PLEASE_WAIT
Sizin sormak istediğiniz şey galiba şudur: Biz bir imamın imam olduğunu nereden anlayacağız ve buna nasıl inanacağız?
Ama her şeyden önce şu soruya cevap bulmak zorundayız: Neden imamet inancına sahip olmalıyız?
İmamet İslam’da çok önemli bir yere sahiptir ve insanın tekamül yolundaki son merhalesidir. Bu makam bazen nübüvvet ve risalet makamıyla beraber olmuştur; Hz. İbrahim (a.s)'ın imameti ve İslam Peygamberi (s.a.a)'in imameti gibi. Bazen de nübüvvet ve risalet makamından ayrıdır; Masum İmamlar (a.s)'ın imametleri gibi.
Toplumda bir imamın gerekli olduğu hususunda söylemek gerekir ki: Beşerin tekamül ve kurtuluşu için enbiyaların gönderilmesi nasıl gerekli ise aynı şekilde dinin ve enbiyaların programlarının devam etmesi içinde imama gerek vardır.
İmamet bir ahd ve makamdır ki, yalnızca Allah-u Teala tarafından insana verilir ve yalnızca O'dur (c.c), imamı tayin eden.
Şia, Masum İmamlar'ın imametini ispat etmek için hem kesin akli delillere dayanmıştır, hem de açık naslara: Örneğin: 'Her topluluğun bir hidayet edicisi vardır', 'Doğrularla beraber olun' ve 'Sizden olan emir sahiplerine itaat edin' ayetleri ile Sakaleyn, Sefine ve İsna Aşer (On iki) Halife hadisleri gibi ayet ve hadislere dayanmıştır.
Bu naslarda hem imamlara neden inanmamız gerektiği, hem de kimler imamdır ve kimleri takip etmemiz gerektiği ortaya konmuştur.
Sizin sormak istediğiniz şey galiba şudur: Biz, bir kişinin imam olduğunu nereden anlayacağız ve nasıl inanacağız?
Ancak her şeyden önce, neden imamet inancına sahip olmalıyız, sorusuna cevap bulmak zorundayız.
İmametin Önemi
İmamet İslam'da çok önemli bir yere sahiptir. Kur'an-ı Kerim onu insanın tekamül yolundaki son merhalesi olarak kabul etmekte ve yanlızca Ulu'l Azm peygamberler ona ulaşmıştır. Hz. İbrahim (a.s) hakkında şöyle buyuruyor: 'Bir zamanlar Rabbi bazı sözlerle sınadı. O bunları tam olarak yerine getirince dedi ki: 'Ben seni insanlara imam edeceğim.' İbrahim, 'Soyumdan da imam et.' Dedi. Allah: 'Benim ahdime zalimler nail olamazlar.' diye buyurdu.'[1]
Bu ayet gösteriyor ki, bu makam öyle büyüktür ki, Hz. İbrahim (a.s), nübüvvet ve risalet makamına sahip olmasına rağmen ömrünün sonuna doğru ve zor imtihanlardan geçtikten sonra imamet iftiharına ulaşmıştır.
İmamet makamı bazen nübüvvet ve risalet makamıyla beraber olmuştur; Hz. İbrahim (a.s) gibi Ulu'l Azm peygamberler imamet makamına da ulaşmışlardır. Bundan daha güzel örnek İslam Peygamberi (s.a.a)'in risalet, nübüvvet ve imamet makamlarının hepsine sahip olmasıdır.
Bazen bu makam (imamet) risalet ve nübüvvet makamından ayrı olabilir; Masum İmamlar (a.s), kendilerine vahiy nazil olmadan yalnızca imamet makamına sahiptiler.
Bir İmamın Varlığının Gerekliliği
İmamın varlığının gerekliliği peygamberlerin gönderilmesinin gerekliliği ile aynı nedenlere dayanmaktadır.
Allame Hilli, Şeyh Tusi'nin sözlerinin açıklamasında bu gerekliliklere şöyle işaret ediyor:
1- İnsan aklının nakli beyanlarla takviyesi için peygamberin gönderilmesi gereklidir; insanoğlu aklıyla dinin bir çok usul ve furu' hakikatlarını anlayabilir, ama bazen varlığının derinliklerinde aklının gücüne dayanmaya engel olacak vesveseler ve sarsıntılarla karşılaşabilir. İşte aklın hükümleri ilahi beyanın önderliğiyle takviye olursa, bu tür sarsıntı ve şüpheler giderilir ve insan, kalp kuvvetiyle akli bulgularının peşinden gider.
2-Bir çok şey var ki akıl onların hüsn (iyilik) ve kubhunu (kötülüğünü) derk edemez. Aklın eşyanın iyilik ve kötülüğünü anlayabilmesi için ilahi önderlerin peşinden gitmesi gerekir.
3-Dünyada insan için faydalı ve zararlı çok şey vardır. İnsan yalnızca aklıyla fayda ya da zararına olan şeyleri derk edemez. Ona faydalı ve zararlı şeyleri bidirecek birilerine ihtiyacı vardır. Bunu da ancak vahyin kaynağıyla irtibat halinde olan ilahi önderler yapabilirler.
4-İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplum ise herkesin haklarını koruyan, onları doğru yola götüren kanunlar olmadan bir nizam içinde olmaz ve kemale ulaşamaz. Bu kanunlarında en doğru şekilde hangileri olduğu ve onların icrası bilen, pak ve masum ilahi önderler aracılığıyla olur.
5-İnsanlar, kemalde, ilim tahsilinde ve faziletleri kazanmakta farklıdırlar. Kimileri bu yolda hareket edebilme kabiliyetine sahipken, kimileride buna sahip değillerdir. İlahi önderler birinci grubu takviye ederken, ikinci grubun yardımına koşar ve her iki grubu da mümkün kemale ulaştırırlar.
6-İnsanlarda ki ahlak seviyesinin farklı olduğu göz önüne alınırsa bu faziletlerin eğitimide yanlızca pak ve masum rehberlerle mümkün olur.
7-İlahi rehberler, itaat ve günahların karşılığında verilecek sevap ve cezaların ne olduğunu tam olarak bilmekteler. Onlar bunları insanlara bildirdiklerinde, insanlarda üzerlerine düşen vazifelerini yerine getirmek için içlerinde güçlü bir istek ortaya çıkar.[2]
İmamet, nübüvvetin devamından başka bir şey olmadığından yukarıda sayılan felsefelerin çoğu Masum İmamlar içinde geçerlidir. Başka bir deyişle, Allah-u Teala, beşeri kemale ve saadete ulaşması için yaratmıştır. Onun hidayeti için Peygamberleri nasıl ki vahiy gücü ve ismet makamıyla donatarak göndermişse, aynı şekilde bu yolun devamı için Onların vefatından sonra masum halifeler seçecektir. Ancak bu şekilde insanlık istenilen hedefe ulaşabilir. Yakinen bu olmazsa yarı yolda kalır; zira,
a) İnsan aklı kesinlikle tek başına kemale ulaşmanın sebep ve yollarını bulamaz. Hatta bazen bunların onda birini bile belirleyemez.
b) Enbiyanın öğretileri kendilerinden sonra çeşitli tahriflere uğrayabilir. Bu tahriflere engel olmak için masum koruyuculara ihtiyaç vardır. Allah-u Teala, Kur'an-ı Kerim hakkında 'Kur'an'ı biz indirdik ve onu koruyacak olanda biziz'[3] diye buyuruyorsa da dinin korunması yine sebepler vasıtasıyla olur ve o sebepler de Masum İmamlar (a.s)'dır. Bu durum İmam Sadık (a.s)'ın nurlu sözlerinde şöyle tecelli etmektedir: 'Biz Ehl-i Beyt'in içinde, her nesilde, ğuluv edenleri İslam'dan uzaklaştıran bidatçılara, din çıkaranlara ve batıl ehline engel olan ve cahillerin yanlış tevillerini redden kimseler vardır.'[4]
Hz. Ali (a.s)'da şöyle buyuruyor: 'Yer yüzünde ilahi delillerin ve nişanelerin yok olmaması için ister açıkta ve zahirde olsun, ister gizlide ve korku halinde mutlaka bir hüccet olacaktır. '[5]
c) İlahi hükumetin kurulması, adaletin sağlanması ve insanın yaratılış hedefine ulaşması ancak Masumların vasıtasıyla gerçekleşir; zira tarihler gösteriyor ki, ilahi olmayan hükumetler her zaman şahısların veya belli bir grubun maddi menfaatlerine hizmet etmişlerdir. Demokrasi, insan hakları vb. sloganlar onların kendi şeytani hedeflerine hizmet etmek için uydurdukları kılıftan başka bir şey değildir. Bunları kullanarak çok sinsi bir şekilde hedeflerini halklara dayatmışlardır.
İmam Ali (a.s) kısa bir cümlesinde imametin ruhunu şöyle açıklıyor: 'İmametin konumu taneleri biribirine tutturan ip gibidir. Onları topluyor ve yan yana getiriyor. İp koparsa taneler dağılır. Her biri bir yere gider ki artık onları toplamak ve düzenlemek asla mümkün olmayacaktır.'[6]
d)Dinin devam edip yaşamını sürdürebilmesi için onun bütün ayrıntılarını en iyi şekilde bilen bir imama ihtiyaç vardır. Bu şekilde en küçük ayrıntıda bile kimse şüphe içinde kalmaz.
Şimdiye kadar söylediklerimiz Masum İmamların gerekli olduğu felsefesini gözler önüne sermektedir.
Bütün bunlar, bizim imamete ve bir imama inanmamızın gereğini ortaya koyan delillerdir. Bunlardan çıkarılacak sonuç şudur: Eğer İslam'da hatemiyete inanıyorsak, imamet inancına da sahip olmamız gerekiyor.
Bazıları diyorlar ki, bir imamın mensub olmasına gerek yoktur. Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra Müslümanların rehberlik işi halkın kendisine bırakılmıştır.
Bu iddiaya cevap olarak kısaca şunu söyleyebiliriz: Birisi değerli şeylerin üretilmesi için bir fabrika yapsa, orada üretimin sürdürülmesini istese, kendisi olsun olmasın hatta ölümünden sonra bile bu fabrikanın kapanmasını istemese ve fabrikada karmaşık makineler varsa bu makinelerin çalıştırmasını onları icad edenden başka kimse bilmese, acaba o mucit yakında (bu yıl) öleceğini söylese, ama bu makinaları çalıştıracak ve onlardan anlayacak birini bu fabrikayı idare etmek için atamasa doğru bir iş mi yapmıştır? Asla.
İnsan yaşamının her alanını idare etmek için gelen Kur'an ilimleri, sünnet, ilahi hükümler, Kur'an'ın muhkem ve müteşabih ayetleri vs. konular bir fabrikanın karmaşık makinalarından daha mı kolaydır? Acaba bunlardan daha fazla dikkate ihtiyacı yok mudur?
Acaba neticesi insaniyetin cevher ve kemalini (marifetullah ve Allah'a ibadet) eğitmek, insanın şehvetini iffete, gazabını şecaata, Medine-i fazıla ve ilahi hidayet esası üzerine çevirmek olan dinin bu öğretilerinin değeri, fabrikanın üretiminden daha mı azdır? Asla.
Öyleyse bir din son din ve amacı hidayet ise son peygamberden sonra onun yerine geçecek birilerini eğitip, bütün vazifelerini (nübüvvetin dışında) yerine getirecek birilerini tayin etmez mi?
Masum İmamların İmametlerinin Delili
İmamet ve imamın belirlenmesi Allah-u Teala tarafından olması gerektiği için imamı tanımak için kesin naslara ve akli delillere ihtiyaç vardır. Bunlar kimlerin imam olduğunu ispat eden delillerdir. Örneğin, insan aklı ilim, adalet, şecaat, ismet gibi imametin tüm özelliklerini birinde gördümü ve başkalarında ise zayıf olduğunu veya olmadığını anladığında kimin imam olduğuna hükmeder. Ya da Kur'an'ın nassı veya delaleti ve suduru kesin olan rivayetler ile kimin imam olduğu ispat olur.
Aşağıda bu ayet ve rivayetlerden bazılarını tefsirleriyle beraber getiriyoruz:
1-'Şüphesiz ki sen korkutucusun ve her topluluğun bir hidayet edicisi vardır.'[7]
Şii müfessirler ve Fahr-u Razi gibi bazı meşhur Ehl-i Sünnet alimleri şöyle yazarlar: 'Korkutucu Peygamber (s.a.a) hidayet edici ise Ali (a.s)'dır. Çünkü İbn-i Abbas diyor ki: Peygamber (s.a.a) mübarek elini göğsüne koyarak şöyle buyurdu: 'Ben korkutucuyum.' Sonra Ali'nin omuzuna işaret ederek 'Sende hidayet edicisin ya Ali! Benden sonra hidayet olacaklar seninle hidayet olacaklar.'[8] diye buyurdu.
Ehl-i Sünnetin en tanınmış tefsirlerinden ed-Durr-ul Mensur'da Resul-u Ekrem (s.a.a)'den bu ayetin tefsirinde bir çok rivayet naklediliyor. Söz konusu rivayetlerden biri şudur: 'Resul-u Ekrem (s.a.a), bu ayet nazil olduğunda elini göğsüne koyarak şöyle buyurdu: 'Ben korkutucuyum.' Sonra Ali'nin omuzuna işaret ederek 'Sende hidayet edicisin ya Ali..! diye buyurdu.'[9]
Yine bu manada bir çok rivayeti Hakim-i Nişaburi 'Müstedrek'inde, Zehebi 'Telhis'inde, Fahr-u Razi ve İbn-i Kesir kendi tefsirlerinde, İbn-i Sabbağ Maliki 'el-Fusul-ul Mühimme'de, Genci-i Şafii 'Kifayet-ut Talib'de, Taberi tefsirinde, İbn-i Hayan Endülisi 'Bahr-ul Muhit'te, Nişaburi tefsirinde, Hamvini 'Feraid-ul Sımteyn'de ve daha bir çok kişinin tefsirlerinde nakletmişlerdir. Bu hadisin nerelerde ve hangi kaynaklarda geldiğini öğrenmek için 'İhkak-ul Hak' adlı nefis eserin c.4, s.88'den 92'ye kadar bakabilirsiniz.
2-'Ey inananlar çekinin Allah'tan ve doğrularla birlikte olun.'[10]
Fahr-u Razi, 'Doğrular' kelimesinin tefsirinde diyor ki, doğrulardan maksat masumlardır. Ama daha sonra şöyle diyor: 'Masumlar ise bütün ümmettir.'[11] Halbu ki, dili Arap olan hiç kimse bu ayet nazil olduğunda 'Sadigin' (doğrular) kelimesinden bütün ümmeti anlamamışken Fahr-u Razi böyle bir manayı bu ayetten nasıl çıkarılabiliyor acaba? Böyle bir şey mantıksız olduğuna göre kabul etmek gerekir ki, her asır ve zamanda sözlerinde hiçbir hatanın olmadığı ve takip etmesi gereken bir 'sadık' vardır.
Ayrıca Ehl-i Sünnetin bir çok müfessir ve muhaddisi yukarıda ki ayetin Hz. Ali b. Ebi Talib (a.s) hakkında olduğunu İbn-i Abbas'dan nakletmişlerdir. Allame Sa'lebi tefsirinde, Genci 'Kifayet-ut Talib'de, Allame Sıbt-ul Cevzi 'Tezkire'de bir grup alimden şöyle naklediyorlar: 'Siret alimleri (Peygamber Tarihi) diyorlar ki: Bu ayet Ali (a.s) ve ailesi hakkındadır.' İbn-i Abbas şunuda ekliyor: 'Ali (a.s) sadıkların efendisi ve serveridir.'[12]
Ehl-i Beyt'ten de bu manada bir çok hadis gelmiştir.[13]
Ayrica doğrular ve doğrudan maksat sadece konuşmada doğru konuşan olmak değil konuşmada dahil olmak üzere her yönlü bir doğruluktur bu ise sadece masumlarda olan bir özelliktir. Bu da gösteriyor ki bu ayette doğrulardan maksat masum kişiler yani Ehl-i Beyt imamlarıdır. Ayrıca bu ayetin önünde yer alan Ey iman edenler Allah’tan korkun cümlesi farz bir emir olduğuna göre ondan sonra yer alan “doğrularla birlikte olun” emri de farzı ifade eder ve açıktır ki doğrular maksat doğru konuşan kimseler olursa bunun farz olmadığı bellidir; demek ki Bu ayet Allah’tan korkmak gibi önemli ve farz olan bir konuyu açıklamaktadır. Ve bu her yönden doğru olan yani masum olan Ehl-i Beyt’e uymaya onlara sarılmaya yönelik bir emirdir. Nitekim Resulullah (s.a.a) Benim Ehl-i Beytim Nuh’un gemisi gibidir kim o gemiye binerse kurtulur ve kim binmezse helak olur diye buyurmuş ve Yine Kur’an ve Ehl-i Beyt’e sarılmakla ancak sapıklıktan uzak kalınacağını bildirmiştir.
4-'Ey iman edenler! Allah'a peygambere ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin.'[14]
Şia müfessirlerinin tümü, ayette ki 'Emir sahiplerinden' maksadın Masum
İmamlar'ın olduğu konusunda ittifak etmişlerdir.
Hanefi alimlerinden Şeyh Süleyman Kunduzi, Yenabi-ul Meveddet adlı eserinde
Mücahid'in tefsirinde, Peygamber (s.a.a) Tebük seferine giderken yerine Hz. Ali (a.s)'ı bıraktığında bu ayetin Onun (a.s) hakkında nazil olduğunu naklediyor. Yine Hz. Ali (a.s)'ın muhacir ve ensarla tartıştığında bu ayeti delil getirdiğini, ensar ve muhacirin buna itiraz etmediğini Hz. Ali (a.s)'ın kendisinden naklediyor.[15]
Ehl-i Sünnet alimlerinden Hakim Haskani 'Şevahid-ul Tenzil' adlı eserinde bu ayeti açıklarken Hz. Ali (a.s)'ın şöyle söylediğini nakleder: 'Emir sahipleri kimlerdir? Diye Peygamber (s.a.a.)'den sorduğumda buyurdu ki: 'Sen onların ilkisin.'[16]
Rivayetlerde İmamet
Resul-u Ekrem (s.a.a)'den imamet hakkında onlarca hadis rivayet edilmiştir. Biz aşağıda bunlardan bir kaçını getirmekle yetiniyoruz:
1-Sakaleyn Hadisi
Bu hadis Şii ve Sünnin güvenilir kaynaklarında çok geniş bir şekilde Resul-u Ekrem (s.a.a)'den rivayet edilmiştir. Öyle ki bunda kimsenin en küçük bir tereddütü yoktur. Allah Resulü (s.a.a)'in bu hadisi değişik yer ve zamanlarda buyurması hadisin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Ehl-i Sünnetin altı hadis kitabından en tanınmışlarından biri olan Sahih-i Müslim'de Zeyd b. Erkam'dan şöyle rivayet ediliyor: 'Allah Resulü, içimizden ayağa kalkarak Mekke ve Medine'nin arasında Hum adlı su bulunan yerde (Gadir-i Hum), bir hutbe okudu. Allah'a hamd ü sena ettikten sonra şöyle buyurdu: 'Ey insanlar! Bende bir beşerim. Yakında rabbimin elçisi gelecek ve ben onun davetine icabet edeceğim. Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum, onların ilki Allah'ın kitabıdır, onda hidayet ve nur vardır. Öyleyse Allah'ın kitabını alın ve ona sarılın -Peygamber, Kur'an hakkında çok teşvikte bulundu-' Sonra şöyle buyurdu: Ve Ehl-i Beytimi size tavsiye ediyorum, Ehl-i Beytim hakkında Allah'ı unutmayın, size tavsiye ediyorum Ehl-i Beytim hakkında Allah'ı unutmayın, size tavsiye ediyorum Ehl-i Beytim hakkında Allah'ı unutmayın (üç kere tekrarladı).[17] Bununla, Ehl-i Beyt konusunda ki ilahi mesuliyetlerini unutmamalarına işaret ediyordu.
Ehl-i Beyt'in de Kur'an'ın yanında değerli bir emanet olarak getirilmesi ve üç kere tekrarlanması bunun Müslümanların kaderiyle, hidayetleriyle ve İslamın temellerinin korunmasıyla yakın bir ilişkisi vardır. Yoksa ikisi beraber yan yana getirilmezdi.
Sakaleyn hadisi, Sünen-i Tirmizi,[18] Sünen-i Daremi[19] ve Müsned-i İmam Ahmed[20] (bunlar Ehl-i Sünnetin önemli dört imamıdır), Sünen-i Nesai,[21] Müstedrek-us Sahiheyn,[22] Savaik-ul Muhrika,[23] Usd-ul Ğabe fi Marifet-is Sahabe,[24] İhya-ul Meyyit,[25] Sünen-i Beyhaki,[26] Mu'cem-ul Kebir[27] ve daha başka Ehl-i Sünnetin bir çok önemli kitabında nakledilmiştir.
Merhum Mir Hamid Hüseyin Hindi, 'Hulasa-i Abakat-il Envar' adlı eserinde 126 tane önemli kitabın adını yazmış ve onlardaki ibarenin aynısını cilt ve sayfasına kadar getirmiştir.[28]
Yukarıda, Sakaleyn hadisini senet ve kesinlik yönünden ele aldık. Ama onun mana ve muhtevasına baktığımız zaman çok önemli noktalarla da karşılaşıyoruz.
Söz konusu noktalar şunlardır:
1- Kur'an ve Ehl-i Beyt her zaman beraberdirler ve birbirlerinden asla ayrılmazlar. Hakikatı arayanlar Ehl-i Beyt'e baş vurmalıdırlar.
2-Kayıtsız şartsız Kur'an'a uymak nasıl bütün Müslümanlara vacip ise Ehl-i Beyt'e de kayıtsız şartsız uymak vaciptir.
3- Kur'an ve Ehl-i Beyt'in biribirlerinden ayrılmamaları ve onlara kayıtsız şartsız uyulmasının vacip olması Onların hata, günah ve yanlıştan masum olmalarına açık bir delildir.
4-Resul-u Ekrem (s.a.a)'in 'Bu ikisi (Kur'an ve Ehl-i Beyt)Kevser havuzunun başında yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmazlar' sözü gösteriyor ki, tüm İslam tarihi boyunca Ehl-i Beyt'ten bir kişi masum olarak hep var olacaktır. Ve nasıl ki Kur'an hidayet meşalesi ise Onlarda hidayet meşalesidir. Öyleyse zamanın her döneminde Onları araştırıp bulmamız gerekir.
5-Bu hadis Ehl-i Beyt'ten ayrılmak ve öne geçmenin sapıklığa neden olacağını göstermektedir.
6-Onlar herkesten çok efdal, bilgin ve üstündürler.
İlginçtir ki, hicri 8. ve 9. yüz yıllarda yaşayan Ehl-i Sünnetin tanınmış alimlerinden 'Semhudi Şafii' eserlerinden biri olan 'Cevahir-ul Akdeyn'i Sakaleyn hadisi hakkında yazmıştır. O bu eserinde şöyle diyor: 'Bu hadis gösteriyor ki, kıyamete kadar Ehl-i Beyt'ten (a.s) bir kişi olacak ki, peşinden gidilmeye layıktır. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de böyledir.'[29]
2- Sefine Hadisi
Şii ve Sünninin güvenilir kaynaklarında Ehl-i Beyt (a.s)'ın hakkında genişçe gelen hadislerden biri diğeri Sefine hadisidir. Bu hadisi sahabeden en az sekiz kişi (Ebuzer, Ebu Said Hudri, İbn-i Abbas, Enes, Abdullah b. Zübeyr, Amir b. Vasile, Seleme b. el-Ekva' ve Hz. Ali (a.s)) Resul-u Ekremden (s.a.a) rivayet etmişlerdir. Hadis Ehl-i Sünnetin güvenilir onlarca kitabında nakledilmiştir.
Ebuzer bu hadisi şöyle rivayet ediyor: 'Resulullah'ın şöyle buyurduğunu duydum: 'Ehl-i Beyt'imin misali, Nuh'un kavmi içinde ki gemisi gibidir. Kim ona binerse kurtulur, kimde binmez ve ayrılırsa helak olur.'[30]
Bu hadisi Abakat-il Envar' adlı kitapta Ehl-i Sünnetin 92 ayrı kitabından ve 92 ayrı meşhur kişiden (tam adresleriyle) nakletmiştir.[31]
Bu hadis-i şerifte'de şu önemli noktalar vardır:
1-Resul-u Ekrem (s.a.a)'den sonra dalalet tufanları İslam ümmetini saracak ve bir çoklarını yok edecektir.
2-Bu tehlikelerden kurtulmak için yalnızca bir ümit kapısı vardır, o da Ehl-i Beyt denen kurtuluş gemisidir. Kim ondan ayrılırsa helakete gider.
3-Kurtuluşa neden olan şey bazı İslam alimlerinin dediği gibi yalnızca Onları sevmek değildir. Diyorlar ki: Kim Ehl-i Beyt'i severse kurtulur. Halbu ki, kurtuluşun şartı -hadislerde de geldiği gibi- ayrılmanın karşı noktası olan Onları takip etmektir.
4- Ehl-i Beyt kurtuluş gemisine, kıyamete kadar ihtiyaç vardır. Zira dalalet tufanları kıyamete dek sürecektir.
5- Ayrılmanın karşı noktası olan Ehl-i Beyt'e kayıtsız şartsız itaat etmek her zamanda Ehl-i Beyt'ten bir masum imamın olması gerektiğini güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
3-'İmamlar On iki Kişidir' Hadisi
'İmamlar On iki Kişidir' hadisi, meşhur hadislerden olup Ehli sünnetin sihahlarının çoğunda rivayet edilmiştir. Sahih-i Müslim'de Cabir b. Semere'den şöyle rivayet edilir: 'Resulullah'ın şöyle dediğini duydum: 'On iki halife Müslümanlara hükumet ettiği sürece İslam hep aziz olacaktır.' Sonra bir şey dedi ama anlamadım. Bunun üzerine babama (ki orada idi ve Peygambere benden daha yakındı) 'Peygamber ne dedi?' diye sordum, dedi ki: 'Buyurdu ki: Hepsi Kureyş'tendir.'[32]
Bu hadis Sahih-i Buhari'de benzer bir ibareyle rivayet edilmiştir.[33] Yine Sahih-i Tirmizi,[34] Sahih-i Ebi Davud[35] ve Müsned-i Ahmed b. Hanbel'in de[36] çeşitli yerlerinde rivayet edilmiştir.
Hadisi muhteva açısından ele aldığımızda rivayetlerde ibarelerin farklı şekillerde olduğunu görmekteyiz. Bazı rivayetlerde 'İsna Aşer Halife' ibaresi kullanılırken, bazılarında 'İsna aşer emir' diye gelmiş bazılarında da 'on iki kişinin velayet ve hükumeti'nden bahsetmektedir. Ama hepsinin velayet ve hilafetle ilgili olduğu kesindir.
Öte yandan çeşitli yollarla nakledilen rivayetlerin çoğusunda 'Hepsi Kureyş'tendir.' cümlesi görülmektedir. Bazı rivayetlerde ise 'Hepsi Ben-i Haşim'dendir' cümlesi gelmiştir.[37]
Yine hadislerin çoğunda, Peygamber (s.a.a) son cümleyi söylerken yavaş ve gizli söylediği rivayet edilmiştir. Bu da gösteriyor ki, Peygamber (s.a.a)'in on iki halifesinin Kureyş ve Ben-i Haşim'den olmasından rahatsız olanlar vardır.
Özetle söylemek gerekirse, en güvenilir kaynaklarda gelen ve bütün İslam alimlerinin itirafta bulunduğu bu hadis-i şerifin tefsiri Ehl-i Beyt (a.s)'ın takipçileri için bellidir, ancak diğer mezhepler ona açık bir tefsir getirememişlerdir. Bunun da nedeni bellidir. Zira, ilk halifeler dört kişiydi, Ben-i Ümeyye halifeleri 14 kişi ve Ben-i Abbas halifeleri 37 kişiyi aşkın idi. Bunların hiç biri on iki imam sözüyle bağdaşmıyor. Toplayıp çıkarmakla da müşkül hallolmuyor. Kendi keyfimize göre bazılarını kabul edip bazılarını da reddetsek bu da mantığa aykırı olacaktır.
Yukarıda ki hadislerin dışında gerek Sünni, gerekse Şii kaynaklarda başka hadislerde rivayet edilmiştir. Onları bazılarında On iki imamın adı -Ehl-i Beyt mektebi mensuplarının inandığı gibi- zikredilmiş, bazılarında da Onları ilki olan Hz. Ali (a.s) ve sonuncusu olan Hz. Mehdi (a.s)'ın adı gelmiş, bazılarında da üçüncü imam olan İmam Hüseyin (a.s)'a işaret edilmiştir. Resul-u Ekrem (s.a.a), İmam Hüseyin (a.s)'a işaret ederek şöyle buyurdu: 'Benim bu evladım imamdır, imam oğludur, imam kardeşidir ve dokuz imamın babasıdır.'[38]
İmamlar (a.s)'ın imameti hakkında muteber bir çok rivayet vardır, biz bu kadarıyla yetiniyoruz.[39] Daha fazla bilgi için aşağıdaki kaynaklara başvurunuz:
1-İsmetin Zarureti ve Bunu İmam (a.s)'da Tespit Etmenin Yolları, no:258, (site:2008)
2-Kur'an'a göre Enbiyanın Masum oluşu, no:112, (site:998) ve 129 (site:1069)
3-Normal İnsanlar ve Masumluk, no:104 (site:861)
4-Masumların On Dört Kişide Sınırlanışı, no:178 (site:1395)
----------
[1] -Bakara/124
[2] -Şerh-i Tecrit, s.271, (az bir değişiklik ve iktibasla), Peyam-ı Kur'an, c.9, s.37-38'den naklen
3] -Hicr/9
[4] -Usul-u Kafi, c.1 s.32, Bab-u Sıfat-ı İlm, hadis:2
[5] -Nehc'ul Belağa, Kelimat-ı Gisar, 147. kelime
[6] -Nehc'ul Belağa, 46. hutbe.
[7] -Rad/7
[8] -Fahr-u Razi, Tefsir-i Kebir, c.19, s.14
[9] -Celaleddin Suyuti, ed-Durr-ul Mensur, c.4, s.45
[10]-Tövbe/119
[11] -Tefsir-i Fahri Razi, c.16, s.221
[12] -İhkak-ul Hak, c.3, s.297
[13] -Tefsir-i Nur-u Sakaleyn
[14] -Nisa/59
[15] -Yenabi-ul Mevedde, c.114,115 ve 116
[16] -Şevahid-ul Tenzil, c.1 s.148, Beyrut baskısı
[17] -Sahih-i Müslim, c. 4, s.1873
[18] -Sünen-i Tirmizi, c.5, s.622, hadis. 3786
[19] -Sünen-i Daremi, c.2, s.432, hadis. Dar-ul Fikr baskısı, Beyrut
[20] -Müsned-i Ahmed, c.5, s.182, Dar-us Sadr baskısı, Beyrut
[21] -Hasais-u Nesai, s.2.
[22] -Müstedrek-ul Sahiheyn, c.3, s.109
[23] -Savaik-ul Muhrika, s.266, Abdullatif baskısı, Mısır
[24] -Usd-ul Ğabe fi Marifet-is Sahabe (İbn-i Esir), c.3, s.47, Mısır baskısı
[25] -İhya-ul Meyyit (Celaleddin Suyuti), el-İthaf'ın haşiyesinde basılmıştır, s.116
[26] -Sünen-i Beyhaki, c.10, s.114
[27] -Mu'cem-il Kebir, s.137
[28] -Hulasa-i Abakat-il Envar, c.2, s.105
[29] -a.g.e, c.2, s.285
[30] -Mu'cem-il Kebir ve'l Mu'cem-ul Sağir, s.78, Dehli baskısı; Deyneveri, Uyun-ul Ahbar, c.1, s.212 (Mısır baskısı); Hakim Nişaburi, Müstedrek, c.3, s.150; Zehebi, Mizan-ul İ'tidal, c.1, s.224; Suyuti, Tarih-ul Hulefa, s.573
[31] -Hulasa-i Abakat-il Envar, c.2, s.126-195
[32] -Sahih-i Müslim, c.3, s.1453, Beyrut baskısı, Dar-u İhya-i Teras-il Arabiyye
[33] -Sahih-i Buhari, c.3, 9. cüz, s.101
[34] -Sahih-i Tirmizi, c.4, s.501, Beyrut baskısı, Dar-ul İhya-it Teras-il Arabiyye
[35] -Sahih-i Ebi Davud, c.4
[36] -Bkz. Muntehab-ul Eser, s.12 ve İhkak-ul Hak, c.13
[37] -Yenabi-ul Meveddet, s.45, bab.77
[38] -Keşf-ul Murad, s.314, (Kum, Mustafavi baskısı)
[39] -Bu sorunun cevabı Tefsir-i Peyam-ı Kur'an, c.9 (Kur'an-ı Mecid'de İmamet ve elayet)'dan faydalanılarak hazırlanmıştır.