PLEASE_WAIT
Her ne kadar sofilerin bazı yolları Şii alimler tarafından eleştirilse de bu, onların tüm öğretileri yanlıştır, demeyi gerektirmez. Dolayısıyla sofiliğin doğru öğretilerine amel eden kimseyi Şia mezhebinden çıkmış diye niteleyemeyiz. Birçok sofi var ki Şia mezhebine bağlı olduklarını açıkça söylüyorlar.
Tarihi karineler gösteriyor ki, Şah İsmail, ilk baştan Şia idi. Birçok Aleviyi katleden Osmanlı padişahıyla yaptığı yazışmalarda görülen saygı ifadeleri yalnızca geçmişten günümüze kadar gelenek olan diplomatik bir dil kullanıldığı içindir.
Şii anlayışına göre söylenen duvazlar da bu Safevi padişahının Şia mektebine bağlılığının delilidir.
1-Bilindiği gibi, Kızılbaş grubu Şah İsmail'in babası Haydar tarafından kurulmuştur. Haydar, hicri 893 yılında babası Cünyt gibi katledildi. Ondan sonra Haydar'ın taraftarları oğlu İsmail'in etrafında toplandılar. İsmail, onların yardımıyla babasının katili Şirvan valisiyle savaşa girdi ve onu öldürdü. Daha sonra 906 yılında yani babasının ölümünden 13 yıl sonra Şah İsmail, İran'ın yönetimini ele geçirdi, Şia mezhebini resmileştirdi, Hayye Ala Hayr-il Amel'i ezanlara yerleştirdi ve ülkenin resmi parasına şu şiiri yazdırdı:
Doğudan batıya İmam varsa eğer
Ali ve Ailesi bize yeter.[1]
Buna göre, acaba onun Şia oluşunda bir şüphe kalır mı?
“Şah İsmail tarikat ehli idi ve Şia ise sofisiği kabul etmiyor öyleyse O, Ehl-i Sünetten idi” sözüne gelince en az iki delille bu çürütülebilir:
a)Şii alimler sofilerin bazı fırkalarının öğretilerini eleştirdikleri gibi bir çok Ehl-i Sünnet aliminin de onlarla arası iyi değildir. Örneğin bugün Arabistan'a hakim olan düşünce tarzı, sofiliğin her türlüsünü İslamın öğretileriyle muhalif olduğunu kabul etmektedir. Şimdi bazı Ehl-i Sünnet alimleri sofilerle muhalif diye bütün sofilerin Şia olduğu söylenebilir mi? Bu kanıt gerçeklerle bağdaşır mı mu? Aynı şekilde Şah İsmail'in tarikata yönelişi onun Şia olmadığı şeklinde yorumlanamaz.
b) Şii'nin her ne kadar Sufilerin bazı tutumlarına eleştirileri varsa da bu eleştiriler onların öğretilerinin tümüne değildir. Çünkü onların bazıları Kur'an ve Sünetten alınmıştır. Sadece bidat sayılabilecek şeylere karşı eleştiri vardır. Şu ayet-i kerime'ye dikkat edin:
'Ona uyanların gönüllerinde fazla bir yumuşaklık ve merhamet yarattık ve ruhbaniyeti biz onlara farzetmediysek de onlar ancak Allah rızasını kazanmak için icat ettiler.' [2]
Ruhbaniyeti İslam eleştiriyor diye bu, Kura'n'da da gelen başkalarına karşı yumuşaklık ve merhamet gibi öğretileri olan Hıristiyanlığa itina etmeyelim anlamına mı gelir veya birinin böyle özellikleri olursa o, Hıristiyanlıkla mı itham olunur? Kesinlikle öyle değildir. Bazı bidatlara eleştiride bulunmak bir öğretinin tümünü eleştirmek demek değildir. Bunun benzerini tam olarak Sufilik öğretimi içinde söyleyebiliriz. Yani mantıklı bir şekilde ve Kur'an ve Sünnetten yola çıkarak sofilerin bazı işlerine eleştirilerde bulunsak bile, bunun anlamı onların hiçbir şeyini kabul etmiyoruz anlamına gelmez. Veya örneğin biri nefis tezkiyesi yapıyorsa onu sofidir diye itham edemeyiz.
İşte bu ince noktaya dikkat edilmediğinden Safevi şahlarının yanı sıra bizzat bidatları eleştiren bir çok tanınmış Şii alimi de sofilikle suçlanmışlardır. Feyz-i Kaşani, Şeyh Bahai, Allame Meclisi ve Onun değerli babası bu şekilde itham edilen alimlerden bazılarıdır. Ancak dikkat etmek gerekir ki, Muhaddis-i Nuri, Feyz-i Kutsi adlı eserinde Allame Meclisi'yi savunurken şöyle yazıyor: 'Sofilerin amaçlarından biri Kur'an ve Sünnetinde defalarca vurguladığı gibi nefis tezkiyesi ve nefsani rezaletleri uzaklaştırmaktır. Bu esasa göre her Şia buna önem vermelidir. Sofilerin üzerinde çok durdukları bir başka nokta kırk gün kendilerini çok dikkatli bir şekilde korumalarıdır. Bu rivayetlerde de gelmiştir. Bir Şii bunları yaparsa ona sofi denilmez…'[3]
Şimdi soruyoruz: Safevi sultanları, eğer Ehl-i Sünnete mensup tarikat ehlinden olsa ve Şii mantığıyla uyuşmuyor idiyseler, Şii alimler onların zamanında ve hükümetlerinin merkezinde bu sofilerin bidatlarını rahatlıkla nasıl eleştirebiliyorlardı?
2-Daha öncede söylediğimiz gibi, Şah İsmil baştan Şii idi. Fakat genel ve doğal olarak insanların üzerinde etki bırakabilecek, onları hakka ve hakikata yönlendirecek olanlar yine alimlerdir.
3-Tarihi biraz incelenecek olursa, maalesef iki Müslüman ülke olan İran ve Osmanlı arasında birçok savaşlar meydana geldiği gerçeğine ulaşılacaktır. Örneğin Şah İsmail ve 2. Bayazıt'ın arasındaki savaş inkâr edilebilecek türden değildir. Buna rağmen diplomatik ilişkilerde günümüzde de olduğu gibi hatta düşman ülkeler arasında ki yazışmalarda bile hakaret içeren cümleler kullanılmaz, aksine saygı dolu ibarelerden istifade edilir.
Resul-u Ekrem (s.a.a), çeşitli ülkelerin liderlerine yazdığı mektuplarda onları saygı ile yad ederdi. Örneğin, Doğu Rum (Bugünün Türkiye’si) Padişahına yazdığı mektuba şöyle başlıyor: 'Allah'ın kulu Muhammed'den Rumlar'ın büyüğü Hergel'e…'[4]
Günümüzde de İslam Cumhuriyeti ve Irak'ın eski cumhurbaşkanı cinayetkar Saddam Hüseyin arasında yazılan mektuplara baktığımızda –ki bu mektuplar 'Esnad-ı İftihar' adlı kitapta toplanmıştır- iki taraf aralarındaki sekiz yıllık ağır savaşa rağmen yazışmalarında zahirde de olsa saygılı ifadeler kullanıyorlardı. Bununla birlikte ne Resul-u Ekrem (s.a.a)'in Rum kayserini teyit ettiğini söyleyebiliriz; ne de İran yöneticilerinin Saddam'ı teyit ettiğini.
Şah İsmail'in Osmanlı padişahı 2. Bayazıt'a yazdığı mektuplarda kullandığı saygı ifadeleri diplomatik kurallar gereği olduğundan bundan onları teyit ya da reddetiği manası çıkmaz. Ancak ilginçtir ki, Bayazıt'ın oğlu Sultan Selim Anadolu'da yaşayan 70 bin Şia'yı Şah İsmail'in taraftarıdırlar diye şehit etmiştir. Halbuki, Sultan Selim, Şiileri katlederken o sırada Hıristiyanlar da Endülüs'ü işgal ediyorlardı. Endülüs'ün Müslüman yöneticisi, Sultan Selim'den yardım talebinde bulundu, ama o Endülüs'e yardım gönderme yerine İranlılarla manevi bağları olan ülkesindeki Şiileri katletmeyle meşgul oldu![5]
Allah'a şükürler olsun ki şu anda Türkiye'de ki, ister Sünni olsun, ister Şii kardeşimiz, İslam ülkeleri arasında ki ihtilafların sonunda İslam düşmanlarının işine yarayacağını anlamış durumdalar. Türkiye başbakanının cinayetkar Siyonist rejimin reisinin karşısındaki kahramanca itirazı ve bazı İslam ülkelerinin liderlerinin haince suskunluklarına rağmen Türk halkının Gazze cinayeti karşısında ki şanlı itirazları bu İslami bilincin göstergesidir.
4-Bunun cevabı, sorunun kendisinde saklıdır. Zira On iki İmam'a saygı amacıyla yazılan duvazlar, Şah İsmail'in Şii olduğuna en güzel delil olarak gösterilebilir. Bu şiirlerde bazı Sofi öğretilerinin yerleştirilmesi konusuna gelince -yukarıda da söylediğimiz gibi- sofilerin bütün öğretileri Şii öğretileriyle tezat teşkil etmemektedir. Bu yüzden böyle şiirler, onu yazan şairin Şii olmadığına delil olamaz. Yoksa Feyz-i Kaşani ve Şeyh Bahai gibi Şia'nın büyük alimlerinin de Şii olmadığını söylememiz gerekir.
-------------
[1] -Seyyid Musin Emin, A'yan-uş Şia, c.3, s.321, Dar-ut Taaruf, Beyrut
[2] -Hadid/27
[3] -Muhaddis-i Nuri, Feyz-i Kutsi, s.117. Bu kitap Muhaddis-i Nuri tarafından yazılmış ve Bihar-ul Envar'ın 102. cildinin başlangıcında ek olarak gelmiştir, İslamiye baskısında mevcuttur.
[4] -Muhammed Bagır Meclisi, Bihar-ul Envar, c.20, s.386, Müesseset-ul Vefa, Beyrut, h.k.1404
[5] -Seyyid Musin Emin, A'yan-uş Şia, c.3, s.321322