlarını bütün toplumlarda -sanayileşmiş ve ilerlemiş toplumlar da dahil- oluşturmaya çalışmaktadır. Bugün Avrupalı düşünür ve sanatçıların birçoğu, "Amerikan tarzı yaşam"ın yaygınlaşmasından ve "Hollywood kültür ve sanatı"nın artmasından üzüntü duymakta ve bazıları "globalleşme" projesini, toplumları Amerikalılaştırma (Americanization) projesinin bir başlangıcı olarak yorumlamaktadırlar.

5- Din Kültürünün Durumu Ve Bizlere Düşen Görev

Günümüzde İslâmî kültür ve İslâmî kimlik, iki açıdan tehdit altındadır: Evvelâ; kültür değişiminin doğal süreci, şu anki şartlarda daha hızlanmış durumda. İletişimin yaygınlaşması, kültürlerin kaynaşması için daha müsait bir ortam icat etmiştir. Öte yandan; toplumların ekonomik yapısının değişmesi, toplumsal işlerin taksiminin daha karmaşık hâle gelmesi ve elektronikleşmenin ilerlemeye doğru gidişatı, doğal olarak genel kültürü ve bu cümleden dinî kültürü etki altında bırakıyor ve yer yer asil İslâmî kültürle çelişen özel kültürel münasebetleri beraberinde getiriyor. İslâmî kimlik için en büyük tehlike, batı kültürünün yerleşmesi projesini uygulamaya ve İslâmî kültürün tedricen başkalaşımını sağlamaya çalışan kuruluş ve merkezler tarafından ortaya çıkar. Müslüman genç nesilleri kültürel ve tarihî köklerinden uzaklaştırmak, ahlâkî ve manevî değerlere bağlılık ruhunu zayıflatmak ve geçici lezzetler ve zevahire imrendirmek, kültürel başkalaşım projesinin aslî hedeflerini teşkil etmektedir.

Daha önce vurguladığımız gibi, kültürel değişimlerin bir kısmı, kaçınılmaz bir olay olup, tarih sürecinde doğal olarak ortaya çıkar. Ancak bu sözün anlamı, İslâmî kimliği ve İslâmî kültürün içeriğini korumanın imkânsız olduğu değildir. Çünkü her kültür iki bölümden oluşur:

1) Bir kültürün özünü ve temel unsurlarını kapsayan bölüm. Bu bölümde baş gösterecek olan az veya çok, küçük veya büyük her türlü değişim, o kültürün yozlaşmasına, başkalaşmasına sebep olur.

2) Bir kültürün temel unsurlarının kalıpları ve dışa yansıma şekillerini içeren bölüm. Bu bölümde zamanla bazı değişikler meydana gelebilir ve bu değişim zararlı olmadığı gibi, yararlı ve bazen gereklidir de. Buna göre, bir milletin kendi kültürünün temel unsurlarını koruyarak çeşitli sosyal kalıp ve şekillerle uyum sağlayabilmesi ve tarihin akışı içinde diğer kültürler ve medeniyetlerle olan çeşitli ilişkilerini doğru tahlil ederek kendi kültürünün temel cevherini koruması mümkündür.

İslâmî kimlik ve kültürün temel unsurları; ahlâklî değerler, ferdî erdemler, ibadet ruhu, ahirete meyil, karşılıklı haklara riayet, adaletten yana olma, insanlara saygı, bilgi ve emeğe değer verme gibi şeylerdir. Bütün zamanlar ve mekânlarda geçerli olan bu kültürel değerler, özel bir sosyal kalıpla, özel bir nesil ve asırla sınırlanamaz. Ancak bunların bir kültürel başkalaşım sonucu ortadan kalkmaması için, Müslümanların kendi asil kültürel miraslarını top yekûn koruma iradesi ve azmine bağlıdır. Günümüzün hassas şartlarında İslâm toplumunun eğitimli elit tabakasının omuzlarında ağır bir görev vardır. İslâm toplumunun düşünürleri, aydınları ve bekçileri, bir yandan zamanın gereklerini, asrın inceliklerini tanımalı; diğer yandan, açık görüşlülük ve taahhütle İslâm toplumunun kültürel eksikliklerini ve zaaflarını tanımalıdırlar ki, İslâmî olmayan kültürün tasallut ve kültürel başkalaşım projesinin gerçekleşme yollarını tıkayabilsinler. Çağdaş medeniyetin gerçeklerini ilgisizlikten, tutuculuktan, katılık ve dar görüşlülükten uzak bir şekilde tanımak, İslâm toplumlarının kültürel gerçeklerini insaflıca eleştirmek, gerçek İslâmî kültürü korumanın yollarını aramak ve İslâmî kimliği tehdit eden tehlikelere karşı mücadele etmek, çağdaş İslâm dünyasının en zarurî ihtiyacıdır.

 

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar