Dr. Seyyid Cevad Mustafavi/Ehli Beyt Öğretisi 3
Bendeniz Nehc’ul Belağa’nın çok çeşitli konularını 22 temel konuya ayırdım. Allah-u Teala’nın yardım ve inayetiyle bu konulardan her biri hususunda bu sonsuz ilahi marifet okyanusundan kendi nakıs aklımla anladığım kadarıyla bir veya bir kaç makale halinde yazı yazmak istiyorum. Yaklaşık otuz makaleyi bulacaktır. Allah’ın yardımıyla asıl konuya geçmeden bizzat bu kitabı (Nehc’ul Belağa’yı) kısaca bir tanıtmak istiyorum.
Nehc’ul Belağa Hz. Ali’nin kısa hilafeti döneminde irad ettiği 239 hutbeden 79 mektuptan ve 480 hikmet ve kısa sözden oluşan bir kitaptır. Seyyid Razi[1] diye meşhur olan ve büyük Şii alimlerinden biri sayılan Muhammed b. Hasan Musevi (359-406) ise söz konusu hutbe, mektup ve kısa sözleri biraraya toplayarak değerli bir eser oluşturmuş ve bu eseri Nehc’ul Belağa olarak adalndırmıştır. O bu değerli kitabı H. 400 yılında kaleme almıştır. Nehc’ül-Belağa yazarı Seyyid Razi, bu eseri oluşturma hedefi hususunda kitabın önsözünde şöyle demektedir: “Ömrümün baharındayken ve ömür dalım henüz tazeyken İmamların (a.s) özellikleri ve hususiyetleri hakkında bir kitap yazmaya başladım. (Hasais’ul Eimme kitabı) Bu kitapta o zatların güzel ve değerli sözleri vardı. Elbette bu kitabın başında da belirttiğim gibi bu işe belli bir hedef ve niyetle giriştim. Ama Hz. Ali’nin özgün hususiyetlerini yazdıktan sonra bu kitabı devam ettirmedim. Bu kitabı bölümlere ve kısımlara ayırdım. Son bölümünde uzun hutbeler yerine, öğütlerini hikmetlerini, örneklemelerini ve kısa edebi sözlerini bir araya topladım.
Bazı dostlarım bu kitabı okuyunca çok beğenip övdüler, fesahat ve belagatı ile eşsizlik ve özgünlüğüne hayran oldular. Bu yüzden benden Hz. Ali’nin çeşitli dallarda ve hususlardaki seçkin sözlerini bir araya getirmemi istediler. Hz. Ali’nin öğüt, yazı, hutbe ve hikmetli sözlerini toplamamı talep ettiler. Zira onlar Hz. Ali’nin bu sözlerinin fesahat ve belagatını, Arapça’nın incileri, dini-dünyevi sözlerin nuru olduğunu çok iyi biliyorlardı çünkü böylesi özellikler hiçbir beşeri söz ve kitapta bir araya gelmemiştir. Hz. Ali, fesahatin kapısı, belagatın kökü konumundadır. Fesahat ve belagatın gizlilikleri onun sözlerinde tecelli etmiş ve onunla bir düzene girmiştir. Her hatip onun örneklendirmelerini almış, her vaiz onun sözlerinden yardım görmüştür. Buna rağmen o herkesten ilerdedir ve onlar Hz. Ali’den geri kalmışlardır. Zira onun sözlerinde ilahi ilmin izi ve Peygamberin kokusu vardır. Ben de bu isteklerine icabet ettim ve telif ettiğim bu eserin adını da Nehc’ul-Belağa koydum.”[2]
Nehc’ül-Belağa kitabı 1000 yıl boyunca sürekli ilim, edep ve ilahi öğretiler semasında nurlu bir güneş gibi parlamış; ışık saçmış; İngilizce, Fransızca, Almanca, Farsça, Orduca ve Türkçe dillerine tercüme edilip basılmıştır. İslam bilginleri bu kitap için sayısız şerhler, talikaler, lügat açıklamaları lafız beyanları, seçmeler, özetler, Nehc’ül Belağa’da gezintiler ve Nehc’ül Belağa’dan dersler adı altında sayısız kitaplar kaleme almışlardır.
“Merhum Seyyit Rezi’nin Hesais’ul Eimme” kitabının, Merhum Muhaddis Nuri’nin dediği üzere bir nüshası Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde ve bir nüshası da Hindistan Rambor kütüphanesinde mevcuttur. Aynı zamanda H. 1369 yılında da Necef-i Eşref’te basılmıştır.[3]
Yazılan her kitap hususunda yazıldığı ilk yıllarda doğru dürüst bir hüküm verilmemesi normaldir. Zira şahsi sevgi ve kinler, aceleden kaynaklanan hükümler, zayıf ve güçlü noktaların gizli kalması ve benzeri sebepler kitabın gerçeğinin gizli kalmasına veya değişik gösterilmesine sebep olabilir. Ama bin yıldır bilginlerin fikirlerini üzerinde yoğunlaştırdıkları, ince görüşlü düşünürlerin bilgisine ve basiretli insanların görüşüne sunulan bir kitapta bu tür ihtimaller düşünülümez. Bütün bunlara rağmen bir kitap değerini korunuş ve diıkkatleri kendi üzerinde odaklandırmışsa bu o kitabın önem ve yüksek değerini gösterir.
Bilginlerin İtirafları
Farklı İslam mezheplerinden bir çok edebiyatçı ve ilim erbabı kimseler Nehc’ul Belağa kitabını çok dakik bir şekilde incelemiş hakkında değişik görüşler belirtmişlerdir. Araştırmalarının sonunda kısaca şu itiraflarda bulunmuşlardır:
1- İbn-i Ebil Hadid şöyle demektedir: “Nehc’ul Belağa’nın bir tek satırı İbn-i Nubate’nin bin satırına bedeldir. Oysa İbn-i Nubate bilginlerin ortak görüşü esasınca kendi asrının yegane hatibi ve usta konuşmayıcısıydı.”[4]
2- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Başka çaresi yok, açık bir şekilde itiraf etmeliyiz ki Nehc’ul Belağa muteber bir kaynağa sahiptir. Aksi taktirde ise şöyle dememiz gerekir: Şiiler yeryüzünde belagat ve fesahat şaheseri sözler söylemekte, insanların en üstünüdürler.”[5]
3- Alusi ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib’in hutbelerini içeren Nehc’ul Belağa ilahi kelam nurunun bir ışığıdır ve nebevi mantık fesahati ile parlayan bir güneştir.”[6]
4- Üstad Halil Hindavi şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa gibi farklı bölümlere, bir tek üsluba ve bir tek yazara dayanan bir başka kitap göremiyorum. Bu yüzden önemle vurguluyor ve tekrar ediyorum ki Nehc’ul Belağa bir tek şahıstan ortaya çıkmış ve ona bir tek nefes üflenmiştir.”[7]
5- Mersefi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa Kur’an’ın fesahat, mucize, hidayet, ilim ve hikmet nuru için canlı bir örnektir. Bu kitap deha sahibi bilginlerin, seçkin filozofların ve büyük hikmet sahibi kimselerin kitaplarında görülmeyen nurlu öğütler, siyasi kanunlar ve yüce hikmetlerle doludur.”[8]
6- Yazıcı ise şöyle diyor: “Eğer ilim, edep ve yazı açısından rakiplerine üstün gelmek istiyorsan Kur’an ve Nehc’ul Belağa’yı ezberlemen gerekir.”[9]
7- Alusi-i Bağdadi ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa Müminlerin emiri Hz.Ali (a. s)’ın hutbelerini içermekte olup, yaratıkların sözünün üstünde ve Allah’ın sözünün altında bir kitaptır. Mucize rütbesine çok yakındır. Hakikat ve mecaz yollarını ortaya koyan bir eserdir.”[10]
8- İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Fesahat ve belagat öğrenmek ve sözlerin üstünlüğünü bilmek isteyenler, Nehc’ul Belağa’daki hutbeler üzerinde düşünmelidir. Zira Allah ve Resulünün sözü dışında hangi sözle mukayese edilirse edilsin karanlık bir taş karşısında parlak bir yıldız gibi durmaktadır. Ayrıca bu kitaptaki aydınlığı nuraniyeti ve azameti görmeli; nasıl bir korku ve dehşet yarattığını algılamalıdır. Allah bu kitabın konuşmacısını (Hz. Ali’yi) en hayırlı mükafatlarla mükafatlandırsın. Hz. Ali bazen kılıcıyla İslam’ı savunmuş, bazen de dili beyanı, fikri ve kalbiyle İslam düşmanlarının karşısında durmuştur. Cihat hususunda o mücahitlerin efendisi, nasihatte vaz edenlerin en yetkini; fıkıh ve tefsirde fakih ve müfessirlerin reisi; adalet ve tevhitte adil ve muvahhidlerin önderidir.
“Allah’a hiç de zor değildir.
Bütün alemi bir insanda toplaması.”[11]
9- İbn-i Ebil Hadid bir başka yerde ise şöyle demektedir: “Tevhid, adalet ve benzeri ilahi değerli konular bu ilahi şahsın sözleri olmaksızın asla anlaşılamaz. Zira; büyük sahabilerin hiçbirinin sözünde bu tür konuşmalar mevcut değildir. Belki bu konuşmalar akıllarından dahi geçmiyordu. Zira akıllarından geçmiş olsaydı beyan ederlerdi. Evet bu Ali (a. s)’ın en büyük faziletlerinden biridir.”[12]
10- Dr. Zeki Mübarek ise şöyle diyor: “Ben öyle inanıyorum ki Nehc’ul Belağa kitabını okumak insandaki cesaret ruhunu, mertliği ve nefis azametini güçlendirmektedir. Zira Nehc’ul Belağa kitabı zorluklara aslanlar gibi göğüs geren güçlü bir ruhtan ortaya çıkmıştır.”[13]
11- Muhammed Emin Nevavi ise şöyle diyor: “Ali (a. s) bütün Kur’an’ı ezberlemiş ve bütün sırlarından haberdardı. Kur’an Ali’nin eti ve kanıyla karışmıştır. Bu gerçeği sadece Nehc’ul Belağa’yı mütalaa edenler anlayabilir.”[14]
12- Üstad Emin Nahle ise şöyle ediyor: “Her kim nefis hastalığının iyileşmesini istiyorsa Hz. Ali (a. s)’ın Nehc’ul Belağa’daki sözlerine yönelmeli ve o kitabın ışığında yürümeyi öğrenmelidir.”[15]
13- Muhammed Emin Nevavi İmam Yahya Yemeni’den şöyle dediğini rivayet ettiğini nakletmektedir: “Her güçlü konuşmacı Ali (a. s)’ın sözlerinin manasından içmiş ve her belagat sahibi konuşmacı onun metoduyla konuşmaya çalışmıştır. Ali fesahat ve belagatın kaynağı; yüklü yağmurların bulutudur.”[16]
14- Abbas Mahmud Ukad şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa kitabında tevhit ayetlerinin ve ilahi hikmetlerin feyizleri vardır ve bu feyizler, ilahi öğretileri ve tevhidi ilkeleri öğrenmek isteyenlerin zihnini genişletmekte, basiret sahibi kılmaktadır.”[17]
15- Muhammed Abduh ise şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa’yı mütalaa edince fesahat devleti ve belagat azameti gözümde tecessüm etti. Bu yüzden yakin ettim ki bu devletin yöneticisi bu azametin kahramanı ve muzaffer bayraktarı hiç şüphe yok Ali b. Ebi Talib’tir. Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali(a. s)’ın sözleri olduğuna şüphe edenlerin boş hayalleri gözlerimde yok oldu; bozuk düşünceleri ve batıl hayalleri silinip gitti.”[18]
16-Corc Jardak ise şöyle diyor: “Ali b. Ebi Talib akıl açısından yegane bir insandı. Hz. Ali İslam’ın kutbu, İslami öğretilerin kaynağı ve Arap ilimlerinin çeşmesiydi. Araplar arasında varolan bütün ilimlerin temelini hiç şüphe yok Hz. Ali atmıştır ve ya en azından bu konuda büyük bir katkıya sahiptir.”[19]
17-255 yılında vefat eden Cahiz ise Hz. Ali (a. s)’ın bir tek cümlesi hakkında şöyle demektedir: “Allah-u Teala bu kısa cümleye, sahibinin temiz niyeti ve takvasıyla uyum arz eden azametten bir elbise hikmet nurundan bir perde giydirmiştir.”[20]
Peygamber (s. a. a)’in ashabı arasında bir grup kimse ilahi ve manevi yüce makamların ve iyi bir adım sahibi olmuşlardır. Ama onlardan hiç birinden Nehc’ul Belağa gibi canlı ve olumlu bir eser bıraktığı görülmemiştir. Hatta nicelik açısından Nehc’ül Belağa’nın onda biri nitelik açısından ise binde biri dahi başkalarından miras kalmamıştır. Bu yüzden gerçekçi olan bir araştırmacı başkaları hakkında nakl edilen o makam ve dereceler hususunda şüpheye düşer ve bu nakl edilenler hususunda bir takım bağnazlıkların, taraftarlığın, uydurma ve tahrifin rol oynadığını muhtemel görür. Ama Nehc’ül Belağa gibi aydın ve canlı bir eserin varlığı bir ışığın güneşin varlığına delaleti gibidir. Zira ilim ve sanat uydurulacak bir şey değildir. Marifet ve ilimleri Ali b. Ebi Talib’in derecesine ulaşamayan bir insan Nehc’ül Belağa gibi bir kitab asla yazamaz. Nitekim hat sanatı bu makaledeki hat derecesine ulaşamayan kimselerde bunun bir benzerini vücuda getiremezler.
Dünyada bu üstünlük ve deha elde eden kimseler hiç şüphesiz insanların dar görüşlülüğü, haset, itham ve kötülüklerinden emanda kalamaz
Deha sahibi insanların ve hatta ilahi peygamberlerin hiç birisi de bu kaideden müstesna değildir. Dolayısıyla Nehc’ül Belağa’yı telif eden ve beyan eden kimse de bu kınama ve eleştirilerden korunamamıştır. Ama yaptığım araştırmalarda da gördüğüm gibi hiç kimse Nehc’ül-Belağa’nın fesahat ve belagatı açısından da bir şek ve şüpheye asla düşmemiştir. Nitekim gördüğümüz gibi dünyada bir çok edebiyatçı ve belagat sahibi kimseler de Nehc’ül-Belağa’yı övmüş, yüce saymıştır. Kur’an ve Nebiyy-i Ekrem (s. a. a) sözünden sonra ve eşsiz benzersiz olduğunu kabul etmişlerdir. Arap edebiyat ve belagatçılarının Nehc’ül-Belağa kitabının belagatı hususunda hiçbir şüphe ve ithama düşmemelerinin nedeni, belki de onun bir benzerini getirmekten aciz ve güçsüz kalışlarıdır. İşte bu yüzden de Nehc’ül Belağa’nın üstünlüğünü ifade etmek zorunda kalmışlardır.
Daha önce de beyan ettiğimiz gibi bir şey hakkında bin yıl sonra verilen bir hüküm her türlü sapmadan ve kusurdan uzaktır. Bu sözün daha iyi anlaşılması için değerli okuyucuların hatta Şii olmayan bir çok eleştirmen ve edebiyatçıların sözlerine dikkat etmelerini istiyorum.
Ali (a. s)’ın Sözünün Değerlendirilmesi
Bazı edebiyat ve belagat bilginleri Hz. Ali (a. s)’ın sözlerinin dünyadaki diğer edebiyatçıların sözleri ile mukayese etmek, yorum ve tahlile tabi tutmak istemişlerdir ve bu yolda oldukça zarif ve derin araştırmalar yapmışlardır. Burada işte bunlardan bazısına yer vermek istiyoruz:
1- İbn-i Ebil Hadid Mu’tezili Nehc’ül Belağa’nın hutbelerinden birini şerh edip açıkladıktan sonra “İmam Ali’nin sözü ile İbn-i Nubate’nin sözünün mukayesesi adı altında bir bölüm açmış ve şöyle demiştir: [21] “Burada büyük hatip Abdurrahim b. Nubate’nin hutbelerinden bir bölümüne yer vereceğiz. Bu hutbeleri bazı açılardan diğer hutbelere daha incelikli ve üstündür. İnsanlar İbn-i Nubate’nin hutbelerinin aşığı olmuşlardır. Bütün uzmanların ittifak ettiği üzere İbn-i Nubate’nin öğütleri son derece güzel ve çekicidir.”
Daha sonra İbn-i Nubate’nin şöyle başlayan öğüt dolu hutbelerinden birini nakl etmektedir: “Ey insanlar hazırlıklı olun aranızda göç zili çalınmıştır. Önce çıkın şüphesiz ki teslim alınacağınız an yaklaşmıştır.”
Daha sonra bu hutbenin bazı kelimelerini inceleyerek şöyle demektedir: “Bir yerde “kahkari” kelimesi bir satırın yarısında tekrarlanmıştır ve bu edebi açıdan çok çirkindir. İçindeki bu hutbelerden bazı kelimelerin duyulması kulağa asla hoş gelmemekte ve şehir görmemiş köylülerin sözlerini andırmaktadır.”
Diğer cümleleri hakkında ise şöyle diyor: “Bu cümlelerin ne zarif bir anlamı vardır ve ne de lafız açısından tatlı ve akıcıdır.”
Evet eğer bu kelimelerden bir teki Nehc’ül-Belağa’da görülmüş olsaydı biz onu övmezdik ve dolayısıyla da bu kitap sıradan normal bir kitap sayılırdı.
2- Kalakşendi, Subh’ul A’şa adlı kitabında şöyle diyor:[22] “Müminlerin Emiri Hz. Ali (a. s) şöyle buyurmuştur: “Her insanın değeri övdüğü şeyledir. Şairin biri de Hz. Ali’nin bu sözündeki anlamı aynısıyla şu şiirine yansıtmıştır:
“Ey beni kınayan bırak beni de değerim artsın
“insanların kıymeti övdüğü şeyledir.”
Sadece bu şiirin ikinci mısrası bir çok kusurlarıyla Ali (a. s)’ın sözünün anlamını içermektedir. Ama burada “kullu imrein” (herkes) lafzı yerine “kullunnas” (bütün insanlar) kelimesi kullanılmıştır ve iki “nun”, aralarında bir tek sakin harf yer alacak şekilde bir araya getirilmiştir. Cümlenin başındaki “fa” harfi ise çirkin ve faydasızdır. (dolayısıyla iki cümle aynı anlam içerdiği halde şairin sözü edebi açıdan bir çok eksiklikler içermektedir.)
3-Corc Cordak şöyle diyor:[23] “Ali b. Ebi Talib hürriyet hakkında şöyle demiştir: “Asla başkasının kulu olma ve şüphesiz ki Allah seni hür yaratmıştır.” Ömer b. Hattab da bu anlamda şöyle demiştir: “İnsanları nasıl köle edersiniz. Oysa anneleri onları hür yaratmıştır.
Burada görüldüğü gibi Ali b. Ebi Talib’in sözü ile Ömer b. Hattab’ın sözü arasında temelde çok büyük farklılıklar vardır. Zira ilk olarak Ömer’in sözünde yer alan hürriyet kelimesi diğer çağdaşlarının kullandığı gibi kölelik kavramının karşıtı olarak kullanılmıştır, zira o zamanlar insanlar köle ve cariye olarak alınıp satılıyordu, ama Al b. Ebi Talib’in sözü geniş anlamda bir hürriyet ve özgürlüğü kapsamaktadır ve insan varlığının önemli bir boyutunu içermektedir. İkinci olarak Ömer sadece köle sahiplerine seslenmiş ve insanları neden köle ettiklerini sormaktadır. Oysa onlara nasihat etmenin hiç bir faydası yoktur. Ali b. Ebi Talib ise burada bizzat kölelere seslenmekte, onlara özgürlük ruhunu hissettirmektedir. Onlara, kendilerine dayanmalarını ve yaratılış düzeninin aksine kendilerini köle edinenlere karşı kıyam etmelerini söylemektedir. Hz. Ali (a. s) bu kısa sözüyle kölelerin kalbine heyecan tohumu ve sömürgecilerin boyunduruğundan kurtuluş ümidini ekmektedir. Üçüncü olarak Ömer insanların özgürlüğünü annelerinden doğuşuna bağlamıştır, oysa Ali b. Ebi Talib, özgürlüğün kökenin ilahi bir taktire, sünnete ve yaratılış alemine dayandırmıştır. Bu da şüphesiz ki anneden doğuştan kaynaklanan özgürlükten çok daha geniş ve köklü bir anlam ifade etmektedir.
Ali (a. s)’ın Sözlerinin Toplanması
Ali (a. s)’ın ashabı arasında büyük bir aşk ve tutkunluğun yanı sıra basiret ilim sahibi olan , aynı zamanda rical alimlerinin de ifade ettiği gibi, doğru sözlü doğru inançlı ve güvenilir olan bir grup vardı. İbn-i Abbas Kumeyl b. Ziyad, Haris A’ver, Reşit Hicri, Meysem-i Temmar, Hicr b. Adiyy, Esbağ b. Nubate, Sa’saa b. Suhan, Nuf’i Bekkali, Zirar b. Zamere, Zeyd b. Veheb gibi yüce makama ve büyük bir üne sahip kimselerdi bunlar. Hayatlarının da tanıklık ettiği gibi aydın kalpli olan bu insanlar bizzat kendi zamanlarında artık bundan böyle hilafet makamına Ali b. Ebi Talib gibi birinin geçemeyeceğini anlamışlardı. Artık gökyüzü Ali gibi birinin sesini asla duymayacaktır. İşte bu yüzden sürekli Hz. Ali ile birlikte bulunuyor can-u gönülden sözlerini dinliyorlardı.
Sabırsız aşıklar Cuma, Bayram, Camiler, savaş meydanları, genel toplantılar, ve özel oturumlarda Hz. Ali (a. s)’ın buyurduğu sözlerini Arapların yaygın adeti olduğu üzere hafızalarına kaydediyor, başkaları için naklediyor ve yavaş yavaş yazı, mecmua ve kitap haline gelmesini sağlıyorlardı. Hatta Hz. Ali (a. s)’ın bulunduğu savaşlara katılmış olan ve herkesten daha çok Hz. Ali (a. s)’ı sözlerinin aşığı bulunan Zeyd b. Veheb Kitab’ul-Huteb adında ilk kitabı yazdı. H. 96 yılında vefat etti ve kitabı beşinci asra kadar da ulaşmıştır. Zira Şeyh Tusi kitabının fihristinde o kitaptan rivayette bulunmaktadır.[24]
Ondan sonra yazılan, zahiren şuanda örneği bulunmayan, sadece rical ve tercüme alimlerinin aslarını zikrettiği diğer kitaplar ise şunlardır:
1- Mus’ade b. Sadaka’nın yazmış olduğu “Huteb-i Emir’el Mü’minin” kitap ki İmam Sadık (a. s)’dan da bir takım hadisler rivayet etmiştir. Bu kitabın bir nüshası Seyyid b. Tavus’un eline ulaşmıştır ve Şeyh Hasan Hilli de Muntehab’ul Besair kitabında ondan bir takım nakillerde bulunmuştur. Bu kitap veya Mes’ade’nin diğer bir kitabı Seyyid Haşim Behrani’nin eline ulaşmıştır ve o da Burhan tefsirinde ondan bir takım hususlar nakletmiştir.[25]
2- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise İsmail b. Mehran yazmıştır ve bu şahıs ta İmam Rıza (a. s)’ın ashabındandır.[26]
3- Huteb-i Ali (a. s) adlı kitabı ise İbrahim b. Hakem Fezzari aslı şahıs yazmıştır ve de ikinci asrın yazarlarından sayılmaktadır.[27]
4- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise Seyyid Abdulazim Hasani adlı şahıs yazmıştır ve de İmam Hasan (a. s)’ın evlatlarındandır. Bu şahsın kabri Rey şehrinde Ehl-i Beyt aşıkları tarafından ziyaret edilmektedir. Bu şahıs sekizinci, dokuzuncu ve onuncu imamların zamanını da derk etmiştir.[28]
5- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise on bir, on iki ve on üçüncü imamların zamanlarını derk eden salih b. Hammad adlı şahıs yazmıştır. [29]
6- Huteb-i Emir’el Müminin adlı kitabı ise üçüncü asrın sonlarında yaşayan İbrahim b. Süleyman adlı kimse telif etmiştir.[30]
7- Huteb-i Ali adlı kitabı ise H. 206 yılında vefat eden[31] Hişam b. Muhammed b. Saib-i Kelbi yazmıştır.
8- Huteb-i Ali ve Kutubuhu ila Ummalihi adlı kitabı ise H. 225 yılında vefat eden Ali b. Muhammed Medaini adlı kimse telif etmiştir.[32]
9- el-Hutbet’uz Zehra adlı kitabı ise H. 157 yılında vefat eden Ebi Mahnef, Lut b. Yahya adlı kimse yazmıştır. [33]
10- Huteb-i Emir’el Mü’minin adlı kitabı ise H. 332 yılında vefat eden Ebu Ahmed Celludi adlı kimse yazmıştır. Bu kitap Hz. Ali’nin hutbelerini mektuplarını, şiirleri, öğütlerini güzel sözlerini, dualarını ve şurada beyan ettiği sözlerini içermektedir.[34]
11-14 Vakidi, İbrahim b. Hilal, Kadı Nu’man Mısri ve Nasr b. Müzahim adlı kimselerin kitabı ki açıklaması rical kitaplarında yer almıştır.[35]
Nehc’ül Belağa’nın Telifi
Seyyid Razi asil ve nefis kitaplara ulaşma açısından çok şanslı biriydi. Zira onun asrında ve yaşadığı yer Bağdat’ta iki büyük ve zengin kütüphane mevcuttu ve bundan istifade etme imkanına sahipti. Bu iki kütüphane şunlardı:
1- Seyyid Razi’nin kendi kardeşinin kütüphanesi ki seksen binden fazla kitap bulunduruyordu. Bu veya başka sebeplerden dolayı Seyyid Murtaza’ya “Semanini” veya “Ebu’s-Semanin” diyorlardı.[36]
2- Beyt’ul-Hikme adıyla bilinen kütüphane. Bu kütüphaneyi de Bahauddevle İbn-i Babeveyh Deylemi’nin veziri olan Şapur b. Erdeşir, H. 381 yılında Memun’ur-Reşid’in Beyt’ul-Hikme’sine benzer bir şekilde tesis etmişti. Şapur, bu kütüphaneyi Bağdat Kerh beldesinde, Beyn’us-Sureyn adlı mahallede tesis etmişti. Bu kütüphanede on binden fazla İran ve Irak’tan getirilmiş asıl kitaplar ve Hindistan, Çin ve Rum’dan aslı üzerinden yazılmış nüshalar mevcuttu. Bu kütüphane de Şiilere mahsus bir kütüphaneydi.[37]
Yakut Hamevi şöyle diyor: “Bu kütüphaneden daha iyi bir kütüphane yeryüzünde yoktur.”[38]
Bu kütüphane yaklaşık yetmiş yıl baki kalmıştır. Daha sonra H. 447 veya 450 yılında Tuğrul Bey’in Bağdat’a saldırısının ardından kötü ve dinsiz insanların eliyle yakılarak yıkılmıştır.”[39]
Seyyid Razi bu iki kütüphanede mevcut olan kitaplarda gördüğü Hz. Ali (a. s)’ın hutbeler, mektuplar veya kısa sözlerinden fesahat ve belagat açısından beğendiklerini seçmiş ve bunun bütününü bir kitap haline getirip Nehc’ul Belağa olarak adlandırmıştır. Kitabı seçilmiş sözlerden oluştuğu ve daha çok edebi boyuta sahip olduğu için de rivayetlerin senedini zikretmemiştir. Hatta bazen bir hutbenin bazı cümlelerini çeşitli yollardan bir araya getirmiş ve birbiri ardınca zikretmiştir. Öyle ki bazen aralarında manevi bir bağ bile gözükmemektedir. 37, 38, 85, 106 ve 120. Hutbeler ile 10. Mektup gibi.
Ez-Zeria adlı kitabın sahibi şöyle diyor: “Seyyid Razi bir gün kütüphanesinin ateşe verileceğini ve binlerce yıl sonra insanların Ali (a. s)’ın sözlerini işitmeye muhtaç olacaklarını nereden bileceklerdi. Bu sözler şüphesiz İlam ümmetinin islahı ve hidayeti için beyan edilmiş sözlerdir. Seyyid Razi bilmediğinden dolayı elbette maruzdur. En azından bu Nehc’ul Belağa’yı bizlere hatıra bıraktığı için kendisine teşekkür borçluyuz.”[40]
Ez-Zeria kitabının yazarı bazı bilgisiz bağnazların bu konuda şüphelerinin Şii bilginlerinin Nehc’ul Belağa’nın hatta Şıkşıkiye hutbesinin kaynaklarını baki kalan kitaplardan da çıkarabileceğini bilemiyordu. Öyle ki Nehc’ul Belağa’nın dört katı içindeki sözlerinin kaynaklarını belirten kitaplar yazılmıştır.
Nehc’ul Belağa’daki Mevcut Kaynaklar
Seyyid Razi on altı yerde Nehc’ul Belağa’nın kaynağını bizzat itiraf etmiştir. Bu yerler şunlardır:
1- 32. hutbeyi Cahiz’in el Beyan ve’t-Tebyin kitabından nakletmiştir.
2- 89. hutbeyi Mes’ada b. Sadaka yoluyla İmam Sadık (a. s)’dan nakletmiştir. Nitekim İbn-i Ebil Hadid nüshasında da mevcuttur ve bu hutbe “Eşbah” olarak adlandırılmıştır.
3- 180. hutbeyi Nevf-i Bekkali’den nakletmiştir.
4- 54. Mektubu Ebu Cafer İskafi’nin “Mekamat” kitabından nakletmiştir.
5- 74. Mektubu Hişam Kelbi’nin “Hat” kitabından nakletmiştir.
6- 75. Mektubu Vakidi’nin Cemel kitabından nakletmiştir.
7- 78. Mektubu Said b. Yahya el-Emevi’nin “Meğazi” kitabından nakletmiştir.
8- 88. mektubu İmam Muhammed Bakır’dan rivayet etmiştir.
9- 77. Hikmetli sözü “Zirar-i Zebbai’den nakletmiştir.
10- 104. Hikmetli sözü Nevf-i Bekkali’Den rivayet etmiştir.
11- 147. Hikmetli sözü Kumeyl b. Ziyad-i Neh’i’den nakletmiştir.
12- 373. Hikmetli sözü Tarih-i Taberi’den nakletmiştir.
13- 375. Hikmetli sözü Ebi Cuheyfe’den nakletmiştir.
14- 434. Hikmetli sözü Saleb, İbn-i A’rabi’den nakletmiştir.
15- 466. Hikmetli sözü Müberred’in “el-Muktezeb” kitabından nakletmiştir.
16- 4. Hikmetli sözü ise Ebu Ubeyd Kasım b. Selam’dan nakletmiştir.
Nehc’ul Belağa’nın Müstedrekleri
Daha öncede dediğimiz gibi Müminlerin Emiri Ali (a. s)’ın ashabı onun sözlerinin aşığıydı. Ali (a. s) da böylesine susuz insanlar görünce ilahi marifetleri gerçekleri ve dini ilkeleri onlara beyan etmeyi bir görev biliyordu. Elbette itiraf etmek gerekir ki Hz. Ali’nin buyurup da bize ulaşmayan sözleri mevcut sözlerden çok daha fazladır. Zira doğal olarak Hz. Ali(a. s)’ın tüm sözleri yazılmamış, yazılanların bir miktarı da tarihte yer alan bazı olaylar neticesinde ortadan kaybolmuştur. Ama ne mutlu, demek gerekir ki bugün elimizde var olanlar sadece Nehc’ul Belağa’ya özgü değildir. Bildiğimiz gibi Seyyid Razi, Hz.ali (a. s)’ın sadece edebiyat ve belagat özelliği taşıyan sözlerini ve mektuplarını kaydetmiştir. Bu yüzden İbn-i Ebil Hadid, Seyyid Habibullah Hui ve İbn-i Meysem gibi bazı Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kimseler bazı hutbelerin şerhinde Seyyid Razi’nin önce veya sonrasından attığı bölümleri de asıl kaynağından nakletmişlerdir. Örneğin Hui yazdığı Şerhinde 29, 30, 37, 92 ve 180. Hutbeleri şerh ederken Seyyid Razi’nin attığı bölümlere de yer vermişlerdir.[41]
İbn-i Ebil Hadid de kendi nezrindeki mevcut kaynaklara işaret etmiş ve Seyyid Razi’nin ilave ettiği ekleri zikretmiştir. [42]
Ali b. Hüseyin Mes’udi de şöyle diyor: “Ali (a. s)’ın farklı yerlerde irat ettiği hutbelerden 480 küsürü ezberlenmiştir ve sözlü ve uygulamalı olarak insanlar arasında yaygın hale gelmiştir.”[43]
Oysa Nehc’ul Belağa’daki mevcut hutbeler 239 tanedir ki Mes’udi’nin dediğinin yarısından da azdır. Tuhaf’ul-Ukul adlı kitabının 163 sayfasını Hz. Ali (a. s)’ın hutbe, vasiyet ve öğütlerine ayıran Hasan b. Şube şöyle demektedir: “Eğer Hz. Ali (a. s)’ın sadece tevhit hakkındaki söz ve hutbelerini hiç bir uydurma ve başka anlam vermeden bir araya getirecek olursak bu Tuhaf’ul –Ukul kadar kalın bir kitap olurdu.”[44]
H. 588 yılında vefat eden İbn-i Şehraşub, Menakib-i Al-i Ebi Talib adlı kitabında Nehc’ul Belağa’da mevcut olan Şıkşıkiye, Tevhit, Kasıa, Eşbah, İstiska ve Garra aslı hutbelerinin yanı sıra bu kitapta olmayan başka hutbelerin adını da zikretmektedir. Örneğin; Lu’lu’, iftihar, Dürre-i Yetime, Ekalim, Vesile, Talutiyye, Kasbiyye, Süleymaniyye, Natıka, Dameğa, Fazıha hutbeleri gibi... Daha sonra Zeyd b. Veheb ve Süleyman b. Mehran’ın kitaplarını zikretmekte ve bu kitapların kendi zamanında da varolduğuna işaret etmektedir. [45]
Bazı alimlerde Nehc’ul Belağa’nın müstedreki olarak başlı başına bir takım eserler yazmışlardır. Örneğin:
1- Şeyh Hadi, Kaşif’ul Gıta, 17 ila 188. Sayfalarda Nehc’ul Belağa’nın düzeninde olduğu gibi Hz. Ali’nin söz ve mektuplarını nakletmiştir.
2- Çağdaş bilgin Şeyh Muhammed Bakır Mahmudi, “Nehc’üs Saade fi Müstedrek-i Nehc’il Belağa” adlı bir kitap yazmıştır. Bu kitabın dört cildini bizzat ben gördüm üç cildini ise büyük hatip ve bilgin Seyyid Abduzzehra Hüseyni’ye bizzat kendisi göstermiştir. Bazı büyük bilginler de bu kitabın içeriğini Nehc’ül-Belağa’nın kaynakları olarak tanıtmıştır. Öyle anlaşılıyor ki sanki “Mesadir-u Nehc’il Belağa ve Esanidihi” kitabıyla karıştırılmıştır.[46]
3- Abdullah b. İsmail Halebi’nin yazmış olduğu Kitab’ut Tezyil[47]
4- İbn-i Nake Ahmed b. Yahya’nın yazmış olduğu Mulhek-u Nehc’ül Belağa[48]
5- Seyyid Ali Han Emir Ehvaz’ın babası olan Halef b. Seyyid Abdulmuttalip Meşaşi’nin yazmış olduğu en-Nehc’ut-Takvim kitabı[49]
6- Seyyid Hasan Mir Cihani Tabatabai’nin yazmış olduğu Misbah’ul-Belağa kitabı
7- Abdulvahid Amedi’nin yazmış olduğu Gurer’ul-Hikem ve Durer’ul kilem kitabı... Bu kitapta Nehc’ül-Belağa’da çok azı yer alan Hz. Ali (a. s)’ın kısa sözleri yer almıştır. Bazılarının da farklı tabirleri ama tek anlamları vardır. “Edep güzelliği en üstün soyluluktur.”[50] Sözünde olduğu gibi. Zira bu hadisin Arapça metninde “hüsn” kelimesi kullanmışken aynı anlamı ifade eden bir başka hadisde ise “ni’me” kelimesi kullanılmıştır ve her ikisi de “güzel” anlamındadır.[51] Hakeza “Edepten daha üstün soy yoktur.” Hadisinde de aynı durum göze çarpmaktadır.[52] Zira bir başka yerde “Edep gibi soy yoktur.”[53] Veya “soyların en üstünü güzel edeptir.”[54] buyurulmuştur ve her üç hadis de aslında bir tek mana ifade etmektedir.
8- İbn-i Ebi’l-Hadid, kendi Nehc’ül Belağa şerhinin sonların Seyyid Razi’nin naklettiği kısa sözlere 998 tane daha ekleyerek bunu “el-Hikem’ul Menşure” diye adlandırmıştır.
9- Kadı Kudai’nin telif ettiği “Destur-u Mealim’il-Hikem” kitabı.[55]
10- Ebil Abbas Simeri’nin telif ettiği “Kelam-u Ali ve Hutebuhu”kitabı[56]
11- Şeyh Ali Vasiti’nin H. 457 yılında yazdığı “Uyun’ul Hikem ve’l Mevaiz” kitabı.[57]
12- Mahmud b. Ebi Bekr Hafız Medini’nin telif ettiği Huteb-u Ali b. Ebi Talib[58]
13- Fazl b. Hasan Tebersi’nin telif ettiği Nesr’ul-Leali[59]
14- Fazl b. Ravendi’nin telif ettiği Nesr’ul-Leali[60]
15- H. 553 yılunda vefat eden Reşid Vetvat’ın telif ettiği “Metlub-u kolli Talib”kitabı[61]
16- H. 841 yılında vefat eden İbn-i Faht Hilli’nin telif ettiği “İstihrac’ul-Vekayi’il Mustekbele” kitabı.[62]
17- Mir Kasım Karabaği’nin hattıyla yazılmış olan “Monteheb-u Vesaya-i Emir’ul Muminin” kitabı. [63]
18- Hacı Sultan İsfahani’nin hattıyla yazılmış olan “Vasaya-i Emir’ul Mu’minin kitabı. [64]
19- Kutb’ul-Ektab, Hüseyni Zehebi Şirazi’nin telif ettiği “el-Lealil Menşure” kitabı.[65]
20- Şeyh Abdullah Behrani Semahici’nin telif ettiği es-Sahifet’ul-Aleviye kitabı.[66]
21- H. 1320 yılında vefat eden Hacı Mirza Hüseyin Nuri’nin es-Sahifet’ul-Aleviyyet’ul-Saniye kitabı [67]
22- Hıristiyan bilginlerinden birinin yazmış olduğu Hikem-i Ali b. Ebi Talib, kitabı[68]
23- Şeyh Muhammed Harz’ın, Şeyh Tayyib Ali hindi için dikte ettirdiği “Huteb-i Emir’ul-Muminin, fil Melahim mea şerhiha” kitabı[69]
24- Şeyh Servet Şerkavi Mısri’nin yazmış olduğu “Huden ve Nur” kitabı.[70]
Şüphesiz bu yazarlar birbirinden haberdar olmadıkları için de kitaplarında bir çok ortak yönler göze çarpmaktadır ve dolayısıyla hepsini Nehc’ül-Belağa’nın müstedreki hakkında kaleme alınmış bağımsız birer eser kabul etmek mümkün değildir.
Seyyid Razi’nin Telifleri Nehc’ul Belağa’nın Senetlerinin Sağlamlığını Ortaya Koymaktadır
Rical ve biyografi alimleri Seyyid Razi’nin telif ettiği kitaplar hakkında bir çok söz söylemişlerdir. Diğer yazarların eseleri gibi Seyyid Razi’nin eserleri hakkında da yeterli bir araştırma yapılamamıştır. Bizde burada itibar ve güven açısından birinci derecede öneme sahip olan Neccaşi’nin sözünü nakletmek istiyoruz.
Neccaşi kendi fihristinde Seyyid Razi’nin kaleme aldığı on iki kitabı nakletmiştir ve onlar şunlardır:
1- Mecaz’ul-Kur’an; 2- ez-Ziyadat fi Şi’r-i Ebi Temam; 3- Ta’lik-i Hilaf’il Fukeha; 4- Ta’likat Ala izah-i Ebi Ali el-Farisi; 5- el-Ceyd min şi’r-i İbn-il Haccac; 6- Muhtar-u Şi’r-i Ebi İshak es-Sa’bi; 7- Madare Beynehu ve beyne Ebi İshak; 8- Ziyadat fi Şi’r-i Ebi’l Haccac; 9- Nehc’ul Belağa; 10- Hesais’ul Eimme; 11- Hakaik’ul Tenzil (Te’vil); 12- Mecazat’un Nebeviyye (Mecazat’ul Asar’in Nebiyye)[71]
Merhum Allame Emini bu listeye beş kitabını daha eklemektedir.[72] Ama sözünü ettiğimiz konu için kaynak olan şey Hakaik’ut-Tenzil ve Mecazat’un Nebeviyye adlı iki kitaptır. Zira Nehc’ul Belağa’nın senetleri hususunda bir şüphe içine düşülmüş ise de bu iki kitap hakkında hiç şüphe etmemiştir. Bu iki kitabı Seyyid Razi’nin yazdığı hususunda hiç kimse şekke düşmemiştir. Ehl-i Sünnet alimlerinden olan İsmail Paşa bu iki kitabın adını zikretmekte[73] ve Bağdadi ise Hakaik’ut Tenzil kitabı hususunda şöyle demektedir: “Seyyid Razi Kur’an’ın manaları hususunda bir benzerini kaleme almanın mümkün olmadığı bir kitap yazmıştır ve öte yandan Seyyid Razi bu her iki kitabında da Nehc’ul Belağa adlı kitabından söz etmektedir. Şöyle ki:
1- Seyyid Razi Kitab’ul Mecazat’un Nebeviyye adlı kitabında beş yerde Nehc’ul Belağa’ya işaret etmektedir:
- “Benim nezdimde insanlardan en çok gıpta edilmesi gereken kimse yükü hafif olan mümindir.” hadisi hakkında şöyle diyor: Bu sözün beyanı ise müminlerin emiri Ali (a. s)’ın şu sözlerinde yer almıştır: “Yükünüzü hafif tutun ve katılın...” ki biz bunu Nehc’ul Belağa adlı kitabımızda zikrettik.[74]
- Seyyid Razi “Bana en çabuk ulaşacaklarınız eli uzun (cömert) olanlarınızdır.” Hadisindeki bu cümleyi Nehc’ul Belağa’dan naklettiği Hz. Ali (a. s)’ın şu sözüne benzetmektedir: “Kısa elle ihsan edilene uzun elle ihsan edilir.”[75]
- “Şüphesiz ki dünya göçüp gitmiştir.” Hadisi hususunda ise bu kelamın müminlerin emiri Ali (a. s)’dan da nakledildiğini beyan etmekte ve burada Nehc’ul Belağa’yı zikretmektedir.[76]
- “Kur’an’da hiç bir ayet nazil olmamıştır ki...” hadisi ise Hz. Ali (a. s)’ın Nehc’ul Belağa’da yer alan şu sözünü hatırlatmaktadır: Kur’an çok yüzlü bir taşıyıcıdır.”[77]
- “Kalpler kaplara benzer, bazısı diğerinden daha çok alır.” Hadisini tabir farklılığıyla Nehc’ul Belağa’da Hz. Ali (a. s)’dan nakletmektedir.[78]
2- Maalesef sadece beşinci cildi bulunan diğer ciltlerinden ise haberimizin olmadığı Hakayik’ut Te’vil kitabının Necef’te basılan mevcut cildinde 167. sayfada şöyle demektedir: “Eğer birisi sözlerimizin delilini bulmak istiyorsa yazdığımız ve adını Nehc’ul Belağa koyduğumuz kitabı dikkatle incelemelidir.[79]
Daha öncede dediğimiz gibi Nehc’ul Belağa kitabı Seyyid Razi’nin daha önce kaleme aldığı Hesais’ul Eimme kitabının bir bölümüdür. Bu kitabın bir nüshasını merhum Muhaddis Nuri, Şeyh Hadi Al-i Kaşif’ul Gıta kütüphanesinde görmüş, diğer nüshası ise Hindistan Rambever kütüphanesinde mevcuttur. Dolayısıyla bu kitabı Seyyid Razi’nin yazdığı kesin ve şüphe götürmez bir gerçektir ve H. 1369 yılında Necef’te basılmıştır.[80]
Nehc’ul Belağa’nın Şerhleri
Haberdar olduğumuz kadarıyla Kur’an’ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa kadar dünyadaki kitaplar arasında hiç bir kitap İslam bilginlerinin dikkatini bu kadar çekebilen bir başka kitap yoktur. Nehc’ul Belağa hakkında şerh, ta’lik, tercüme ve bir çok ilgili kitaplar yazılmış çok çeşitli dünya dillerine tercüme edilmiştir. Bir çok alimler tarafından bazı bölümleri şerh edilmiş, şiir diliyle ifade dilmiş, hakkında müstedrek kitapları yazılmış, lügatleri açıklanmış, seçmeler yapılmış, kelimelerinin anlamı izah edilmiş ve kaynakları belirtilmiştir. Bütün bu hususlarda bir çok eserler kaleme alınmıştır ve henüz de alınmaktadır. Evet işte canlı olmak, sürekli parlamak ve bilginlerin teveccühünü kazanmak budur.
Nehc’ul Belağa’yı merhum Muhaddis Nuri, Seyyid Muhsin Emin, Merhum Şeyh AbdulHüseyin Emini, Merhum Hacı Şeyh Ağabozorg Tehrani (Razi), Seyyid Abduzzehra Hatip Hüseyni ve benzeri bir çok ünlü alimler de detaylı olarak şerh etmişlerdir ve şüphesiz gördükleri ve kendi zamanlarına yazılmış olan bir takım şerhlerde bulunmuşlardır.
Merhum Şeyh Tehrani tercüme ve şerh hususunda 147 eseri zikretmektedir.[81] Ama o sadece Şiilerin telif ettiği eserleri zikretmiştir. Dolayısıyla da ez-Zeria kitabının diğer ciltlerinde özel isimlerle yazılmış olan bazı şerhleri hesaba katmamıştır. Merhum Emini 81 şerh saymış,[82] Seyyid Abduzzehra Hatip ise 143 şerh tercüme ve talikatını zikretmiştir.[83] İbn-i Ebil Hadid’in Şerh-u Nehc’il Belağa kitabına yazılmış olan beş ta’lika eser gibi Nehc’ul Belağa’nın bazı şerhlerine yapılan taliklerin yanı sıra, eğer bir kimse bütün bu mecmuaları toplar ve birleştirirse şüphesiz ki 250 den yukarı çıkmaz. Elbette bunlar arasında 20 cildi bulan eserler de vardır. Şerh-i Huyi ve Şerh-i İbn-i Ebil Hadid gibi.
Velhasıl Şeyh Nuri, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden ilk kimsenin Beyhaki olduğunu ifade etmektedir.[84] Muhaddis Kumi’yi de el-Künye ve’l elkab adlı kitabında bu görüşü kabul etmiştir.[85] Bizzat Beyhaki de şöyle demiştir: “Benden daha önce hiç bir alim Nehc’ul Belağa’yı şerh etmemiştir.”
İbn-i Ebil Hadid ise, Nehc’ul Belağa’yı şerh eden kimsenin Kutb-i Ravendi olduğunu söylemektedir.[86]
Hakeza Riyaz’ul Ulema kitabının sahibi de bu görüşü kabul etmiştir. Ama hiç şüphe yok Seyyid Razi’nin çağdaşı olan Ali b. Nasır’ın, A’lam-u Nehc’il Belağa kitabı Nehc’ul Belağa hakkında yazılan ilk kitaptır. Seyyid Muhsin Emin ise onun “el-Mearic fi Şerh-i Nehc’il Belağa” adlı bir kitabı olduğunu da ifade etmektedir.[87] Şimdi de zahiren Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat’tan olan (kalplerini Allah daha iyi bilmektedir) ve Nehc’ul Belağa’yı şerh eden bazı alimlerin adını zikretmek istiyoruz.
- Muhammed b. Amr, Fahr-u Razi diye meşhurdur, H. 606 yılında vefat etmiştir. Kıfti’nin Tarih’ul Hukema kitabında dediği üzere şerhi yarım kalmıştır.
- İbn-i Ebil Hadid diye meşhur olan AbdulHamid b. Muhammed Mutezili Medayini ise 656 yılında vefat etmiş ve şerhini dört yıl sekiz ayda bitirmiştir. Bu şerhi oldukça kapsamlı tam ve hatta mevcut şerhlerin en iyisinden sayılmaktadır. Hatta bazı Şia alimleri ise onun kitabına özet eserler yazmışlardır: İkd’un-Nezid, Selasil’ul- Hadid ve er-Red-i Ali b. Ebil Hadid gibi.
- Yazarının sadece bazı Ehl-i Sünnet alimleri olduğu belirtilen ve Astane Kütüphanesinde bulunan en-Nefais fi Şerh-i Nehc’il Belağa adlı kitap.
- Mutevvel İrşad ve Tehzib’ul Mantık kitaplarının sahibi olan ve hicri 792 yılında vefat eden Molla Saduddin Taftazani Şafii.
- Keşf’uz-Zunun kitabında yer aldığı üzere hicri 922 yılında ölen Kıvamuddin Yusuf b. Hasan Kazi-i Bağdadi.
- Sahihi Buhari’ye şerh yazan ve hicri 650 yılında ölen lügat ve Hadis alimlerinden olan Hasan b. Muhammed Sagani Hanefi .
- Hicri 1322 yılında ölen Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed AbduH.
- Muhammed Abduh’un şerhini, İbn-i Ebil Hadid’in şerhinden eklerle nakleden Muhyiddin Hayyat.
- El-Ezher Üniversitesinin Edebiyat fakültesi öğretim üyesi Muhammed Muhyiddin.
- Nehc’ul Belağa’nın zor kelimelerini şerh eden üstad Muhammed Hasan Nail Mersefi, Talik eseri hicri 1328 yılında Mısır’da basılmıştır.
- Muhammed Ebul Fazl İbrahim. Şerh-i iki cilt olup H. 1383 yılında Dar-u İhya’İl Kütüb’il Arabiyye’de basılmıştır.
Sünni veya Şii bütün bu alimlerin hepsi de yazdıkları kitapların ön sözünde Nehc’ul Belağa kitabının Hz. Ali’nin sözleri olup Seyyid Razi tarafından bir araya getirildiğine kesin bir şekilde inandıklarını dile getirmişlerdir. Hatta Şeyh Muhammed Abduh Nehc’ul Belağa’nın içindeki kelimelere istinad etmekte ve bunlarla lügat ehli aleyhine istidlalde bulunmaktadır. 195. hutbenin içinde yer alan bazı cümleler hakkında edebiyatçıların yanıldığını ve Hz. Ali’nin sözünün hüccet olduğunu dile getirmiştir.
Nehc’ul Belağa’nın Hafızları
Hadis ashabı alimleri sürekli Kur’an-ı Kerim’den sonra Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmeye önem vermişlerdir. Burada onlardan bazısını zikretmek istiyoruz.
- Şeyh Muntecebuddin’in dediği üzere Seyyid Razi’ye yakın bir zamanda yaşamış olan Kadı Cemalüddin Kaşani.
- İbn-i Kesir’in tarihinde ve İbn-i Cevzi’nin ise Muntezem adlı eserinde belirttiği üzere H. 564 yılında ölen Ebu Abdullah Muhammed Faruki. [88]
- H. 1280 yılında vefat eden Seyyid Muhammed Mekki Hairi.
- Şeyh Muhammed Hüseyin Mürüvvet Hafız Amili[89]
Elbette Nehc’ul Belağa’nın bütün hafızlarını sayabilmek mümkün değildir. Zira bir çok insan bunu izhar etmemiş ve tarih de adını kaydetmemiştir. Bazıları ise yüzde doksan beşini ezberlediği halde hafız sayılmamışlardır. Nitekim bu son gruptan üç çağdaş alimi bizzat tanıdım ki içlerinden biri de vefat etmiştir.
Ayrıca yazarlık hususunda neredeyse darb-ı mesel haline gelen ve H. 2. Asrın başlarında yaşamış bulunan Abdulhamit Katip’de şöyle demektedir: “Ben Ali (a. s)’ın yetmiş hutbesini ezberledim daha sonra zihnim kaynadıkça kaynadı. [90]
Arap Hatiplerinin darb-ı meseli haline gelen İbn-i Nubate ise şöyle diyor: “Ben Hz. Ali (a. s)’ın sözlerinden yüz bölüm ezberledim ve bu benim için bitmeyen bir hazine oldu.[91]
Nehc’ul Belağa’nın Kur’an’la İlişkisi;
Müminlerin Emir Ali (a. s) bazı yerlerde sözlerine delil olarak Kur’an ayetlerini zikretmiştir. Seyyid Razi bunlardan bazısını Nehc’ul Belağa’da zikretmiştir. Örneğin:
- “Bu ahiret yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz. Sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır.”[92]
- “Kitapta Biz hiçbir şeyi eksik bırakmadık.”[93]
- “Eğer o Allah'tan başkasından gelseydi, onda çok aykırılıklar bulurlardı.”[94]
- “Vallahi biz apaçık bir sapıklıkta idik; çünkü biz sizi âlemlerin Rabbine eşit tutmuştuk...” [95]
- “Melekler şerefli kılınmış kullardır. Allah'tan önce söz söyleyemezler; ancak O’nun emri üzerine iş işlerler.”[96]
- “Dünya hayatı gökten indirdiğimiz su gibidir ki, onunla insan ve hayvanların yiyeceği bitkiler yetişip birbirine karışmıştır.” [97]
- “Gizliliklerin ortaya çıkacağı gün” [98]
- “Göğü, kitab dürer gibi dürdüğümüz zaman, yaratmaya ilk başladığımız gibi katımızdan verilmiş bir söz olarak onu tekrar var edeceğiz. Doğrusu Biz yaparız.”[99]
Dr. Suphi Salih Nehc’ul Belağa’nın şerhinde bu Kur’an ayetleri için özel bir fihrist hazırlamıştır ve 110 ayete yer vermiştir.[100] Bunlardan bazısında birden fazla ayet şahit gösterilmiştir ve bazısında ise bir ayetin sadece bir bölümü şahit gösterilmiştir ama çoğu tam bir ayet olarak şahit tutulmuştur. Bunların yanı sıra bendenizde Rabıta-i Kur’an ve Nehc’ul Belağa adında bir kitap yazdım ve geçen yıl Bünyad-i Nehc’ul Belağa kurumu tarafından basıldı. Bu kitapta anlam açısında Kur’an ile örtüşen Nehc’ul Belağa’nın 150’ye yakın sözlerini zikrettim. Örneğin:
- Nehc’ul Belağa: “sayıcılar nimetlerini sayamazlar." [101]
Kur’an: “Allah'ın nimetini sayacak olsanız bitiremezsiniz.” [102]
2- Nehc’ul Belağa: “Sonra onu gezegenlerle ve ışıldayan yıldızlarla süsledi.” [103]
Kur’an: “Şüphesiz Biz, yakın göğü bir süsle, yıldızlarla süsledik.” [104]
- Nehc’ul Belağa : “Sizleri düşmanınızla cihada davet edince korkudan gözleriniz dönüyor, adeta ölümün çetinliği ve gaflet sarhoşluğu içinde çırpınıyorsunuz.” [105]
- Kur’an: “Kalplerine korku gelince ölüm baygınlığı geçiren kimse gibi gözleri dönerek, sana baktıklarını görürsün. “[106]
Bendeniz Nehc’ul Belağa’nın Kur’an ile olan irtibatının bu 150 husus ile sınırlı olduğunu iddia etmiyorum. Zira tümüyle sayabilmek için insanın evvela Nehc’ul Belağa’yı hıfzetmiş olmalı ve zihnine yerleştirilmiş bulunmalıdır. Böylece Kur’an ayetlerinden birini görünce Nehc’ul Belağa hazinesinden hıfzettikleri arasında ilgili cümleyi bulup ayırsın veya Nehc’ul Belağa’nın bütün tabirleri arasında Kur’an’ın bu ayetiyle örtüşen bir söz olmadığını ifade etsin. Bu uygulamayı Kur’an’ın bütün ayetleri hususunda hayata geçirsin. Veya bu tatbik işinde evvela Kur’an’ı hıfzetsin ve sonra da Nehc’ul Belağa’yı mütalaa ederek ilgili yerleri kaydetsin.
Hakeza Nehc’ul Belağa’nın bazı hutbeleri de Kur’an’dan bir ayet veya surenin tefsiri mesabesindedir. Örneğin: 219. hutbe Tekasür suresinin tefsiridir. 221. hutbe, “Ey insan çok cömert olan Rabbine karşı seni aldatan nedir?” ayetinin tefsiri konumundadır. 220 hutbe ise “Allah'ın yüksek tutulmasına ve içlerinden adının anılmasına izin verdiği evlerde, insanlar sabah akşam O’nu tespih ederler.” ayetinin tefsiridir.
Bütün bu söylenenlerin yanı sıra çağdaş alimlerden biri de Mecellet’un Necef’te, “Elfaz’ul Kur’aniyye fi Nehc’il Belağa” adında çok güzel bir eser yazmıştır ama şuanda elimde olmadığından özelliklerini beyan edemeyeceğim. Ayrıca Nehc’ul Belağa’da 21 yerde Kur’an’ın nitelikleri beyan edilmiştir. Bu Dr. Subhi Salih’in fihristinde de mevcuttur. Elbette bazı hususları da yine gözden kaçırmıştır ki bunlara da bendenizin yazdığı el-Kaşif kitabındaki “Kur’an ve Kitabullah” kelimesinin beyanında yer verilmiştir. Dolayısıyla altı yerinden Kur’an ile Nehc’ul Belağa kitabının irtibatını beyan eden “Rabita-i Kur’an ba Nehc’ul Belağa” kitabım bu hususta araştırmacılar için bir kılavuz konumundadır.
Nehc’ul Belağa’nın Lafızlarına İstinad Edilebilir mi?
Bilindiği gibi Nehc’ul Belağa Müminlerin Emiri Hz. Ali (a. s)’ın hutbeler, mektuplar ve kısa sözleri olmak üzere üç bölümden oluşmaktadır. Hz. Ali (a. s)’ın mektup ve kısa sözleri hususunda hiç bir şüphe yoktur ve bizzat lafızları muteber ve istinad edilebilir bir konumdadır. Zira bir mektubu olduğu gibi korumak ve kısa sözleri ezberlemek kolay ve yaygın görülen bir husustur. Ama Nehc’ul Belağa’nın uzun ve detaylı hutbeleri hususunda şöyle denmektedir: “Eğer Ali (a. s) o hutbeleri bir minberin üzerinde veya savaş meydanlarında irad etmiş ise duyan kimselerin o kelimeleri olduğu gibi ezberlemesi ve yazması nasıl mümkündür? Dolayısıyla bu konuda şöyle demek gerekir ki hutbelerin ravileri anlam ve içeriğini ezberlemiş ama kendi fikir ve dikteleriyle birtakım ifadeler beyan etmişler ve yazmışlardır.”
Bu cevapta bir çok yönden kabul edilemez konumdadır.
Birinci olarak daha öncede dediğimiz gibi Nehc’ul Belağa fesahat ve belagat açısından bilginlerin ve edebiyatçıların şaşkınlığa düştüğü sözlerden oluşmaktadır. Zaten bu yüzden Nehc’ul Belağa’daki sözlerin yaratıkların sözünün üstünde, Allah’ın sözünün altında yer alan sözler olduğunu beyan etmişlerdir. Ayrıca bilindiği gibi fesahat ve belagat lafız ile ilgili nitelikler değildir. Aksine cümlenin akıcı, revan, karmaşalıktan uzak, tiksinti vermeyen, garip kıyasa muhalif ve benzeri niteliklerden uzak olmasını ifade etmektedir. Dolayısıyla eğer Nehc’ul Belağa’nın lafızlarını raviler inşa etmişlerse o halde Ali’yi değil bizzat inşa eden kimseleri fesahat ve belagat açısından övmek gerekir.
İkinci olarak Nehc’ul Belağa’da yer alan uzun hutbelerin bir benzerini Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarından öğüt ve delil gösterme noktasında nakledilen hadis ve rivayetlerde de görmek mümkündür. İslam bilginleri özellikle de büyük fakihler Nehc’ul Belağa’nın lafız ve ibaretlerinin bizzat kendisini şahit göstermişlerdir. Hakeza Nehc’ul Belağa’nın bütün şarihleri de hutbeleri şerh ederken kayıtlara geçen lafızların edebi ve lügavi özelliklerini zikretmiş ve açıklamışlardır. Hatta bazen şöyle demektedirler: “Eğer bu kelime yerine örneğin falan kelime kullanılmış olsaydı şu ayıpları taşırdı.” Dolayısıyla açıkça görüldüğü gibi bütün alim ve bilginleri böylesine sorunlardan gafil bilmek mümkün değildir.
- Ayrıca Hz. Ali (a. s) zamanında yaşayan kimi şairlerden de oldukça uzun ve detaylı şiirler nakledilmiştir. Ayrıca bu şiirler irticali ve bir yazıya dökülmeksizin beyan edilmiştir. Örneğin Hasan b. Sabit’in Gadir-i Hum’da okuduğu şiir on beş beyitten oluşmaktadır ve el-Gadir kitabında da nakledilmektedir. Ayrıca Kays b. Sa’d, Kemiyyet, Ferazdak gibi kimselerden uzun şiirler ve Sahban Vail ve Kays b. Harice gibi kimselerden oldukça uzun hutbeler nakledilmiştir. Bunların hepside irticalen ve önceden bir yazıya dökülmeksizin beyan edilen şiir ve hutbelerdir. Şuanda da edebiyat ve tarih kitaplarında kayıtlıdır.
Dolayısıyla bu şiir ve hutbelerin kaydedilmesi hususunda şöyle demek gerekir: Arapların oldukça güçlü ve sağlam bir hafızası vardı. Şiirleri olduğu gibi ezberliyorlardı ya da yazılarında hareke ve noktaların olmayışı yazmalarında kendilerine büyük yardımı dokunuyordu. Ya da raviler şair ve hatiplerin konuşmasından sonra kendilerine soruyor ve yazıyorlardı. Ya da bilemediğimiz bir tarzda ibare ve kelimeleri olduğu gibi kaydediyorlardı. Zira belli bir vezin ve kafiye ölçüsü olan şiirleri sadece anlamıyla nakletmek mümkün değildir. Nitekim Nehc’ul Belağa’daki hutbelerin çoğu da belli bir kafiye ve vezne sahiptir. Lafızları değiştirmek bu sözün kelam ve veznini bozmaktadır. Hatta bazen iki kelimeden sadece bir kelimesi kafiye ve vezne sahiptir. Nitekim aşağıdaki cümleler Hz. Ali (a. s)’ın Garra diye bilinen uzun hutbesinde yer almıştır. “O insan; rahimlerin karanlarında gizlice tasarlanıp kararlaştırılan dökülmüş erlik suyu ve yaratılışı noksan bir kan parçası, bir pıhtı değil miydi? Sonra rahimde bir yavru oldu. Çıkıp süt emen bir çocukken, ergenlik çağına geldi. Sonra da kendisine duyduğunu belleten bir gönül, konuşan bir dil, bakıp gören bir göz verildi ki duyup gördüğünü anlasın, ibret alsın ve kötülüklerden kaçınsın. Ama o büyüyüp geliştiğinde tekebbüre kapıldı, yüz çevirdi, heva ve hevesine uydu, lezzetlere dalsın diye dünyası için çalışıp çabaladı, meşakkate düştü. Belaya düşeceğini ummaz, korkması gerekenden korkmaz oldu.”
Az da olsa Arapça bilen herkes bu tür tabirlerin Sahban ve Kays gibi kimselerin olmasına imkan vermez. Zira fesahat ve belagat dahilerinin kitaplarında bile böylesine cümleler görülmemektedir. Bu lafız ve ibaretlerin kafiye ve vezni korunduğu halde değiştirilmesi mümkün değildir. Örneğin hutbede geçen “yafien” kelimesi yerine “mürahiken” kelimesi koyulabilir veya “müzdeciren” kelimesi yerine “müntehiyen” kelimesi geçirilebilir. Ama bu değişiklik mana açısından doğru olsa da “ayn” ve “ra” harflerinin kafiye ve veznini ortadan kaldırmaktadır. O halde şöyle demek zorundayız: Bu kelime ve lafızlar olduğu şekliyle İmam Ali (A’)’ın mübarek ağzından çıkan kelimelerdir.
Nehc’ul Belağa’nın Kaynakları
Bazı İslami fırkalar kendi araştırılmamış, kendilerine miras kalmış inançları esasınca Nehc’ul Belağa’da yer alan bazı konuları kendi inançlarıyla çeliştiğini sanmışlardır. Dolayısıyla da Nehc’ul Belağa’nın Hz. Ali;(a. s)’ın sözleri olduğu hakkında şüpheye düşmüş ve bu kitabı Seyyid Razi ve kardeşi Seyyid Murteza’nın yazdığını söylemişlerdir. Bu yüzden bazı yazarlarımız ve araştırmacılarımız Nehc’ul Belağa’daki bütün hutbe, mektup, vasiyet ve kısa sözlerin Seyyid Razi daha doğmadan veya bizzat o asırda, yada sonraki asırda yazılmış olan kaynaklardan elde etmeye çalışmışlardır. Bu sözlerin sağlam, güvenilir kaynaklarla Hz. Ali (a. s)’a ulaşmış olmasına büyük özen göstermişlerdir. Bu konuda buldukları kitapları, sayfa numaralarını ve kitabın diğer özelliklerini en ince detayına kadar zikretmişlerdir. Bu konuda büyük bir başarı elde etmişlerdir. Benim bu konuda tanıdığım kimseler şunlardır:
- Hadi Kaşif’ul Gıta, kendi Müstedrek-i Nehc’ul Belağa kitabının bir bölümünü Nehc’ul Belağa’nın kaynaklarına ayırmış 236. Sayfada 265. Sayfaya kadar bu kaynakları zikretmiştir. Ama sayfa numaralarını çok az açıklamıştır.
- Seyyid Hibbetütdin Şehristani “Mahuve Nehc’ul Belağa” adlı kitabında daha çok itiraz edilen Şıkşıkıyye hutbesinin kaynaklarını zikretmiş ve bu hutbeyi Seyyid Razi’den önce sonra ve kendisiyle çağdaş dokuz kaynaktan nakletmiştir. Ayrıca ifade farklılıklarını da beyan etmiştir. Araştırmalarım neticesinde bulduğum ve merhum Şehristani’nin görmediği kitaplardan biri de Sipt İbn-i Cevzi’nin Tezkiret’ul Hevas kitabıdır. Bu şahıs adı geçen kitabının 124. Sayfasında şöyle diyor: “Nehc’ul Belağa’nın sahibi İbn-i Razi Şıkşıkiye hutbesinin bir bölümünü zikretmiştir ve bir bölümünü de atmıştır. Ama ben bu hutbenin tümünü zikrediyorum.
Daha sonra da hutbenin senedini şeyhi olan Ebul Kasım Anbari’den İbn-i Abbas’a ulaşana dek zikretmektedir.
- Abdullah Nimet ise Mesadir-u Nehc’il Belağa kitabının ikinci bölümünde 130 ila 320 . sayfalarda bu kaynakları sıralamakta, cilt ve sayfalarını bile belirtmektedir.
- Ali Han Arşi ise “İstinad-u Nehc’il Belağa” adlı kitabında sadece Hindistan Ranbaver kütüphanesinde bulduğu kaynakları zikretmiştir. Ali Han Arşı de bu küçük cüzvesinde söz konusu kütüphanelerdeki nüshalarda Nehc’ul Belağa’nın hutbe, mektup ve hikmetli sözlerinden bulduklarını cilt ve sayfa numaralarıyla birlikte zikretmiştir.
- Seyyid Abd’uz-Zehra Hüseyini Hatip ise, Mesadir-u Nehc’il Belağa ve Esanidihi aslı kitabında bütün gücüyle Nehc’ul Belağa’daki sırama esasınca tüm Nehc’ul Belağa’nın kaynaklarını bulmaya ve zikretmeye çalışmış bu kitaptan görebildiğim kadarıyla sadece dört cildi basılabilmiştir. Muhterem yazar, tüm Nehc’ul Belağa’nın kaynaklarını 26 ila 37. Sayfalarında yer verdiği 109 kaynak kitaptan çıkarıp nakletmiştir.
Okuyucuların bu araştırmacının metodunu yakından tanıması için Nehc’ul Belağa’nın üç bölümünden beşer örnek vermek istiyorum. Bu beş kitabın tümü de şu anda yanımda mevcuttur. (Mesadir-i Nehc’ul Belağa ise tam dört cilttir.)
Hutbeler
Birinci Hutbe: Bu hutbe “Hamd Allah’a mahsustur ki övenler onu hakkıyla övemezler.” cümlesiyle başlamaktadır ve bu hutbe aşağıdaki şu kitaplarda yer almıştır:
- İrşad-i Müfit[107]
- Tuhaf’ul Ukul, Necef baskısı, s. 43[108]
- Tevhid-i Saduk s.24 ila 28
- Emali-i Şeyh Tusi, (H. 460 yılında vefat etmiştir) c. 1, s. 22
- Mecalis-u Müfit, s. 149,[109] Merhum Meclisi ise Bihar, c. 77, s. 302’de bu hutbenin büyük bir bölümünü Uyun’ul Hikmet-i Vasiti’den nakletmektedir.
İkinci hutbe: Bu hutbe de “Nimetini tamamladığı için ona hamd ederim” cümlesiyle başlamaktadır. El Müsterşid-u Taberi, kitabında s. 73’de birtakım fazlalıklar ve farklılıklarla nakledilmiştir.
Üçüncü Hutbe: Bu hutbe ise meşhur olan “Şıkşıkıye” hutbesidir. İlal’uş Şerai’ s. 144, Mean’il Ahbar[110] 404. bab, s. 361, Emali-i Şeyh Tusi, c. 2, s. 382- 384, Şafi-i Seyyid Murtaza (H. 426 yılında vefat etmiştir) s. 203, İrşad-i Şeyh Müfit s. 166 ve bir başka baskısında s. 135, ve hakeza Şeyh Müfit bu hutbeyi el-Cemel s. 46 ve 76 da, el-İfsah kitabında ise s. 17’de nakletmiştir. Ebu Said Mansur ve H. 422 yılında ölen Zirabi Nesr’ud- Durer kitabında Nehc’ul Belağa’dan az bir farklılıkla bu hutbeyi nakletmiştir.
Mezkur hutbe bu kitaplarda farklı ve İbn-i Abbas’a ulaşan senetleriyle nakledilmiştir. Senet zinciri arasında eHl-i Sünnet alimlerinden bir cemaatta göze çarpmaktadır. Örneğin H. 303 yılında vefat eden Ebu Ali Cebai, H. 317 yılında vefat eden Ebul Kasım Belhi ve hakeza H. 606 yılında vefat eden İbn-i Esir Nihaye kitabında “Şıkşıkıye” lafzı hususunda şöyle diyor: “Bu kelimeyi Hz. Ali (a. s) bu hutbesinde kullanmıştır.”
Hakeza Firuzabadi de Kamus adl kitabında şıkşıkıye hutbesini Hz. Ali’ye isnat etmiş ve “Aleviyye” diye adlandırmıştır. Bütün bu söylenenlerin yanısıra İbn-i Ebil Hadid de bu hutbeyi Ebul Kadım Belhi-i Mutezili’nin kitabından nakletmiştir ve bu kitap Seyyid Razi’nin doğumundan yıllar önce yazılmıştır. Hakeza Musaddık Vasiti’den şöyle dediğini naklediyor: “Üstadım İbn-i Haşşab’a şunu sordum: “acaba bu hutbe yalan yere mi Ali’ye isnat edilmiştir?” üstadım şöyle dedi: “Allah’a and olsun ki ben bu hutbenin Hz. Ali’nin sözleri olduğu hususunda yakin içindeyim.” Dedim ki: “halkın çoğu Behc’ul Belağa’yı Seyyid Razi’nin uydurup Hz. Ali’ye isnat ettiğini söylüyorlar.” Bunun üzerine üstadım şöyle dedi: “Seyyid Razi ve diğerlerinin böyle bir nefis üslupları olabilir mi? Biz Seyyid Razi’nin yazılarını gördük. Onun söz ve şiirlerinin metodunun, tarzını biliyoruz.”[111]
Dördüncü Hutbe: Bu hutbe de “karanlıklarda bizimle hidayete erdiniz” diye başlamaktadır ve el Müstedrek, s. 76 ile İrşad-i Müfit s. 119’da nakledilmiştir. İbn-i Ebil Hadid şöyle diyor: “Bu hutbe de Hz. Ali’nin en uzun hutbelerinden biri sayılmıştır.” Daha sonra hutbenin tümünü nakletmekte ve bazı kelimeleri hususunda görüş belirtmektedir.
Beşinci Hutbe: Bu hutbe de “Ey insanlar fitne dalgalarına karşı direnin” diye başlamaktadır. İhticac-ı Tabersi, s. 127, Tezkiret’ul Havas, s. 128 de senet zincirleriyle ve tabir farklılıklarıyla nakledilmiştir. İbn- i Ebil Hadid ise hutbenin okunuş sebebini, ön bilgilerini ve atılmış fazlalıklarını zikretmektedir.
Mektuplar
Birinci Mektup: Bu mektup da “Allah’ın kulu ve Müminlerin Emiri Ali’den Kufe ehline” diye başlamaktadır. H. 286 yılında ölen İbn-i Kuteybe’nin El İmame ve’s-Siyase kitabı s. 58 de, başka bir baskısında ise s. 67 de ve hakeza Şeyh Müfid’in el Cemel kitabı s. 115 ve bir başka baskısında ise s. 131 de nakledilmiştir.
İkinci Mektup: Bu mektup da Şeyh Müfid’in el- Cemel kitabı s. 200 ve en-Nasre, s. 215’de sened fazlalıkları ve farklılıklar ile zikr edilmiştir.
Üçüncü Mektup: Bu hutbe de “Ey Şureyh, ama şüphesiz sana... gelecektir...” diye başlayan bu mektup da Emali-i Şeyh Seduk, s. 87, H. 654 yılında ölen Sibt İbn-i Cevzi’nin yazdığı Tezkiret’ul-Havas, s. 654 ve 185 ve H. 454 yılında ölen Kadı Kudai’nin yazdığı Destur-u Mealim’il-Hikem, kitabı s. 454 ve 135’de nakl edilmiştir.
Dördüncü Mektup: Bu hutbe de Tezkiret’ul-Havas, s. 157’de nakl edilmiştir.
Beşinci Mektup: Bu hutbede “Senin sorumluluğun, ekmek ve su vesilesi değil, boynundaki emanetin hakkını vermek için çalışmaktır.” diye başlamaktadır ve İbn-i Kuteybe’nin el-İmame ve’s-Siyase kitabı, c. 1, s. 79 birbaşka baskıda ise s. 91’de, İbn-i Abdurrabbeh’in[112] İkd’ul-Ferid, c. 2, s. 232 bir başka baskısında ise c. 3, s. 14 ve H. 212 yılında vefat eden Nasr b. Müzahim’in Siffin kitabı, s. 20’de nakl edilmiştir.
Kısa Sözler
1- “Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol”
H. 380 yılında ölen Ebu Hayyan Tevhidi, el-İmtina’ ve’l-Muanese kitabı c. 2, s. 31; Amedi’nin Gurer’ul-Hikem kitabı, “kaf” harfinde nakl edilmiştir. Hakeza Allame Hilli’nin kardeşi Şeyh Raziyuddin de el-Aded’ul-Kaviyye kitabında bu cümleyi detaylı başı ve sonuyla birlikte nakl etmiştir.
2- “Tamaha sarılan, kendini alçaltır.” Tuhuf’ul-Ukul, s. 201’de nakl edilmiştir.
3- “Cimrilik ardır (utançtır), korkaklık noksanlıktır.” Tuhuf’ul-Ukul, s. 201’de nakl edilmiştir.
4- “İlim en değerli mirastır.” Emali-i Şeyh Tusi, c. 1, s. 114; Tuhef’ul-Ukul, s. 201; Mecalis-i Müfid, s. 295’de nakl edilmiştir.
5- “Dünya, bir kimseye ikbal gösterirse...” [113] H. 346 yılında vefat eden Mesudi, Muruc’uz-Zeheb kitabı, c. 3, s. 434’de; Destur-u Mealim’ul-Hikem, s. 25 ve Amedi, Gurer ve Durer kitabı, s. 142’de nakl edilmiştir.
Nehc’ül-Belağa’nın Senetleri Hususunda Şüphe Etmek
Şüphesiz muhterem okuyucular bu söylenenler ışığında Nehc’ül-Belağa’nın senetlerinde şüphe etme hususunun söz konusu edilmesini şaşkınlıkla karşılayacaklardır. Ama bilmek gerekir ki bu tür şüpheler bir takım yazarların cehalet, bağnazlık yersiz boş inançlara taraftarlık etmek ve benzeri şeylerden kaynaklanmıştır ve de kitaplarda oldukça çok görülmektedir. Meşhur deyimle delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkaramaz türünden şüphelerdir bunlar.
Tam ikiyüz elli yıl boyunca bütün Rical ve biyografi alimleri Nehc’ül-Belağa’yı Seyyid Razi’nin telif ettiği bir kitap olarak kabul etmiş ve içindeki söylerin Müminlerin emiri Hz. Ali’ye ait olduğu hususunda yakın için de olmuşlardır. Aniden Musul bölgesinde, Erbil kalesinde Şemsuddin İbn-i Hallekan adında birisi[114] Ortaya çıkarak eline kalemi aldı. Vefiyyat’il-A’yan kitabında Nehc’ül-Belağa’yı Seyyid Razi’nin kardeşi Seyyid Murtaza’nın kitabı olduğunu iddia etmiştir. Daha sonra da hiçbir delili olmadan şöyle demiştir: İnsanlar Ali b. Ebi Talib’in sözlerinden oluşan Nehc’ül-Belağa hususunda ihtilafa düşmüşler ve bu kitabı Seyyid Murtaza’nın veya Seyyid Razi’nin kaleme aldığı hususunda şek etmişlerdir. Kitabı yazanın da toplayanın da bir olduğunu ve Ali’ye yalan yere isnad edildiğini söylemişlerdir.[115] İbn-i Hallakan’dan sonra Yafii[116], Zehebi[117], İbn-i Hacer[118], İbn-i İmad Hanbeli[119] ve Ahmed Emin[120] gibiler ortaya çıktı ve İbn-i Hallakan’ın sözünü tekrar ettiler. Ama Hatip Hüseyni’nin bu gruptan saydığı[121] Selahuddin Safedi ise İbn-i Teymiye’nin bunu inkar edip şöyle dediğini nakl etmektedir: “Nehc’ül-Belağa Seyyid Razi’nin diktesi olamaz, Nehc’ül-Belağa’da yer alanlar Ali b. Ebi Talib’in kelamıdır, Seyyid Razi’nin Nehc’ül-Belağa’daki sözleri (önsözü ve açıklamaları) ise bilinmektedir.[122]
İbn-i Hallakan’ın yolunu takip etmek isteyen bazı kimseler sözde bu hayali iddialarına bir takım deliller de beyan etmişlerdir. Örneğin şöyle demişlerdir:
1-Nehc’ül-Belağa Peygamber’in ashabına hakaret ile doludur.
2-Gayb ilmini bildiğini iddia etmektedir.
3-Uzun hutbeleri vardır.
4-Lafzi kafiyesi ve... vardır.
5-Konuları oldukça dikkatli bir şekilde inceden inceye nitelendirmiş ve ayırmıştır.
6-Hıristiyanlarınkine benzer bir şekilde insanlara sürekli ölümü hatırlatmakta dünyayı terk etmeye davet etmektedir.
Nehc’ül-Belağa’nın konuları Seyyid Razi’den çok önceleri telif olmuş kaynak kitaplardan çıkarılmadan önce bazı Şii yazarlar ve hatta Sünni yazarlar bu hayali itirazlara cevap vermeye kalkışmışlardır. Örneğin Seyyid Abduzzehra Hüseyni,[123] Seyyid Hibbetuddin Şehristani[124], Seyyid Abdullah Nimet,[125] Muhammed Muhyiddin,[126] ve Şeyh Hadi Kaşif’ul-Gıta[127] gibi bazı kimseler bu konuda büyük çaba sarf etmişlerdir.
Alimlerin o gün verdiği bu tür cevaplar bize göre insanları suvaran, kuyuya atan taşa benzemektedir. Ama bugün artık Nehc’ül-Belağa, kelime kelime incelenmiş ve çok sağlam kaynaklardan çıkarılmıştır. Dolayısıyla artık böyle bir tartışma yersizdir ve insanın vaktini telef etmesi anlamına gelmektedir. Ama söylemek gerekir ki bu itiraz edenler evvela Ali b. Ebi Talib’i o yüce ilmi ve ilahi makamından aşağı indirmiş ve onu kendileri ile eşitlemişlerdir. Onun yüce ve Ruhani sözlerini kendi kısır akıllarıyla değerlendirmişlerdir. Dolayısıyla kafalarına takılan problemleri de hemen kağıda dökmüşlerdir.
Psikolojik Yorum
Gerçi daha önce de söylediğimiz gibi Nehc’ül-Belağa’nın senetlerinden şüphe etmek şaşırtıcı bir şeydir. Elbette bir açıdan fazla şaşırmamak da gerekir zira İbn-i Hallakan ve takipçileri daha çocuk iken anne ve babasından bütün sahabelerin adil, takvalı, doğru sözlü ve güvenilir insanlar olduğunu işitmişlerdir. Daha sonra kendi öğretmen ve üstatlarından da bunu duymuşlardır. Kitaplarında da bunu okumuşlar toplumlarında da bunu derk etmişlerdir. Bir ömür boyu sahabelerin tümünün mukaddes ve münezzeh melekler olduğuna inanmışlardır. Dolayısıyla bu tür insanlar ellerine kalem alıp da Nehc’ül_Belağa hususunda hüküm vermek istediklerinde kendi inançlarına aykırı olan Şıkşıkiye hutbesi gibi konuları görünce, Ali (a. s)’ı ne tasdik edebilmekteler ve ne de tekzib! Zira o da sahabeden biridir. Dolayısıyla kalkıp da tek çare olarak şöyle diyorlar: “Bu kitap Ali’nin sözü değildir.”
Elbette onlar böyle derken bu acele hükümleri ile kendilerinden sonra bir takım insanların çıkıp Nehc’ül-Belağa’da yer alan konuları bizim muteber kitaplarımızdan da çıkarabileceklerini ve bu durumda rüsva olacaklarını düşünememişlerdir. Biraz daha anlayışlı ve uzak görüşlü olanlar ise böyle kötü bir akibeti görmüşler ve başka bir çare bulmaya çalışmışlardır. Onlara göre de Nehc’ül-Belağa, Hz. Ali’nin sözleridir. Ama kendi inançlarına aykırı olan yerleri tevcih ve tevil etmeye çalışmaktadırlar. Yani bu tabirleri manevi doğruluğundan uzaklaştırmakta ve kendilerine miras kalan inançlarına uyarlamaya çalışmaktadırlar. İbn-i Ebi’l Hadid’in aşağıdaki cümleler hakkında yaptığı teviller gibi:
1- “Allah’a and olsun ki Ebi Kuhafe oğlu, hilafete göre yerimin, değirmen taşının mili gibi olduğunu bildiği halde hilafeti bir gömlek gibi giyindi. [128]
2- “Baktım da, Ehl-i Beyt'imden başka yardım edip destekleyen, hakkımı savunan kimsenin olmadığını gördüm.”[129]
3- “...Ve velayet hakkının hususiyetleri onlarındır.”[130]
4- “Vasiyet ve veraset onlardadır.”[131]
(İbn-i Ebi’l Hadid bazen bu tevilleri “ashabımız öyle diyor” diye nakletmektedir ve belki de kendisi buna inanmamaktadır.)
5-Kadi’ul Kudat’ın Şıkşıkıye hutbesindeki İbn-i Ebi Kuhafe kelimesi hakkında yaptığı tevcih ve tevil...[132]
Diğer bir grup ise bu tür yerlerde sessiz kalmayı tercih etmekte ve hiç bir açıklama yapmamaktadır. Şeyh Muhammed Abduh, Mersifi, Muhammed Ebul Fazl ve benzeri kimseler bu gruptandır. Allah, kullarının içinde gizlediklerini herkesten daha iyi bilmektedir.
[1]- Seyyid Razi’nin Biyofrafisi hakkında aşağıdaki kitaplara müracaat ediniz: Enbah’ur-Rubat, 3/114, el-Bidayet-u ve’n-Nihaye, 3/12, Tarih-i Bağdat, 2/246, Kamil-i İbn-i Esir H. 406. Yıl olayları, Tarih-i İbn-i Ebil Feda, 2/145, ed-Derecat’ur-Rafie, s. 466, Revzet’ul-Cennat s. 573, Şezerat’uz-Zeheb, 3/182, el-İber 3/95, Lisan’ul-Mizan, 5/141, Mirat’ul-Cinan, 3/18, el-Muntezem, 7/279, Mizan’ul-İ’tidal, 3/523, el-Vafi bil Vafiyat 2/374, el-Gadir, 4/180 ve Reyhanet’ul-Edeb, 2/121-128
[2]- Seyyid Razi’nin Nehc’ül-Belağa, kitabının ön sözünden özetle
[3]- İstinad-i Nehc’ul Belağa, s. 7
[4]- Mesadir-u Nehc’il Belağa, Abduzzehra Hüseyini Hatip, s. 97
[5]- a.g.e, s. 93
[6]- a.g.e, s. 97
[7]- a.g.e, s. 93
[8]- a.g.e, s. 98
[9]- a.g.e, s. 99, Nezerat’un fil Kur’an kitabından naklen.
[10]- a.g.e, s. 99
[11]- Şerh-u İbn-i Ebil Hadid, c. 7, s. 202
[12]- a.g.e, c. 6, s. 246
[13]- Mesadir-u Nehc’ul Belağa, Hüseyni, s. 100
[14]- a.g.e, 100 ila 106. Sayfalar, özetle.
[15]- a.g.e, s. 100 Abkeriyyet’üş-Şerif’ten naklen.
[16]- A.g.e, s. 105, el-Teraz kitabından naklen.
[17]- Abkariyyey’ul İmam, s. 178
[18]- Mukaddeme-i Nehc’ul Belağa, Şerh-i Muhammed Abduh, Özetle.
[19]- el-İmam Ali c. 1, s. 102
[20]- el-Beyan ve’t-Tebyin, c. 1, s. 83
[21]- Şerh-i İbn-i Ebil Hadid c. 7, s. 212
[22]- Subh’ul A’şa c. 1, s. 59
[23]- el-İmam Ali (a. s) c. 1, s. 174
[24]- ez-Zeria c. 7, s. 189, Mesadir-u Nehc’il Belağa, c. 1, s. 48
[25]- ez-Zeria, s. 7, s. 191; Mesadir, c. 1, s. 49
[26]- Mesadir, c. 1, s. 53
[27]- Mesadir, s. 1, s. 51
[28]- Mesadir, c. 1, s. 51
[29]- Fihrist-i Neccaşi s.148
[30]- Ez-zeria, c. 7, s. 188
[31]- Fihrist-i İbn-i Nedim, s. 140
[32]- Mesadir, c. 1, s. 59
[33]- Mesadir, c. 1, s. 50
[34]- ez-Zeria, c. 7, s. 190
[35]- Ez-Zeria, c. 7, s. 191 ve Mesadir, c. 1, s. 62-65
[36]- el-Kunye ve’l Elkab, c. 2, s. 448
[37]- Mesadir-u Nehc’il Belağa, c. 1 s. 16
[38]- Mucem’ul Buldan, Beyn’es-Sureyn kelimesinde
[39]- ez-Zeria, c. 7, s. 192; Kütüphanenin yakılış tarihini 447, İbn-i Esir ise 450 olarak kaydetmiştir.
[40]- Ez-Zeria, c. 7, s. 192
[41]- Bu hutbeler Hui’nin 21 ciltlik şerhinde şu sıralamayla yer almıştır: c. 4, s. 14, c. 4,s. 118, c. 4, s. 141, c. 7, s. 69, c. 10, s. 288.
[42]- Bu hutbeler hakkında El Kaşif kitabında İbn-i Ebil Hadid’in kitabının dördüncü baskısından bazı örnekler verdik.
[43]- Muruc’uz-Zeheb c. 4, s. 441. (Fransızca tercümesiyle) ve c. 2, s. 431 (Mısır baskısı)
[44]- Tuhaf’ul-Ukul, s. 60
[45]- ez-Zeria, c. 7, s. 192; Menakib-i Al-i Ebi Talib’den naklen.
[46]- Seyr-i der Nehc’ül-Belağa, s. 6
[47]- Mesadir-u Nehc’il Belağa, s. 330
[48]- a.g.e.
[49]- a.g.e. s. 332
[50]- Gurer ve Durer-i Amedi, c. 3, s. 392
[51]- a.g.e. c. 6, s. 159
[52]- a.g.e., c. 6, s. 378
[53]- a.g.e., c. 6, s. 250
[54]- a.g.e, c. 2, s. 467
[55]- Mesadir, c. 1, s. 68
[56]- a.g.e., c. 1, s. 71
[57]- a.g.e.
[58]- a.g.e. c. 1, s. 73
[59]- Mesadir, c. 1, s. 72 (Tebersi, H. 548 yılında vefat etmiştir. Mezarı Meşhed’de olup şiilerce ziyaret edilmektedir ve aynı zamanda Mecme’ul-Beyan kitabının da yazarıdır.)
[60]- Mesadir, c. 1, s. 75
[61]- Mesadir, c. 1, s. 75
[62]- a.g.e., s. 81
[63]- a.g.e. s. 84
[64]- a.g.e., s. 85
[65]- a.g.e., s. 85
[66]- a.g.e., s. 86
[67]- ag.e., s. 87
[68]- a.g.e., s. 89
[69]- a.g.e., s. 90
[70]- a.g.e., s. 91
[71]- Fihristi Neccaşi s. 282
[72]- el-Gadir, c. 4, s. 199
[73]- Keşf’uz Zunun, s. 428 ve 159
[74]- Mesadir, c.1, s.117
[75]- a.g.e, s. 117
[76]- a.g.e, s. 118
[77]- a.g.e, s. 118
[78]- a.g.e, s. 118
[79]- a.g.e, s.119
[80]- a.g.e s, 121
[81]- ez-Zeria, c. 14, s. 112- 155
[82]- el-Gadir, c. 4, s. 186- 192
[83]- Mesadir-u Nehc’il Belağa, s. 1, s. 247- 329
[84]- Müstedrek, c. 3, s. 326
[85]- Mesadir-i Nehc’il Belağa, c. 1, s. 248
[86]- a.g.e, s. 248
[87]- a.g.e. s. 249
[88]- el-Muntazam, c. 1, s. 222
[89]- el-Gadir, c. 4, s. 186
[90]- Mesadir-i Nehc’il Belağa, c. 1, s. 40
[91]- a.g.e, s. 41
[92]- Nehc’ul Belağa-i dr. Subhi Salih, s. 49
[93]- a.g.e, s. 61
[94]- a.g.e, s. 61
[95]- a.g.e, s. 126
[96]- a.g.e, s. 129
[97]- a.g.e, s. 164
[98]- a.g.e, s. 176
[99]- a.g.e, s. 167
[100]- Ama kendisi de tümüyle sayamamış ve bir takım yerleri gözden kaçırmıştır.
[101]- 1. hutbe
[102]- İbrahim suresi, 34. Ayet.
[103]- 1. hutbe
[104]- Saffat suresi 6. ayet
[105]- 34. hutbe
[106]- Ahzap suresi 19. ayet
[107]- Şeyh Müfit, Seyyid Razi’nin üstadıydı. H. 413 yılında 77 yaşında vefat etmiştir.
[108]- Bu kitabın yazarı Hasan bin Şube Harrani’dir. Vefat tarihi belli değildir. Rical alimleri kendisini dördüncü asrı alimlerinden saymıştır ve muhtemelen daha Seyyid Razi doğmadan vefat etmiştir.
[109]- Şeyh Hadi Kaşif’ul Gıta Behc’ul Belağa’nın birinci hutbesini Bihar, s. 113’de Uyun’ul Hikme ve’l Muvaize’den nakletmiştir. Ama herhalde Garra hutbesiyle karıştırılmıştır ki c. 17, s. 113’de (eski baskı) bu kitaptan nakletmiştir.
[110]- Saduk diye meşhur olan Ebu Cafer Muhammed bin Ali bin Hüseyin bin Babeveyh Kummi H. 381 yılında 70 küsür yaşında iken vefat etmiştir. Şıkşıkıye hutbesini bu iki kitapta farklı senetlerle nakletmiştir. Merhum Şehristani ise Nehc’ul Belağa’dan farklı tabirlerini “Mahuve Nehc’ul Belağa” kitabında izah etmiştir.
[111]- Şerh-u Nehc’il Belağa-i İbn-i Ebil Hadid, eski baskı, s. 41, (Şıkşıkiye hutbesinin şerhinin sonunda)
[112]- Gaybet-i Suğra asrının edebiyatçılarından ve muhaddislerinden olup şafii mezhebindendir. 328 yılında 82 yaşında iken vefat etmiştir.
[113]- Bu arada Nehc’ül-Belağa’da nakl edilmiş olan üç cümle için ise baktığım kaynaklarda herhangi bir senedi ve kaynağı zikr edilmemiştir. Sadece Seyyid Abduzzehra Naziri, 2. cümlesi için kaynak zikr etmektedir.
[114]- Hallakan diye meşhur olan Ahmed b. İbrahim b. Ebi Bekr ceddine mensuptur ve İbn-i Hallakan diye bilinmektedir. H. 608 yılında öldü ve 681 yılında da vefat etti. Şair ve edip biriydi. Özellikle de Yezid b. Muaviye’nin şiirlerine karşı büyük bir ilgisi vardı. Ömrünün sonunda Melik Muzafferin oğluna aşık olmuştu. Bir gün onu sokakta gördü. Üzerindeki kadılık elbisesini çıkararak onun ayaklarının önüne attı. Saltanat ailesi çocuklarını İbn-i Hallakan ile birlikte olmaktan men etmişlerdi. İbn-i Hallakan bu çocuğun aşkından çılgına dönmüş sürekli şu şiirleri okuyordu:
“Ben Vallahi Helak oldum
Yaktı beni o boy poz ki
Şüphesiz kıyametim kopmuştur.”
İbn-i Hallakan ölüm halinde dahi bu şiiri okuyordu ve bu hal üzere öldü. Mesadir-u Nehc’il-Belağa, c. 1, s. 114; Fevat’ul-Vefiyyat, c. 1, s. 17’den naklen ve hakeza Tezyin’ul-Esvak, s. 17
[115]- Vefiyyat’il-A’yan, c. 3, s. 313
[116]- Mir’at’ul-Cinan, c. 3, s. 55, H. 768 yılında vefat etmiştir.
[117]- Mizan’ul-İ’tidal, c. 3, s. 124, H. 748 yılında vefay etmiştir.
[118]- Lisan’ul-Mizan, c. 3, s. 223, H. 852 yılında vefat etmiştir.
[119]- Şezerat’uz-Zeheb, c. 3, s. 257, H. 1089 yılında vefat etmiştir.
[120]- Fecr’ul-İslam, s. 178,
[121]- Mesadir-u Nehc’il-Belağa, c. 1, s. 115
[122]- el-Vafi bil Vefiyyat, c. 2, s. 370
[123]- Mesadir-u Nehc’ül-Belağa, c. 1, s. 127-220
[124]- Tercüme-i Mahuve Nehc’ül-Belağa, Seyyid Abbas Mirzade, s. 104-126
[125]- Mesadir-u Nehc’ül-Belağa, s. 70-128 (bu kitapta on yedi itiraz nakl edilmiş ve hepsine cevap verilmiştir.)
[126]- Mukaddeme-i Nehc’ül-Belağa-i Şerh-i Abduh,
[127]- Medarik-u Nehc’ül-Belağa, s. 226-234
[128]- Minhac’ul-Beraa, Seyyid Habibullah Hui, c. 2, s. 414
[129]- a.g.e., c. 3, s. 372
[130]- a.g.e., c. 2, s. 332
[131]- a.g.e., c. 2, s. 341
[132]- a.g.e., c. 3, s. 38