Ulu’l Emr ayeti kimin hakkında nazil oldu?

2014/02/24
Soru
‘Ey inananlar, Allah'a, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine (Ulu’l Emr’e) itaat edin.’ ayeti kimin hakkında nazil oldu?

Şii müfessirlerinin hepsi Ulu’l Emr’den maksadın, İslam toplumunun maddi ve manevi yaşamının tüm boyutlarındaki önderliğinin, Allah ve Peygamberi (s.a.a) tarafından kendilerine verilen masum imamlar olduğu ve Onlardan başka kimsenin buna ortak olmadığı konusunda ihtilafları yoktur. Ancak Masum İmamların kendileri birilerini bir göreve atar ve bir makam verirlerse belli şartlarda onlara da itaat gereklidir. Bu itaat onların ulu’l emir olduklarından dolayı değil, ulu’l emrin temsilcileri olduklarından dolayıdır.

 

Şüphesiz ‘Allah'a, peygambere...itaat edin.’ ayetinde gelen bu itaat, mutlak olup kayıtsız, şartsızdır ve hiçbir şarta bağlı değildir. Bu da göstermektedir ki Resul, Allah’ın hükmüyle muhalif olan bir şeye emretmez ve bir şeyden sakındırmaz. Yoksa Allah’ın kendisine ve resulüne itaatı farz etmesi çelişki olurdu. Resulün bütün emir ve yasaklarının Allah-u Teala’nın emir ve yasaklarıyla uyumlu olması, Resulün ismetinin dışında bir şeyle düşünülemez ve gerçekleşmezdi. Bu söz ulu’l emr konusunda da aynen geçerlidir.

Ayrıntılı Cevap

‘Ey inananlar, Allah'a, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine (Ulu’l Emr’e) itaat edin. Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta Allah'a ve Peygambere müracaat edin; bu hareket, hem hayırlıdır, hem de sonu pek güzeldir.’[1]

Tefsir:

Bu ayet ve ondan sonraki birkaç ayet İslamın en önemli meselelerinden birinden yani rehberlik meselesinden bahsetmekte, Müslümanların çeşitli dini ve toplumsal meselelerinde gerçek mercii belirlemektedir.

Ayette önce iman sahiplerine Allah’a itaat etme emri veriliyor. Mümin bir kişi için bütün itaatlar Allah’ın itaatine dönmeli her türlü rehberlik O’dan kaynaklanmalı ve O’nun emrine uygun olmalıdır. Zira tekvin aleminin hakim ve maliki O’dur, bu yüzden bütün hakimiyet ve malikiyetler O’nun fermanıyla olmalıdır.

Bir sonra ki merhalede Peygambere (s.a.a) itaat emri veriliyor. Öyle bir peygamber ki masumdur ve heva hevesine göre konuşmaz, Allah’ın yeryüzündeki temsilcisidir ve sözü Allah’ın sözüdür. Bu makamı Allah O’na vermiştir. Allah’a itaat O’nun zatının yaratıcılık ve malikiyetinin gereğidir,[2] ama Peygambere (s.a.a) itaat Allah’ın emrinin sonucudur. Başka bir ifadeyle Allah’a itaat, bizzat (asaleten) farzdır, Peygambere itaatın farzlığı ise bilgayrdır (Allah emriyledir). Ve belkide bu yüzden ‘itaat’ kelimesi ayette iki kere tekrar edilmiştir.

Üçüncü merhalede, ulu’l emr’e itaat emri veriliyor. Bu mesele İslam toplumunun bağrından çıkmış, insanların din ve dünyasının hafızıdır.

Ulu’l Emr hakkındaki görüşlere geçmeden önce diyoruz ki: Onlar ‘hangi taifeden olurlarsa olsunlar, vahiyden bir nasipleri yoktur ve işleri, yalnızca kendilerine göre doğru olan görüşleri söylemektir. İnsanların bu görüşlere itaat etmesi Peygamberin görüşlerine itaat etmek gibi farzdır.[3]

Ulu’l Emr Kimlerdir?

Ulu’l Emir’in kimler olduğu konusunda müfessirler arasında değişik görüşler vardır. Aşağıda kısaca bu görüşleri getiriyoruz:

1- Bir kısım Ehl-i Sünnet müfessirine göre, nerede ve ne zaman olursa olsun bütün yöneticiler ulu’l emr’dirler. Bu konuda herhangi bir istisna yapmamışlardır. Bu görüşün neticesi şudur: Müslümanlar ne şekilde olursa olsun her türlü yönetim şekline uymak zorundalar, hatta Moğollar olsa bile.

2- El-Minar, Fi Zilal-il Kur’an vb. gibi tefsirlerin yazarlarına göre, ulu’l emir’den maksat halkın temsilcileri, yöneticiler, alimler, halkın tüm işlerine bakan görevli olan kimselerdir. Ama İslamın hükümlerine aykırı olmamak kaydıyla onlara itaat edilir.

3- Bazılarına göre ise ulu’l emir, maneviyat ve düşünce sahibi yöneticiler, yani alimler ve bilginlerdir. Onlar adil olmalı, kitap ve sünneti iyi bilmeliler.

4- Bazı Ehl-i Sünnet müfessirlerine göre ise ulu’l emir yalnızca ilk dört halifedir, onlardan başka kimse ulu’l emir değildir. Dolayısıyla onlardan sonra ki zamanlarda ulu’l emr yoktur.

5- Bir başka grup müfessir de Peygamberin (s.a.a) sahabesini ulu’l emr olarak kabul etmekteler.

6- Ulu’l Emir için verilen ihtimallerden bir diğeri onların İslam ordusu kumandanlarının olduğudur.

7- Şii müfessirlerin tümü ulu’l emr’in Masum İmamlar olduğu konusunda görüş birlikleri vardır. Masum İmamlar, Allah ve Peygamberi (s.a.a) tarafından, İslam toplumunun maddi ve manevi yaşamının tüm yönlerine rehberler olarak atanmış, Onlardan başka kimse buna ortak edilmemiştir. Ancak onlardan taraf bir makama getirilen kimselere de belli şartlarda itaat gereklidir. Bu itaat ulu’l emr olduklarından dolayı değil, ulu’lemr’in temsilcileri olduklarından dolayıdır.

Şimdi bu görüşleri kısaca inceleyeceğiz:

Birinci tefsir, hiç bir şekilde ayetin içeriği ve İslam öğretilerinin ruhuyla uyuşmamaktadır. Çünkü her türlü yönetim şekline kayıtsız şartsız uymayı Allah’ın ve Resulünün (s.a.a) itaatinin seviyesinde görmek imkansızdır.

İkinci ve üçüncü tefsir ise ayetin genelliğiyle uyuşmamaktadır. Zira yöneticelere, alimlere ve bilginlere uymanın şartları vardır. Örneğin kitap ve sünnete aykırı sözleri olmamalıdır. Dolayısıyla haktan saparlarsa onlara itaat farz olmaz. Oysa ayet ulu’l emr’e itaati herhangi bir  şarta bağlamamıştır.

Dördüncü tefsirin manası şudur: Günümüzde Müslümanların içinde ulu’l emr olacak kimse yoktur. Ayrıca böyle bir sınırlamanın herhangi bir delilde yoktur ve üçüncü tefsirin sakıncası burda da geçerlidir.

Beşinci ve altıncı tefsirlerinde sakıncası da aynıdır. Yani böyle sınırlamanın hiçbir delili yoktur. Herhangi bir sebepten dolayı haktan saparlarsa onlara itaat edilmez. Halbu ki ayet, ulu’l emr’in itaatini aynen Peygamberin (s.a.a) itaati olduğunu söylüyor.

Sonuç olarak yukarıdaki eleştirilere maruz kalmayan tek tefsir yedinci tefsirdir. Yani ulu’l emr, Masum imamlardır. Zira bu tefsir, ayetten çıkan tartışmasız itaatin farz olmasıyla tamamen uyuşmaktadır. Çünkü imamın ismeti, onu her türlü hata ve yanlışlıktan korumaktadır. Bu yüzden onun emrine itaat, Peygamberin emrine itaat gibi farz olacaktır. Öyleyse O’nun itaatinin seviyesinde olmalı ve ‘itaat edin’ cümlesi olmadan Resule bağlanmalıdır.

Ehl-i Sünnet’in bazı meşhur alimleri söz konusu ayeti tefsir ederlerken bu hakikatı itiraf etmeleri dikkate şayandır. Örneğin Fahr-u Razi şöyle diyor: ‘Allah birine kesin olarak ve kayıtsız şartsız itaat etmeyi gerekli görmüşse o kimse mutlaka masum olmalıdır. Zira hata yapmaktan masum olmazsa, hata yaptığında Allah ona itaat etmeyi ve onun hatasına uymayı          gerekli görmüş demektir ki bu da ilahi hükümde tezat var manasına gelir. Çünkü bir taraftan o amel yasaklanmış diğer taraftan ulu’l emre itat etmek farz kılınmıştır. Bu, emir ve yasağın aynı anda bir arada olmasına neden olur. Dolayısıyla Allah-u Teala kayıtsız şartsız ulu’l emre itaat etmeyi farz etmişse, ulu’l emr masum olmazsa böyle bir emir doğru olmayacaktır.

Yukarıda söylenenlerden ayette söz edilen ulu’l emr’in mutlaka masum olması gerektiğini anlıyoruz.’

O daha sonra şöyle diyor: ‘Masum ise, ümmetin tümüdür. Bu da, ümmetin icma ve görüş birliğinin hüccet olduğuna delildir.’[4]

Görüldüğü üzere Fahr-u Razi ayetin, ulu’l emr’in masum olması gerektiğine delalet ettiğini kabul ediyor, ancak Ehl-i Beyt’in (a.s) mektebini ve bu mektebin İmamlarını tanımadığı için ulu’l emr’in belli kişiler olabileceği ihtimalini göz ardı etmiştir. Bu yüzden mecburen ulu’l emr’i ümetin tümü (veya Müslümanların genelinin temsilcileri) manasında tefsir etmiştir. Halbu ki bu ihtimal yanlıştır. Çünkü ulu’l emr İslam toplumunun önderi olmalı, İslam devleti ve Müslümanların sorunları onun eliyle halledilmelidir. Öte yandan genelin hatta onların temsilcilerinin ortak görüşleriyle yönetim gerçekleşmez. Zira Müslümanların karşılaştıkları toplumsal, siyasi, kültürel, ahlaki ve ekonomik meselelerde bütün ümmetin veya temsilcilerinin ortak görüşe varmaları genellikle mümkün değildir. Çoğunluğa uymak ise ulu’l emr’e uymak demek değildir. Dolayısıyla Fahr-u Razi ve onun görüşünü kabul eden çağdaş alimlerin sözünün gereği ulu’l emr’e itaatin tümüyle ortadan kalkması veya çok az ve istisna bir konu haline gelmesidir.

Yukarıda söylenenlerden şu sonuca ulaşıyoruz: Ayet-i kerime yalnızca ümmetin bir kısmını oluşturan masum önderleri ispatlamaktadır.

Bir Soru ve Cevabı

Soru: Ulu’l emr’den maksat Masum İmamlarsa neden ayetin devamında Müslümanların arasındaki anlaşmazlıklar meselesine değinerek: ‘Allah'a ve ahiret gününe inanıyorsanız bir şeyde ihtilafa düştünüz mü o hususta Allah'a ve Peygambere müracaat edin; bu hareket, hem hayırlıdır, hem de sonu pek güzeldir.’ diye buyurmaktadır?

 

Cevap:

Çünkü ayet müminlere hitap ederek ‘Ey İnananlar!..’ diye buyurmaktadır. Şüphesiz anlaşmazlıktan maksat bu müminlerin (Ulu’l Emr’in dışındakilerin) anlaşmazlıklarıdır.[5] Müminlerin ulu’l emr’le -ona itaat etmek farzken- anlaşmazlığa düşmesi düşünülemez. Dolayısıyla müminlerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları kastedilmek zorundadır. Yine anlaşmazlıkları görüş vermekte de değildir. Çünkü emir ve görüş sahibinin onların içinde olduğu varsayılmaktadır. Eğer aralarında anlaşmazlık çıkarsa meydana gelen yeni olayların hükmü hakkında olur. Sonra ki ayetlerde tağutların hükmüne başvuranlar kınanmaktalar. Allah ve Resulünün hükmüne boyun eğenler bu mananın karinesidir. Bu hüküm, Kur’an ve sünnette belirlenen dinin hükümlerine döndürülmelidir. Bir hükmü Kur’an ve sünnetten anlayan kimse için o ikisi kesin hüccettir. Veliyy-i Emr, ‘Kitap ve sünnet böyle hükmediyor’ dediği zaman onun sözü kesin hüccettir, zira ayet-i kerime veliyy-i emrin itaatini farz olarak varsaymış ve itaatin farz oluşuna herhangi bir kayıt ve şart getirmemiştir. Öyleyse ulu’l emrin sözü sonuçta kitap ve sünnete dayanmaktadır.

Bundan ulu’l emrin -olması gereken her kimse- Allah ve Resulünün koyduğu hüküm dışında hüküm vermeye ve yine Kitap ve sünnette ki hükümleri neshetme hakları olmadığı açıkca anlaşılmaktadır. Yoksa her dönemin anlaşmazlıklarını o dönemin veliyy-i emrine yönlendirirdi ve artık anlaşmazlıkları Kitap ve sünnete yönlendirmenin veya Allah ve Resulüne başvurun demesinin bir manası kalmazdı. Oysa ki ‘Allah ve Resulü, bir işe hükmetti mi erkek olsun, kadın olsun, hiçbir inananın, o işi istediği gibi yapmakta muhayyer olmasına imkan yoktur ve kim, Allah'a ve Peygamberine isyan ederse gerçekten de apaçık bir sapıklığa düşmüş, sapıtıp gitmiştir.’[6] ayet-i kerimesi Allah ve Resulünden başka kimsenin hüküm koymaya hakkı olmadığına ortaya koyuyor.

Ayetin hükmüne göre teşriin (yasama) manası Allah’ın hükmüdür. Resulün hükmü ise ya Allah’ın hükmüdür veya ondan daha geneldir. Ulu’l Emr’in vazifesi ise velayetlerinin nüfuz ettiği yerlerde görüşlerini belirtmektir. Başka bir ifadeyle genel ve umumi konu ve olaylarda Allah ve Resulünün hükmünü keşfetmelidirler.

Kısaca belirtmek gerekirse ulu’l emrin kanun koyma veya kanunu neshetme yetkileri yoktur. Onların başkalarından farkı Allah ve Resulünün hükmü, yani kitap ve sünnet onlara havale edilmiştir. Bu yüzden Allah-u Teala, hükmü döndürme konusunda bahseden söz konusu ayette onların adını getirmemiş, yalnızca ‘Allah'a ve Peygambere müracaat edin’ diye buyurmuştur. Buradan anlıyoruz ki, Allah-u Teala’nın bir itaati var, Resul ve ulu’l emrin de bir itaati var. Bu nedenle ‘Allah'a, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine (Ulu’l Emr’e) itaat edin.’[7] diye buyurmuştur.

Resul (s.a.a) ve Ulu’l Emr’e İtaate Emirin Mutlak Olması ve İsmete Delaleti

Fahr-i Razi’den aktardığımız gibi ‘Allah'a, peygambere ve sizden olan emir sahiplerine (Ulu’l Emr’e) itaat edin.’ ayetinde gelen bu itaat mutlak bir itaat olup herhangi bir şart ve kayıda bağlı değildir. Bu da Resulün, Allah’ın hükmüne muhalif bir şeye emretmediğine ve bir şeyden sakındırmadığına delildir. Yoksa Allah’ın kendisinden ve Resulünden itaati farz etmesi Allah tarafından yapılan bir çelişki olurdu. Resulün bütün emir ve yasakları Allah-u Teala’nın emir ve yasaklarıyla uyumlu olması Resulün ismetinin dışında bir şeyle düşünülemez ve gerçekleşemez. Bu söz ulu’l emr konusunda da aynen geçerlidir.[8]

------------
[1]- Nisa/59

[2]- Nasır Mekarim Şirazi, Tefsir-i Nümune, c.3, s.435-440, Dar-ul Kütüb-ü İsmailiyye yayınları, Tahran, h.ş.1374,

[3]- Muhammed Hüseyin Tabatabai, el-Mizan (Farsçası), c.4, s.618.

[4]- Fahr-u Razi, Tefsir-i Kebir (Mefatih-ul Gayb), c.10, s.113, Dar-u İhya-it Teras-il Arabiyya, h.ş.1357.

[5]- Tababtabi, a.g.e. c.4, s.619, Musavi Hemedani’nin Farsça çevirisi, Defter-i İntişarat-ı İslami-i Camiay-ı Müderrisin-i Havza-i İlmiyyey-i Kum yayınları, Kum, 5. Baskı, h.ş.1374.

[6]- Ahzap/36

[7]- el-Mizan (Farsçası), c.4, s.621.

[8]- a.g.e. s.621.

Yeni Makale ve Video öğeleri

Yeni Kitaplar