PLEASE_WAIT
Allah'ın doğru yolu olan sıratı müstakimden insanları saptıran amil nedir? Bu sapıtma insanın kendi elinde midir yoksa onun ihtiyarı dışında mıdır?
doğru yoldan sapıtmanın amillerini tanıyabilmek için ilkin "sırat" ve "müstakim" kavramlarının tanınması gerekiyor. "Sırat"ın lügatteki anlamı geniş ve aydın olan ana yol ve ana caddedir. "Müstakim" "k. v. m" kökünden gelmektedir. Eğri ve bükük olamayan şey anlamındadır. Bu nedenle "doğru yol" anlamında olan "sıratı müstakim"i "müavvec yol" yani eğri ve bükük yol mukabilinde karar kılınmıştır. İhtilaftan, uygunsuzluktan uzak ve yanlışlıklara karşı güvencede olan bir yoldur. Hz. Ali (a.s.) şöyle buyurmaktadır: "sağ ve sol saptırıcıdır, Cadde olan yol orta yoldur".
Müstakim olan yolun reel örneği Allah'ın kuranı kerimde beyan etmiş olduğu "din-i keyyim"dir. Kuran ve Masum imamlar (a.s.) da bu yolun diğer reel örnekleri olsa bile "sıratı müstakim" bir ve tekdir. Allah'ın yolları anlamında olan "sübül'ul-lah" ise sayılı ve çoktur. Bunun karşısında sapık ve fasit yollar anlamında olan "sübül-i inhirafi" karar kılınmaktadır. Allah'ın yolları anlamında olan "sübülu'l-lah" doğru yol anlamında olan sıratı müstakime varacak veya sıratı müstakim çok geniş olduğundan dolayı Allah'ın yolları anlamında olan 'sübül'ul-lah'ı kendi içine almış şeklindedir.
İnsanı Allah'ın doğru yolu olan sıratı müstakimden sapıtan amiller çoktur: Cehalet, şüphe, fikirsel vesvese, şüphelere yakalanmak, gaflet, kötü tebliğlerden etkilemek, yanlış terbiye, salim olmayan ortam, Müslümanlar arasında marufun emir ve münkerin nehiy edilmesinin terk edilmesi, elit kesimin birey ve toplumun sapıklığa düşmesine karşı duyarsız kalmaları, adaletsizlik, zülüm, can alıcı fakirliğin hâkim duruma gelmesi, dünyevileşme, hırs ve tema, uzun arzulu olma, ölümden gafil kalma, bencilik, kibir ve gurur, şeytanın insanlara musallat olmasını sağlayan ve vesveselerin akıl ve fıtrata nüfuz etme ortamının oluşması, veli ve insanları hidayet eden hidayetçiye (a.s.) sırt çevirme, kürü kürüne başkalarına taklit etme, irade ve nefisteki zaaf, doğru yolda gereken sabrı göstermeme, mukavim olmama, günah işleme neticesinde gerçekleşen katı yüreklilik ve Allah'ı ve Allah'ın emirlerini unutma neticesinde kendi insanlık makamını unutmak ve… etkili olan amillerden bir kaçıdır bunlar. Bazen bu amillerin bir tanesi bazen de birkaç tanesi birleşerek insanın saputmasına neden oluveriyor. Elbette bu amillerin sayısı ne kadar fazlalaşıyorsa fazlalaşsın ve ne kadar güçlü oluyorsa olsun insanın sahip olduğu seçebilme yetisini ve sahip olduğu irade yetisini yok etmiyorlar. Başka bir beyanla insan sahip olduğu akıl ve anlama yetisiyle kendi akıbeti hakkında düşünerek kendini bütün helak edici ve saptırıcı şeylerden kurtarabilir ve mutluluğunun en üst mertebesine ulaşabilir şeklinde yaratılmıştır. İnsan için bu durum ve iş zor olduğu, kendisine saldıran saptırma amillerinin fazlalaştığı oranda gayret gösterip onlara karşı savaşıp hepsini alt ederek üstün mertebelere yücelirse daha makbul, daha büyük ve daha değerlidir. Ama büyük şahsiyetlerin değimiyle bu iş çok ciddiyet ve büyük himmet isteyen bir iştir. Zira istemek yapabilme demektir.
Sıratı müstakimden saptıran amilleri açıklamadan önce "sırat" ve "müstakim" kavramları hakkında bir açıklama yapılması gerekir. "sırat" kelimesi lügatte, aydın ve geniş ana yol anlamındadır. Lügat ilminin bazı âlimleri (etimologlar) sırat (صراط) kelimesinin kökü, yutma anlamında olan sirat (سراط) kelimesinden geldiğini söylemişler. Ana cadde açık, genel ve sahip olduğu açıklık ve genişlikle adata yolcuları ağzına (içine) çekip ve ileriye doğru onları götürüyor olması için ona sırat (صراط) denilmiştir. Ama kuran lügati üzerinde çalışma yapan bazı etimologlar (lügat bilginleri) bu görüşü doğru bulmamışlar ve onu reddederek sırat (صراط) kelimesinin kendi başına müstakil bir kelime olup sirat (سراط) kelimesinden alınmadığını savunmuşlar.
"Müstakim" kelimesi "k.v.m." kökünden olup kıyam etmeyi talep etme anlamına delalet ediyor. İstikamet kelimesinin anlamı, bir şeyden kıyam etme talebinde bulunmaktır. Bir şeyden kıyam etmesini talep etmek ise o şeyden kendi eser ve menfaatini dışarı vurmasını istemekten kinayedir. Menfaat ve eserleri salik ve yolcuyu (sağa ve sola) kaydırmamak, bükmemek, eşit ve dengeli tutmak ve saptırmamaktır. Bir şeyin bu durumuna o şeyin kıyamı bilinmektedir. Dolayısıyla "sıratı müstakim" hedeften sapmayan, büküksüz ve dengeli bir şekilden kendisinden matlup olanı yerine getiren (yani insanı maksadına ulaştıran) yoldur.[1]
Bu nedenle “sıratı müstakim” şeklinde mürekkep olan kelime, eğri ve bükük olan yolun karşısında almakta ve "istikamet yolu" anlamındadır. Eğri ve bükük olan yol ise ihtilaf ve matlup olanı meydana getirmeyen yoldur. Sıratı müstakim ise bu iki problemden masum ve arîdir.[2] Müminlerin emiri Hz. Ali (a.s.) “sıratı müstakimin kâmil reel örneğidir”[3] ve Kendisi (a.s.) şöyle buyurmak tadır: “"sağ ve sol saptırıcıdır. Anayol, (insanları hakikate ulaştıran yol) orta yoldur”. Kuranı kerim açısından “sıratı müstakimin” reel örneği “dini kayyımdır”. Konuyla ilgili kuranı kerim şöyle buyurmaktadır: “De ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, kayyım olan dine (dosdoğru bir dine), Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti”. Kayyım olan din, kendisi dimdik ayakta ve başkalarını da ayakta tutan dindir. Sıratı müstakim olan din-i kayyımın “ Hz. İbrahim’in (a.s) milletiyle yad edilmesinin ve dinin Onun yöntemi ve metoduna nisbetlendirilmesinin sırı ve hikmeti şudur: en uygun ve en açık yöntemi sunan Hz. İbrahim’dir, Allahın selamı üzerine olsun. Hanif, yolun ortasından doğru hareket eden bir kimseye deniliyor. “Hanif” kelimesinin karşıtı “cenif” ve “mütecanıf” kelimesi yer almaktadır. “Cenif” ve “mütecanıf” kelimeleri ise ana caddeden çıkıp sağa ve sola kayan ve temayül eden kimseler için kullanılıyor.[4]
Elbette bilinmelidir ki, “sıratı müstakimin açıklanması, tevili, tefsiri ve tatbiki hakkında çok farklı tabirler masum imamlardan ve ilahi öğretiler hakkında bilgin ve söz sahibi olan büyük şahsiyetlerden nakil edilmiştir. Bütün bu farklı tabilere değinmek bu yazıyı asıl maksadından uzaklaştırıyor. Dolayısıyla burada imam Sadık’tan (a.s.) “ihdina sıratel-müstakim/Allah’ım bizi müstakim olan yola hidayet et” ayeti hakkında yapmış olduğu beyanı hatırlatmakla yetiniyoruz. İmam Sadık (a.s.) şöyle buyuruyor: “Allah’ım senin mehabetini bize kazandıran, senin cennetine bizi ulaştıran, hava ve hevesimize uyarak kendi görüşlerimize uyup bizi helak eden yoldan bizi alı koyan yola bağlı kalmamız noktasında bizi irşat et”.[5] Görüldüğü gibi imam Sadık (a.s.) sıratı müstakimi, insanları Allah'ın mehabetine ve cennetine ulaştıran ve insanları helak ve sapıklığa götüren insanların kendi nefis ve şahsi görüşlerine uymasını engelleyen yol şeklinde tefsir etmiştir.
Şu noktayı hatırlatmakta yarar vardır ki, "sıratı müstakim" tek ve birdir. İkilemeyi ve çokluğu kabul etmiyor. Zira Allah'a isnat edilmektedir. Onun haricinde her ne kadar yol varsa "sübülü’l-gayy" yani sapık yollardır. Elbette sapık ve münharif yollar anlamında olan "sübülü'l-gay" karşısında "Allahın birçok yolu" anlamını ifade eden "sübülu’l-lah" yer almaktadır. Allahın birçok yolu anlamını ifade eden "sübülü’l-lah" tek olan sıratı müstakimden ayrı değildirler. Sübülü’l-lah (Allahın yolları) iki şekilde sıratı müstakimle irtibatlıdır: birincisi: sübül denilen yollar sıratı müstakime oranla feri yolardır. Bu yollar nihayette sıratı müstakime varıp ona bağlanıyor. İkincisi: sıratı müstakim tek bir yol olmakla birlikte çok geniş olduğundan ötürü fer'i yolları da içine almaktadır.[6]
Allah u Teâlâ kuranı kerimde şöyle buyurmaktadır: "Allah, sizi analarınızın karnından, siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Size kulaklar, gözler ve kalpler (tefekkür, düşünme ve duyu yetisini) verdi". (Bu nimetlerin ve bu nimetlerin sahibine karşı) şükür eden kimselerden olmanız umuluyor.[7] Başka bir ayette Allah u Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Andolsun, Allah, müminlere kendi içlerinden; onlara ayetlerini okuyan, onları arıtıp tertemiz yapan, onlara kitab ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle büyük bir lütufta bulunmuştur. Oysa onlar, daha önce apaçık bir sapıklık içinde idiler".[8]
İmam Musa Kazıma (a.s.) ait olan iki rivayette bu iki ayetin bağlantısı şöyle kurulmuştur: "Ya Hişam! Allah’ın insanlar üzerinde iki hücceti var olmaktadır. Birisi zahiri diğeri ise batinidir; zahiri hüccet nebiler, resuller ve imamlardır. Batini hüccet ise akıldır".[9] Akıl ve fıtrat yoluyla batini hidayetin, zahiri ve teşrii yolla zahiri hidayetin gerçekleşmesiyle insanlar üzerinde hüccet tamamlanmıştır. Bu iki hüccetin verilmesiyle delalete giden hiç kimsenin özrü ve bahanesi kesinlikle kabul görülmeyecektir. Bu iki hidayet ediciyle (hadi) herkes üzerinde hüccet tamamlanmış ve bütün bahanelerin yolu kapanmıştır.
Bu yüce ve değerli imam (a.s.) rivayetin devamında sapmanın nedenlerini ve insanların dini ve dünyalarının fesada gitmesinin hikmetini ve sırrını şöyle açıklıyor: "akıllı olan kişi o kimsedir ki, helaller (Allahın helal kıldığı ve Allahın nimetlerinin bolluğu) onu şükür etmekten alı koymuyor, musibetler sabrına galip gelmiyor! Ey Hişam! Her kim üç şeyi başka üç şeye galip ve musallat eder duruma getirirse adeta aklını yok etmek için kendi hava ve hevesine yardım etmiş olan kimsedir: birincisi: aklın ve tefekkürün nurunu uzun arzularla karamsar duruma getirmek; ikincisi: uzun vadeli düşünmeyi çok konuşmakla (yersiz ve faydasız yere çok söz söylemekle) yok etmek; üçüncüsü: diğerlerin geçmişinden ibret alma anlayışını kendi şehvetine tabi olarak söndürmek. Bu durumları kendisinde uluşturan bir kimse adeta aklını yok etmek için kendi hava ve hevesine yardım etmiştir. Aklını yok eden kimse hem dünyasını fasit etmiş olur hem ahretini. Zira insan aklı salime sahip olmadığı müddetçe dini öğretilere tabi olması ve dünyasını ve ahretini onarması için çabalaması imkânsızdır.[10]
Sapıtmaya Neden Olan Amiller
Sapıtmanın amilleri içsel ve dışsal olmak üzere iki kısma ayrılmaktadır: etkilenme niteliği ve etkilenme niteliğinin oranını en önemli amiller arasında yer aldığına tekit edilmektedir. Zira içsel amil ve insanın iç dünyasında zemine ve ortam oluşmadığı sürece, dışsal amiller etkili olamazlar. Başka bir beyanla insanın dışsal amillere tabi oluşu içsel amillere tabi olduktan sonra gerçekleşiyor. Bir diğer beyanla başkalarının sapıtmasına neden olan kimse, bir anlamda daha önce kendisi sapıtmış ve iç dünyasında fesada uğramış bir kimse ancak olabiliyor. Yani içsel bağlamda fesada uğramış bir kimse ancak başkalarını sapıtabiliyor. Saptıran kimse ister kendisinin fesada duçar olduğunu kabul etsin ister fesattaki durumunu saadet ve mutluluk olarak algılayıp kendini sıratı müstakim üzerinde olduğunu, başkalarını (sıratı müstakimde olanları) da sapıklıkta olduklarını sanarak cehli mürekkebe müptela olmuş bir kimse olsun. Allah u Teâlâ şöyle buyurmaktadır; "… Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, boş arzularına uymuş ve işi hep aşırılık olmuş kimselere boyun eğme. De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir".[11] Başkalarına tabi olmak ve onlara itaat etmek dışsal amilin etkisinde kalmak anlamındadır. Başkalarını yoldan çıkarıp onları hak yoldan sapıtma içsel bozgunluk ve sapkınlıktan, hava ve hevese, uzun arzulara tabi olmaktan, bunları tatmin etmek için haddi açıp aşırı gitmekten kaynaklanmaktadır. Yukarıdaki ayeti kerime peygamberi (s.a.a) ve müminleri sapkınlığa duçar olmuş kimselere tabi olmaktan vazgeçip Allahın emirlerine tabi ve onlara itaat etmeye davet ediyor. Daha sonra insanlar, geleceklerini düşünüp doğru yolu seçmeleri için ayeti kerime ilahi azabı ve ilahi sevabı hatırlatarak onlarda var olan menfaati celp etme ve zararı def etme duygusunu tahrik ediyor. Allahın izlemiş olduğu bu yöntemden, içsel amil tahrik olunmadan insanın dışsal amilin tesirinde kalamayacağı anlaşılıyor. İnsanlardaki akıl ve fıtrat nuru bulunup onlardaki hidayet ortamı oluşmuş olursa onların nefsi uyarılmış ve hakka yönelmiş, Allaha, Allahın Resulüne (s.a.a.) ve imama tabi olan bir kimse olacaktır. Ama eğer hırs, tama ve peşin olan dünyanın şehvani arzuları ona galip gelirse, kendi iç dünyasında Allahın velilerine karşı inat eder ve dışsal âlemde de şeytanlara ve etrafındaki zihin karıştırıcı kimselere uyacaktır. Ama ne yazık ki kendisine faydası olmayacak bir dönemde uyanacaktır. Zira kuranı kerimde belirtildiği gibi kıyamet gününde pişman olacak ve şöyle bir talepte bulunacaktır: “(Ateşe giren) inkârcılar şöyle derler: “Rabbimiz! Cinlerden ve insanlardan bizi saptıranları bize göster de onları ayaklarımızın altına alalım ki en aşağılıklardan olsunlar".[12]” Oysaki orada şeytandan cevap duyacaklardır ki şöyle diyecek:" İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi (ve söz verdiğini yerine getirdi). Ben de size söz verdim ama yerine getirmedim. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de (kendi isteklerinizle) hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.”[13] İnsanların büyük olarak kabul gördüklerinden dolayı tabii oldukları büyük şahsiyetler de şöyle vereceklerdir: "İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler büyüklük taslayanlara diyecek ki: “Şüphesiz bizler size uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun, Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?” Onlar da, “Eğer Allah bizi doğru yola eriştirseydi, biz de sizi doğru yola eriştirirdik. Şimdi sızlansak da, sabretsek de bizim için birdir. Artık bizim için hiçbir kurtuluş yoktur”.[14]
İnsanın sapmasına neden olan nedenleri şöyle sıralayabiliriz; bu sıralama bir anlamda nedenlerden her birisinin bir sonraki neden için öncül konumda olduğunu göstemektedir. Başka bir beyanla bir sonraki amilin tesiri bir önceki amilin tesirinin neticesi konumunda olduğunu gösteriyor.
1- Anne ve babadan irs götürdüğü kötü sıfatlar ve doğru olmayan eğitimin, salim olmayan çevrenin ve yapılan kötü tebligatların etkisinde kalmak;
2- Cehalet, şek, şüphe, gaflet, fikirsel vesveselere duçar olmak ve komplo ve desiselerin tuzağına yakalanmak;
3- Müslümanlar arasında emri bil maruf ve nehyi anil münker görevinin terk edilmesi veya Müslümanlar arasında tersinin yapılması; yani münkerin emr edilmesi ve marufun terk edilmesi ve İslam ümmetinin bireysel, toplumsal ve hükümetsel noktada gerçekleşen sapkınlıklara karşı elit kesiminin suskun kalmaları;
4- Hâkim olan sistemin ve etkin âlimlerin sapıtması, fakirliğin, zulmün, adaletsizliğin yayılması ve toplumda boğukluk ve baskın atmosferin oluşması;[15]
5- Uzun arzulu, tama, hırs sahibi olma ve dünyevileşme, ölümü unutmak, dünyada Allahın insanları gözetleyeceğinden ahrette Allaha hesap vereceklerinden gafil kalmaları; (imanın zayıflığı ve dünya malıyla aldanmak);
6- Bencilik, gurur, büyüklük taslamak, Allaha, Allahın resulüne (s.a.a.) ve Allahın velisine (a.s.) karşı inatçı olmak ve onlara karşı inatçılık yapmak;
7- Şeytanın insanın bilgi edinme sistemine nüfuz etmesi, insanın aklına, fıtratına, duygu ve hislerine musallat olmak;
8- Nefis ve iradenin zayıf düşmesi;
9- Farzları yerine getirmek ve haramları terk etmek için gerekli sabra ve mukavemete sahip olmamak;
10- Haram malları sarf etmek ve günah işleme neticesinde gerçekleşen katı yüreklilik;
11- Varlık âlemindeki insanın sahip olduğu konumdan gafil kalınmak;
12- Himmetsizlik, alçak olan dünya malıyla kani olmak, şehvani ve hayvani arzularına gönül bağlamak ve sınırsız bir şekilde onlara dalmak;
13- Ansızın (tedrici) düşüş, refahlıkla meşgul olmak, eğlenceli bir yaşam tarzına dalmak ve had tanımaksızın sınırsızca ilahi nimetlerde tasarruf etmek;
İnsan ölüm gelip çatmayıncaya kadar nefsini ıslah edebilir, bu amilleri kendinden uzaklaştırma fırsatına sahiptir. Gençlikte nefsini ıslah ederse yaşlılık döneminden daha iyi ve daha kolaydır. Zira zamanın geçmesiyle kötü ve çirkin huylar adet haline gelir ve daha da kökleşiyor. Onları kazıp kendinden uzaklaştırması daha da zorlaşıyor. Zira amillerin fazlalaşmasıyla geride bırakılan düşüş mertebelerinden kurtulup yükselmek pekte kolay bir durum değildir. Bilakis bu merhaleden sonra bu iş çok zorlaşıyor. Öyle ki, bu durumdan geri dönmek isteyen kimse, dönmek için attığı ilk adımlarda mağlup, ümitsizliğe kapılma ihtimali çok yüksektir. Ama bu durumda bile eğer manevi kulaklarını tamamıyla elden vermemiş ise, vahyin o okşayıcı nidası onun manevi boyutunu hareketlendiriyor ve onun bu boyutuna sıcaklık kazandırıyor. Onu geri dönmek istediği yola dönüp o yolda devam etmesini sağlamak için onu teşvik ediyor ki şöyle buyuryor: "De ki: “Ey kendilerinin aleyhine aşırı giden (kendilerine zulüm eden) kullarım! Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Şüphesiz Allah, bütün günahları affeder. Çünkü O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” Azap size gelmeden önce Rabbinize dönün ve O’na teslim olun. Sonra size yardım edilmez. Farkında olmadan azap size ansızın gelmeden önce, Rabbinizden size indirilenin en güzeline uyun ki, kişi, (olmasın bir gün başına gelip çatsın pişman olsun ancak pişmanlığın hiçbir faydası kendisine dokunmasın ve hasretle şöyle) disin:“Allah’ın yanında, işlediğim kusurlardan dolayı vay hâlime! Gerçekten ben alay edenlerden idim”(ve Allahın vermiş olduğu vaatlere aldırış etmedim). Yahut “Allah beni doğru yola iletseydi, elbette O’na karşı gelmekten sakınanlardan olurdum” demesin. Yahut azabı gördüğünde, “Keşke benim için dünyaya bir dönüş daha olsa da iyilik yapanlardan olsam” demesin".[16]
Neticede saptırıcı amiller ister içsel olsun ve ister dışsal olsun hidayetin içsel ve dışsal amilleriyle savaşmaktadırlar. Hak ile batılın bu çatışması hiçbir zaman bitmeyecektir. Bu iki akım cereyan etmektedir. Bu akıma veya şu akıma girmek, sonunda bu akımda kalmak veya şu akıma bağlanmak, şundan çıkmak diğerine girmek ve onda sabit kalmak bütün bunlar insanın iradesine, dirayetine, seçimine ve uzun vadeli düşünüp işlerin sonunu değerlendirmesine bağlıdır. Ancak illet ile malul arasındaki zorunluluğa dikkatle bilinmelidir ki, inhiraf ve sapıtma gerçekleşmeden inhiraf ve sapıklığın bırakacağı eserlerinin önünü almak çok daha kolaydır. Ama inhiraf ve sapıtma gerçekleştiği zaman kendi eserini kesinlikle bırakacaktır. En azında bir müddete kadar ilahi tevfikin (Allahın yardımının) sapıklığa ve inhirafa düşmüş kimseye ulaşmayı engelliyor. Eserlerini gidermek çok zor ve uzun zaman gerektiriyor.
Hakeza bu inhiraf ve sapıtma durumu kıyamet gününe kadar devam ederse eserinin gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır. Dolayısıyla fırsat eldeyken kendimize gelelim ve iman ve Salih amellerle sapkınlıkları tedavi edip dünyevi ve uhrevi eserlerini aradan götürmeye gayret etmeliyiz.
Bu nedenle Allah u Teala şöyle buyuruyor: "Ey iman edenler! Siz kendinizi düzeltiniz. Siz doğru yolda olursanız, yoldan sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah’adır. O zaman Allah, size yaptıklarınızı haber verecektir."[17] Allahın doğru olan dinine bağlı kalınız, bunun tevfikini öz geven, Allaha tevekkül, Allahtan yardım dilemek ve tertemiz kılınmış imamları (a.s.) vesile ederek kazanmaya çalışınız. Yarın, yarın yapmayı (tesvif), gevşeklik ve hoş görülüğü kenara bırakıp nefisle savaşmak için sahneye çıkmlıyız. Bu doğrultuda Allahın hidayetini tecrübe ediniz. Zira Allahın kendisi söz vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir."[18]
İşe başlamak için müminlerin emiri Hz. Alinin (a.s.) çok değerli sözünden yararlanıp manevi kulaklara safa ve kalbin perdesine aydınlık bağışlamak istiyoruz: "Biliniz! Sıratı geçmelisiniz! Bu geçiş zor ve tehlikeli bir geçitten gerçekleşiyor! Yere düşüren kaygan, tedirginlik doğuran ve ard arda korku türeten! (bu nedenle) Allahtan akıllı kimseler gibi korkunuz; bunlar kalbini tefekkür ile meşgul oluyor, Allahtan kaynaklanan tedirginlik ve korku bütün bedenini sarmış. Gecedeki ibadet gözlerinden uykuyu çalmış, sevaba kavuşmak ümidiyle gündüzün sıcaklığını susuzlukla geride bırakıyor, tezkiye ile şehvetlerini öldürmüş ve Allahın yâdı dilinden sürkli akıyor. Allahtan kaynaklanan korkuyu kıyamette güvence içinde kalması için kendinden önce gönderiyor, hak yolu dışında kalan tüm yollardan sarfı nazar etmiştir. İnsanı hak ve hakikate ulaştıran yolu takip ediyor. Hiçbir şey onu gururlandırmıyor, şüpheler onu kör etmiyor. Cennet müjdesi, ebedi sarayında ve en güvenilir günlerde mutluluk ve nimetler içinde yaşamak onu sevindiriyor.
Yaşamını Allaha kulluk görevini yerine getirmekle geçiriyor ve Allahın hoşnutluğunu kazanmak için sevinçle çalışıyor, kötülüklerden kaçıyor, bu gün yarınını dikkate alarak ve şimdiden geleceğini görerek yaşıyor. Dolayısıyla cennet iyi olan kimselerin mükâfatı ve cehennem de ceza olarak kötü olan kimselere yakışır ve uygundur. Allah zalimlerden intikam almak için yeterlidir. Kuran da hüccet getirmek ve isyan eden kimselere karşı düşmanlık yapmak için kâfidir.[19]
Kaynaklar:
1- İmam Humeyni, "adabu’s-selat.
2- CEVADİ AMULİ, Abdullah, "tefsir-i tensim" c. 1.
3- CEVADİ AMULİ, Abdullah, "suret ve siret insan der kuran".
4- CEVADİ AMULİ, Abdullah, "fıtrat der kuran", isra yayınları.
5- CEVADİ AMULİ, Abdullah, "merahili ahlak der kuran".
6- CEVADİ AMULİ, Abdullah, "merahili ahlak der kuran".
7- TABATABAİ, Muhammed Hüseyin, "tefsiri el-mizan", c. 1.
8- FEYZİ KAŞANİ, "tefsiri safi", c. 1.
9- “Kuranı kerim”.
10- MİSBAH YEZDİ, Muhammed Taki, "hud şınası birayi hud sazi=kendini yetiştirmek için kendini tanımak".
11- MİSBAH YEZDİ, Muhammed Taki, "ahlak der kuran".
12- "Nehcü'l-balaga", tercüme: Muhammed DEŞTİ, fihristi mevzui, vajei inhiraf ve inhitat.
----------------
[1] CEVADİ AMULİ, Abdullah, "tefsir-i tensim", c. 1, s. 457 – 458.
[2] A.g.e., s. 466.
[3] “men la yahduru’l-fakih” ve “tefsir-i ayaşi” kitaplarında imam Sadık’tan (a.s.) şöyle nakil edilmiştir: “es-siratu el-müstakim emirel-müminin ali’yun/ emirel-müminin Ali sıratı müstakimdir”. Konuyla ilgili bkz. “tefsir-i el-mizan” , c. 1, 41, “tefsir-i safi”, c.1, s. Hamd süresinin 6. Ayetin tefsiri.
[4] Bkz. “tefsir-i tesnim” c. 1, s. 466; “adabu’s-Salât”, imam Humeyni, s. 287.
[5] "tefsir-i el-mizan” c. 1, s 38; “adabu’s-Salât”, imam Humeyni, s. 294-286; “tefsir-i safi”, c.1, Hamd süresinin 6. Ayetin tefsiri
[6] Konuyla ilgili bkz. "Tefsir-i tensim", c. 1, s. 468- 466.
[7] Nahl 78.
[8] Ali İmran 164; bakara 129 – 151; Cuma 2.
[9] Allame HARRANİ, “tühafü'lukul”, tercüme; Ahmet CENNETİ, s. 450 - 451; tercümede biraz değişiklik yapılmış.
[10] A.g.e.
[11] Kehf 28-29.
[12] Fusilet 29.
[13] İbrahim 22.
[14] İbrahim 21.
[15] Bkz. Endex: illet revac fesat der hukumethayi İslami.
[16] Zümer 53-58.
[17] Maide 105.
[18] Ankebut 69.
[19] "Nehcü'l-balaga", tercüme: Muhammed DEŞTİ, hutbe; 83, 36 ve 42 paragraf, s. 137; a.g.e. 31. Hikmet, s. 629.