Ehl-i Sünnetin Hadis Kaynakları Üzerine Bir Araştırma

Cumartesi, 15 Şubat 2014 18:52

Abdullah TURAN

 

İki İslâmî grup (Şia ve Sünni) arasındaki farklılıklara rağmen, hadis kaynaklarında ortak rivayetlerin yanı sıra, sadece bir gruba has, yâni diğer grubun kesinlikle nakletmediği veya asla kabul etmediği rivayetler de vardır. Bizim bu yazıdan amacımız, her iki grubun hadis kaynaklarının güvenilirlik ölçüsünü incelemek, özellikle yazılmış olan hadisin, Allah Resulü’nden duyulmuş olan hadise oranla doğruluk değerini ölçmek böylece de Hz. Peygamber (s.a.a)’in gerçek sünnetini elde etmektir. Bütün raviler sadık, sıka ve doğru-dürüst olsalar da onların farkları şundadır ki, onlardan bazıları hadisleri duyduktan sonra hemen yazmış, bazıları da hafızasında tutup uzun bir zaman geçtikten sonra onu nakletmiştir.[1]

Ehl-i Sünnet Hadislerinin Tedvin Aşamaları

Ehl-i Sünnet arasında hadis tedvini üç dönem geçirmiştir:

a) Hz. Peygamber’in hadislerinin nakledilme, dinlenilme ve yazılmasının yasaklanış dönemi.

b) Hadis uydurma ve teksir etme dönemi.

c) Hadis tedvin etme dönemi.

Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in vefatından sonra, O Hazretin hadislerini yazmak, nakletmek, hatta dinlemek bile yasaklanmıştı. Bu yasak yüz yıl sürdü. Ondan sonra hadis yazımı ve tedvini resmen başlamış oldu. Malik’in “Muvatta” kitabı tedvin edilen ilk hadis kitaplarındandır. Ondan sonra bir çok sihah ve müsnetler telif ve tedvin edildi. Bir süre de yazılmış olan hadisler incelenmeye tabi tutulup sahih olan hadisler, zayıf olan hadislerden arındırılmış ve o dönemin neticesinde “Sihah-ı Sitte” oluşmuştur. Şimdi her aşamayı tafsilatıyla açıklıyoruz:

  1. İlk Aşama: Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadislerinin nakledilme, dinlenilme ve yazılmasının yasaklanışı

a) Hz. Peygamber’in Hadislerini Yazmanın Yasaklanması

Ahmed bin Hanbel, Müslim, Daremi, Tirmizi ve Nesaî, Ebu Said-i Hudri’den naklen Hz. Peygamber (s.a.a)’in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:

“Benden, Kur’ân’dan başka bir şey yazmayın; Kur’ân’dan başka bir şey yazan, onu mahvetsin.”[2]

Bu hadis, kitaplarda yazılmış ve çeşitli beyan ve şekillerde nakledilmiştir; ama ortak manaları, naklettiğimiz şekildedir. Yine Ebu Said-i Hudri’den, hadis yazmanın câiz olmaması hususunda diğer hadisler de nakledilmiştir. Örneğin:

“(Ashaptan bazıları) hadis yazmak için Peygamber (s.a.a)’den izin istediler; fakat Peygamber (s.a.a) onlara izin vermedi.”[3]

b) Birinci ve ikinci hâlifenin emriyle hadis yazımının yasaklanışı:

1- Zehebi Tezkiret-ul Huffaz’da, Merasil bin Ebi Melike’den şöyle naklediyor:

Ebu Bekir, Hz. Peygamber (s.a.a)’in vefatından sonra hâlkı toplayıp şöyle dedi:

“Siz Peygamberden, hakkında ihtilafa düştüğünüz bazı hadisler naklediyorsunuz; hâlkın sizlerden sonra o hadisler hususunda ihtilafları daha çok olacaktır. Binaenaleyh Resulullah’tan bir şey nakletmeyiniz! Eğer bir kimse sizden soru sorarsa, Allah’ın kitabı bizimle sizin aranızdadır, onun helâlini helâl, haramını da haram bilin, deyin”[4]

2- Çeşitli rivayetlerde ikinci hâlifenin sünen yazmak istediği, bu konu hakkında ashaptan görüş alış-verişinde bulunduğu, bir ay boyunca Allah’tan hayırlı bir yol talep ettiği ve nihayet bir şey yazmamak için karar alıp şöyle dediği nakledilmiştir:

“Ben, sizden önceki bir kavmi hatırladım; onlar bir çok kitaplar yazdılar; sonra o kitaplara önem vererek Allah’ın kitabını terk ettiler. Allah’a ant olsun ki, ben Allah’ın kitabını başka bir şeyle kesinlikle karıştırmayacağım.”[5]

Daha sonra şehirlere şöyle bir genelge gönderdi:

“Kimin yanında Peygamber’den (s.a.a) bir hadis varsa onu yok etsin.”[6]

3- Aişe şöyle naklediyor:

“Babam Peygamber’den (s.a.a) beş yüz hadis yazmıştı; bir gece sabaha kadar uyumadı; sabah olunca bana şöyle dedi: “Kızım, yanında olan hadisleri getir.” Ben de onları getirdim; derken onları yaktı ve şöyle dedi: “Ölüp de onların senin yanında kalmasından korktum...”[7]

4- Zeyd bin Sabit kendi sahifesini (kitabını) suyla yıkadı, daha sonra onu yakarak şöyle dedi: “Eğer başka sahifelerin de uzak yerlerde olduğunu öğrenmiş olursam, tüm çabamla oraya gidip onları da yok ederim.”

Abdullah bin Mes’ud da sahifeleri yok etmek için çaba sarf edip şöyle diyordu:

“Bu kalpler, adeta bir kaptır; öyleyse onu Kur’an’la işgal edin (doldurun), başka bir şeyle değil.”[8]

c) Hz. Peygamber’den hadis nakletmeği yasaklama!:

İkinci hâlife, Abdullah bin Huzeyfe, Ebu Derda, Ebuzer, İbn-i Mes’ud ve Ukbet bin Amir gibi bir çok hadis ravisini çağırtıp, onları, hadis nakletmekten alıkoymak için hapse attı. İkinci hâlife öldürüldükten sonra, Osman’ın vasıtasıyla serbest bırakıldılar.[9]

Kurza bin Ka’b şöyle naklediyor:

“Irak’a yolculuk etmeği düşünüyordum; Ömer beni, Sırar’a (Medine’nin yakınlarında bir yerin ismi) kadar yolcu etti. Daha sonra; “Sizinle birlikte buraya kadar niçin geldiğimi biliyor musun?”diye sordu. Cevaben; “Bizi yolcu etmek ve bize ikramda bulunmak kastıyla herhâlde” dedim. Ömer bu sözüme karşılık şöyle dedi: “Başka bir kastım da var; siz öyle bir şehre gidiyorsunuz ki, o şehrin bütün hâlkı Kur’an okumakla meşguldür; onları hadisle meşgul etmeyiniz; Kur’an’ı güzelleştirin, Resulullah’tan hadis rivayet etmeği ise azaltın.”

Kurza Irak’a vardığında, hâlk ondan hadis söylemesini rica etti; o da cevaben; “Ömer beni hadis nakletmekten nehy etmiştir” dedi.[10]

Ömer bir gün, İbn-i Mes’ud, Ebu Derda ve Ebuzer’in hadis nakletmelerine itiraz etti; daha sonra onları hapse attı; onlar ikinci hâlifenin ölümüne dek hapiste kaldılar.[11]

Ashap öyle bir korku ve vahşet atmosferi içinde idi ki, eğer bir kimsenin ağzından, farkında olmadan “kâle Resulullah” (Resulullah buyurdu) sözü çıkmış olsaydı, korkuya kapılıp ne yapacağını bilmezdi. Örneğin:

Amr bin Meymun şöyle diyor: “Bir yıl, İbn-i Mes’ud’la gidiş gelişimiz vardı; onun kesinlikle Resulullah (s.a.a)’den bir hadis naklettiğini görmedim. Bir gün konuşuyorken ağzından “kâle Resulullah” lafzı çıktı; bundan dolayı çok sıkılıp gama büründü; öyle ki alnından ter akmaya başladı.”[12]

Buhari, Said bin Zeyd’den şöyle dediğini naklediyor: “Benim Talha bin Ubeydullah, Sa’d bin Ebi Vakkas, Mikdad bin Esved ve Abdurrahman bin Avf ile sohbetim oluyordu; onların hiçbirinden Resulullah (s.a.a)’den bir hadis naklettiklerini görmedim; sadece Talha, Uhud savaşından söz ediyordu.”[13]

Zeyd bin Erkam’a; “Bize hadis söyle” dediklerinde; “Kebirna ve nesiyna” (İhtiyarladık; unuttuk) diyordu. Aşere-i Mübeşşere’den biri olan Said bin Zeyd bin Amr bin Nufeyl gibi bazı sahabeler çok az hadis nakletmişlerdir. Ebu Ubeyde-i Cerrah’ın, Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’de hiçbir hadisi yoktur.[14]

Elbette Feth-ul Bâri, Buhari’nin şerhinde, Said bin Zeyd’in kıssasının dipnotunda şöyle yazıyor: “Onlar, hadisin azaltılıp çoğaltılmasından korktuklarından dolayı konuşmuyorlardı.” Feth-ul Bâri onların amelini, ihtiyatlı bir hareket olarak göstermeğe çalışıyor.

Her hâlükârda, sürekli Peygamber (s.a.a)’le birlikte olan ashabın bu tutumu, ister kıyamet gününden korkarak, isterse hakim olan baskıdan korkarak hadis nakletmekten çekinmeleri, Hz. Peygamber (s.a.a)’in sünnetinin yok olmasına sebep oldu. Birinci neslin vefat etmesi ve çeşitli tebligatlar neticesinde artık sabit ve güvenilecek bir hadis bâki kalmadı. Şimdi Sihah-i Sitte’nin, sözümüzü teyit eden hadislerine dikkatinizi çekiyorum:

1- Namazın teşehhüdünün sigaları (okunuş şekli):

Teşehhüt, namazın farzlarından biri olmasına ve her gün kaç defa tekrarlanmasına rağmen, bir çeşit sigası (okunuş şekli) yoktur. Zira Sahih-i Müslim ve Sahih-i Buhari’de İbn-i Mes’ud’un teşehhüdü şöyledir:

“Ettehiyyatu lillahi ve’s-selevatu ve’t teyyibatu, es selamu aleyke eyyühe’n nebiyyu ve rahmetullahi ve berekatuh, es selamu aleyna ve ala ibadillah’is salihin, eşhedu en la ilahe illellahu ve eşhedu enne Muhammeden abduhu ve resuluh.”

İbn-i Abbas’ın teşehhüdü ise şöyle:

“Et tehiyyat’ul mübarekatu ve’s salavat’ut tayyibatu lillahi, es selamu aleyke eyyuhe’n nebiyyu ve berekatuh, es selamu aleyna ve ala ibadillah’is salihin, eşhedu en la ilahe illallahu ve eşhedu enne Muhammed’en resulullah.”

Ömer bin Hattab’ın minberin üzerinde de okuduğu teşehhüt şöyle:

“Et tehiyyat’uz zakiyatu lillah’it tayyibati salavatullahi...”

Serahsî’nin rivayetinde de şöyle:

“Et tehiyyat’un namiyat’uz zakiyat’ul mübarekat’ut tayyibatu lillahi ...”

Ebu Said-i Hudri’nin teşehhüdü ise şöyle:

“Et tehiyyatu, es salavat’ut tayyibatu, es selamu aleyke...”

Ebu Said-i Hudri daha sonra şöyle diyor:

“Biz Kur’an ve teşehhüdün haricinde bir şey yazmıyorduk.”[15]

2- Nikah akdinin sigası (okunuş tarzı):

“Bir kadın Resulullah (s.a.a)’in yanına gelerek, kendisini O Hazrete bağışlamak istedi. Bu arada bir şahıs ileri çıkarak Hazrete; “Onun nikahını bana kıy” dedi. O adamın kadına mihriye verecek bir gücü yoklu; fakat Kur’an’ın bazı ayetlerini ezberlemişti; bunları o kadına öğretebilirdi. Bundan dolayı Resulullah (s.a.a) o kadını, (bildiği ayetleri ona öğretmesi şartıyla) o adama nikahladı.”

Resulullah (s.a.a)’in onları nasıl bir siga ve cümle ile evlendirmesine gelince, bir rivayette Hazretin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Enkehtukeha bima meake min’el Kur’an”

İkinci bir rivayette ise Hazretin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“ Kad zevvectukeha bima meake min’el Kur’an.”

Üçüncü bir rivayette ise şöyle buyurduğu geçmiştir:

“Zevvectukeha ala ma meake.”

Dördüncü bir rivayette ise şöyle:

“Kad mette’tukeha bima meake.”

Beşinci rivayette ise şöyle:

“Kad mette’tukeha bima meake min’el-Kur’an.”

