İmam Hüseyin (a.s)

Hüseynî Kıyam

Pazar, 05 Ocak 2014 16:52

 

Muaviye, Yezid için biat toplamak istiyordu, bu amaçla Medine'ye gitti; İmam Hüseyin'i (a.s) ve "İbn-i Abbas"ı çağırttı. Önce İmam Hasan-ı Mücteba'nın (a.s) çocuklarının durumunu sordu, Hazret cevabını verdiler. Muaviye Hz. Resul-ü Ekrem'i (s.a.a) övdükten sonra şöyle dedi: "Siz Yezid'i daha önceden tanırsınız ve yaptığı işleri bilirsiniz. Benim Yezid'i veliaht olarak seçmemin nedeni Allah'ın da bildiği gibi adaletsizliği ortadan kaldırması içindir. Böyle bir girişim iyi ve yerinde olup basiretli insanların bunu kabulleneceğinden eminim. Ben Yezid'i çeşitli denemelerden geçirdim, onda sizde olmayan özellikler buldum. O peygamber sünnetini bilmekte ve Kurân-ı Kerim'i anlamaktadır! O sabırlı biridir! Peygamber-i Ekrem (s.a.a)  "Zatoselasel Gazvesi"nde ordunun komutanlığını Kureyş kabilesiyle hiçbir bağı olmayan birine verdi ve onu diğer ashaba tercih etti ve Peygamber bizim iyilik örneğimizdir. Şimdi ben sizden insafla davranmanızı ve bu konudaki görüşlerinizi almak istiyorum..."

Muaviye'nin sözleri sona erdiğinde İbn-i Abbas cevap vermek için hazırlandı. Fakat İmam ona bir işaretle Muaviye'nin kastettiği kişinin kendisi olduğunu ve onun susmasını bildirdi. İbn-i Abbas sustu. Daha sonra İmam Hüseyin (a.s) Allah Teala'ya hamd ve tesbih ile Hz. Resul-ü Ekrem'e (s.a.a) övgüde bulunduktan sonra şöyle buyurdular: "Ey Muaviye, hiçbir konuşmacının Allah Resulü'nün (s.a.a) özelliklerini hakkıyla, saymaya gücü yetmez, sözü ne kadar uzasa da onun iyi özelliklerinden sadece bir kısmını beyan edebilir. Ben İslâm ümmetinin Peygamberin rıhletinden sonra nasıl bir yol izlediğini biliyorum. Bu ümmet, peygamberin övgülerini zayi etti ve onun yerine geçecek şahısa biat etmedi.

Sen dünya malını istemekte aşırı gittin, liyakati olmayanlara üstünlük vererek haksızlık ettin, hakları ödemekten kaçındın ve cimrilikte bulundun, zulüm ve haksızlıkta bulundun, insanların hakkını çiğnedin, böylece şeytan en güzel şekilde faydalandı bundan.

Yezid hakkında söylediklerine gelince: Sen insanları Yezid hakkında yanılgıya düşürüyorsun. Ondan şahsiyetli ve hayalı bir insanmış gibi söz ediyorsun...

Yezid kendi kendisini çok iyi tanıtmaktadır zaten. Yezid'in sıfatlarını saymak istiyorsan av köpekleri yetiştirdiğini, güzel yüzlü kızlarla eğlendiğini, çalgıcı cariyelerin onun içki meclisini şenlendirdiğini de söylesene...

İşlediğin bunca günah, Allah Teala'yla görüştüğün zaman senin için yetmez mi ki şu biat günahını da onun üstüne ekliyorsun?!

Allah'a andolsun ki sen daima doğru olmayan işler yapmaktasın, kötü ve zulümden başka bir iş görmedin, caniliklerin her yeri doldurdu... Çok kısa zamanda kıyamet kopacak ve kaçacak hiç bir yer bulamayacaksın!

Sen bize saldırdın ve bizim hakkımıza tecavüz ettin, babamızın en doğal hakkından bizi mahrum bıraktın. Halifelik iddiasına girişenlerin yaptığı gibi sen de bizim hakkımızı gasbetme hususunda kof ve geçersiz deliller öne sürdün daima.

İnsanları müsrif ve, dünya perest bir gence müptela edip hata ve yanlış yola mı sürüklemek istiyorsun?! Bu iş ahirette sana bedbahtlık ve zulümden başka bir şey kazandırmayacaktır."

İmamın sözleri Muaviye'yi pek kızdırdı, fakat bu sözler onu aldığı çirkin karardan vazgeçiremedi.

Muaviye hicretin altmışıncı yılında cehennemi boylayıp yerine Yezid'ı bıraktı. Yezid babası Muaviye'ye uyarak kendisine Emir-el müminin lakabını vermişti. Saltanatını sağlamlaştırmak için İslâmi şahsiyetlere ve meşhur kimselere mektup gönderip biat almak istiyordu. Bu amaçla, Medine valisi olan amcası oğlu "Velid"e bir mektup yazarak şöyle dedi: ..."Hüseyin'den (a.s) bana biat etmesini iste, bunun için ona zaman tanı. Kabul edecek olursa hedefimize varmış oluruz, kabul etmeyecek olursa derhal başını kesip bana gönder!"

Mektubu alan Velid Mervân-ı Hakem'le meşveret etti. Mervan:"O, Yezid'e asla biat etmeyecektir, ben senin yerinde olsam onun boynunu hemen vururdum." dedi.

Velid "Keşke" dedi, "dünyaya gelmeseydim de böyle bir durumla karşılaşmasaydım." Daha sonra adamlarından birini imam Hüseyin'i (a.s) çağırması için gönderdi. İmam bu davetin nedenini anlamıştı, akraba ve dostlarından otuz kişiyle birlikte hükümet merkezine doğru yola çıktı. İmamla birlikte gelenlerin hepsi imamı savunmak için silahlanmışlardı.

Velid, Yezid'in mektubunu İmama okudu. İmam Hüseyin (a.s) biati konusunda bir şey söylemeyip sessizce oradan ayrılmayı düşündüğünden şöyle buyurdular: "Benden gizlice biat almayı düşünmediğinizden eminim. Benden halkın gözü önünde biat almayı tercih edersiniz herhalde"?...

Velid: "Evet, elbette öyledir." diye cevap verdi.

Hazret şöyle buyurdular: "O halde, yarın halkın önünde bu teklifi aç bana!"

İmam Hüseyin (a.s) bunları söyledikten sonra oradan ayrıldı. Velid'in yanında duran Mervan Velid'e dönerek haykırdı:

- Hüseyin buradan şimdi ayrılacak olursa asla biat etmeyecektir ve sen onu asla ele geçiremeyeceksin artık! Ancak aranızda savaş olursa onu görebilirsin belki!.. Onu şimdi hapse at ve biat al, aksi takdirde boynunu vurdur hemen!

Bilahare İmam evine döndü. O günün sabahı İmam halkın arasına girip cemaatin görüşünü öğrenmek istedi. Yolda Mervan'la karşılaştı. Mervan: "Ey Ebu Abdullah! Sana bir nasihatim var, uyacak olursan hayrını görürsün!" dedi.

İmam "Söyle, seni dinliyorum." buyurunca;

Mervan: "Yezid'e biat ederek hem dünyanı hem ahiretini kurtar." dedi. Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: "Yezid gibi içkici kumarbaz, imansız ve hatta İslam'ın dış görünüşüne bile uyma gereği duymayan alçak insanlar iktidara geçerse, İslam'ın fatihasını okumak gerekir." –İslam'ın işi bitmiş- demektir! (Çünkü böyle sahtekarlar Müslüman'mış gibi görünecek ve İslam adını kullanarak İslam'a en büyük darbeyi indireceklerdir).

Bu gelişmeler üzerine İmam Hüseyin (a.s) gizlice Medine'den ayrılmaya karar verdi. İmamın üvey kardeşi Muhammed Hanefiyye onun bu kararını öğrenir öğrenmez hemen yanına koşmuş ve kendisini tehlikeye atmamasını öğütleyerek Medine'den ille de ayrılması gerekiyorsa, bu durumda Mekke veya Yemen'e gitmesini rica etmiş, buralarda da insanlardan vefa ve sadakat görmeyecek olursa, başını alıp dağlık bölgelere veya çölün ıssız yerlerine çekilmesini istemişti.

İmam, kardeşinin bu tavsiyelerini sabırla dinledikten sonra "Kardeşim" demişti, "Allah'a yemin ederim ki şu dünyada başımı sokacak bir yer bulamaz ve yapayalnız kalacak olsam bile yine de Yezid'e biat etmem asla!"

İmam'ın bu kararlılığı karşısında onun şehadete yürüdüğünü sezen Muhammed Hanefiyye başını yere eğip ağlamaya başladı. İmam da dayanamamış ve kardeşi Muhammed'i kucaklayarak ağlamıştı.

Onun kendisini ne kadar sevdiğini bilen İmam, kardeşi Muhammed'den Medine'de kalmasını ve son gelişmelerden kendisini haberdar etmesini istedi.

İmamın bu kararını duyan "Abdulmuttaliboğlu" kadınları onun evinde toplanmış ve ağıtlar yakarak ağlamaya başlamışlardı.

İmam, onlara yemin verdirip sakin olmalarını ve vuku bulacak her hadiseye karşı Allah'a dayanıp sabır göstermelerini tavsiye etti.

Ertesi gün gece yarısı İmam, sessizce Medine'den ayrılmaya hazırlanıyordu.

İlk işi, mazlum annesinin yine kendisi kadar mazlum kalmış olan mübarek makberine gidip dua etmek ve annesiyle vedalaşmak oldu.

Sonra da, Peygamber Ehl-i Beyt'inin bir diğer mazlumu olan sevgili ağabeyi İmam Hasan'ın mezar-ı şerifini ziyaret edip onunla da vedalaştı ve ardından, ailesiyle bir grup yakın şiasını da yanına alarak sessizce şehri terketti. Geceyarısı Medine'den çıkarken, İmam sürekli şu ayet-i kerimeyi tilavet etmedeydi:

"Böylece -Hz. Musa- oradan korku içinde -çevreyi- gözetleyerek çıkıp gitti "Rabbim, zalimler topluluğundan beni kurtar!" dedi" [1]

Yolda, Muti'nin oğlu Abdullah'ı gördüler; Abdullah İmam'a Mekke'de kalmasını ve Kufe'ye asla gitmemesini tavsiye etti. Zira Kufe ahalisi sözünden çabucak cayan dönek bir cemaatti; nitekim yakın bir süre önce müminlerin emiri Hz. Ali'yle (a.s) yaptıkları ahdi çiğnemiş, görülmedik bir ihanet sergileyerek o Hazreti en zor anlarında yalnız bırakıp geriye çekilmiş, daha sonra Hz. İmam Hasan'a da (a.s) aynı şeyi yapmışlardı.

İmam Hüseyin (a.s) yaklaşık dört ay Mekke'de kaldı. Onun Mekke'de bulunması, herkesten çok Zübeyroğlu Abdullah'ı rahatsız etmedeydi. Çünkü Zübeyr'in oğlu Abdullah da epey bir zamandır Medine'den kaçıp Mekke'ye sığınmış ve iktidarı ele geçirebilmek için Mekke halkından biat alabileceği bir fırsat kollamaya başlamıştı. İmam Hüseyin (a.s) gibi biri varken Mekkelilerin kendisine biat etmeyeceğini biliyordu. Zira İmam Hüseyin (a.s) takva, cesaret ve bilgide kimseyle kıyaslanamayacak kadar güzide bir şahsiyet ve üstün bir iman ve kişiliğe sahipti; bu yüzden de bütün Müslümanlar tarafından pek sevilmede, sayılmadaydı.

Muaviye'nin ölüm haberini alan Kufe halkı "Sored Hozai'nin oğlu Süleyman"ın evinde toplandılar ve gelecekleri için karar almayı tasarladılar. Süleyman yürekli ve değerli bir Şia idi, halka karşı şöyle konuştu: "İmam Hüseyin'i (a.s) desteklemek ve ona yardım etmek ve onun düşmanıyla savaşmak istiyorsanız ona mektup yazın ve Kufe'ye çağırın. Fakat kendi gevşeklik ve güçsüzlüğünüzden korkuyorsanız o Hazreti aldatmayın ve düşmanı ona musallat etmeyin".

Oradakiler hep birden "Biz onun düşmanıyla savaşacak ve canımızı onun yüce hedefi uğruna feda edeceğiz." dediler.

Daha sonra ardarda şehitler serverine mektup yazdılar ve onu Kufe'ye davet ettiler, bu mektupların sayısı kısa zamanda on iki bine ulaştı.

Mektuplardan birinde şöyle yazıyordu: "Ey büyük İmam! Bir an önce kendinizi Kufe'ye ulaştırın, halk sizi beklemekte, sizden başkasını önder olarak kabul etmemektedirler. O halde acele edin. Acele edin. Acele edin, Vesselam."

Diğer bir mektupta şöyle yazıyordu: "Yüz bin kılıç sizin emrinizi beklemektedir. O halde bir an önce Kufe'ye gelin".

Bu durumda halkın çağrısına uymak ve onlara lebbeyk demek imama farz olmuştu. Bu davetlerin doğruluğunu anlaması için amcası oğlu "Müslim bin Akil"i Kufe'ye gönderdi.

Kufe halkı Müslim'in gelişini duyunca hemen koşup ona biat ettiler ve birkaç gün zarfında onse kiz binden fazla biat toplanmış oldu.

Müslim Hz. İmam Hüseyin'e (a.s) bir mektup göndererek bir an önce Kufe'ye doğru yola çıkmasını bildirdi.

Bu haber Yezid'e ulaştığında Kufe valisini hemen görevinden uzaklaştırıp "Ziyadoğlu Ubeydullah'ı (ki hunhar, cani ve pek acımasız  biri idi) Kufe valiliğine atadı.

Ubeydullah Kufe'ye doğru yola çıktı, gizlice şehre girip valilik konağına gitti. O günün sabahı halkı cemaat namazına çağırdı. Halk camide toplanınca minbere çıktı ve emrini dinlemedikleri takdirde onları nelerin beklediğini açıklayıp emrini dinleyenleri ödüllendireceğini söyledi. Daha sonra Kufe'nin tanınmış büyüklerini tutuklama emrini vererek şöyle dedi:

"Bir an önce Ali'nin (a.s) taraftarları ile yabancıları bana bildirin. Bu emri çiğneyenlerin can ve malları tehlikededir. Ali'nin (a.s) taraftarlarını evinde barındıran kimse evinin önünde idam edilecek ve onun akrabaları tüm haklarından mahrum edileceklerdir."

Halk Ubeydullah'ın konuşmasını duyunca korkuya kapılmış, Müslim bin Akil'i yalnız bırakıvermişlerdi. Müslim Kufe'nin ileri gelenlerinden "Urve"nin oğlu "Hani"nin evine sığındı. Ubeydullah casusları vasıtasıyla bunu anlayınca Hani'yi tutuklatıp işkence altında şehid etti.

Bu olayı duyan Müslim halkı kıyama çağırdı. Halk yine Müslim'in etrafında toplandı ve sarayı kuşattılar. Ubeydullah casuslarıyla münafıklar vasıtasıyla halkın arasında ikilik yarattı. Sonuçta kimi korkusundan, kimi de ödüllendirileceği vaadiyle Müslim'i terk ettiler. Müslim akşam namazında artık çok az sayıda bir grupla yalnız kalmıştı. Namazı onlarla kıldı ve arkasına döndüğünde bu defa hiç kimseyi göremedi! Şimdi yapayalnızdı artık...

Çaresiz kalan Müslim ihtiyar bir kadının evine sığınmak zorunda kaldı. İhtiyar kadının oğlu durumu anlayınca vaadedilen yüklüce ödülü alabilmek umuduyla Ubeydullah'a Müslim'in evlerinde saklandığı haberini verdi. Ubeydullah Müslim'i tutuklamaları için askerlerini gönderdi. Müslim yiğitçe çarpışarak onların birçoğunu öldürdü fakat kendisi de çok ağır şekilde yaralandı, çok miktarda kan kaybettiği için ayakta duramayacak bir haldeydi.

"Eş'esoğlu Muhammed" Kufe'nin ileri gelenlerindendi. Müslim'in yanına gidip teslim olmasını, kendisinin Ubeydullah'tan ona dokunmaması konusunda söz alacağını söyledi. Eş'es ailesinin hepsi hain ve münafıktı. babası -Eş'es- Emirülmüminin Hz. Ali'nin (a.s) katledilmesinde, kız kardeşi -Cuvde- İmam Hasan'ın (a.s) zehirlenmesinde rol almışlardı.

Artık direnemeyeceğini anlayan ve susuzluktan takati kesilen Müslim teslim oldu, ama Ubeydullah verdiği sözde durmadı; Müslim'in sarayın çatısına götürülüp orada başının kesilmesini ve cesedinin binadan aşağı atılmasını emretti.

Bu sırada Yezid, kendi akrabası olan "Said bin As oğlu Amr'ı Mekke valiliğine atadı. Ona İmam Hüseyin'i (a.s) gizlice tutuklamasını, bunu yapamadığı takdirde bir karışıklık çıkararak İmamı gizlice şehit etmesini emretti.

Hac merasiminde kan dökülmesini uygun görmeyen İmam Mekke'yi terk edip Kufe'ye doğru yola çıkmıştı. İmam Hüseyin (a.s) Müslim'in şehadetinden henüz haberdar değildi.

İmam yanındakilere bir hutbe okuyarak şöyle dedi: "Bizim yolumuzda ölmek isteyen ve sadece Allah'ın rızasını dileyen varsa bize katılsın. İnşallah ben, yarın sabahleyin hareket edeceğim."

Bu sırada Mekke'nin ileri gelenleri Hazret’in yanına gidip Kufe'ye gitmekten vazgeçmesini bildirdiler. Ömer'in oğlu da Hazrete gelip Yezid'le barış yapmasını söyledi, sadece Zübeyr'in oğlu, İmam'ın Kufe'ye gitmesi gerektiğini söylemişti. Fakat imam mantıklı bir açıklamada bulunarak bu önerilerin tamamının yanlış ve sonuçsuz olduğunu bildirdi kendilerine.

İmam Seccad (a.s) babalarıyla birlikte oldukları bu dönemi şöyle anlatır: "Babam Hüseyin bin Ali'yle (a.s) Mekke'yi terk ettik; bu arada babam yol boyunca konakladığı ve terk ettiği her yerde Hz. Zekeriyya'nın oğlu Hz. Yahya'nın şehadetini zikrederdi."

Cafer'in oğlu Abdullah, aynı zamanda imamın amcaoğlu ve Hz. Zeyneb'in kocası idi, imamı konakladıkları bir yerde ziyaret etti ve Kufe'ye gitmemesini öğütledi. İmam cevaben ona şöyle buyurdular: "Rüyamda ceddim Resulullah'ı gördüm, o Hazret bana bazı öğütlerde bulundu, onun dediklerini yapacağım!"

Abdullah iki oğlu "Muhammed" ve "Avni"ye o Hazretle birlikte kalmalarını ve gerekirse onun düşmanlarıyla savaşmalarını emretti ve kendisi Mekke'ye döndü.

İmam, Kufe şehrinin ileri gelenlerine bir mektup yazdı, Mekke'yi terk ettiğini ve Kufe'ye doğru geldiğini bildirdi. "Musahharoğlu Kays bu mektubu Kufe'ye ulaştırması için görevlendirildi, fakat İbn-i Ziyad'ın adamları onu Kufe yakınlarında tutukladılar. Kays İmamın mektubunun düşmanın eline düşmemesi için ve imamın sırrının bilinmemesi için mektubu parça parça ederek ve çiğneyip yuttu. İbn-i Ziyad mektupta yazılı olanları anlatmasını istedi. Kays anlatmayınca, ağır işkencelere maruz kaldı ve sonunda İbn-i Ziyad Kays'a minbere çıkıp İmam Hüseyin'le (a.s) Emir-el Müminin'e (a.s) lanet eder ve onların aleyhine konuşursa ölümden kurtulabileceği teklifinde bulundu.

Kays, İbn-i Ziyad'ın teklifini kabul etmiş gibi görünerek mescide gidip minbere çıktı, Hz. Resul-ü Ekrem (s.a.a) ve onun tertemiz soyunu öven sözlerinden sonra Yezid ve İbn-i Ziyad ve onun soyuna lanet etti, İbn-i Ziyad Kays'ın hemen minberden indirilip öldürülmesini emretti.

Bu arada İmam Hüseyin (a.s) yolda "Kaynoğlu Züheyr" ile görüştü "Osman'ın" taraftarlarından olan Züheyr Hacc ziyaretinden dönmekteydi. İmam'la görüşmek istemediğinden imamın konakladığı yerde konaklamamaya özen gösteriyordu. Fakat bir yerde çaresiz, beraber konakladılar. İmam Züheyr'i çağırması için adamlarından birini gönderdi. Züheyr İmamın yanına gitmekten çekiniyordu. Züheyr'in eşi samimi bir mümin olduğundan kocasını bu tutumundan dolayı şiddetle kınayıp: "Sübhanallah"! dedi, "Allah Resulü'nün (s.a.a) oğlu seni çağırıyor da sen gitmekte tereddüt mü ediyorsun?! Kalk git ve hemen onun huzuruna çıkıp söyleyeceklerini dinle." dedi.

Bilahare Züheyr isteksizce de olsa imamın çadırına gitti. Ve imamla yaptığı görüşmeden sonra eşinin yanına döndüğünde içi içine sığmıyordu. Pek neşeliydi, tamamen değişmişti. Eşine imamla birlikte Kufe'ye gitmeye karar verdiğini bildirdi. Ve bu belalı yolculukta eşine bir zarar gelmesini istemediğinden de büyük miktarda mal bağışında bulunarak eşini boşadı ve kendisi yalnız başına imamın ordusuna katıldı.

İmam Hüseyin (a.s)'in kervanının yolda konakladığı bir yerde, Hazrete Müslim ve Hani'nin şehadet haberi ulaştı. İmam bu haberi Müslim'in kardeşlerine bildirip onların görüşlerini almak istedi. Onlar: "Allah'a andolsun ki biz geri dönmeyeceğiz". dediler "Kanımız dökülmeden ve kardeşimizin içtiği şehadet şerbetini içmeden geri dönmeyiz asla!" diye görüşlerini bildirdiler.

İmam: "Bu azizlerin şehadetinden sonra yaşamın bir değeri kalmadı artık." buyurdu. Bu olaydan sonra İmam kervandakilere okunması için bir mektup yazarak geri dönmek isteyenlere yolun açık olduğunu bildirdi. "Kufe'deki taraftarlarımız bizi terk ettiler, şimdi kim isterse geri dönebilir, bundan sonra dönecek olanları kimse kınamaz artık!" buyurdu.

Ganimet toplamak ve makam elde etmek için imamın kervanına katılan ve sayıca binlerce olan gruplar bu mektubun okunmasından sonra kervanı terk ettiler. İmam ihlaslı ve sayıca çok az olan gerçek dostları ve akrabalarıyla yalnız kaldı. Cesur, kahraman ve meydanda düşmanla vuruşacak yiğit ve fedakâr insanlar kalmıştı sadece. Korkak ve mal mülk düşkünü olanlar ise Hazreti terk edip geçici dünya malı ve bitmez tükenmez arzularına kucak açtılar.

İmam Hüseyin (a.s) hiç çekinmeden yoluna devam etti, Kufe yakınlarında "Hür bin Yezid"in ordusuyla karşılaştılar. İbn-i Ziyad, Hür'ü bin atlıyla öncü olarak göndermişti. Amacı Hür'ün İmam Hüseyin'in (a.s) yolunu kesmesi ve böylece diğer ordu kuvvetlerinin de ona katılması için vakit kazandırmasıydı. Hür'ün askerleri İmam'ın kervanına yaklaştığında hepsi susuz ve yorgundular. İmam onlara ve atlarına su verilmesini emretti.

Hür'ün askerlerinden biri şöyle anlatır. "Ben Hür'ün ordusundaydım ve oraya herkesten geç gitmiştim. İmam benim ve atımın pek susadığımızı anladı ve "Yeğenim! Deveni yatır!" buyurdu.

Ben devemi yatırdım. İmam: "Su iç." buyurdular.

Ben ne kadar uğraştıysam da su içemedim çünkü su, tulumun ağzından dökülüyordu. Hazret "Tulumun ağzını çevir." buyurdular.

Bitkinlikten ne yapacağımı bilemiyordum. Bunu gören İmam bizzat kalkıp yanıma geldi, tulumun ağzını çevirip avcuna tuttu ve ben o Hazret’in elinden su içtim."

İmam Hüseyin (a.s) mertlik ve şeref dersini aziz babaları, müminlerin emirinden öğrenmişti, bu nedenledir ki düşmanının dahi susuz kalmasına gönlü elvermiyordu. Babaları Hz. Ali (a.s) de "Sıffin" savaşında Muaviye'nin ordusunun suyunu kesmemişti. Oysa daha önce Muaviye suyu Hz. Ali'nin (a.s) ordusuna kesmiş ve onları susuz bırakmıştı.

Hür, Ubeydullah'ın emri üzerine İmam Hüseyin'in hareketini engelledi. Mekke'ye dönmesine veya Yemen'e veya başka yerlere gitmesine engel oldu. İmam Hüseyin (a.s) çaresiz Kerbela'da konakladı. Burada yârenlerine şu konuşmayı yaptı:

"...Bu insanlar hakkı bırakıp batılın çevresinde toplanmışlardır. O halde Allah'a ve kıyamet gününe inanan herkesin dünyadan yüz çevirmesi ve rabbinin likasına koşması gerekmektedir. Ben Hak yolunda ölmeyi saadet bilmekte, zalimlerin yanında yaşamayı ise zillet, alçaklık ve bela olarak görmekteyim!."

Bu konuşma üzerine İmamın cesur ve fedakâr dostları, kanlarının son damlasına kadar Hazreti destekleyeceklerini ilân edip biatlerini tazelediler.

İbn-i Ziyad, "Sa'd oğlu Ömer"i dört bin atlıyla İmam Hüseyin'in (a.s) küçük ordusuyla savaşmaya gönderdi. Onun ardından birkaç gün sonra "Ziylcuşen oğlu Şimr"i dört bin atlıyla onlara katılmakla görevlendirdi. Onların ardından, birkaç bin kişilik bir ordu daha gönderdi. Kerbelâ asker kaynıyordu şimdi.

Birkaç gün sonra İbn-i Ziyad Fırat'ın suyunun İmam Hüseyin'in (a.s) kervanına kesilmesi ve kervandakilerin susuz bırakılmaları emrini verdi. Kervanda susuzluk baş gösterince imamın kardeşi Hz. Abbas ve yirmi kişi su tulumu taşımak ve otuz kişi ise onları korumak amacıyla Fırat nehrine doğru hareket ettiler. Su getirmeye giden atlıların önündeki "Hilal oğlu Nafe"nin elinde beyaz bir bayrak vardı. Fırat nehrinin yanına geldiklerinde düşman komutanı: "Buraya niçin geldiniz?" diye sordu. Nafe: "Su içmeye geldik" diye cevap verdi.

Düşman komutanı Siz içebilirsiniz, fakat çadırlarınıza götürme hakkınız yoktur." dedi.

Nafe: "İmamım Hüseyin bin Ali ve onun dostları susuzken, bu sudan bir damla dahi içmem ben!" deyince iki gurup arasında kıyasıya bir savaş başladı. Hz. Ebulfazl'ul Abbas ve arkadaşları  düşmanı geri püskürtüp tulumlarını suyla doldurmayı ve çadırlara sağ salim dönmeyi başardılar. Ne var ki bir gün sonra bu su bitmiş ve yine susuzluk baş göstermişti. "Boreyr" İmamdan izin alarak düşman ordusuna gitti ve şöyle feryad etti: "Ey Müslüman olduğunu iddia eden cemaat! Şu Fırat nehrinden domuzlar ve köpekler dahi su içebiliyorken Allah Resulü'nün oğlunu bundan mahrum mu ediyorsunuz?!"

Gönül gözü iyice kararan düşman "Ey Boreyr! Kes sesini!" diye cevap verdi, "Hüseyin bin Ali (a.s) daha önce susuz kalarak ölenlere katılacak kadar susuz kalmalıdır."

Bu sırada İmamın kendisi ileri çıktı, kılıcının kabzasına yaslanmıştı, gür bir sesle vefasız Kufe halkına seslenerek şöyle dedi: "Ey topluluk Allahaşkına söyleyin, siz beni tanıyor musunuz?"

- Evet, sen Allah Resulü'nün oğlu ve onun ailesindensin!

- Ceddimin Allah Resulü olduğuna inancınız var mı?"

- Evet, bunun için Allah'ı şahid tutmuşuzdur! (Bunun üzerine İmam'la o azgınlar güruhu arasında, tarihten silinmeyecek ve her Müslüman'ı dehşetle titretecek şu konuşma geçti)

- Annem Fatıma'nın (a.s) Hz. Resulullah'ın kızı olduğunu biliyor musunuz?

- Evet, doğrudur!

- Büyükannem Hatice'nin (a.s) bu ümmetin ilk Müslüman kadını olduğunu da biliyor musunuz?!

- Evet, onu da biliyoruz!

- Şehitler efendisi Hz. Hamza'nın (a.s) babamın amcası olduğunu biliyor musunuz?

- Evet!

- Elimdeki kılıcın Allah Resulü'nün kılıcı olduğunu biliyor musunuz?

- Evet!

- Başımdaki sarığın Allah Resulü'nün sarığı olduğunu biliyor musunuz?

- Evet.

- Babam Ali'nin (a.s) Müslüman olan ilk erkek olduğunu; bilgi, cesaret ve sabırda herkesten üstün olduğunu, Allah'a ve Resulü'ne İman eden herkesin imamı, rehberi ve velisi olduğunu bilmez misiniz?

- Evet, bunların hepsini biliyoruz!

- O halde benim kanımı neden helal sayıyorsunuz? Kıyamet gününde babam kevser havuzunun başında durup da sizleri Kevserden kovunca ne yapacaksınız?!

- Bütün bu sözleri kabul ediyor ve seni susuz bir şekilde öldürmeden buradan gitmeyeceğimizi söylüyoruz!

İmamın konuşmasını duyan Ehl-i Beyt hanımları ağlamaya başladılar. Ağlama seslerini duyan imam, derhal Hz. Abbas (a.s) ve oğlu Hz. Ali-yi Ekber'i (a.s) çağırıp şöyle buyurdular: "Onları susturun. Kendi canıma yemin ederim ki ardarda gelen musibetlere bundan sonra daha çok ağlayacaklardır."

Bu arada Ömer Sa'd'a İbn-i Ziyad'dan şöyle bir mektup gelmişti: "Hüseyin (a.s) ve arkadaşları benim emrime itaat edecek olurlarsa onları hor ve zelil bir şekilde benim yanıma gönder. İtaatsizlikte bulunurlarsa hemen savaşı başlat ve hepsini öldür. Sonra ölenlerin kulak ve burunlarını kes, bu cezaya daha layıktırlar. Hüseyin'i (a.s) öldürdüğünde onun göğüs ve sırtını atlılarına çiğnet. Benim emrimi yerine getirecek olursan itaatkârların ödülünü alacaksın, ama eğer bunu yapmaktan çekinirsen makamından çekil ve ordunun komutanlığını Şimr'e bırak.

Bu mektup Muharrem ayının dokuzunda Sa'doğlu Ömer'in eline ulaştı ve Ömer savaşa hazırlandı. O günün ikindi vakti Şimr imamın çadırına doğru gelip şöyle bağırdı: "Hey! Benim yeğenlerim nerede? Ey kız kardeşimin çocukları (Hz. Abbas ve üç kardeşi anne tarafından Şimr'le aynı kabiledendiler) neredesiniz?"

Hz. Abbas (a.s) İmam Hüseyin'e (a.s) olan saygısından dolayı sustu, Şimr'in cevabını vermedi. İmam şöyle buyurdular: "O fâsık bir insandır, fakat çağrısına cevap verin. Çünkü sizinle akrabalık bağı vardır."

Hz. Abbas (a.s) Şimr'e öfkeyle "Ne diyorsun, ne istiyorsun?" dedi.

Şimr: "Sizin için Yezid'den özel bir aman mektubu getirdim, canınızı tehlikeye atmayın. Kardeşiniz Hüseyin (a.s) için kendinizi ölüme vermeyin, gelin Yezid'in emirlerine uyup canınızı kurtarın" dedi.

Kardeşler hep birden şöyle seslendiler: "Allah sana da, getirdiğin mektuba da lanet etsin! Bizleri serbest bırakıyorsun da Allah Resulü'nün oğlu'nu serbest bırakmıyorsun öyle mi?!"

Ebu'l Fazl'ul Abbas (a.s) şöyle buyurdular: "Dilerim Allah'tan ellerin kırılsın ve getirdiğin mektuba lanet olsun! Ey Allah düşmanı! Allah Resulü'nün (s.a.a) biricik kızı Hz. Fatıma'nın (a.s) oğlu kardeşimiz ve efendimizi yalnız bırakalım da lanet edilmişlerle lanet edilmişlerin çocuklarının mı emrine uyalım diyorsun sen?!"

Bu sırada İbn-i Sad -Sa'doğlu Ömer- hücum emrini verdi, düşman ordusu çadırlara saldırdı. Bu sırada uyumakta olan İmam gürültüden uyanarak Hz. Zeyneb'e (a.s) gördüğü rüyayı şöyle anlattı: "Şimdi ceddim, babam, annem ve ağabeyimi bir arada gördüm; bana çok geçmeden sen de bize katılacaksın dediler."

Bu sırada Kamer-i Beni Haşim, cesur ve yiğit Hz. Abbas (a.s) düşmanın hücuma geçtiği haberini verdi. İmam: "Düşmana git, eğer mümkünse bu gece için izin al ve yarın savaşı başlatabileceğimizi söyle. Bu geceyi namaz ve duayla geçirelim. Allah Teala'ya duada bulunup dergâhında tövbe edelim. Allah Teala benim namaz kılmayı ve Kur'an okumayı ne kadar çok sevdiğini bilir!" buyurdu.

Sa'doğlu Ömer, etrafındakilerin baskısı karşısında imamın sözünü kabul edip savaşı durdurdu. Böylece İmam Âşura gecesinde Allah Teala'ya dua etmek, namaz kılmak ve etrafındakilere gerekli mesajı vermek için fırsat bulmuş oldu. Akşam vakti girdiğinde, Hazret tüm dostlarını etrafında topladı. İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) bu olayları şöyle anlatır: "Ben o günlerde hastaydım, yerimden kıpırdayacak halim yoktu. Sesini duyabilmek için babama yaklaştım. Babam şöyle diyordu: "... Ben şu dünyada sizden daha vefalı ve daha iyi dostlar, ve kendi ailemden daha cesaretli, saygılı ve sadık bir aile görmedim. Yüce Allah sizleri en güzel ödülle ödüllendirsin inşaallah. Şunu biliniz ki ben yarın bu düşmanın istilasına uğrayacağım. Bu nedenle buradan bir an önce uzaklaşmanız için sizi serbest bırakıyorum, bu konuda hiçbir mesuliyetiniz yoktur. Şimdi karanlık her yeri kaplamış durumda. Karanlıktan yararlanıp her biriniz benim ailemden birini de yanına alarak uzaklaşabilir buradan. Çünkü onların istediği yalnızca benim!"

İmam Hüseyin'in (a.s) hutbesinden sonra Hazret’in kardeşleri, evlatları ve diğer dostları da teker teker birer konuşma yaptılar, sözleri ve amelleriyle tarihe görülmemiş bir vefakârlık dersi vererek şaşırtıcı olaylarla dolu tarih sahnesine adlarını silinmemecesine yazdırdılar.

Hz. Ebulfazl'ul Abbas (a.s) şöyle dedi: "Ağabey, biz bunu nasıl yaparız?! Biz hayatta kalalım da siz düşman elinde şehit mi olasınız?! Allah böyle bir günü bize göstermesin."

İmam, amcası "Akil"in oğullarına bu gecenin karanlığında gidebileceklerini ve Müslim'in şehadetinin onlara yeterli olduğunu söyledi, Onlar şöyle cevap verdiler: "Sübhanallah! Halk bize ne der bu durumda? Biz büyüğümüzü, imamımızı düşmana teslim ettik ve onunla birlikte savaşmadık mı diyelim? Düşmana ne bir ok attık , ne bir mızrak sapladık, ne de kılıcımızla o kirli vücutlarına bir yara açtık mı diyelim... Siz şehid olduktan sonra yaşamak haramdır bize!"

Müslim bin Avsece ayağa kalkıp "Ben sizi savunma yolunda can vermeye ahdettim" dedi, "Bu yolda mızrağımı kırılıncaya kadar düşmanın bağrına saplayacak, ve kılıcım kabzasından ayrılıncaya dek düşmanla savaşacağım. Şehadet şerbetini içene değin imamımı bir an olsun yalnız bırakmayacağım!"

Said bin Abdullah "Allah'a andolsun ki" dedi, "sizin hizmetinizde öleceğimi ve yeniden dirileceğimi ve tekrar öleceğimi ve cesedimin ateşte yakılacağını ve bunun yetmiş kez tekrarlanacağını bilsem, yine sizden ayrılmam! Kaldı ki, sadece bir kez ölmenin mümkün olduğunu biliyorum, bu durumda sizin uğrunuzda nasıl savaşmam?! Şüphesiz, şehadetten sonra ebedî bir rahmet vardır bizim için!"

"Züheyr" biatini şöyle dile getirdi: "Ben bin kez ölüp dirilmeye razıyım, Allah Teala'nın benim canım pahasına sizin ailenizin gençlerini ölümden korumasını dilemekteyim."

Bu sırada "Beşir oğlu Muhammed'e, oğlunun Kerbela'ya gelirken esir edildiği haberini getirdiler. İmam ona biatini üzerinden kaldırdığını ve oğlunu esaretten kurtarması için girişimde bulunabileceğini bildirdi.

Fakat yiğit Muhammed şöyle cevap verdi: "Çölün yırtıcı hayvanlarına yem olmak, sizin yanınızdan ayrılmamdan daha yeğdir bana!"

İmam "En azından şu beş adet özel Yemen kumaşı bin dinar değerindedir, bunları diğer oğlunla gönder ki kardeşinin esaretten kurtulması için girişimde bulunsun." buyurdu.

Muhammed, imamın hediyesini kabul edip onun emrini yerine getirdi.

Bu toplantıdan sonra imam çadırların ipinin birbiri içinden geçirilerek çadırların birbirine bitiştirilmesini emretti. Yine erkeklerin çadırların önünde durmalarını, böylece düşmanla yüz yüze olmalarını bildirdi. Çünkü çadırların arkasına hendek kazmışlardı, böylece düşmanın gece baskını yapacak veya çadırlara nüfuz edecek bir kör nokta bulması mümkün değildi.

İmam Seccad (a.s) bunu şöyle anlatır: "Muharrem ayının onuncu gecesiydi. Ben hasta olarak yatmakta idim ve halam Zeynep (a.s) benimle ilgilenmekteydi. Babam çadırda oturmuştu, bu sırada Ebuzer'in hizmetçisi babamın kılıcını bilemekle meşguldü. Babam şu şiiri mırıldanıp tekrarlamaktaydı: "Ey Dünya sen ne kadar da kötü bir dostsun, gece ve gündüzü ardarda etmektesin, oysa dostlarından çoğu öldürülüyorlar. Her insan belli bir yolun yolcusudur ve hepsisinin de sonu ölümle bitmekte. Şimdi göç vakti gelip çattı işte, ben yüce Rabbimle buluşmaya can atmaktayım!"

Babam bu şiiri birkaç kez tekrarladı. Boğazıma bir yumruk gelip tıkanmıştı âdeta, ağlamamak için kendimi zor tuttum. Fakat halam Zeynep dayanamadı, sevgili ağabeyinin yanına oturup ağlamaya başladı, "Bu lahza annem Fatıma'yla (a.s) babam Ali (a.s) ve ağabeyim Hasan'ı (a.s) kaybettiğim lahzalara nasıl da benziyor" dedi, "Sen onlardan sonra hayatta kalan tek yadigardın ağabey..."

Halam biteviye ağıtlar yakıp ağlıyordu, derken dayanamayıp yere yığıldı, bayılmıştı. Babam, yüzüne su serperek onu ayıltıp şöyle buyurdular: "Sevgili kardeşim! İlahi takva ile takvalan ve sabırlı ol! Bil ki şu fani dünyaya gelen her insan ölüme mahkumdur, ne yeryüzü, ne gökyüzü ehlinden kimse kalmayacak, Allah'tan başka her şey günün birinde yok olacaktır!"

İmam o geceyi etrafındakilerle birlikte namaz, dua ve Kuran tilavetiyle geçirdi. Bu ibadetlerin hüzünlü sesi Kerbela'yı öylesine sarmıştı ki bu sesleri duyan, orada bal arılarının uçuştuğunu zannederdi. kimi secdede, kimi rükuda, kimi kıyamdaydı; kimi silahlarını temizliyor; kimi Rabbinin dergahına el açmış, gözyaşları içinde tevbe ve istiğfarda bulunuyordu.

Gece, iyice çekilmiş, yerini gündüze bırakmıştı. İmam o gece çok az uyumuştu. Uyandığında gördükleri bir rüyayı şöyle anlattılar: "Rüyamda çok sayıda köpeğin bize saldırdığını gördüm aralarında uyuz hastalıklı bir köpek diğerlerinden daha çok saldırıyordu bana. Benim katilimin alaca hastalığına yakalanmış biri olacağını zannediyorum".

 

***

 

Aşurâ gününün sabahı, adamları sabah namazını Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) imametinde kıldılar. İmam küçük ordusunun sol kolunun komutanlığını Züheyr'e, sağ kolun komutanlığını Habib bin Mezahir'e ordunun kalbini ve bayrağı ise Hz. Abbas'a (a.s) teslim etti. Daha sonra odun toplamalarını ve arka tarafta kazılmış hendeklerde ateş yakmalarını emretti. Böylece düşmanın gece baskınlarından ve arka cepheden yapacağı saldırılardan korunmuş olacaklardı. Daha sonra hepsi şehadet niyetiyle vücutlarına güzel kokular sürdüler ve savaş elbiselerini giyip Allah düşmanlarıyla savaşa hazırlandılar.

Savaş zamanı geldi. İmam düşmanlarını son bir kez uyarmak için atına bindi, Kuran-ı Kerim'i eline aldı ve Şam ordusunun karşısında durdu. Önünde duran kalabalık topluluğa baktı. Sa'doğlu Ömer'e baktı, Kufe'in ileri gelenlerinin yanında duruyordu. İmam konuşmasına başlayınca Şimr'le adamları imama çirkin sözler söylediler, imamın konuşmasını engellemek istiyorlardı. İmam sustu, Onlar küfür ve hakaretlerini bitirince imam konuşmasına yeniden başladı: "Dünyayı yaratan ve onu yok oluş ve değişme yeri kılan Allah'a hamd ve şükür ederim, şüphesiz O, hamda layıktır. Aldanan kimse dünyaya aldanandır, kötü bahtlı insan onun tuzağına düşendir.

Ey insanlar! Dünyanın sizi aldatmasından sakının, çünkü dünya ona gönül verenin ümidini keser, tamahkârların arzularını yok eder.

Bugün sizler Allah'ı gazaplandıracak bir iş için toplandınız. Allah bu iş için sizden yüz çevirdi, azabını sizin için hazırladı...

Lanet size ve isteklerinize olsun. Biz Allah'tanız ve ona geri döneceğiz. Siz önce iman eden ve sonra imanından dönen bir topluluksunuz. O halde ölüm zalimlerin üzerine olsun."

Sa'doğlu Ömer bu ateşli konuşmadan korkuya kapıldı, yanındakilere dönüp: "Yazıklar olsun size" diye bağırdı, "Neden susmaktasınız, niye onun cevabını vermiyorsunuz? Onun, Ali'nin oğlu olduğunu bilmiyor musunuz?! Sözlerine devam edecek olursa onu artık yakalayamadığımız gibi, muhasaraya da alamayacağız".

Şimr'le yandaşları tekrar imama küfür edip kötü sözler söylemeye başladılar. İmam ikinci kez şöyle buyurdular: "Allah'a andolsun ki, siz benden sonra uzun süre yaşamayacaksınız ve arzunuza erişemeyeceksiniz... Sizler değirmen taşı gibi ıztırap içinde dönüp duracaksınız, evet, sizler değirmen taşı gibi her zaman ıstırap, endişe ve sıkıntı içinde dönüp duracaksınız. Ben, sizin ve benim rabbimiz olan rabbime inanıp bağlanmışım ve her şeyin onun kudret elinde olduğunu biliyorum."

Daha sonra Züheyr'le ordunun komutanlarından birkaçı öne çıkıp düşman ordusunu yaptığı bu işten dolayı kınadılar. Ama zalimler güruhu onlara ok atarak karşılık verdiler.

Bu arada Kufelilerin, imam ve dostlarını şehid etme kararı aldığını anlayan Hür, Sa'doğlu Ömer'in yanına gidip: "Onunla savaşmak mı istiyorsun?" diye sordu.

Sa'doğlu "Evet", dedi, "Allah'a andolsun ki o ve dostlarıyla öylesine savaşacağım ki başlarını gövdelerinden ayırıp ellerini kesip parçalamadan bırakmayacağım hiçbirini!" Hür, "İmamın önerisi konusunda daha iyi bir yol düşünemez misiniz?! diye sorunca,

İbn-i Sa'd şöyle cevap verdi: "Bu işin sorumlusu ben olsaydım dediğin gibi yapardım. Ancak, Ubeydullah böyle olmasını istiyor!"

Bunları duyan Hür ordudan uzaklaşıp düşünceye daldı. Çok geçmeden kararını vermişti, atına su verme bahanesiyle düşman ordusundan uzaklaşıp yavaş yavaş imamın çadırına doğru yaklaştı.

Hür çadırlara ulaştığında titremekteydi. İmamın adamlarından biri onun bu halini görünce "Senin şu haline şaşmamak elde değil" dedi. "Allah'a andolsun ki benden Kufe'nin en cesur adamını sorsalardı onun sen olduğunu söylerdim. Nedir senin bu halin?!"

Hür "Ben" dedi, "Cennet veya cehhennemi seçmek durumundayım, Allah'a andolsun ki cennetten başkasını seçmeyeceğim. Bu yolda parça parça edilip ateşe atılsam da fark etmez!"

Daha sonra atını çadıra doğru sürdü, ellerini başının üzerine koymuş olarak imama doğru ilerledi: "Sana kurban olayım ey Allah Resulü'nün oğlu"! dedi, "Sizin yolunuzu kesen ve dönüşünüzü engelleyen kimseyim ben! Sizleri çölde dönüp dolaştırıp sonunda buraya sürükleyen de benim. Ama ben, bu kavmin sizin başınıza bunları getireceğini aklımın ucundan dahi geçiremedim!"

Şimdi yaptıklarımdan dolayı pişmanım ve Allah Teala'nın dergahına tövbede bulunmaktayım, sizinle birlikte savaşmaya ve şehadet şerbetini içmeye geldim. Benim tövbem kabul edilecek midir acaba?!"

İmam şefkatle "Elbette", buyurdular, "Sevgili Rabbim tövbeleri kabul edendir, gel ey Hür, atından inebilirsin!"

Hür: "Sizin yolunuzda atlı olarak savaşmak, piyade olarak savaşmaktan daha iyidir." deyince İmam onun nasıl isterse öyle davranmasını bildirdi. Bu arada Sa'd oğlu Ömer yayına bir ok çekip imamın çadırlarına doğru ilk oku fırlattı ve yanındakilere şöyle bağırdı: "Ey cemaat! İlk oku benim attığıma şahit olun ve bunu emir'e böylece bildirin!"

Daha sonra ok yağmuru başladı, ardından zalimler ordusu imamın bir avuç adamına saldırdılar. Saldırı sona erdiğinde her iki taraftan da epey ölü verilmişti.

"Abdullah bin Umeyr Kelbi imamın yakın dostlarından biriydi. İbn-i Ziyad'ın o Hazret’in üzerine büyük bir ordu gönderdiğini duyunca geceleyin karısını da yanına alarak Kufe'den kaçmış, imama katılmıştı.

Aşura günü imamdan cihad izni isteyip savaş meydanına gitti, çok sayıda düşmanı öldürdükten sonra hepsine tekrar meydan okuyarak geri döndü. Karısı Ümmü Veheb" eline uzun bir demir parçası almış olarak kocasını karşılamaya gitti ve "Annem ve babam sana feda olsun! Bu temiz aile için cihad et; bir lahzâ dahi durup dinlenme!" dedi.

Abdullah, ona kadınların yanına dönmesini söylediyse de kabul etmeyip "Seni yalnız bırakmayacağım" dedi, "Birlikte şehid oluncaya kadar savaşacağız!"

Bu sırada imam ona, kadınların yanına dönmesini buyurdular. Ümmü Veheb imamın sözünü dinleyip kadınların arasına döndü.

Abdullah ikinci kez savaş meydanına giderek kahramanca çarpıştı. Onunla teke tek baş edemeyeceklerini anlayınca hepsi birden ona saldırdılar ve eşitsiz bir çarpışmadan sonra Abdullah'ı şehid ettiler. Bu sahneyi gören eşi Ümmü Veheb, kocasının cesedinin yanına gitti, cesedin yanına oturup gülümseyerek: "Cennet sana kutlu olsun!" dedi.

Bu sırada Şimr'in kölelerinden biri, sahibinin emriyle bu yiğit kadını okla şehid etti:

"Haccac oğlu Ömer "Yezid'in ordusunun sağ kolunun komutanlığını üstlenmişti. Yanına çok sayıda asker alıp imamın çadırlarına doğru aniden saldırıya geçti. Bu sırada imamın ordusu tek sıra halinde çöküp mızraklarını düşmana çevirmiş olarak beklemekteydiler. Düşman ordusu bu mızrak duvarını aşamayıp çaresiz geldikleri gibi hızla geri döndüler. Bu arada imamın adamları düşman ordusundan çok sayıda müşriki oklayarak cehenneme göndermişti.

Düşman askerlerinden biri imama yaklaşıp: "Ey Hüseyin (a.s)! Cehennemi bekle! diye bağırmıştı.

İmam, "Yalan söyledin", buyurdular, "Çünkü ben sevgili Allah'ın yanına şefaatçi olarak gideceğim". Sonra da onun adını sordu, adını öğrendiğinde ellerini açarak "Allah'ım, onu cehennem ateşine at." buyurdu.

İmamın duası henüz bitmemişti ki adamın atı birdenbire huysuzlanıp binicisini yere attı, adamın ayağı henüz üzengideydi. Gemi azıya alan hayvan onu uzun bir süre sürükledikten sonra kazılan hendekteki ateşe attı. "Müslim bin Avsece" hemen koşup onu öldürerek cehenneme gönderdi.

Sa'doğlu Ömer'in adamlarından biri imamın başını kesip İbn-i Ziyad'a göndermek istiyordu. Bu mucizeyi görünce savaşmaktan vazgeçerek ordudan uzaklaştı.

"Vahab" henüz yeni düğün yapmış bir gençti. İmamın  Kufe'ye gittiğini duyunca hemen koşup o Hazret’in kervanına katılmıştı. Aşura günü, kervanda bulunan annesi: "Kalk!" dedi, "Allah Resulü'nün (s.a.a) evlatlarını düşmana karşı savun!"

"Vahab" hiç tereddüt etmeden savaş meydanına gitti, yiğitçe savaşıp düşmandan birçoğunu cehenneme gönderdi. Daha sonra annesiyle eşinin yanına dönerek "Benden razı mısınız?" diye sordu.

Annesi: "Ben senden, ancak imamın yanında şehid olduğun zaman razı olurum oğul!" dedi, "Biran önce savaş meydanına geri dön ve cihadına devam et. Karına olan sevgin seni bu vazifenden alakoymasın sakın!"

Vahab, savaş meydanına geri dönüp Allah düşmanlarıyla amansız savaşına devam etti. Düşman askerleri dört bir yandan kuşattıkları Vahab'ın iki elini vücudundan ayırarak onu şehid ettiler.

Hür, imamdan izin alıp savaş meydanına gitti. Düşmana meydan okuyarak kırk kişiyi öldürdü. Etrafı sarılınca Züheyr yardımına koştu. Hür'ü muhasaraya aldıklarında Züheyr muhasarayı yarmakta ve Hür'ü kurtarmaktaydı. Bazen de tam tersi olmakta, düşman Züheyr'i muhasaraya aldığında Hür onu kurtarmaktaydı. Sonunda düşmanın piyade birlikleri hep birden Hür'e saldırarak onu atından yere düşürüp yaraladılar. İmamın adamları muhasarayı yararak Hür'ün yarı cansız vücudunu imamın yanına getirdiler. Hazret, Hür'ün alnına ve yüzüne toprak sürüyor ve şöyle buyuruyorlardı: "Sen, annenin de adlandırdığı gibi hür ve özgür bir insansın!"

Hür, büyük bir hatadan sonra böylece tövbe edip fani dünyadan elini eteğini çekmiş ve Ehl-i Beyt imamının ordusuna katılıp şehadete erişmiş oldu.

Nafe bin Hilal, Peygamberin mutahhar ailesine düşmanlık besleyen Sa'doğlu Ömer'in ordusuna saldırdı. Düşman ordusundan birçoğunu öldürüp bir kısmını da yaraladı. Sonunda kolları kırıldığı ve epey yara aldığı için düşmana esir düştü. Sa'doğlunun yanına götürdüklerinde Ömer "Kendini neden bu hale soktun?" diye sordu.

Ağır şekilde yaralı olan Nafe şöyle cevap verdi: "Rabbim, gayemi bilmektedir. Sizden on ikisini öldürdüm ve bir kısmını da yaraladım. Kollarımı kaybetmeseydim beni esir edemeyecektiniz."

Bu cevaptan pek rahatsız olan Şimr-Allah'ın laneti onun üzerine olsun- Nafe'nin derhal kılıçla şehid edilmesini emretti.

"Cavn" bir zenciydi, ve Ebuzer-i Ğifari'nin azadlı kölesiydi. Ebuzer'in şehadetinden sonra Ehl-i Beyt'e katılmış ve imamın kervanıyla Kerbela'ya gelmişti. Aşura günü imamın yanına varıp savaşmak için izin istedi. İmam "Sen bizim için kendini feda etme," buyurarak onu savaşmaktan alıkoymak istediyse de Cavn "Ben siyah bir köleyim ve tanınmış bir aileye de mensup değilim". dedi, "Sizin yolunuzda şehadete ermeyi ve böylece cennete girmeyi diliyorum!"

Böylece İmam'dan izin alarak şehadet meydanına yürüdü, yiğitçe çarpıştıktan sonra o da şehid düştü.

Cavn'ın şehadet haberini alan imam onun hakkında dua ederek: "Allah'ım! Onu cennette iyiler ve temiz kullarınla haşret." buyurdu.

"Müslim bin Avsece cesur ve imanlı bir ihtiyardı. İmam'ın saflarında savaşmak için eski arkadaşı "Habib bin Mezahir"le Kufe'den kaçıp İmam Hüseyin'in (a.s) ordusuna katıldı. Aşura günü savaş elbiselerini giyinip meydana gitti, yiğitçe savaşıp ağır şekilde yaralandı. Askerleri onu alıp geri getirdiler. İmam, Habib bin Mezahir'le birlikte onun yanına gitti. Son nefeslerini verirken, biricik arkadaşı Habib'e vasiyette bulunuyor ve şöyle diyordu. "Allah Resulü'nün evlatlarını sakın yalnız bırakma; onların uğruna can vermekten çekinme!"

Müslim'in şehadet haberi Sa'doğlu Ömer'in ordusunda duyulmuş, birçoğu sevinçle bunu kutlamıştı. Bu sırada oradaki Kufelilerden biri gördüğü bu manzara karşısında dayanamayıp "Allah kahretsin sizi!" diye haykırdı, "Müslim gibi birini öldürdüğünüz için bayram mı ediyorsunuz?! Onun İslam ümmeti arasında ne kadar sevilip sayılan biri olduğunu bilmiyor musunuz yoksa?! Onun ne kadar yiğit ve cesur biri olduğunu duymamış mıydınız? Azerbaycan savaşı sırasında onun tam altmış kafiri hakladığına bizzat şahid oldum ben!"

Aşura günü öğle vaktiydi. İmam'ın (a.s) yarenlerinden birçoğu şehid düşmüştü. Ebu Semâme adlı yareni İmam'a (a.s) gelerek "Canım uğrunuza feda olsun" dedi, "Bu namert kavim ikindiye kalmaz, sizi de şehid eder... Allah'a yemin ederim ki son nefesime kadar koruyacağım sizi! Ancak, Rabbimin huzuruna kavuşmadan önce, şu dünya hayatımın son öğle namazını sizin imametinizde kılmak isterdim doğrusu!..."

Onun namaza bunca düşkün olması İmam'ın pek hoşuna gitmişti, hakkında hayır duasında bulunup "Bana namazı hatırlattın" buyurdu, "Allah seni namaz kılanlar ve hatırlatıcılar zümresine dahil eder inşaallah!"

İmam (a.s) bunu söyledikten sonra yanındakilerden birine dönüp "Düşmandan, namaz kılmamız için bize biraz vakit vermesini isteyin!" buyurdu.

İmam'ın bu isteği düşmana iletildiğinde Kufelilerden biri "Sizin namazınız Allah katında kabul görmez ki!" diye bağırdı küstahça.

İmam'ın yarenlerinden biri "Behey Allah'tan korkmaz, kuldan utanmaz" diye haykırdı "Allah Resulü'nün (s.a.a) evladı ve cennet gençlerinin efendisinin namazı kabul edilmeyecek de sizin namazınız kabul edilecek öyle mi?!"...

Çok geçmeden bütün yârenleri şehid olmuş ve Hz. İmam Hüseyin (a.s) akrabalarıyla birlikte yapayalnız kalmıştı. Hz. Ali'nin (a.s) diğer oğulları, İmam'ın amcaları Cafer-i Tayyar'la Akil'in oğulları, ağabeyi İmam Hasan (a.s)la, kız kardeşi Hz. Zeyneb'in oğulları ve İmam Hüseyin'in (a.s) kendi evlatlarından ibaret olan Kerbelâ'nın bu son goncalarının sayısı muteber tarih kaynaklarında on yedi kişi olarak geçer. Hz. Resulullah'ın (s.a.a) soyu, Haşimoğullarının son on yedi goncası...

İmam (a.s) kendi oğlu dururken, kendisine emanet edilen diğer yeğenlerini şehadet meydanına süremezdi. Nitekim Haşimoğullarından şehadet meydanına at süren ilk yiğit, İmam Hüseyin'in (a.s) çok sevdiği büyük oğlu Hz. Ali Ekber (a.s) oldu... Babasının izniyle savaş elbiselerini giyinip kuşanan Aliekber savaş meydanına çıktı. Hazret onu kısa bir süre takdir ve şefkatle süzdükten sonra ağlayarak ellerini göğe kaldırıp: "Yarabbi" dedi, "Şahit ol! Kulların arasında özü, sözü, yüzü, endamı ve ahlâkıyla sevgili peygamberine en çok benzeyen kulunu şu zâlim güruhun karşısına çıkarıyorum. Biz ne zaman ceddimiz peygamberi özlesek bu gence bakar, onu seyrederdik..."

Ali Ekber (a.s)  yiğitçe düşmana saldırıyor, kahramanca savaşıyor, er meydanlarının eşsiz savaşçısı olan Allah'ın aslanı ceddi Hz. Ali'yi (a.s) andırıyordu. Önüne çıkanı bir vuruşta yere seriyor, ancak çölün dayanılmaz sıcaklığı ve Kerbela'nın susuzluğu ciğerlerini kasıp kavuruyordu.

Bir ara babasının yanına dönüp bu öldürücü susuzluktan şikayet edecek oldu. İmam elini yiğit Ali'nin (a.s) omzuna koyarak: "Oğlum" dedi, "Savaşa devam et. Grup vakti olmadan ceddin Resulullah'a kavuşacak ve onun mübarek ellerinden kana kana Kevser suyundan içeceksin."

Ali Ekber tekrar meydana dönüp kıyasıya çarpışmaya başladı ve bu amansız savaşta birçok düşman askerini öldürdükten sonra alnına isabet eden bir okla atından yere düştü.

İmam Hüseyin (a.s) sevgili oğlunun yanına koşup onun kanlı başını kucağına aldı. Ali Ekber (a.s) şehadetinden önce şöyle diyordu: "Babacığım, dedem Resulullah'ı (s.a.a) görüyorum, size selam gönderiyorlar."

Haşimî gençleri Ali Ekber'in (a.s) cansız vücudunu çadırlara götürdüler.

İmam Hasan-ı Mücteba'nın (a.s) oğlu "Kasım" (a.s) henüz on üç yaşlarında bir gençti. İmam onun savaşmasına izin vermek istemiyordu, ama ısrarı üzerine Hazret izin verdiler. "Kasım" büyük bir sevinçle savaş meydanına çıktı. Küçük yaşına rağmen düşman askerlerinden üçünü hakladıktan sonra şehid düştü.

Savaş bayrağını en son omuzlayanlar İmam Hüseyin'in yiğit kardeşleriydi. Sonunda onlardan da sadece Hz. Ebulfazl'ul Abbas kaldı geriye... Hz. Abbas (a.s) uzun boylu, fevkalâde yakışıklı ve çok kuvvetli bir yapıya sahipti, atına bindiğinde iki ayağı da yere değecek gibi oluyordu. Künyesi "Ebulfazl (fazilet ve erdem timsali) ve en meşhur lakabları ise "Kamer-i Benî Haşim" idi.

Hz. Ebulfazl'ul Abbas (a.s) susuzluktan takatleri kesilen kadınlarla çocuklara su getirmek için atını Fırat'a sürdü, önüne çıkanları bir çırpıda haklayıp Fırat nehrine vardı, su tulumunu doldurdu, kendisi çok susamış olduğu halde su içmedi; ağabeyi ve İmamı ve o masum yavrucaklar susuzken "Erdem ve fazilet timsali Abbas" nasıl su içebilirdi?!

Çadırlara dönerken düşman etrafını sarmıştı. Dört bir yandan ok yağmuruna tutulmuş, bu sırada su tulumu delinmişti. Okları engelleyebilmek için kendisini su tulumunun üzerine attı. Ancak, düşman kadın ve çocuklara su götürülmesine engel oluyordu. Ok ve mızraklarla yaraladıktan sonra Ebulfazl'ul Abbas'ın iki elini de kestiler, kolları kesilince mübarek alnından vurarak onu da şehid ettiler. İmam, fedakâr kardeşinin cansız vücudunu kucaklayıp öptü, kokladı...

Hz. Abbas'ın (a.s) sağ elini kestiklerinde o yiğit insan şu şiiri haykırmaktaydı: "Allah'a andolsun ki, benim sağ elimi kesebilirsiniz, ama ben dinimi ve hak üzere olan imamımı sonuna dek savunacağım! Benim imamım, temiz ve emin peygamberin torunudur".

Aşura günü, hakla batıl arasındaki savaşı en açık ve çarpıcı şekliyle sergiler. Aşura günü Allah Resulü'nün (s.a.a) evladı ve Allah Teala'nın seçtiği imamla, insaniyetten haberi olmayan namertler güruhu savaştılar. İmam sürekli onlara itmam-ı huccet etmekte, uyarmakta ve ellerine bahane vermek istememekteydi. Böylece onlardan hiç birinin gelecekte Allah Teala'nın önünde verecek cevapları olmayacaktı. Tüm yarenlerinin şehid edildiği ve kendisinin o büyük orduyla karşı karşıya yapayalnız kaldığı zamanda ise uyuyan vicdanları uyandırmak ve ilâhi vazifesini yerine getirmek için düşmana hitaben şöyle buyurdular:

"İçinizden Allah Resulü'nün ailesini savunmak isteyen hiç kimse yok mu?"

"Allah'a inanmış bir kimse yok mu ki bize edilen bunca cefa karşısında O'ndan korkup da çekinsin?!

"Bizim feryadımıza koşacak hiç kimse yok mu?"

"Bize yardım edip de Allah Teala'dan ödül almak isteyen yok mu?"

İmam, yakında diğer şehitler kervanına katılacağına yakiynen inanmaktaydı. Fakat bu son lahzalarda dahi karşısındaki zalimler güruhuna acıyor ve onları ikaz edip doğru yola hidayet etmekten kendini alamıyordu. O kalabalık ordu içinde Hz. Resulullah'ın (s.a.a) evladının sözüne lebbeyk diyen çıkmadı. Onlarda Ehl-i Beyt'in mazlumiyetine üzülecek ne bir kalp vardı, ne de yaptıkları bu çirkin işin sonucunu düşünecek bir anlayış. Kalp ve ruhları ölmüştü, fakat kendileri zahiren diriydiler. Hatta ölüler, hiç kimseye zarar veremezlerdi, oysa onlar câni ve zalimane işler yapıyorlardı; kadınlara, çocuklara, hatta kanlar içindeki yaralılara dahi acımıyorlardı. Onlar; babalarını henüz yitirmiş çocukları, kocalarını henüz yitirmiş dul kadınları ölesiye kırbaçlamaktan çekinmediler.

Hz. Ebulfazl'ul Abbas'ın (a.s) şehadetinden sonra imam son yaverini de yitirmişti. Artık kendisinin meydana gidip kâfir düşmanla savaşması gerekmekteydi ve Hazret düşmana saldırdı. Allah'ın arslanının oğlu dört bir yandan üzerine gelen düşmana saldırmakta ve kılıcının her darbesiyle bir caniyi cehenneme göndermekteydi. İmam Hüseyin (a.s) arslan gibi kükrüyor, bu katiller güruhuna meydan okuyordu. Bir süre sonra imam etrafındakileri geri püskürtüp vedalaşmak için çadırların yanına döndü. Bu sırada susuzluktan ölüm derecesine ulaşan minik Ali-yi Asker'i Hazret’in kucağına verdiler. İmam onları son kez uyarmış olmak için kundaktaki bebeği eline alıp düşmana yaklaştı. Ne var ki o namertler su vermek yerine bebeğin boğazını ok yağmuruna tutup oracıkta şehid ettiler. İmam mübarek avcunu minik Ali-yi Asker'in kanıyla doldurup havaya serpti "Allah'ım! Şahid ol!" buyurarak bu kanın Allah yolunda verildiğini gösterdi.

İmam tekrar saldırdı zalimler güruhuna; Fırat nehrine yetişmek için düşman muhasarasını bir kaç kez yarmış, fakat düşmanın sayıca çokluğundan dolayı Fırat'a ulaşmayı başaramamıştı. Çok yara almış, mübarek alınları düşmanın kılıç darbesiyle açılmıştı. İmam, yüzü gözü kanlar içinde tekrar geri döndü ve Hz. Zeyneb'e (a.s) kendisine eski elbiseler getirmesini söyledi. Hz. Zeyneb'in getirdiği eski elbiseleri üzerindeki elbiselerin altından giydi, böylece düşmanın onun elbiselerine tamah edip cesedini soymalarını önlemek istemişti İmam... Fakat Emevi canileri İmam'ı öldürdükten sonra bu elbiseyi de soymaktan çekinmeyecekti...

İmam, Ehl-i Beyti'yle vedalaştıktan sonra tekrar savaş meydanına dönüp kıyasıya savaşmaya başladı. Sonunda Şimr'in -Allah'ın laneti onun üzerine olsun- emriyle binlerce kişilik ordu, İmamı muhasaraya aldı. Okçular dört bir yandan Hazrete ok yağdırmadaydı. Kaatillerden biri, elindeki mızrakla kalleşçe İmama arkadan saldırdı, İmam atından yere düştü. Fakat aldığı onca yaraya rağmen tekrar kalkıp yaya olarak savaşmaya devam etti. Şiddetli susuzluk imamın bir an duraklamasına neden olmuştu, işte bu sırada uzaktan atılan bir taşla mübarek alnı tekrar yaralandı. İmam gözlerine dolan kanı temizlemek için kolunu kaldırdığında üç temrenli bir ok mübarek kalbine saplanıverdi. İmam başını semaya kaldırarak: "Bismillahi ve billahi ve alâ milleti Resulullah!" buyurdular.

İmamın şehadet haberi Ehl-i Beyt kadınlarına ulaştığında çadırlardan yükselen feryatlar arşı inletmişti. Böylece hakla batılın savaşı Aşura günü sona erdi. Daha sonraki merhalede Kerbela'nın kahraman kadını Zeynep ve İmam Seccad Hazretleri Seyyid-üşşühedanın mazlumiyetini herkese duyurup Emevi caniliklerini ifşa ettiler. İlkin galip gelmiş gibi görünen batıl, sonuçta yenilmiş ve ebedi bir günahın vebalini yüklenmişti

 

[1] - Kasas, 21, 22.

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar