İnsanın bütün fiil, hareket, söz, iyilik ve kötülüklerinin kaynağı nefisdir. Eğer nefis ıslâh olursa, insanın dünya ve ahireti sigorta edilmiş olur. Ama eğer nefis fesada yönelirse, kötülüklerin kaynağı olur, dünyevî ve uhrevî helâkete yol açar. Eğer insaniyet yolunda hareket edecek olursa, Allah’ın yakın meleklerinden bile daha üstün makamlara yükselebilir. Ama eğer insaniyetin değerli cevherini görmezlikten gelir de hayvaniyet doğrultusunda hareket edecek olursa, hayvanlardan daha aşağılık olup alçak şeytanlık makamına düşer. Bu iki yoldan her birinde hareket etmenin araçları insanın içinde saklıdır. İnsan, hem akla sahip olup fıtratı icabı insanî fazilet ve değerleri istemektedir, hem de hayvanî boyutuyla hayvanî eğilim ve içgüdülere sahiptir. Ancak hayvanî eğilim, istek ve içgüdüler, kaçınılmaz olarak insanı sapıklığa düşürecek batıl ve zararlı şeyler değillerdir. Tersine, onların varlığı, insan hayatı için gereklidir ve doğru istifade edildiği takdirde insanın tekâmülü ve Allah’a doğru seyr ve sülûk etmesi doğrultusunda vazifedar olabilirler.
Asıl sorun, hayvanî eğilim ve isteklerin belli bir sınırda durmaması ve diğerlerini gözetmemesidir. Ki bu durumda ne insanî eğilimlere önem verir, ne de diğer güdüleri gözetirler. Tamamen tatmin olmaktan başka bir hedefleri olmaz. Örneğin cinsel içgüdü, tamemen tatmin olmayı, hedefine ulaşmayı ister ve bundan başka bir hedefi olmaz. Yiyecek ve içecekten zevk alma, makam, mevki, şöhretperestlik, mal, servet, ev ve yaşam güzelliklerine alâka gösterme gibi diğer hayvanî güdüler ve aynı şekilde öfke, gazab, intikam hırsı ve bundan kaynaklanan bütün sıfatlar da, belli bir sınırda durmazlar. Bilâkis bunlardan her biri, mükemmel bir şekilde tatmin olmak isterler. Dolayısıyla, bunlardan biri diğerine galip gelip nefsi kendine tutsak edinceye kadar, insan nefsi, devamlı kavga, münakaşa ve cedellere sahne olup hiçbir zaman sükûn bulmaz.
Bu arada akıl, çok önemli bir güç ve konuma sahiptir. Şeriatın yol göstermelerinden yararlanarak nefsanî eğilim, içgüdü ve temayüllerini kontrol edip onların arasında denge kurarak ifrat ve tefritin önünü alabilir. Yine hâkimiyet makamını ele geçirip içgüdülerin istekleri arasında denge kurarak, nefıs ülkesini kargaşa, huzursuzluk ve aşırılıktan kurtarıp insaniyetin ve Allah’a doğru seyr ve sülûk etmenin doğru yoluna hidayet edebilir.
Ancak aklın hâkimiyet kurması da kolay bir iş değildir tabiî. Zira çok güçlü ve hileci bir düşmanla karşı karşıyadır. Nefs-i emmare adındaki bu gaddar düşmanın onu savunan pek çok yardımcıları vardır.
Allah'u Teâlâ, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Gerçekten nefis, Rabbimin kendisini esirgediği dışında, var gücüyle kötülüğü emredendir.”[30]
Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Senin en büyük düşmanın, kendi nefsindir.”[31]
Hz. Ali’den (a.s) şöyle naklediliyor: “Akıl ile şehvet birbirleriyle zıt iki şeydir. İlim, aklı savunur; heva ve heves ise, şehveti destekler. Nefıs de, bu iki gücün münakaşa ve şavaş meydanıdır. Bunlardan her biri diğerine galip gelirse, o nefsi sultası altına alıverir.”[32]
Yine Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Şer ve kötülük, bütün nefislerden saklıdır. Nefsin sahibi ona galip gelirse, öylece saklı kalır; mağlup olursa, o kötülük açığa çıkar.”[33]
Akıl, iyi bir hâkimdir, ancak yardımlaşma ve dayanışmaya muhtaçtır. Bu kavgada aklın tarafını tutarak nefsanî isteklerimize, şehvet ve heveslerimize karşı koyup beden ülkesinin idaresini akla teslim edecek olursak, çok büyük bir zafere ulaşmış oluruz. Bu ise, din önderlerinin, şeriat, tarikat ve hakikat rehberlerinin bizlerden istedikleri ve üzerinde oldukça fazla durdukları bir konudur. Örneğin, Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Şehvetlerin kalbinize galip gelmemesine dikkat edin. Zira ilk önce sizi kendine köle eder ve nihayette de helâkete düşürür.”[34]
Diğer bir yerde Hz. Ali’den (a.s) söyle naklediliyor: “Her kim nefsinin istek ve şehvetlerini kendi mülkiyetine (emri altına) geçirmezse, aklına da sahip olamaz.”[35]
Yine Hz. Ali’den (a.s) şöyle naklediliyor: “Nefsanî heveslerin insana galebe etmesi, en büyük helâkettir ve galip gelip onları tutsak etmek ise, en güzel malikiyettir.”[36]
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Her kim, gönlü bir şeyi dilediğinde, korktuğunda, bir şeyi arzuladığında, hoşnut olduğunda ve gazab ettiğinde kendi nefsini kentrol ederse, Allah-u Teâlâ onun bedenini cehennem ateşine haram kılar.”[37]
Hz. Ali’den (a.s) şöyle naklediliyor: “Günahları terketmek üzere nefsinize musallat olun ve onu yenin (kontrol edin) ki onu kendi emrinize almanız kolay olsun.”[38]
Bu bakımdan, nefse musallat olmak, nefsanî istek ve hevesleri kontrol etmek; nefsi arındırmak ve tezkiye etmek açısından zarurî ve hayatî bir şey sayılmaktadır. Nefsi tezkiye etmek, bunun dışında imkânsızdır. İnsanın nefsi serkeş ve inatçı bir at gibidir; eğer onu terbiye ederek ehilleştirir ve dizginlerini ellerinize alıp sırtına binecek olursanız, ondan yararlanabilirsiniz; ama eğer ehlileşmez de kendi istediği tarafa giderse, sizi uçurumlara düşürüverir. Ancak serkeş nefsi ehlileştirmek çok zor bir iştir. O, ilk önce sizin karşınızda mücadele verecek; ancak siz de ona lâyıkıyla direnecek olursanız, nihayet teslim olur.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Eğer nefsin, senin karşında zorluk çıkarır da teslim olmazsa, sen de, karşında zelil ve uysal olması için ona zorluk çıkar (sıkı tut) ve onu itaate zorlamak için çareler ara.”[39]
Ayırca şöyle buyurmaktadır: “... Nefsanî şehvet ve istekler, öldürücü hastalıklardır. En iyi ilâcı ise, onların karşısında sabırlı olmak ve direnmektir.”[40]
NEFİSLE CİHAD (MÜCADELE)
Nefıs, bizim en büyük düşmanımızdır. Akılla devamlı savaş hâlindedir. Şeytanî vesveselerden ilham alarak askerleriyle aklı inzivaya çektirip söndürmek ve beden meydanının yegane kahramanı olmak için ona saldırıverir. Hedefi, melekleri nefis ülkesinden kovmak ve onu tamamen şeytanın işgaline geçirmektir. Bu gaddar düşmanı alt etmek kolay bir iş değildir tabiî ki. Kararlılık, direniş, sebat ve hatta cihada ihtiyaç vardır. O da bir iki defa, bir iki gün veya bir iki yıl değil; ömrün sonuna kadar devam eden bir cihada; zorlu, ciddî ve birbirini izleyen savaşlara gerek vardır. Nefsi dizginlemek ve içgüdüleri kontrol etmek için zorlu bir savaş yapmalıyız. Resulullah'ın (s.a.a) ve Masum İmamlar'ın (a.s) buyruklarından ilham alarak aklın ve aklın askerlerinin yardımına koşmalıyız; nefsin cinayetlerinin önüne geçmeli, askerlerini çevirmeli ve kökünü kurutmalıyız; tâ ki akıl, vücut ülkesine hâkimiyet kurabilsin ve şeriatın buyruklarından ilham alarak bizi insanî mükemmellik ve Allah’a doğru seyr ve sülûk yoluna hidayet etsin. Nefis ile barış ve uzlaşma sağlanamaz. Dolayısıyla da o mağlup olarak kendi yerinde oturup suikastlarından el çekinceye kadar onunla savaşılmalıdır. Saadete ulaşmak için bundan başka bir yol yoktur. Bu yüzden nefisle savaşmaya, hadislerde cihad ismi verilmiştir. Örnek olarak Hz. Ali’nin (a.s) sözlerinden birkaçını naklediyoruz:
“Her zaman cihad ederek kendi nefsinize musallat olun (onu kontrol edin).”[41]
“Nefsin istek ve heveslerine galip gelin ve onlarla savaşın; zira eğer nefıs sizi bağlarsa, helâketin en alçak derecesine düşersiniz.”[42]
“Bilin ki, (nefisle) cihad etmekle cennet satın alınır. Her kim nefsiyle cihad edecek olursa, ona musallat olur. Cennet de, kadrini bilen için Allah’ın en güzel mükâfatıdır.”[43]
“İki düşmanın birbiriyle savaştığı gibi nefisle savaş; cihad ederek onu Allah’a itaat etmeye zorla ve birbiriyle zıt olan iki şeyden birinin diğerine üstün geldiği gibi nefse galip gel; zira insanın en güçlüsü, nefsine galip gelenidir.”[44]
“Akıllı kimse nefsiyle cihad eden, onu ıslâh eden, heves ve zevk peşinde olmaktan sakındıran ve bu vasıtayla onu dizginleyip kendi kontrolüne geçiren kimsedir. Doğrusu akıllı insan, nefsini ıslâh etmekle öyle bir meşgul olur ki, dünyaya, dünyada olan şeylere ve dünya ehline önem vermez.”[45]
///Nefisle cihad etmek önemli ve hayati bir savaştır. Öyle bir savaş ki, dünya ve ahirette nasıl yaşayacağımız, nasıl ve hatta ne olacağımız ona bağlıdır. Eğer biz cihad ederek nefsimizi mağlub etmez ve onu dizginlemezsek o bizi mağlub eder ve istediği her tarafa çeker. Eğer biz onu kendimize tutsak etmezsek, o bizi kendine tutsak ve köle eder. Biz onu güzel ahlâk ve güzel amele zorlamazsak, o bizi çirkin ahlâka ve kötü amellere zorlayacaktır. Dolayısıyla nefisle cihad, Allah’a doğru hereket edenlerin omuzlarına bırakılmış olan en önemli ve en zor vazifedir, bu yolda her ne kadar güç sarfedilirse gerçekten değer.
CİHAD-I EKBER
Nefisle cihad o kadar önemli bir meseledir ki Resul-i Ekrem (s.a.a) onu cihad-ı ekber, yani büyük cihad diye tanıtmıştır. O kadar ehemmiyettlidir ki hatta silahlı savaştan bile üstün bilinmiştir.
Hz. Ali (a.s) şöyle naklediyor: Resulullah (s.a.a) düşmanla savaşmaları için bir ordu gönderdi. İslam ordusu savaştan dönünce onlara: “Aferin cihad-ı asgarı (küçük cihadı) yapanlara! Ancak cihad-ı ekber (büyük cihad) onlar için farz olarak kalmıştır” buyurdular. (Ashaptan bazıları) "Ya Resulallah! Cihad-ı Ekber nedir?" deyince hazret: “Nefisle cihaddır.” buyurdular.[46]
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Cihadlardan en üstünü iki tarafının arasında yer alan nefsiyle cihad eden kimsenin cihadıdır.”[47]
Resulullah Hz. Ali’ye (a.s) vasiyetinde şöyle buyurmuşlardır: “Ey Akıl! cihadların en üstünü hiç kimseye zulmetme kastı olmaksızın sabahlayan kimsenin cihadıdır.”[48]
Bu hadislerde nefisle cihad, cihad-ı ekber (en büyük cihad) ve en faziletli cihad olarak tanıtılmıştır. Öyle bir cihad ki hatta Allah yolunda yapılan silahlı cihaddan bile daha faziletli ve daha üstündür. Allah yolunda yapılan cihadın üstün değerine ve onun en üstün ibadetlerden sayıldığına dikkat edilecek olursa nefisle cihadın burda değer ve önemi açıklığa kavuşur. Nefisle cihadın üstünlüğünü izah ederken üç noktayı beyan edebiliriz:
1- Her ibadet, hatta silahlı cihad, iki açıdan nefisle cihadı gerektirmektedir:
a) İbadetleri bütün şartlarıyla tam olarak yerine getirmek nefisle cihada bağlıdır. Acaba cihad edip çaba harcamaksızın namazı, kalp huzuruyla ve müminin miracı olacak, fehşadan ve münkerden nehyedecek olan bütün şartlara riayet ederek eda etmek mümkün müdür?!
Acaba cihad etmeksizin Cehennem'e kalkan olacak orucu kamil olarak eda etmek mümkün olabilir mi? Mücahid biri nefsiyle cihad etmeksizin canını ayağının altına alarak savaş meydanında hazır olup İslam düşmanlarıyla yiğitçe savaşabilir mi?
b) Her ibadet, ancak sırf Allah’ın rızası için yapılan her türlü şirk, riya, bencillik ve nefsanî garazlardan arı ve temiz olmak şartıyla Allahu Teâlâ’nın indinde makbul olup Allah’a yakınlaşmaya sebep olur ve böyle bir şey ise nefisle cihad etme dışında mümkün değildir. Hatta silahlı cihad ve şehadet de ancak Allah’ın rızası ve Tevhid kelimesini yüceltmek için olunca değer kazanıp tekâmül ve Allah’a yakınlığa sebep olur. Bu büyük ibadet bile şöhret, düşmandan intikam alma, adın tarihe geçmesi, riya ve gösteriş, makam ve mal, hayat sorunlarından kaçmak veya buna benzer diğer nefsanî hedefler olursa manevî değerini yetirir, insanı Allah’a yakınlık ve kurb makamına yükseltmez. Binaenaleyh, nefisle cihad etmek bütün ibadet ve hayır amellerden ve hatta Allah yolunda silahlı cihad etmekten bile üstündür; zira onların hepsinin doğruluk ve mükemmelliği nefisle cihada bağlıdır. İşte bu yüzdendir ki, nefisle cihad, cihad-ı ekber (büyük cihad) olarak adlandırılmıştır.
2- Silahlı savaş belli bir zamanda ve özel şartlarla farz olur. Ayrıca farz-ı aynî değil farz-ı kifa-îdir. Bazı kimseleri bağlamaz. Bazı zamanlarda cihad kesinlikle farz değildir; farz olduğu yerlerde ise farz-ı kifayî olup yeterince savaşçı iştirak ederse bu farz diğerlerinden kalkar. Ayrıca kadınlara, yaşlılara, acizlere, güçsüzlere ve hastalara da farz değildir. Fakat tam aksine nefisle cihad, herkese her zaman, her durumda ve her halde ve bütün şartlar altında farz-ı aynîdir ve insanın bütün hayatı boyunca her an yapması gereken bir cihaddır. Masum İmamlar dışında hiç kimse hiç bir zamanda ondan gani (ihtiyaçsız) değildir.
3- Nefisle cihad, bütün ibadetlerden, hatta mücahidin canından geçerek şehadetle karşı karşıya geldiği silahlı cihaddan daha zordur. Zira hakka tamamen teslim olmak, bir ömür boyu nefsanî istek ve heveslerle mücadele etmek ve tekâmülün doğru yolunda ilerlemek, bir mücahidin bir kaç sabah savaş meydanında İslam düşmanlarıyla savaşmasından ve nihayet şehadet makamına erişmesinden çok daha zordur. Nefisle mücadele etmek ve savaşmak o kadar zordur ki, sürekli ve amansız bir cihad, bir çok ızdıraba tahammül etme ve ilâhî teyidlerin olması dışında imkansızdır. Dolayısıyla namazlarda devamlı: “Bizi doğru yola hidayet et” diyoruz. Tekâmülün doğru yolunda ilerlemek o kadar zordur ki, kutlu İslam Peygamberi, Allahu Teâlâ’ya! “Allahım! bir göz açıp kapayıncaya kadar beni kendi nefsime bırakma” diye dua etmektedir.
CİHAD VE İLÂHÎ YARDIMLAR
Gerçi nefisle cihad etmek çok zor olup onun için mukavemet, sebat, uyanık olma ve murakabeye gerek varsa da; her halukârda imkansız olmayıp insanın saadeti için oldukça zaruridir. Eğer nefsimizle savaşmaya karar verir de bu işe başlarsak bu amelimiz Allah tarafından yardım görür.
Allah-u Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “Bizim yolumuzda cihad edenlere şüphesiz onları yollarımıza hidayet ederiz.”[49]
Allah’ın rızasını kazanmak için kendi nefsi ve istekleriyle savaşan kimseye ne mutlu! Her kim nefsanî heveslerin ordusunu altederse Allah’ın rızasını kazanmıştır ve her kim cihad ve Allah’ın karşısında huzu ve huşu etmek vasıtasıyla aklını nefs-i emmaresine komşu ederse büyük bir saadete ulaşır. Allah ile O’nun kulu arasında nefs-i emmare ve nefsi isteklerden daha karanlık ve daha korkunç bir örtü yoktur; onların kökünü kurutmak için ise Allah’a muhtaç olma duygusu, huzu-huşu, açlık ve susuzluk (oruçlu olmak) teheccüd ve geceleyin ibadet için uyanık kalmaktan daha iyi bir silah yoktur. Böyle birisi ölürse şehittir ve kalırsa nihayet büyük rızvana ulaşıverir. Allahu Teâlâ Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor: “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz yollarımızı gösteririz.” Kendi nefsini ıslah etmek için senden daha fazla çalışan bir mücahidi gördüğünde kendi nefsini azarla, kına ve onu daha fazla murakabeye teşvik et. Allah’ın emir ve nehiyleriyle kendi nefsin için bir dizgin yap. Yaramaz, tecrübesiz egitilmemiş bir köleyi terbiye eden kimse gibi kendi nefsini iyliklere doğru yönlendir. Resulullah (s.a.a) o kadar namaz kılardı ki mübarek ayakları şişerdi ve itiraz edenlerin cevabında ise: “Allah’a şükreden bir kul olmayayım mı?” buyuruyordu. Resulullah (s.a.a) ibadete ciddiyet ve ehemmiyet vermekle ümmetine ders verirdi. Öyleyse hiçbir zaman çaba harcamaktan, ibadet ve riyazetten gafil olmayınız. Biliniz ki eğer ibadetin tadını ve bereketlerini görür de kalbinizi ibadetin nurlarıyla nurlandırırsanız sizi parça parça etseler bile yine de ondan bir saat olsun el çekemezsiniz. O halde ibadetten yüz çevirmenin, günahtan sakınma ve ilahi muvaffakiyetlere yönelme yarışmasının faydalarından mahrum olmaktan başka bir sonucu olmayacaktır.”[50]
Nefisle cihad, aynen silahlı cihad gibidir. Düşmana her ne kadar darbe inerse ve askerler tarafından her ne kadar düşman mevzisi fethedilirse düşman o kadar zayıflar, askerler güçlenir ve ilerdeki darbeler ve fetihler için daha hazırlıklı olurlar. Allahu Teâlâ’nın buyurduğu ilahi sünnet de budur: “Allah’ın dinine yardım edecek olursanız o da size yardım eder ve adımlarınızı sağlamlaştırır.” Nefisle cihad da da böyledir. Nefs-i emmare’ye her ne kadar darbe iner ve onun meşru olmayan istek ve hevesleriyle muhalefet edilirse nefıs o kadar zayıf düşer, siz ise daha bir güçlenir ve sonraki fetihler için daha hazırlıklı olursunuz. Aksine, her ne kadar uyuşuk ve gevşek davranır ve nefsin isteklerine teslim olursanız siz zayıflarsınız, o ise güçlenir ve sonraki fetihler için daha hazırlıklı olur.
Ancak nefsinizi tezkiye etmeğe çalışırsanız; Allah tarafından teyid olursunuz-yardım görürsünüz ve her geçen gün nefs-i emmare’ye daha fazla musallat olur ve onu daha iyi kontrol edersiniz. Ama nefsin istekleri ve askerleri karşısında meydanı boşaltacak olursanız onlar daha güçlenir ve daha fazla musallat olurlar size.