Altıncı rivayette ise şöyle:

“Enkehtukeha ala en tegreaha ve tuellimeha.”

Yedinci bir rivayette ise şöyle:

“Emkehnakeha...”

Sekizinci bir rivayette ise şöyle:

“Huzha bima meake.”[16]

Bu ihtilaflardan bir çok helâl ve haramlar doğmaktadır. Bunlar sadece lafzi ihtilaf değil, kendilerine has bir takım fıkhî etkileri de vardır.

Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisleri uzun yıllar boyunca yazılmadığına göre, hadislerdeki uyduruk ve tahrif ihtimalini görmezlikten gelsek de, yine de hiçbir lafız ve mazmunun Hz. Peygamber (s.a.a)’in kendisinden sadır olduğuna yakin edilmez.

b) Hadis uydurma ve teksir etme:

İlk hâlifeler, hadis yasaklama ve Kur’an okumaya teşvik etmekle bir çok hadislerin unutulmasına sebep oldular. Osman’ın zamanından itibaren bazı kimseler, çeşitli amaçlardan dolayı hadis uydurmaya teşebbüs ettiler. Her fırka diğer bir fırkaya galip olmak için, kendisini bir hadisle Resulullah’a intisap ediyordu.[17]

Dediğimiz gibi çeşitli sebeplerden dolayı bir çok hadisler uydurulmuş oldu. O sebeplerden bazıları şunlardır:

1- Dini yanlış tanıtmak için bir çok hadislerin zındıklar tarafından uydurulması.

2- Bazı İslâmî grupların, birbirlerine galip ve hakim olmak için bir çok hadisleri vazetmeleri. Örneğin: Hanefiler, Şafiilerin aleyhinde şöyle bir hadis uydurdular:

“Ümmetimin arasından Muhammed bin İdris isminde bir adam çıkacaktır; o, ümmetime İblis’ten daha zararlıdır; Ümmetim arasından kendisine Ebu Hanife denilen bir adam gelecektir; o, ümmetimin kandilidir.”[18]

Bu hadisin senedinde, Me’mun bin Ahmed-i Selmi ve Ahmed bin Abdullah-i Hunbari isimlerinde hadis uyduran iki şahıs vardır. Bu hadisi, Hatib-i Bağdadi Ebu Hureyre’den merfu olarak (senedini zikretmeksizin) nakletmiştir.

Buna karşılık Şafiiler de başka bir hadis uydurdular; o hadis şudur:

“Kureyş’e ikram edin; şüphesiz Kureyş’in alimi yerin tabakalarını ilimle doldurmaktadır.”[19]

3- Hadis uydurmanın diğer sebeplerinden biri de, hadisi iyice ezberlememektir. Şöyle ki, hadis nakledenin hadis uydurma diye bir kastı yoktur. Ama hafızası az olduğundan dolayı, sözü yanlış duymuş ve böylece onu yanlış olarak da halka aktarmıştır; onu nakletmek de bir çeşit hadis uydurmak sayılmaktadır.

4- Hakim ve sultanlara yakın olmak için hadis uydurmak.

5- Yaşlılık ve hafızayı kaybetme neticesinde hadis uydurmak.

6- Münazarada karşı tarafa galip olmak için hadis uydurmak.

7- Halkın rızasını kazanmak için hadis uydurmak. Örneğin; hikaye anlatırken onu güzelleştirmek için bazı şeyler artırmak.

8- Mekruhlardan korkutmak ve müstehaplara teşvik etmek için hadis uydurmak.

Çeşitli sebeplerden dolayı hadsiz hesapsız bir şekilde hadis uydurmaya koyuldular. Hatta kıyas ve istinbatlarından elde ettikleri neticeyi bile Hz. Peygamber’e nispet verdiler.[20] Örneğin şöyle dediler:

“Eğer Peygamber’in eşi olan Ebu Süfyan’ın kızı, “Ümm-ül Müminin’” (müminlerin annesi) ise, Muaviye de “Hâl-ul Müminin” (müminlerin dayısı)’dır.

Kaç yıl böyle geçti; nihayet ümmetin fikir sahipleri, sahih olan hadisleri toplamaya ve onları binlerce batıl hadislerin arasından ayırt etmeğe karar verdiler. Böylece üçüncü aşama, yâni sahih hadisleri toplamak ve onları tedvin etmek aşamasına gelinmiş oldu.

c) Hadis Tedvin Etme Dönemi Malik’in Muvatta’sı

Ehl-i Sünnetten Hz. Peygamber (s.a.a)’in hadisini toplayan ilk şahıs, Medine’nin fakihi olan Malik bin Enes’tir. Hicri 91-93 yılları arası doğmuş ve 179’da ise vefat etmiştir. Ehl-i Sünnet alimleri, onun kitabını kabullenmişlerdir. Şafii onun kitabı hakkında şöyle diyor:

“Malik’in Muvatta’sı Allah’ın kitabından sonra en sahih kitaptır.”[21]

Dehlevi “Hüccetullah’il Baliğa” kitabında şöyle demiştir:

“Birinci tabakada yer alan hadis kitapları, şu üç kitaptan ibarettir: Muvatta, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim.”[22]

Suyuti “Tenvir-ul Havalik” kitabında, Kadı Ebu Bekr bin Arabi’den şöyle naklediyor:

“Malik’in Muvatta kitabı birinci asıl, Buhari’nin sahihi ise ikinci asıldır.[23] Malik, yüz bin hadis rivayet etti; fakat Muvatta kitabında on bin tanesine yer verdi. Daha sonra bu hadisleri sürekli olarak Kur’an’a ve Hz. Peygamber’in ameli sünnetine sunuyordu; nihayet beş yüz hadis bâki kaldı.” [24]

Ferhun “El Mezheb-u fî Marifet-i A’yan’il Mezheb” adlı kitabın önsözünde, Atik bin Zübeydî’den şöyle naklediyor:

“Malik, Muvatta kitabında on bin hadis topladı; her yıl o kitaba bakarak bazı hadisleri çıkarıp atıyordu. Eğer birazcık da yaşayacak olsaydı, hepsini silip atacaktı.”[25]

Zerkanî’nin Muvatta’ya yazdığı şerhde, İbn-i Hebbab, Ulkiya Heras ve Ebheri’den de üstte geçen ibarelere benzer sözler nakledilmiştir.[26]

Malik’in Muvatta’sıyla ilgili bazı nükteler:

Evvela; Malik hicretten takriben 90 yıl sonra dünyaya geldi. Eğer hadis yazımına 30 yaşından itibaren başlamış ve Hz. Peygamber-i Ekrem’in zamanında yaşayanlardan veya en azından hicret zamanından O’nunla birlikte olanlardan hadis nakletmek istemiş olursa, o zaman dört vasıtaya ihtiyaç duyması gerekir. Birinci aşamada değindiğimiz gibi, ilk raviler, yâni ashap, hadis yazmadılar; Hz. Peygamber’den sonra da bir şey yazılmadı. Çünkü o zamanlar hadis nakletmek ve hadis toplamak yasaktı.

Birinci aşamadaki sözleri dikkate aldığımızda, Muvatta’nın bir hadisinin bile Hz. Peygamber’den sadır olduğunu söylemek mümkün değildir. Hak, Atik bin Zübeyr’ledir; ki şöyle demişti: “Eğer Malik daha çok yaşamış olsaydı, Muvatta’nın bütün hadislerini silip atacaktı.”

Saniyen; “Malik, sahih hadisi zayıf hadisten ayırt edebilmek için toplamış olduğu hadisleri Kur’an ve Hz. Peygamber’in ameli sünnetiyle mukayese etmiştir.” deniliyor. Bunun anlamı, Malik’in Kur’an ve sünnetten kavradığı anlayışı kendisine ölçü edindiğidir. Buradaki asil soru şudur ki, onun kitap ve sünnetten elde ettiği anlayışın doğru olduğunun delili nedir? Malik’in yanılmadığına dair elimizde bir garanti yoktur. Dolayısıyla da Malik ve onun gibi kişilerin tashih ve taz’ifleri, buradaki sorunu çözme hükmünde değildir.

Diğer bir soru da Hz. Peygamber’in ameli sünnetinin Malik’in eline nasıl ulaştığıdır. Acaba hükümetlerin, keza toplumun iktisadi ve siyasi durumu, halkın yaşam tarzları ve onların sünneti algılama tarzı üzerinde herhangi bir etkisi olmamış mıydı? Acaba halkın arpa ekmeği yediği zamanla, bazı insanların altını keserle kırdığı zaman arasında sünnete bakış açısından bir farklılık oluşmamış mıydı? Acaba Malik hangi sünneti, Hz. Peygamber’in ameli sünneti olarak kabul etmişti? Diğer bir nükte de şu ki, hadis konusunda ilk tedvin olunmuş olan Muvatta kitabının nüshâları, muhteva (içerik), takdim, tehir ve bablar açısından birbirleriyle farklıdır. Dolayısıyla da, dört vasıta ve bunca nüsha ihtilaflarıyla elimize ulaşan Muvatta ve benzeri hadis kitapları bizim onlara güvenirliğimizi azaltmaktadır.

Sahih-i Buhari

Hadis toplamaya koyulan ikinci şahıs, Buhari lakabıyla meşhur olan Ebu Abdullah Muhammed bin İsmail-i Farisî idi. Buhari, hicri 194 yılında doğmuş, 256’da ise vefat etmiştir. O, “Sahih-i Buhari” adlı hadis kitabını yazmak için 16 yıl zahmet çekmiştir. Onun kitabı hakkında şöyle diyorlar:

“Buhari, kendi Sahih’ini 600 bin hadisin içerisinden istihraç etmiştir.”[27]

İsmaili, Buhari’den şöyle dediğini nakletmiştir:

“Bu kitapta sadece sahih hadisleri yazdım; yazmadığım sahih hadisler yazdığımdan daha çoktur.”[28]

Yine şöyle demiştir:

“Ben yüz bin sahih hadis ve iki yüz bin de sahih olmayan hadis ezberledim.”[29]

Buhari’ye Tenkitler Birinci tenkit:

Hatib-i Bağdadi kendi tarihinde Buhari’nin şöyle dediğini naklediyor:

Nice hadisleri Basra’da duydum; onları Şam’da yazdım; nice hadisleri Şam’da duydum; onları Mısır’da yazdım.” Kendisine: “Ea Eba Abdullah (lakabı), kâmil bir şekilde mi yazdınız?” dediklerinde ise susarak cevap vermedi.[30]

Buhara’nın Emiri Uhaydir bin Ebi Cafer de aynı sözü ondan nakletmiştir.[31] İbn-i Hacer-i Askalani de şöyle naklediyor: “Buhari sahihinde “Nevadir” diye adlandırdığı hadisleri, bir senet, iki lafızla tahriç etmiştir.”[32]

Velhasıl birinci tenkit şudur ki, Buhari duymuş olduğu hadisleri bir yerde topluyormuş. Onun bu ameli normal olarak bazı kelimelerin değişmesine veya atılmasına sebep oluyormuş. Bazen de bir hadisin senedi diğer hadisin senediyle karışmıştır. Buhari’nin kendisi de hem amelen, hem de lafzen bu gerçeği itiraf etmiştir.

İkinci tenkit:

Çeşitli karine ve tenkitlerle, Sahih-i Buhari’nin müellifinin kendi hayatında, söz konusu kitabın temize çekilip tanzim edilmediği anlaşılmaktadır. O karine ve delillerden biri, Ebu İshak el- Mustemeli, Ebu Muhammed es Serahsi, Ebu Heysem Keşmiyheni ve Ebu Zeyd Mervzi’nin rivayetlerindeki takdim ve tehirler (kelimelerin ileri geri yazılmış olmalarıdır;) ve Abdurrahman bin Avf ve Said bin Ziyad’ın biyografilerinin zikredilmemesidir.

Üçüncü tenkit:

Buhari sahihinde, zayıf, yalancı, meçhul ve ithamlı olan insanlardan pek çok hadisler nakletmiştir. Feth’ul Bari’nin takriben 65 sayfası, bu şahısların isim ve sakıncalı olmalarıyla ilgilidir.[33]

Bunların hepsi Sünni kardeşlerin söz konusu ettikleri tenkitlerdir. Eğer bu tenkitlere, birinci aşamada Malik’in Muvatta’sı hakkında değindiğimiz tenkit ve sözler de eklenmiş olursa, artık hiçbir lafız ve mazmuna güven kalmaz. Şayet bu tenkitten dolayıdır ki, Reşit Rıza el-Menar’da şöyle demektedir:

“Bu hadisler hakkında iyice düşündüğünüzde anlayacaksınız ki, o (Sahih-i Buhari) iman ve İslâm’ın esas ve erkanından değildir ki, her Müslüman Buhari’nin naklettiği her hadise iman etmiş olsun; nerede kaldı ki uyduruk hadislere iman etmesi gereksin. Hiç kimse, İslâm’ın sıhhati ve onun tafsili maarifi için, Sahih-i Buhari’yi tanımayı ve onda olan her şeye ikrar etmeyi şart koşmamıştır.”[34]

O hadislerin sıhhatine itikat etmek, İslâm’ın bir cüz’ü olmamasıyla birlikte, onların hepsinin doğruluğuna itikat etmek, insanın İslâmiyetine bile darbe vurabilir. Aslında gerçek olmayan senetleri Resulullah’a nispet vermek haramdır. Elbette o kitapta varolan her şeyin batıl olduğuna dair hüküm vermek de doğru değildir. Ama hüccet olacak herhangi bir delil onda yoktur diyebiliriz.

Sahih-i Müslim

Hadis toplayanlardan üçüncü şahıs, “Sahih-i Müslim” diye tanınan kitabın sahibi Ebu’l Hasan Müslim bin Haccac el Kuşeyri en Nişaburi’dir. Müslim, hicri 204’te doğmuş, 268’de ise vefat etmiştir. Vasıtanın çokluğu, lafızların değişikliği vb. yönlerden önceki kitaplara olan tenkitler bu kitaba da yöneliktir.[35]

Müslim yazıların üzerinden hadis topluyor ve hadisin lafzına da sadık kalıyormuş. Ama onunla Hz. Peygamber-i Ekrem (s.a.a) arasında takriben on vasıta vardır. Bu yönden Sahih-i Müslim-i daha fazla incelemekten vazgeçiyoruz. Ama sadece nakillerdeki müsamahaya, üstatlar hakkındaki dikkatsizliklere ve çeşitli asırlar boyunca kitabın korunmasına dikkatinizi çekmek için Sahih-i Müslim’in şarihi olan Nevevi’nin senedini nakledip onu incelemek istiyoruz. 631 yılında doğan, 767 yılında ise vefat eden[36] Nevevi şöyle diyor:

“Şeyh-ul Emin Ebu İshak İbrahim bin Ebi Hafs, İmam Muslim bin Haccac’ın Sahihinin hepsini bana nakletti. Demek ki Sahih-i Müslim’i kendisine nakleden Nevevi’nin üstadı, İbrahim bin Ebi Hafs imiş. (Ö: 664)

İbrahim bin Ebi Hafs da, Müslim’in kitabını üstadı Mensur bin Abdulmun’im’den (D: 522; Ö: 608) nakletmiştir; Mensur da mezkur kitabı Muhammed bin Fazl-i Efravi’den (D: 541; Ö: 530) öğrenmiştir; Muhammed de mezkur kitabı Abdulğafir-i Farisi’den (D: 353; Ö: 448) öğrenmiştir.[37]

Nevevi’nin Müslim’in kitabına olan senedini devam etmeden önce dikkatinizi şu nükteye çekiyoruz ki, Nevevi’nin kendi itirafına göre Mensur bin Abdulmun’im-i Feravi hicri 522’de doğmuştur.

Mensur da şöyle diyor: Ebu Cedy Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl-el Feravi (Ö: 530), bu kitabı bize nakletmiştir; yâni Mensur, sahih olan ve Allah ile kul arasında hüccet sayılan bu önemli kitabı 8 yaşından önce öğrenmiş olması gerekir.

Yine hicri 441’de doğan Ebu Abdullah Muhammed bin Fazl El Feravi, adı geçen kitabı, hicri 448 yılında vefat eden bir kimseden öğrenmiştir; yâni Sahih-i Müslim’i 7 yaşından önce öğrenmiş olması gerekir ki, bize nakletmiş olabilsin! Ama eğer; senetlerin zikredilmesi sadece teşrifatıdır denilmiş olursa, o zaman da bu yorumu ispat etmek zor olacaktır. Şöyle de denilebilir:

“Sahih-i Müslim’in istinadı Müslim’le mütevatirdir; işte bu yüzden Nevevi bu kitap için doğru bir senet göstermeğe çaba sarf etmemiştir!”

Oysa o zamanlarda baskı yoktu, kitaplar istinsah ediliyordu, hadislerde ca’l ve tahrif imkanı daha güçlü idi. Öyleyse sadece o hadis ve kitaplar kabul edilebilir ki, öğrenci üstadından kâmil bir şekilde duymuş olsun, kendi yazısını ezberlemiş olsun ve böylece kitabındaki bütün sözleri onun müellifine nispet vermiş olabilsin.

Her hâlükarda bu çeşit tenkitler, Ehl-i Sünnetin diğer sahih, müsned ve hadis kitapları hakkında da söz konusudur. Dolayısıyla sihah ve sünenler arasındaki fasıla, ilk kitabın, yâni Muvatta’nın yazıldığı zamana kadar araştırmalı ki, ilk yazılmış olan hadislerin de sihah ve müsnetler sahiplerinin ellerine sahih olarak ulaşmış olmaları, müstenit olmaları ve hangisinin senedinin sahih olduğu, hangisinin senedi zayıf olduğu anlaşılmış olsun. Özellikle de sahabelerin bazen tabiinden, büyüklerin küçüklerden, bazen de sahabelerin Ka’b bin Ahbar gibi insanlardan hadis nakletmeleri, bazen de hadislerin, Hz. Peygamber-i Ekrem’in ömrünün sonlarında iman eden Ebu Hureyre’den ve Hz. Peygamber’in zamanında erginlik çağına ermemiş İbn-i Abbas gibi insanlardan nakledilmiş olmaları insanın şüphesine yol açmaktadır.[38]

 

[1]- Şu açıktır ki, hafızalarda korunan bir şey, bir çok yönlerden de değerini kaybetmektedir. Çünkü hafızadan aktarılan bir şey, ister istemez unutularak azaltılıp çoğaltılıyor, edebi nükte ve özelliğini kaybediyor, bazen de diğer hadislerle karıştırılmış oluyor... Ama ağızdan çıkar çıkmaz yazılan sözlerde bu ihtimaller söz konusu değildir. (Müt.)

[2]- Kenz’ul- Ummal, c. 1, hadis: 1005; c.10, hadis: 29168

[3]- Tirmizi, c. 2, s. 11. Hindistan bas.

[4]- Tezkiret’ul- Huffaz, c.1, s. 3; Beyrut bas.

[5]- İbn-i Abdulbir ve Beyhaki, Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den nakletmekteler. s. 47; Tezkiret’il Huffaz’dan naklen.

[6]- Tabakat-i İbn-i Sa’d, c. 1, s. 3; Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den naklen, s. 206.

[7]- Tezkiret’ul Huffaz, c. 1, s.5.

[8]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, hadis yazımının nehy edilmesi bölümü, s. 49. Mezkur söz ikinci hâlifeden de nakledilmiştir; Tezkiret’ul Huffaz’dan naklen, c.1, s.7.

[9]- Tezkiret’ul Huffaz, c.1, s.7. Buna benzer sözler de Müstedrek-i Hakim’de nakledilmiştir.

[10]- Aynı Kaynak

[11]- Sire-i Pişvayan, bu sözü Müstedrek-i Hakim’den (c.1, s. 102, Beyrut, Dar’ul Marife bas.) nakletmiştir.

[12]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 55- 56.

[13]- Aynı Kaynak s. 56. Sahih-i Buhari’den naklen, c.6, s. 28.

[14]- Aynı Kaynak s. 56.

[15]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 82- 83; Takyiyd’ul İlm’den naklen, s. 95, müellif: Hatib- i Bağdadî.

[16]- Aynı Kaynak s. 91.

[17]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye,s. 118.

[18]- Aynı Kaynak s. 121-130.

[19]- Aynı Kaynak

[20]- Aynı Kaynak

[21]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 296-297; şerh-i Zerkani’den naklen, c. 1, s. 11 ve 25.

[22]- Aynı Kaynak

[23]- Aynı Kaynak

[24]- Aynı Kaynak

[25]- Aynı Kaynak

[26]- Aynı Kaynak

[27]- Mukaddime-i Feth’ul Bari, s. 4; Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den naklen.

[28]- Aynı Kaynak

[29]- Aynı Kaynak

[30]- Aynı Kaynak c. 2,s. 11. Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye’den naklen.

[31]- Hude’s Sari, c. 2, s. 201. Aynı kitaptan naklen.

[32]- Feth’ul Bari,c. 1, s. 186. Aynı kaynaktan naklen.

[33]- Mukaddime- i Feth’ul Bari, c. 2, s. 112- 176.

[34]- El- Menar, c. 104-105.

[35]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 308.

[36]- Mukaddime-i Sahih-i Müslim, s. -Z- harfi.

[37]- Hadisin senet silsilesinin hepsi, doğum ve ölüm yılları, Sahih-i Müslim’in birinci cildinde, s. 7 ve 9’da zikredilmiştir.

[38]- Ezva’un ala’s Sünnet’il Muhammediyye, s. 71- 72.

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar