Kûn Fe Yekûn

Pazartesi, 03 Şubat 2014 15:07
 
Hasan BEDEL

 

Henüz ne varlık vardı ne de yokluk, ne o parlak gökyüzü ne de o kara toprak. Ne gece vardı ne gündüz, ne ölüm ne de hayat. Acaba neydi bunca şeyi kendinde pinhan eden? Neydi acaba?!.

Ölüm yoktu henüz ve madem ölüm yok, peki nerede ölümsüzlük? Demek o da yoktu!

Yalnız ve yalnızca O vardı. O ki; her şeyin başlangıcı. O ki; her şeyin yaratıcısı. O vardı ve başka hiç birşey yoktu henüz. Derin bir karanlık ve aslında herşey onda kayıp. Hayat tohumları gizli bir perdenin ardında saklıydı.

“İnsanları bir kelime bir araya getirir, bir kelime de dağıtır.”[2] demiştir Lübnanlı yazar Mihail Nuayme ve Allah, “Ol!” der; olur ve “Bit!” der son bulur ne varsa varlığa dair.

Müminlerin Emiri Hazreti Ali (as) zamanın İslam hükümet merkezi olarak seçtiği Kufe şehrinde, bölge halkı ve sahabelere yaptığı bir konuşmasında Yüce Allah’ın varlığı konusunda şunları buyurmuştur;

“O, sonradan olmaksızın vardır; Yokluğu tatmaksızın da mevcuttur. Her şey iledir; ama eşleşmeksizin. Her şeyden baş­kadır; lakin ayrılmaksızın. İşler yapar, hareket ve alet olmaksızın. Basir'dir (görendir); yarattıklarından henüz görülen yokken. Tek­tir; bir varlığa muhtaç bulunmadan ve yokluğunda dehşete kapılacağı birisi olmaksızın.

Yaratmaya koyuldu ve yarattı. Önceden düşünüp, planlayıp kurmadan, hiç bir tecrübeden istifade etmeden, harekete girişmeden ve mecbur olduğu bir amacı olmadan varetti.[3] Her şeyi vaktinde yarattı, birbi­rinden aykırı ve farklı şeyleri yakınlaştırdı/uzlaştırdı. Her şeyde bir kabiliyet ve tabiat yarattı. Her şeyin maddesini ona göre düzdü-koştu. O, her şeyi henüz olmadan bilendir. Eşyayı sınırları ve sonlarıyla tümüyle kuşatandır. O, her şeyin gizli, açık, her yanını bilendir.[4]

Sonra münezzeh olan Allah gökleri ayırdı, kenarlarını yardı ve hava katmalarını oluşturdu. Sonra ondan dalgalı ve yüksek birikintisi olan bir su akıttı. Sonra o suyu her şeyi yerinden söküp koparan, şiddetli bir rüzgâra yükledi ve ona; bu suyu iade etmeyi emretti. Rüzgârı suya musallat ve suyun sınırlarına yakın kıldı.[5]

Sonra Yüce Allah gökleri kazıyan bir rüzgâr yaratmış, devamlılığını sağlamış, cereyan ettirmiş, durgunluktan uzak kılmıştır. Rüzgâra, çağıldayan suyu alt­üst etmesini ve denizleri dalgalandırmasını emretmiştir. Böylece rüzgâr suyu bardakta çalkalanırcasına çalkalayıp göğe fırlatmıştır. Başı sonuna geldi, durgunu harekete geçti. Sonunda böylesine evire çevire su kabardı ve biri­kintisi köpük verdi. Bunu yarıkları olan ve açık-geniş bir havanın içine kaldırdı. Böylece yedi kat gök oluştu.[6]

Alt tabakasını durgun bir dalga, üst tabakasını dayan­dığı bir direk ve düzgün durmasını sağlayan çiviler olmak­sızın sağlam-korunmuş ve yüksek bir tavan kıldı. Sonra onu gezegenlerle ve ışıldayan yıldızlarla süsledi. Bunlar arasında ışıldayan bir kandili ve nurlu bir ayı; döne-gelen bir mecrada, hareketli bir tavanda ve hedefli bir çizgide hareket ettirdi.[7]

Sonra münezzeh Allah yerin sarpından ve yumuşağın­dan, tatlısından ve tuzlusundan toprakları bir araya top­ladı, suyla karıştırıp halis bir kıvama getirdi. Nemlendire­rek yapışkan bir hal aldırdı. Bundan yönleri, ilişik yerleri, organları ve bölümleri olan bir suret (beti) yarattı. Pekinleşinceye kadar kurutmuş, belli ve sınırlı bir süre sıkılaştırmış­tır. Sonra O'na ruhundan üfleyince kendini idare edecek zihni, tasarrufta bulunduğu fikirleri, hizmetinde kullandığı organları, evirip-çevirdiği araçları; hak ile batılı, tatları, kokuları, renkleri ve türleri ayıran bilgisi olan bir insan oluverdi.”[8]

Âdem yaratılmıştı artık. O idi bunca şeyin yaratılış esası, o idi AŞK ile yaratılan tek canlı. Bak ne diyor büyük şair Şirazlı bilge Hafız;

جلوهء کرد رخش ديد ملک عشق نداشت

“Baktı ve varlık âleminde Aşkı bulamadı

عين آتش شد از اين غيرت و بر آدم زد

Ateş oldu bir anda, gayrete geldi Âdem’i yarattı!”

Hafız Şirazi; her ne kadar değişik teşbihlerde bulunsa da bu şiirinde, İnsanın AŞK ile yaratılmış olmasını ancak böyle kâğıda döküvermişti.

Hani şöyle geçer ya Hadis-i Kutsi’de;

(كنت كنزا مخفيا فأحببت أن أعرف فخلقت الخلق لكي أعرف)

“Ben gizli bir hazineydim ve bilinmeyi sevdim, yarattım ve bilindim.”

Yüce Allah’ın silsile mertebelerle ilk yarattığı “Nur-u Muhammedi’dir ki sonra yaratılıvermiştir ne varsa kâinata dair. Aslında Âdem de Muhammed idi Nuh da, İbrahim de, Musa da, İsa da, Ali de. O idi herkesle bir olan, Allah AŞK’ı ile yanıp kavrulan.

Üstat İskender PALA “Mir’at” adlı kitabının “AŞK Evveldir” bölümünde şunları yazar;

Mevlana, “Yaratıldı yaratılalı göklerin dönüşünü AŞK dalgasından bil. AŞK olmasaydı dünya donar kalırdı sen yalnız bunu bil.”[9] der. Her şeyden evvel AŞK’ın var olduğunu, yaratılışın AŞK ile gerçekleştiğini, dünyanın AŞK esası üzerine kurulu bir düzen içinde döndüğünü açıklıyor bu beyit.[10]

İsterseniz bahsimize İranlı düşünür Şehit Dr. Mustafa Çemran ile nokta koyalım.

“…Allah insana şöyle hitap etmiştir;

Ey İnsan! Yalnızca sen güzelliği algılayabilirsin. Cemal, Celal ve Kemal yalnızca senin ilgini çeker. Yalnızca sensin Yüce’ye AŞK ile (melekler gibi mecburi değil) tapınan. Yalnızca sensin bir başına Yüce’nin temsilcisi olan.

Ey İnsan! Yaratılış evresi seninle kemale erdi, kelime seninle vücuda geldi, güzellik senin güzel gören gözlerin sayesinde aşikâr oldu, AŞK senin varlığınla manaya kavuştu ve Allah, seni halifesi olarak kâinata koydu.[11]

Ey İnsan! Sen beni seviyorsun ben de seni, sen bendensin ve bana döneceksin.”[12]/[13]

 

En evvel AŞK idi; hâlâ ki AŞK’tır…

AŞK ki yaratılmıştır; geriye ne kalır?[14]

 

 

 

 

[1] أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ  “Ol der ve olur!”  إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ“O birşeyi istediğinde, buyruğu sadece şunu söylemektir: "Ol!" Artık o, oluverir.” (Yasin/82)

[2] Tanrıya Dönüş Azığı/Mihail Nuayme, s. 82, Babil Yayınları, İstanbul 2003.

[3] بَدِيعُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ ۖ وَإِذَا قَضَىٰ أَمْرًا فَإِنَّمَا يَقُولُ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ “Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca «Ol» der, o da hemen oluverir.” (Bakara/117)

*Bir işe koyulan, önce o işi düşünür, kurar, bilgiden, tecrübeden faydalanır. Yaparken hareket halindedir, ister istemez bir enerji sarfeder ve sonunda yorulur. Bu dört unsur olmadan hiç bir iş yapılamaz. Ama Yüce Allah ise bunlardan müstağnidir, münezzehtir. İlmi; bir şeyi yaratmadan önce onu kapsar ve sonunu da bilir.

Yüce, varlığı yaratıp onu harekete geçirmeden önce; biz insanlar gibi yapacağı işte tecrübe ve deneyime gereksinim duymadığını, yıllar hatta asırlar süren deneyler ve çetrefilli problemler ile kafa yorup “İdeal” olanı bulma gibi bir gereksinimi olmadığı bu konuşmadan anlıyoruz.

[4] وَكَانَ اللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمًا  “Allah, her şeyi en iyi biçimde bilendir.”(Bakara/282)

[5] أَنَّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا ۖ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ  “…Gökler ve yer bitişik idi, biz onları ayırdık. Her canlı şeyi sudan oluşturduk.” (Enbiya/30)

[6] فَقَضَاهُنَّ سَبْعَ سَمَاوَاتٍ فِي يَوْمَيْنِ وَأَوْحَىٰ فِي كُلِّ سَمَاءٍ أَمْرَهَا “Böylece onları, iki günde yedi gök yaptı ve her göğe emrini (kanunlarını) vahyetti.” (Fussilet/12)

[7] وَالسَّمَاءَ بَنَيْنَاهَا بِأَيْدٍ “Göğe gelince, onu biz ellerimizle kurduk.” (Zariyat/47)

اللَّهُ الَّذِي رَفَعَ السَّمَاوَاتِ بِغَيْرِ عَمَدٍ تَرَوْنَهَا “Allah odur ki, gökleri direksiz yükseltmiştir” (Rad/2)

[8] Nehcu’l-Belağa Tefsir ve Tercümesi, Seyyid Razi, Alleme Caferi, c. 2, s.12-13, II. Hutbe, İslami Kültür Yay. Tahran 1999.

[9] Mesnevi, Celalettin Rumi, c. 5, s.3853, M.E.B. Ankara 1989.

[10] Mir’at, İskender PALA, s. 3, Kapı Yayınları, İstanbul 2007.

[11] (إِنِّي جَاعِلٌ فِي الْأَرْضِ خَلِيفَةً) “Hani Rabbin meleklere, ben yeryüzünde mutlaka bir halife yaratacağım demişti.” (Bakara/30)

[12] (إِنَّا لِلَّهِ وَإِنَّا إِلَيْهِ رَاجِعُونَ) “Biz Allah içiniz ve sonunda O'na döneceğiz.” (Bakara/156) 

[13] Dr. Mustafa ÇAMRAN, O Vardı ve Başka Hiçbir Şey Yoktu, s. 63, Tahran, 2002 (Tercüme: H. BEDEL)

[14] Mir’at, İskender PALA, s. 5, Kapı Yayınları, İstanbul 2007.

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar